• berkeley'in düşünce sistemi, kendisinin şu sözleriyle özetlenebilir: "kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz, bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… bütün bunlar madem ki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir… öyleyse bizi çevreleyen şeylerin hiçbirinin bizim zihnimizin dışında bir varlığı yoktur."

    çeşitli örnekler vererek daha da detaylandırılabilecek bu görüş, materyalistler tarafindan, kendi içinde tutarlı olarak çürütülememiştir. kısaca anlatmaya çalışmak gerekirse bunun nedeni şudur: materyalistler, görüşleri gereği, tek mutlak gerçeğin "madde" olarak isimlendirilen ve beş duyu ile algıladığımız evren olduğunu kabul ederler. bu kabullerin somut dayanağı olarak da, yine algılanan evrenin kendisini gösterirler. ve kısaca derler ki; bu evreni bilim yolu ile incelersek, maddeyi madde algılamaktadır.

    halbuki burada materyalistlerin atladıkları çok önemli bir nokta vardır ki, kendilerinin dahil, tüm insanların yaptıkları, yapıyor oldukları, veya yapacakları gözlemler yine kişilerin algı dünyaları içerisinde olacaktır. "algı"ya bakarak da, algının dışında olduğu varsayılan "maddesel" bir dünyaya kanıt getirilemez.(bu aynı insanın rüya görürken birisinin ona aslında gördüklerinin birer hayal, algı olduğu anlatılırken, "hayır, algısal dünyamın dışında bir de bunun aynısı maddesel dünya var" demesinden farksızdır.)

    ayrica, hiçbir kimse kendi algı dünyasının dışına çıkıp, dışarıda gerçekten madde var mı, yoksa yok mu kontrol edemeyeceği için, bu konuda kesin bir kanıt öne süremez.

    bu yüzden, örnek olarak bertrand russell -ki kendisi yakin tarihin en baba materyalistlerindendir- berkeley'in anlattığı bu gerçeği çürütememiş, felsefenin problemleri adlı eserinde durumu şöyle değerlendirmiştir:
    "berkeley, herhangi bir mantıksızlığa düşmeden, maddenin varlığını reddetmenin mümkün olduğunu ve eğer bizden bağımsız olarak birşey mevcut olsa bile duyularımız tarafından algılanamayacağını, ispatlama onuruna sahiptir."

    yani bazılarının* "şairâne" yaptıkları gibi, hakaretler eşliğinde dizeler dizmekle bu görüş çürümemiştir; internette veya herhangi bir yerde, konu hakkında sağlam bilgisi olan ve görüşlerine romantik bağlılıkları olmayan materyalistlere konuyu açıp, görüşlerini sorduğunuzda, eger size objektif bir cevap vereceklerse, buna benzer açıklamalardan farklı şeyler duymanız olası değildir.

    (bkz: #8331974)
  • 17.-18. yy'da yaşamış bir filozof ve piskopoz. ilgilendiği bölümler metafizik, din ve felsefedir. çevremizde gördüğümüz herşeyin aslında somut olmadığını, sadece soyut ve tanrı ile bizim kafamızdaki birer düşünce olduklarını, biz onları duyularımızla somut olarak algıladığımız için somut olduğunu sandığımızı söyler. örneğin; matrix adlı filmde insanların beyni bir bilgisayar programında yaşamaktadır ve bilgisayar programındaki objeler gerçek değildir fakat insanlar onları öyle algıladıkları için somut ve gerçek sanırlar. ayrıyetten ekler berkeley; aslında biz de somut ve gerçek değilizdir ve tanrının kafasındaki birer ruhtan, düşünceden ibaretizdir. varolmuyoruz, tanrı sadece bizi düşünüyor ve biz tanrının kafasındaki düşünceleriz, illüzyonlarız.
  • locke, hume berkeley üçlemesinin başlı başına ele alınması gereken ekolüdür. dışımızda maddi bir dünya varolmadığını, dışarıda hissedilenin uzamsal gerçeklikten çok soyut bir düşünce olduğunu savlamıştır. şu örnekle açıklar savını:" elini masaya vurduğunda hissettiğinin masanın tözü olduğuna nasıl emin olabilirsin ? rüyanda da sert bir cisime çarptığını hissedersin ama aslında hiçbirşeye çarpmamışsındır. öyleyse, duyularımızla algıladıklarımızın uzlamsal gerçekliğinin olduğuna da asla emin olamayız. dışımızda hissettiğimiz herşey, tümsel bir düşüncenin kendisidir, biz de bu düşüncenin parçalarıyız" berkeley tümsel düşünceden tanrıyı kastetmektedir, onun matrix'i tanrıdır.
  • felsefe tarihinin belki de en yanlış anlaşılmış filozofu. adamcağızın epistemolojik düzlemde yürüttüğü tartışmalar bilerek veya bilmeyerek hep ontolojik zemine taşınmış sonra da "ahaha saçmalıyo işte" diye kestirilip atılmıştır.
  • maddesizliği kuran ingiliz filozofudur. irlanda'nın kilkenney kontluğunda thomestown yakınlarında bulunan dysert şehrinde 12 mart 1685 yılında doğmuş, 23 ocak 1753'te oxfort'da ölmüştür.

