5 entry daha
  • tesadüf bu ya dün gece de iyi uyumuşum. sabah kalktım, işe giderken bir de ne göreyim, bizim marti yine ayni yerde dolaniyor. yine el ettim, "git bu asfalta konma araba altinda kalacaksin" dedim, yine dinlemedi beni. peki, dedim sen bilirsin. şaşkınlık karşısında yapacak bir seyimiz yok ki. bazi seylerin çaresi de yok. yürümeye devam ettim yanindan geçip. çünkü şaşkınlığa da, şaşkınlara da takıılıp kalmamak, yürümeye devam etmek gerekir çoğu zaman. ayni yerde, ayni seyleri düşünüp durdukça, hep ayni asfalta kondukça, ayni tezleri ayni kaliplarla tekrar etmeyi sürdürdükçe ve önümüze çikan her olguyu sözkonusu tezlerin kaniti gibi görme heyecanina kapıldıkça, şaşkınlaşma dereceniz artar. savunduğunuz tezler de, o tezleri uyguladiğiniz olgular da ve bizzat hayat da genellikle can sikici hale gelmeye baslar. o zaman en kötü kabuslarimiza giren gulyabanileri aynada gördüğünüzün resmidir. ortodoks dediğiniz gulyabaniyi çok uzakta aramaniza gerek yoktur, aynaya bakmaniz yeterlidir, kuramlara tapan dogmatik de ayni aynanin kenarindan size siritir...
    bazen kendimizi, savunduğumuz kuramları ve özgün duşuncelerimizi yikilmaz bir esneklik ve kivrakliga sahip, yanilmaz zannederken, ve o özgüvenle derinlemesine bilmedigimiz bir konuda bile yorum yapmaya cüret ederken aynaya bakmayi unuturuz. işte o zaman hemen her konuda kendimize saldiracak yeldeğirmeni olarak seçtiğimiz, herhangi bir kampüsten tedarik edilerek rusya'da kapitalizmin gelişmesi'ndeki feodalizm yorumunun ve uluslararası sürekli devrim teorisinin yilmaz savunucusu 20 yasindaki bir troçkistin dogmatizmiyle ya da sbkp bilimler akademisi'nden 30 yil kadar geç mezun olmuş bir "marksizm bilgini"nin ortodoksisiyle kavga etmeye çalisiriz. her ikisi de neredeyse soyu tükenen canlilar olduğu için kavgamizin pek bir kiymeti harbiyesi yoktur. nihayetinde eleştirilerinizin az buçuk değdiği türkiye'de 60'lardan kalma masaya yumrugunu vuran işçi afişini duvara asarak devrim yapmaya çalisanlarla, dördüncü enternasyonalcilik oynamaya devam eden troçkist entellektüellerin de sizi pek kaale aldiklari yoktur.
    ama her gördüğünüz kuşu bir takim karikatürlere benzetmeniz en fazla can sıkar. nihayetinde yalnizca kendinizi rahatlatiyorsunuzdur. el kitaplarinin, er okuma işçileri eğitmek için hazirlanmiş broşürlerin öne sürdüğü tezlerle başa çikmak ve tabii o kitaplardan firlamiş kolayca altedebileceğiniz hayali "ortodoks" düsmanlari görünmez kiliçlarla kesip biçmek de kolaydir. ama dedik ya, sevdiğimiz ve ezberlediğimiz, her madeni sürttüğümüz, "avrupa merkezcilik", "oryantalizm", "ortodoksi"gibi mihenk taşlarıyla sahte olduğunu ispatlayacağımız kalıplarla konuşmaya gerçekten gerek yoktur. o zaman "söylenene" değil, "söyleyene" bakan, her sözü kafamizdaki şablonlarla etiketlediğimiz kendi subjektivizm çukurumuzda oyun oynamaya başlariz. o zaman hep uçup uçup ayni asfalta konan martinin şaşkınlığıyla yaşar gideriz..

    nihayetinde ortodoks kimin kuşu, helot'larin "köleci" sinif bilinciyle devrim yaptiğini kim iddia ediyor, tarihin motoru kaç silindirli, bujiler ne zaman çakiyor, ilerlemeci tarih anlayişini kim savunmuş, kim marksa tartismasiz biat etmiş, kim 19. yüzyil gözüyle 2.500 yil öncesini anlamaya çalişmiş bilmiyorum. bu baslik alitnda bu tür eleştirileri hakeden var mi onu da bilmiyorum. ilkel ve köleci toplumlarda siniflar ve iktidar ilişkileri gibi meseleleri tartismanin yeri de pek burasi gibi görünmüyor. ama bir kaç şeyi en azindan marksizm konusundaki yanliş algilari değiştirmesini umarak söylemek lazim.
