• eros tüm dünyada aşk demektir.
    türkiye'de ise artık adaletsizlik demektir. evet, sadece bir kişinin iyi hal yorumu ile adaletin sembolü olabilecekken, eros bizde artık adaletsizlik sembolü oldu.
    eros artık;
    sahipsizlik!
    vicdansızlık!
    iyi hal indirimi! demektir.
    tüm dünyanın türkiye'yi kedi vatanı ilan edip sempati beslediği şu zamanda, “ sahibi yoksa acımasızca kedi öldürmenin cezası yok” demektir.
    şimdi tüm dünya bir araya gelse, binlerce yıldır aşk olarak anılan bu kelimenin türkiye'deki karşılığını değiştiremez.

    buna sebep olanların;
    “onlar benim dilsiz kullarımdır” diyen allah'a inançları da yoktur. onu sahipsiz sanmalarının sebebi de bundandır.
    artık bir kedi'nin canı kadar kıymeti harbiyemiz de yoktur,
    utanacak, arlanacak kadar kalbimiz de yoktur, masum bir canlının 6 dakika boyunca hayata tutunmaya çalışacak kadar bocalamasına karşılık, “ katilin geleceği düşünülerek” verilen karara inancımız da yoktur,
    en kötüsü ise;
    adalet var denilen yerde adalet de yoktur…

    biz eros'u bir yetim, sahipsiz bir melek olarak yine hatırlayacağız ama tüm dünyada aşk olarak anılan eros ise, türkiyede artık adaletsizlik olarak anılacaktır. her duyduğunuzda o bakışları hatırlayacaksınız. bunu sağlayan bir katil değil, katiller katilliğini yapmaya devam edecek, bunu yapanlar adaletten sorumlu olanlardır.

    kedi eros'un anısına
  • don tanrısı
  • eros klasik bir erkek örneğidir..bu amcamızın da psyche'ye yaptığı gibi..erkekler hegemonyalarına girmeyen kadınlardan kacarlar..
  • cok buyuk bir sans eseri 2004 toronto film festivalinde gormus oldugum film. genellikle buyuk yonetmenlerin toplanip kisa filmlerini birlestirdikleri filmler ne yazik ki cogu zaman basarisiz olurlar. cunku her ne kadar her yonetmenin kisa filmi kendi capinda basarili olsa da bir butun olarak filmler birbiriyle uyumsuzluga girebilirler. eros'da boyle bir uyumsuzlugu hisseden bir cok seyirci ve kritik oldu. ama bence uc usta'nin uc filmi de bir butun olarak bakildiginda ask ve erotizmi farkli yorungelerden ve farkli kulturlerden cok basarili bir sentezle bir araya getirmisler.

    film basladigi andan itibaren seyiciyi erotik kadin ve erkek figurleri olan resimleri bir renk paleti icinde yavas ve esnek hareketlerle gostererek ve buyuleyici muzigiyle bu mitolojik ask ve erotizm konseptinin icine yerlestiriveriyor. sonra wong kar wai'in the hand'iyle basliyoruz bu ask tuneli seyahatimize. wong kar wai hastalarinin 2046'yi beklediklerini biliyorum. ama rahatlikla soyleyebilirim ki the hand simdiye kadar izledigim en romantik, en etkileyici, en siirsel wong kar wai filmlerinden biri. 2046'yi cok begenmis olmama ragmen the hand'deki anlatilmasi zor duyusal ve duygusal havayi daha once az filmde gordum diyebilirim. ask, arzu ve erotizm ogeleri bu kadar siirsel bir akicilikla ancak bu yonetmen tarafindan anlatilabilirdi saniyorum. film kisaca cirak bir terzinin, uzun bir sure musterisi olacak bir kortezenla ilk tanismasi ve bu tanismadaki yasadigi ilk erotik tecrube dogrultusunda gelisen duygusal ve tutkulu bir musteri cirak iliskisini anlatiyor. ciragin, bu iliskinin getirdigi tek yonlu tutku ve ask ogesi dogrultusunda, duygularini aciklamasinin tek yolunun musterisine diktigi elbiseler oldugu bir ortamda, butun tutku ve askini sanatina, diktigi elbiselere aktardigi ve ancak bu elbiseler yoluyla sevgilisine dokunabildigi, karanlik koridorlar ve yagmurlu gunlerin huzunu esliginde olusmus bir siir cikmis ortaya. filmin sonunda her wong kar wai filminde oldugu gibi kalbinizde bir burukluk, tuylerde bir urperme ve melankolik bir huzunle birakiliyorsunuz karanlik salonda.

