46 entry daha
  • sevgili harry tuttle, yazdıklarınızı okuyor ve kendimden izler buluyorum çoğu zaman. çok değil, bundan 3-4 yıl önceye kadar söylediğiniz birçok şeye katılırdım. şu an yalnızca benzerlik buluyorum kendi yaşadıklarımla. bilmiyorum bu yazdıklarımı okur musunuz? daha önce açmış olduğunuz bir başlık için size mesaj atacaktım; ama mesaj alımını kapattığınız için başlığın altına yazdım. okudunuz mu bilmem. şimdi hiç denemeden başlığın altına yazacağım; çünkü herkesle paylaşmak istediğim bir şeyler var.

    ben psikoloji mezunuyum ve aynı alandan doktoraya devam ediyorum. alanım klinik psikoloji olmadığı için psikoterapi ve psikopatoloji alanında öylece atıp tutamam. bilmeyince çok kolay konuşuyor insan; ama klinik psikolojide uzmanlaşmamış bile olsam yıllardır psikoloji okuduğum için buraya gelip yazanlar kadar rahat konuşamıyorum ne yazık ki.

    öncelikle bozuk psikolojinin ne olduğuna ilişkin bir fikir birliğine varmamız gerekiyor. kişinin psikolojik iyilik halinin bozulmasından, yani kendinden ve yaşamından memnun olmama halinden söz ediyorsanız öyle her "ben memnun değilim" diyene tanı konmadığını, bunun için kişinin söz konusu bozuklukta tanı ölçütlerini karşılaması gerektiğini bilmeniz gerekir. elbette bu tanı koymayı uzmanlar yapar ve gerekirse ilaç ve psikoterapiye başlanır. kişinin sorununun kaynağı bulunur ve buna uygun bir psikoterapi süreci ilerler. gerçi bir kişinin psikoterapi alması için her zaman tanı konacak düzeyde bir bozukluk sergilemesi de gerekmez. kişinin yaşadığı kayıplarla, hastalıklarla ya da yaşam değişimleriyle başa çıkabilmesi için de psikolojik destek alması gerektiği durumlar olabilir ve bu gayet olağandır.

    buraya kadar her şeyi anlatabildiğimi umuyorum.

    şimdi kalkıp "sorun yaşayan bir sen mi varsın da söyleniyorsun?" diye dangalakça bir yorum yapmayacağım; çünkü bunun kadar işlevsiz ve sinir bozucu bir yaklaşım daha görmedim. bende işe yaramıyor en azından; ama bende işe yarayan bir şey var ki o da "inan bana yalnız değilsin. senin gibi hisseden ama söyleme cesaretini bulup da dile getiremeyen bir sürü insan var." cümlesi. bunu şu satırları okuyan herkese söylüyorum. yaşadıklarımızın gerçekten büyük ya da küçük olması bir noktada önemini yitiriyor; çünkü yaşadığımız her şeyi kendi bakış açımızdan değerlendiriyoruz; çünkü onu biz yaşıyoruz ve tüm deneyimlerimiz de öznel. bu nedenle de "bozulan psikolojinin asla düzelmeyeceği" algısı "bizim gerçeğimiz" oluyor (yani hepimizin sorun yaşaması sorunlarımızı önemsiz kılmaz. deneyimlerimiz bize aittir ve değerlidir).

    ama bu noktada bence çoğumuzun yaptığı bir yanlış var. aslında yanlış demek yanlış olur; çünkü psikolojik desteğin devreye girdiği nokta tam da burası oluyor. yaşadığımız her ne varsa, ister büyük bir olay olsun ister küçük, bizi etkiliyor ve bizi -bazen biz istemesek bile- değiştiriyor. "geçmişteki ben"in bir "gelecekte olmayı beklediği ben" vardı. bu "gelecekte olmayı beklediğimiz ben" ile "dönüştüğümüz ben" arasındaki fark çok büyükse ve özellikle de olumsuz deneyimler sonucunda ortaya çıkmışsa buna her zaman uyum sağlayamayabiliyoruz ve bocalıyoruz. sürekli olarak "geçmişteki ben"i düşünüyoruz ve öyle olamadığımız için acı çekiyoruz. dönüşümü beklentimizin ve dahası denetimimizin dışında yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız için kabullenemiyoruz. aslında uyum sağlayamıyoruz da diyebiliriz.

    değişim kaçınılmaz olsa bile bazı zamanlar istenir olmuyor; çünkü değişim hiçbir zaman kolay değil. böyle bir dönüşümü özellikle olumsuz yaşam olayları sonucunda, denetimimiz dışında yaşamışsak da insanın kendisini tanıyamadığı zamanlar bile oluyor; çünkü beklentilerimizin dışında bir ben ile kalakalınca yaşamımız alt üst oluyor. yaptığımız planlar bozuluyor. hayalkırıklığı yaşıyor ve öfke duyuyoruz. bende oldu. örnek vermeyeceğim; çünkü burada önemli olan, ne yaşadığım değil. herkes gibi -kiminizden fazla, bazılarınızdan az- bir şeyler yaşadım ve başa çıkmakta fazlasıyla zorlandım. "tüm bunlar neden benim başıma geldi?" diye sorgularken bir arkadaşım "rastlantı işte; benim başıma da gelebilirdi." demişti. zaman makinesi için yalvardığım, yaşadığım duygusal ve düşünsel değişimlere inanamadığım günler oldu. eskisi gibi olmak için ağladığım geceler oldu. yaşadığım değişimi kabullenemiyordum. temelde bendim ama, bir şeyler hiç geri gelmemek üzere gitmişti sanki. sonra yenileri geldi. sonra bir şeyler daha gitti. ardından başkaları geldi. bir şeyler biçim değiştirdi. ben dönüştüm. çok sancılı bir süreçti. değişime ayak uydurmak hiçbir zaman kolay değil; çünkü insan hiçbir zaman hazır olmuyor aslında. güçlü ve dirençli olabiliyor ama. dönüşümü kaldırabilecek kadar güçlü ve dirençli olunca yaşadığın gerçek de değişiyor. uyum sağlamaya başlıyorsun.

    düzelmek derken eskisi gibi olmayı kast ediyorsanız haklısınız. hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. hiçbir şey eskisi gibi olamaz ki. bir şeylerin eskisi gibi kalması demek, yaşadıklarımızdan hiçbir şey öğrenmememiz demek. doldurulmuş bir hayvandan ne farkımız kalır ki öyle olsak? her gün aynı; ama yaşamıyor. oysa o bile zamana direnemiyor aslında. değişiyor. ben böyle düşünüyorum ve hissediyorum. haddim olmasa bile paylaşmayı istedim. sağlıcakla.

    ekleme: anlatım bozukluğu giderildi.
88 entry daha
hesabın var mı? giriş yap