• birbirinden beslenen bu iki alanın kurgu aşamasındaki benzerlikleri/farkları üzerine naçizane bir değerlendirme yapmak gerekirse:

    mevzubahis ‘edebiyat’ ve ‘mimarlık’ gibi ucu açık, disiplinlerarası kolektivitenin yoğun olduğu alanlar olunca hem kesilebilecek ahkamın kuvveti, hem de bunun beraberinde getirdiği -altını doldurma zorunluluğundan mütevellit- muazzam omuz yükü artıyor.

    düşlüyor, kurguluyor, organize ediyor ve bu hayal mahsüllerini, kendimizle yaptığımız fikir teatilerini; bazen bir planın köşesinde, kendi ekseninde parlayan ufak bir ayrıntı, bazen kurduğumuz alçak tondan cümlenin en oturaklı, en ses getiren elemanı olarak biçimlendiriyoruz.

    “sözün bittiği yerde somut bir haykırıştır mimarlık, gücünü yoğrulmuş düşüncelerden alan.”

    kararlarımız ve buna bağlı kabullerimiz de büyük rol oynuyor kurgumuzu tasarlama süreci içerisinde. aslında; ‘edebiyat’ ve ‘mimarlık’ mefhumlarının -görece- en keskin yol ayrımı da tam da bu noktada peyda oluyor. ironiktir ki ayrımlar, en kuvvetli kesişim noktalarında bulunurlar. kurgu ve bu kavramın getirisi olan sonsuz ihtimaller evreninde mimarlık, dinamiklerinden kaynaklı, edebiyata göre nispeten daha kesin ve rasyonel sonuçlara ulaşma eğilimindedir. edebiyat ihtimaller açısından ‘ebedi tamahkarlık’ lüksüne sahipken; mimarlık kendi hikayesine distopik öğeleri dahil etmemek için önlemler almak zorundadır. birinde oluyor ve bitiyordur; diğerinde ise gerçekleşmiş ve etkilenerek süregeliyordur. bir cephede olacaklar külliyen yazarın kontrolünde iken, diğer cepede ise bireylerin yahut toplulukların müşterek kullanımlarından dolayı ortada bir ‘dolaylı kendiliğindenlik’, yer, zaman ve mekana göre şekillenme, yeni bir forma evrilme hali hakimdir.

    “edebiyat yapıyı cümleleriyle kurarken, mimarlık bunu çizgileri ve muhtelif somut öğeleriyle yapar.”

    içinde bulunduğumuz ortamla daima etkileşim halindeyiz. farklı disiplinlerden besleniyor ve fikir dünyamıza kattığımız yeni bilgilerin ışığında ürünler veriyoruz. “kalıcı olmak” gayesiyle dünyamızda çeşitli kurgularımız, ütopyalarımız hasıl oluyor. bunların doğal bir sonucu olarak “distopik” öğelere evrilen bir yığın düşünce/fikir var. bizim için “son”lar her zaman belirlenebilir nitelikte değil, kaçınılmaz olanlarıyla karşılaşmak gibi imtina ettiklerimizin de olduğu aşikar. küçük kurgularımıza: pervasızca, gelişigüzel sonlar biçebilirken; üzerinde daha etraflıca düşünülmüş layıhalarımız konusunda bu derece savurgan olamıyoruz. temennilere fırsat vermeden, gerçeği belirtircesine ve ekseriyetle ucu açık bir biçimde sonuç önerileri sunuyoruz. düşüncelerimizin en yoğun olduğu anlarda, betimlemelerimiz peyderpey koyulaşırken masaya birdenbire kesin yargılar sürüveririz. bu bizim, ortadaki muallaklık durumunu sona erdirme arayışımızdan ileri gelir.

    işin özü;

    mimarlık ve edebiyat birbiriyle daima etkileşim halinde olmuştur. kurgu, bu iki kavramın birbiriyle kesiştiği noktada yoluna aktarma yaparak devam eder. biz bu oyunun hem oyuncusu, hem de yazarı olarak rol alırız. hayal dünyamız ve olaylara bakış açımızın bizi yönlendirdiği kadarıyla…

    -----------------------------------------

    kent ve toplum ilişkisine dair bir değerlendirme.

    ülkemizdeki mimarlık pratiğinin güncel dinamikleri hakkında bir eleştiri yazısı için buraya.

    geçmiş/gelecek ilişkisi üzerine bir deneme için buraya

    zaman üzerine bir ahkam içinse buraya

    ayrıca,

    kent, mekan ve sosyoloji üzerine benzer yazılarımı yayınladığım bir mecra olarak urbanisma
hesabın var mı? giriş yap