    ama hemen ardindan steven soderbergh'in equilibrium'u geliyor. oldukca komik ve ironik bir ask hikayesi bu sefer. filmin cok buyuk bir kismi robert downey jr.'in bir psikologla gorumesi ve uzun zamandir gordugu erotik bir ruyanin yorumunu yapmasiyla geciyor. bir oda icerisinde, iki kisinin diyaloglari gibi sikici bir sahne bu kadar komik ve eglenceli bir sekilde anlatilamazdi sanirim. downey jr.'in problemi bu erotik ruyadaki kadinin cok tanidik olmasi ama uyandiginda bir turlu kim oldugunu hatirlayamamasinin is ve gunluk hayatina aktardigi negatif etkiler. filmin sonunda oldukca sasirtici bir sekilde downey jr. da seyirci de ruyayi cozuyor. herkes farkli yorumlayabilse de, soderbergh'in kisa filmi ustalarinin yaninda amerikan tarzi ask ve erotizm unsurlarini aslinda cok da amerikan vari bir bicimde basariyla aktariyor ekrana.

    ve en son olarak buyuk usta antonioni'nin kisa filmi the dangerous thread of things'e geliyor sira. bu film hakkinda ne diyecegimi gercekten bilmiyorum. lakin antonioni kalp krizleri atlatmis, konusmasini yitirmis, gozleri dogru durust gormeyen 70 kusur yasinda bir yonetmen oldugu icin herhalde cok basarili ya da kolay anlasilir bir film olmamasi normal. uc film arasinda en acik secik, en erotik, ve en az romantik olsa da herhalde en duyusal olani. iki insan arasindaki askdan cok sanki insan vucudunun ve duyularinin doga'yla olan askina deginmis antonioni. ya da ben bunu cikardim bu filmden. lakin oyunculuk ve bazi diyaloglar bana oldukca vasat geldi. ama her ne olursa olsun tuscany goruntuleri ve antonioni vari kadin erkek iliskilerindeki uzaklik temasi hala seyirciye basarili bir sekilde aktariliyor. doga ve insan iliskileri ise cirilciplak bi kadinin deniz kenarinda dans ettigi ilginc ama bi o kadar da komik goruntulerde dil buluyor. antonioni'nin bu filmi nasil yonettigini ve filmin perde arkasi goruntulerini gormek isterdim cunku ancak bu sekilde bu filmin garipligine bir cevap bulabilirim saniyorum.

    son olarak butun filmlerden cesitli planlarin ve usta yonetmenlerin fotograflarini gormek isteyenler icin:

    http://www.mysan.de/article17465.html
  • acilen keskin nişancılık kursuna kayıt yaptırması gereken pezevenk.
  • gli (ayasofya kedisi)nasıl varsa tez vakitte kendi başlığı ayrılmalıdır artık ölümsüzlüğe kavuşmuştur. yıllardır sözlüğe tek cümle yazmayanlar geldi tepkisini koydu. belki bir çok kişi anısı adına o sevimli fotoğrafını çıktı aldı çerçeveye koydu profil fotosu yaptı.

    sen insanların her yeri zapt ettiği bir hengamede dünyaya geliyorsun, nedendir ki (çoğunlukla dişi yavru kediler) doğduğun o küçük bölgeyi sahiplenip sığılanıyorsun. kimseye zararın dokunmadan memur gibi o ufak alanda kendi çapında bir yaşamın gündemin oluyor. bugünün sanki dünün tıpkısı gibi karnın doyunca yüzünü patinle yıkama ritüelin, tuvaletini yapış zamanı, uyuduğun belki güneşlendiğin yer bile aynıydı. kedi bakanlar ve gözleyenler iyi bilir; onlara bakım yiyecek yardımı eden insanlar aksatsa bir kaç gün aç kalsa tekrar mama gelene kadar sabırla aç bekler kapına pencerene tüner yolunu gözler de yine de o alandan uzaklaşmak istemez. çünkü bilmez başka bir şey orası onun evi olmuştur. işkence yaşadığı son dakikalarında 'ıı. vahşi'den kaçmayıp köşede beklemesi bir savunma yapmamasından anlıyorum ki daha önce hiç insan şiddeti ile karşılaşmamış hep sırtı keselenip sevilmiş. 'vahşi'nin savurduğu tekmeler ile iç kanaması başlamış şekilde çaresizce sağa sola gitmesi tamamen içgüdüsel kedi refleksi.

    kamerada görünmüyor ama o kadar darp ve işkence sonucu artık boynu bükük hareketsiz kalıp can çekiştiği an sanki oradaymışım da sessiz seyirci kalmışım gibi aklımda canlanıp duruyor canım üzülüyor.
  • dünyalar güzeli melek; canım eros.
    yeryüzünün kanseri paraziti insanlar senin o güzel küçücük bedenini sığdırmadılar bu dünyaya
  • mitoloji'de aşk tanrısı eros'un en yakın dostlarının pothos (özlem) ve himeros (arzu) olması bir tesadüf müdür? değildir sanırım.
  • "aşk evrenseldir. her yerde aşkın dili aynıdır. antik yunanlılar bu gücü fark etti ve bir aşk tanrısı yarattı: eros."
    (christopher papakaliatis, enas allos kosmos, 2015)
  • "eski yunan'da roma'da
    cinsel aşk
    dikkatleri üstüne çekmeyen
    günlük bir konuydu.

    eros'u zehirleyen
    tek tanrılı dinler olmuştur."

    (bkz: ferit edgü)
    (bkz: ders notları)
hesabın var mı? giriş yap