    marksizm bize kaçinilmaz bir "evrim şemasi", bir "tarih şeması", kaçınılmaz bir tarihsel ilerleme şeması vermez. verdiği sadece bir tarihsel perspektiftir. tarihsel'dir çünkü tarihteki olgularin onlari yaratan tarihsel koşullar ve dinamikler göze alinmadan anlaşilamayacağını savunur. yani helot'lari sparta toplumunun özgün toplumsal ilişkilerinden, iktisadi, sosyal, kültürel, dinsel koşullarindan koparilarak basitçe "kölecilik" kavrami aracilyiğiyla yapilan bir indirgemeciliğe tabi tutulmasina karşi çikar. insanlik tarihinin oldukça uzun sürmüş bir döneminde, farkli kitalarda, farkli biçimlerde ve kronolojik kesitlerde yaşanmiş bir ilişkiler düzenini bir kaç kavramla açiklamaya çalişan bir tarihsel metafiziğe karşi çikar. her toplumun kendi özgün dinamikleri olduğuna, çeşitli diş etkenleri de göze alarak incelenmesini öneren bir düşünce yöntemi olarak, kölecilik gibi kavramların da sadece düşünmeyi kolaylaştırıcı birer soyutlama olduğunu savunur. ilkel toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum şeklindeki kaba siniflandirma ve tarihsel süreç, ancak toplumsal gelişim sürecinin ana hatlarini ve genel doğrultusunu verir. kesin, değişmez, her yerde, her toplumda, her devlette, her tarihsel döneme uygulanabilir bir genel şablon ve formül değildir olamaz... tarihte böyle bir şablon yoktur ve böyle bir sablonu tarihsel analiz yöntemi haline getiren ciddi bir marksist tarihçi ya da iktisatçı da bulamazsiniz.. bunlar ancak mkarksizmin bir devlet ideolojisi haline getirilmeye çalışıldığı dönemlerin ilkokul ders kitaplarının teorileridir. tarih atlaslarındaki türklerin ortaasya'dan dünyaya yayılışını simgeleyen haritalar seviyesinde bir analizdir ve bu analizi temel alarak marksistlere küfür etmek ya cehaletten ya da artniyetten ileri gelen bir durumdur.
    ikinci olarak marksizm esas olarak kapitalizmin tarihsel eğilimlerini, iktisadi süreçleri merkeze alan bir analiz boyunca göstermekle yetinir. kapitalizmin "kaçinilmaz" sonunu değil, üretimin toplumsal niteliğiyle, üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkiden doğan kapitast toplumun uzlaşmaz çelişkilerini ve ekonomik gelişmenin sinirlarini göstermekle yetinir. kapitalizmin ekonomik ve sosyal krizlerle yaşayan, yeniden üretim krizlerinin kaçinilmaz olduğu, krizlerin sömürgecilik, yeni-sömürgecilik gibi siyasal-ekonomik yöntemlerle ertelendiği bir toplumsal örgütlenme olduğunu gösteren marksistler, ancak tüm bunlarin birer doğal-ekonomik-toplumsal siniri olduğunu iddia eder. yaşanan krizlerin ve krizi erteleme yöntemlerinin insanlığı büyük bir çöküntünün eşiğine birakan eğilimlere sahip olduğunu gösterir. bu çelişkilerin ve krizlerin hemen her zaman siyasal toplumsal bir devrim sürecinin önünü açağını ve bu krizlerin insanlığın özgürleşmesi için çalışan siniflarin önderliğinde bir toplumsal devrim için birer imkan olduğunu gösterir ve tartisir. bunlarin her biri üzerine sayfalarca yazilacak tartişma konulari.. ama bu tür "kapitalizmin kaçinilmaz çöküşü", "marksizmin öngörüleri yanlişlandi" türü bilindik eleştiriler ya marksizmden vazgeçip liberalizme kapağı atmaya çalışan akademisyenlerin, ya da her firsatta marksistlere posta koymaya çalişan hayalet avcilarinin basit çabalaridir ve ne marksitlerin de ne helot'larin ilgisini çeker. ama helot'lar sparta'nin köleci toplumsal örgütlenmesi içinde özgün yanlari olmakla birlikte hala sinif niteliği taşiyan bir toplumsal kategoridir ve o şahane "eleştirel kavramlarimiz" bu gerçekleri pek değiştiremez. helot'lari bir "sinif" ya da "zümre" olarak görmek sizin sinif tanimizla, yani toplumsal kesimlerin üretim araçlari karsisindaki konumuyla ve üretim ilişkileri içindeki durumlariyla ilgili bir meseledir. helotlari "üretim araçlarının sahibi kismen özgür" bir zümre olarak tanimlamak niyetinndeyseniz ve sparta'nin da köleciliğin damgasini vurduğu bir toplumsal örgütlenme olmadiğini düşünüyorsaniz ilgili döneme ve helot'lara iliskin bilgilerinizi biraz daha genişletmeniz gerekmektedir. hemen her köleci toplumda helot'lara benzer toplumsal siniflarin bulunduğunu da hatirlatmakla yetinelim ve son olarak yöntembilimsel çoğulculuğu da bugünün cübbeli kölelerinin üniversitesinde, "liberal" üniversite düzeni içinde ya da mevcut ideolojik hegamonyanın damgasini vurduğu günümüzün yaygin entellektüel hayati içinde değil baska yerlerde aramakta sonsuz yarar olduğunu söyleyerek bitirelim..
    nihayetinde helot'lar da özgürlüğü "demokratik" sparta'nin senato'sunda değil başka yerlerde aramışlardı.. bugün hala helotlarin unutulmamasi ve hala onlardan sözedilmesi de bundandir...
9 entry daha
hesabın var mı? giriş yap