geceye bir şiir bırak
-
zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık.
aradıklarının çoğunu bulamamış,
beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak
göçüp gidiyor bu dünyadan.
işte yaşamak maceramız bu.
yaşarken beklemek, beklerken
ve yaşayıp beklerken ölmek!
(bkz: ümit yaşar oğuzcan)
(bkz: aşka dair nesirler) -
gel seninle bir kez daha ağlayalım.
yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanmayacaklara.
-oğuz atay -
gümüştenim ve hatasızım. önyargısızım.
gördüğümü anında yutarım.
olduğum gibiyim, sevgiyle ya da sevgisizlikle puslanmadım.
zalim değilim ben, yalnızca gerçekçiyim –
dört köşeli, küçük bir tanrı gözüyüm.
çoğu zaman karşı duvarı düşünürüm.
benekleriyle pembedir. sanırım o denli baktığımdan
yüreğimin bir parçasıdır. fakat çırpınır.
yüzler ve karanlık bizi tekrar tekrar ayırır.bir gölüm şimdi ben. araştırarak
kendisi olan ufuklarımı, eğilir üzerime bir kadın.
sonra döner o yalancılara, mumlara ya da aya.
sırtını görürüm, ve yansıtırım sadık bir şekilde.
göz yaşlarıyla ve ellerin tahrikiyle ödüllendirir beni.
onun için önemliyim. gelir ve gider.
yüzüdür her sabah karanlığın yerini alan.
içimde boğdu genç bir kızı, ve korkunç bir balık gibi
yaşlı bir kadın doğrulur ona doğru içimde günden güne.
sylvia plath (1932-1963, abd) -
"bir ara sokakta öldüm, dün
öylece yani, birdenbire
boşluğa düşer gibi
sarı bir sessizliğin içinde
granit duvarlı binanın anlamsızlığına,
şehrin boşu boşunalığına içerlerken
bırakmışım son nefesimi kaldırıma
bitmiş, öylesine yani
birdenbire yan binadaki otel odasından izliyordu oğlan
yüz ifadesini göremesem de
anlamış mıydı acaba öylece oturmadığımı?
o sokakta bitti her şey
öğleden sonralarını bir bardak sütle geçiştiren apartman sakinlerini düşlerken
sıkıntıdan ölmüşüm.
dün arka odada ütü yapıp
buharını burnuna çeken kadını,
mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
gözyaşını kabuklara saklayan madam mari'yi
kocasıyla artık sevişemediği için,
kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen servi'yi düşündükçe
ölüvermişim.
dün böylece bitmiş yani,
birdenbire sıkılıvermişim derinden zahir.
tutunca da nefesimi
portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe
iki kedi de bulanınca
kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini
balkabağı mevsimi bile değilken
dönüşüvermiş her şey baldan kabağa
ve saat henüz 12'yi vuramamışken
kalkmış otobüsler durmamaya
mecal mi bulamamışım,
yere döktükleri bala mı basmışım
hatırlamam ama
öylece kalakalmışım, kalkamamışım.
şehrin insanı haberdar değil mi bu öldüresiye sıkıntıdan?
vagonlar boş, birkaçı kiremit taşıyor topraktan kayıklar da serseri misinalar
otobüsler kimseyi almadan
durup durup geçiyorlar duraktan
arabalar yürüme mesafelerini öldürüyor
her gün, her öğle, her gece
bisikletleri balkonlarında unutanlar
her an yağmur yağsın diye dua ediyor
üç öğün yemek yiyip, dört öğün uyuyorlar
buna rağmen erken uyanıp, geç yatıyorlar.
aynı kuru kahveciden gün aşırı
iş olsun diye yüzer gram kahve alıp
evde, iş olsun diye öğütüyorlar
ve bir gün bile sormuyorlar öğütülmüşünü
kimse sormuyor
iş olsun diye yapılan iş, iş midir diye?
bunlar olurken ölmüşüm o ara sokakta
balkondaki beyaz brandalar
rüzgarla sökülürken
sökülüvermişim
şişip patlayan bir eteğin dikişi gibi
sıkıntı işte ya da ölmek yerine
iki adım yol yürüyeydim de
konuşuverse miydim şu gelin çiçeğiyle
gitmek yerine." -
..
yorgun ve üzgün gidiyorum harap evime, yemin ederim deli yüreğimi senin şehrinden alacağım.. -
…
bizden artık akması beklenilen kan da katı
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.
efsanelerden kovulduk
kan ve demir kelimeleri söyleyince
elbiseler içindeyiz, şehrin içinde
önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı
kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok
altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz
bunun bir delilik olduğunu bile bile
en ıssız duyguların ucunda karakollar
asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde
külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu
gözler kısılıp bakılıyor bize.
biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor
otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun değdiği tende heves kalmıştır. -
haluk'un amentüsü
bir kudret-i külliye var ulvî ve münezzeh,
kudsî ve muallâ, ona vicdanla inandım.
toprak vatanım, nev'-i beşer milletim...insân
insân olur ancak bunu iz'ânla, inandım.
şeytan da biziz, cin de, ne şeytan ne melek var;
dünyâ dönecek cennete insânla, inandım.
fıtratta tekâmül ezelîdir; bu kemâle
tevrat ile, incil ile, kur'ân'la inandım.
ebnâ-yi beşer birbirinin kardeşi... hülya!
olsun, ben o hülyaya da bin canla inandım.
insân eti yenmez; bu teselliye içimden
— bir ân için ecdadımı nisyânla — inandım.
kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu muâdât
kan âteşidir, sönmeyecek kanla, inandım.
elbet şu mezar ömrünü bir hasr-i ziyâ-hiz
ta'kîb edecektir, buna imânla inandım.
aklın, o büyük sâhirin i'câzı önünde
bâtıl geçecek yerlere hüsranla, inandım.
zulmet sönecek, parlayacak hakk-ı dırahsân
birdenbire bir tâbis-i burkanla, inandım.
kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak hep
yumruklar o zincîr-i hurûsânla, inandım.
bir gün yapacak fen şu siyah toprağı altın,
her şey olacak kudret-i irfanla... inandım
yani diyor ki;
bir yaratıcı güç var, yüce ve temiz,
kutsal ve yüksek, ona vicdanla inandım.
yeryüzü yurdum, insan soyu ulusum...insan
ancak insan olur bunu anlamakla; inandım.
şeytan da biziz, cin de, ne şeytan, ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.
yaradılışta evrimin başı yok; bu olgunlaşmaya
ben tevrat ile, incil ile, kur'an ile inandım.
insan oğulları birbirinin kardeşi... hayal bu!
olsun, ben o hayale de bin canla inandım.
insan eti yenmez; bu avuntuya içimden
bir an için atalarımı unutmakla inandım.
kan şiddeti, şiddet kanı besler; bu düşmanlık
kan ateşidir, hiç sönmeyecek kanla, inandım.
elbet şu mezar hayatını aydınlık bir kıyamet
izleyecektir, buna tam inançla inandım.
boş inanç yerin dibine geçecek, yok olacak,
aklın, o ulu büyücünün hüneriyle, inandım.
karanlık sönecek, parlayacak hakkın ışığı
birden, bir yanardağ patlayışıyla, inandım.
kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak hep
yumruklar, o şangırdayan zincirle, inandım.
bir gün yapacak teknik şu kara toprağı altın,
her şey olacak bilim gücüyle... inandım. -
böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil
senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil
birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil
burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil -
-
durakta üç kişi
adam kadın ve çocuk
adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun elini tutmuş
adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
kadın güzel
güzel anılar gibi güzel
çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel
cemal süreya
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap