• çağ pragmatizm çağı, insanlara yaptığın işin ne gibi yararları olduğunu anlatamazsan itibar görmüyorsun. ne sen, ne de yaptığın iş. zerre kadar. istanbul modern'e gidiyorsun, niye gittin nesi varmış diye sorana somut bir açıklaman yok, sanat işte diyip çıkacaksın. sanatın kafadan değerli bir şey olduğu kabulüyle hareket etmelisin, sanat halihazırda muzaffermiş gibi davranacaksın hödük adama. yoksa sanatın yarattığı dışsallıklara anında vurgu yapamazsın, bilmem kaç bin yıllık sanat tarihini birkaç dakikada anlatamazsın. belagatin yetmez. anlatsan da karşındaki anlayabilemez. kafa basmaz. hayır müzeden ben de nasiplenemedim, bu da apayrı bir durum. müzenin yetersizliğine yoruyorum bunu, ferit edgü bin yaşasın.

    anektodal entry kıvamında olacak uyarıyorum:
    criterion collection'ın ve korsan sektörünün ortak çalışmaları sayesinde birkaç yıldır klasik oğlu klasik, kült evladı kült filmler izlemek gibi bir imkana kavuştuk. orda burda adını görüp bir türlü izleyemediğimiz ne kadar yönetmen varsa en azından bir iki filmini izleme şansı buluyoruz artık, fellini'nin anaç kadınlarına sılaya duyulan bir açlıkla sarıldık, kocaman memeleri varmış gerçekten. bergman da hakkaten tanrısal sorgulara girişmiş. bunları görmüyor olamayız sanatsever insanlar olarak. sanattan anlayan insanlar olarak. bize bu imkanı veren korsancı abiye de teşekkür ettim, abi amme hizmeti yapıyorsunuz valla dedim, abi de yaptığı işin legal boyutunu es geçerek gururla sırıttı, sinemaya bir godard kadar hizmet etmişçesine eyvallah dedi. godard'ın ne kadar hizmet ettiğiniyse zaten biliyoruz sanatseverler olarak.

    dahil olduğum bu süreci uzaktan izleyen, böyle nerde "siyah beyaz film" görsem mal bulmuş mağribi gibi atıldığımı gören rambo kuşağından bir arkadaş geçenlerde "ya bu klasik filmleri izleyip napıyorsun allahaşkına" gibisinden bir sitemde bulundu. bir diğer sinemasever kardeşimiz evvelce buna un chien andalou'yu götürmüş, birlikte büyük bir beklentiyle izlemişler, film bittiğinde bizimki şöyle demiş: "evet." sinema ne işe yarar bu soruya tatmin edici bir cevap bulamıyormuş. ona tatmin edici bir cevap vermedim, işi zamana bıraktım. zamanın ve sinema sanatının ortak bir çalışmayla bana yardımcı olacaklarını hissediyordum.

    siyasal bilgiler fakültesi'nde okumam hasebiyle bu dönem, gelişmekte olan ülkelerde toplum ve siyaset adında bir ders seçtim. derslere giriyoruz ediyoruz. neyse hoş beşten sonra (yazar yayılma dönemini kastediyor, çn) hoca yapılacak ödev için seçenekler sundu. ya türkiye'nin gelişmişliğine dair öğrencilerin görüşlerini almak için anket yapacaktık ya da konuya dair bir kitabı analiz edecektik. halihazırda okuduğum niyazi berkes'in türkiye'de çağdaşlaşma'sına bel bağlayarak kitap ödevini seçtim. hoca da onay verdi sağolsun ama kitap öyle böyle değil büyük boy 600 sayfa bişey. serde de öğrencilik var, kendimizi geyiğe kaptırmış gidiyorduk ki final döneminin yaklaşmakta olduğunu farkettik. ancak niyazi abi'nin soyadını unutur hale gelmiştim, o derece bir ilgisizlik hakim olmuştu bünyeye. keşke anket yapsaydım etseydim diye hayıflanırken son derslerde konunun oryantalizm'e geldiğini müşahade ettim, bele nasıl desem bir kıpırdanma oluştu, bir kıvılcım çaktı. acaba? acaba? olur muydu ki?

    bir kaç denemeden sonra hocayı odasında bulduğumda ödev teslimine 4 gün kalmıştı. hocam dedim, ödev için "sinema ve oryantalizm" gibi bişe uygun mudur acaba? hoca da evvelce angelopoulos falan zikretmişti derste, sinemayla sağolsun ilgileniyormuş, bergman'ın tanrısal sorgularını anlayabilen bir sanatsever nerdeyse. olur tabi neden olmasın dedi, hangi yönetmeni yapacaksın? kafamda günah keçisini seçmiştim ama o da oryantalizm yapmıştı canım. david lean dedim. aaaa evet olur dedi hoca da, ben de izledim david lean filmlerinden bazılarını, hadi güzel bişe yap getir. içimden dedim ki, ulan david lean iyi ki oryantalistmiş ve iyi ki sinemayı bazı kötü emeller için kullanmış.

    yapı gereği son gece bilgisayarın başına oturdum ama ne evvelce izlediğim david lean'leri tam hatırlıyorum ne de oryantalizm'e tam hakim bir durumdayım. yine de lean'e şükrediyorum kötü politik amaçları olduğu için. şüphesiz kötülük de bir meşgale, bir sektör yaratmış elinden geldiğince. sonra yazmaya başladım kwai köprüsü böyledir arabistanlı lawrence şöyledir diye ama konuyu da bir münazara mantığıyla mümkün mertebe oryantalizme getiriyorum, yoksa da oryantalist bir öğe yaratıyorum, bak şerefsizlere diyorum. şimdi caponlar köprüyü yapamamışlar da ingiliz mühendisliğine muhtaç olmuşlar, direkt oryantalist bir dokundurma. sonra capon komutan cenevre sözleşmesini yırtıyor mesela, doğu toplumlarının hukuk tanımayışlarına dair bir sitemi bu yönetmenin. sonra lawrence. kafadan ipne. araplara yardım edip osmanlı'ya ihanet ettiler zaten. ordan da bi kuyruk acısı nidası atıyorum, oryantal olmayan yerlerde de sözü şer odaklarına getiriyorum ki her şeyin başı onlar zaten. böyle yaza ede ödev bir yekün tuttu nihayet; azcık giriş, biraz sonuç, bir de kapakla 6 sayfayı ettik, tarifi imkansız bir mutluluğa eriştim. klasik sinema sayesinde ödev bile yapmıştım, oryantalist sinemacıların ve arkasındaki odakların maskesini düşürmüştüm ve dahası sinemanın ne işe yaradığı sorusu nezdinde tüm bir sanatı pragmatizmin pençelerinden kurtarmıştım. mesuttum.

    ödevi hemen rambo kuşağından arkadaşa mailleyerek benim için print edip ertesi gün okula getirmesini istedim, böylece olaya daha farklı bir mahiyet yüklemiş oldum: sinemanın ne işe yaradığı sorusunun cevabı dünyaya ilk defa, bir sinema karşıtının printerından çıkarak ulaşmış oldu.

    işte bu yüzden lanet olsun ki klasik sinemayı seviyorum, david lean filmlerineyse bayılıyorum. ama ara ara iğneliyorum da keraneciyi. oryantalizm kötü, o bakımdan.
hesabın var mı? giriş yap