    berkeley ilk öğrenimine kilkenne'de başladı. henüz on yaşındayken bu şehir kolejinin ikinci sınıfındaydı. on beş yaşında trinity kolejinde ve dublin üniversitesinde öğrenimini tamamladı. o dönemde buradaki öğretim temelini boyle, locke ve newton'un yazıları oluşturuyordu.

    descartes'in meditation adlı eserini ingilizce'ye çevirmiş, malebranche ve leibniz'in eserlerini bu üniversitede tanımıştır. bu arada asıl çarpışan newton'un doğa felsefesiyle descartes'in felsefesiydi.

    berkeley, bu yepyeni düşünce hareketleri arasında yetişti; ve hatta skolastik ilkelerine karşı biçimsel bir muhalif sıfatıyla bu hareketlere karışmış oldu. 1707'de bir sınavdan sonra 'sanatlar üstadı' diplomasını aldı ve aynı yıl matematik bilimlere dair latince olarak iki deneme yayımladı. bunların üzerinde yazar adı yoktur.

    berkeley gençken felsefenin esaslarını çizmiş bulunuyor; eğer felsefe ve bilim anlamsız soyutlamalarından ve karanlık terimlerinden kurtulacak olursa, inanma çatışkısı kaybolacaktır, diyor ve insanları deneye ve araçsız sezgiye yükseltmeye çalışıyordu.

    berkeley 24 yaşındayken "new theorie of vision (bir yeni görüm teorisine dair denem)" isimli kitabı çıktı. çok genç olmasına rağmen, hatta hatalarının bulunmasına rağmen yüksek bir metafizik değeri olan ve o zamandan beri bilimin geniş ölçüde onayladığı bazı gerçekleri, bu eserinde yeni bir sisteme temel olacak biçimde tespit edebilmiştir.

    berkeley bir öznelci değil, bir ülkücüdür. berkeley sisteminin ana çizgilerinin tamamlayıcı noktaları ile özetleyecek olursak şu sonuçları elde ederiz;

    soyut düşünceleri algılayamayız; örneklerle düşünürüz soyut düşüncelerle değil.

    bu düşüncelerin kaynağı dildir.

    soyut düşüncelere inanmak, felsefedeki yanılmalara neden olduğu gibi, bütün bilimsel ve ahlaksal soyutlamalara da kapılmamıza neden olur.

    felsefenin ruhtan ayrı ve bağımsız bir gerçekliğe inanmak suretiyle düştüğü yanılmada bu soyut düşüncelere bu soyut düşüncelere inanmak yüzündendir.

    varolmak demek algılanmış olmak demektir yada algılamak demektir. descartes'in iddiası gibi 'düşünüyorum öyleyse varım' değil 'algıladığım için varım'.

    bütün algıladığımız nitelikler şuurumuzun tasarımlarından başka bir şey değildir.

    biz varlığın özünü bilemeyiz; zaten öz diye bir şey yoktur.

    tasarımları algılayan 'ruh'tur. buna akıl veya şuur da diyebiliriz ki, düşünceleri yaratan budur; fakat ruhun kendisi düşünce değildir. zira ruh algılanmaz, algılar.

    düşünceleri algılayarak eşyayı meydan getiren ruhtur. bir düşünce bir şeyi meydana getiremez, düşünceleri de meydana getiren ruhtur. ruh, yarattığı düşünceleri oluşturmak suretiyledir ki, eşyayı meydana getirir.

    duyulur uzay sonsuz olarak bölünemez. dokunulup görünebilecek olan en az bir derece vardır ki, bundan aşağısı algılanamaz. eğer sonsuz bölünme kabul edilirse uzayın algılanmadan da varolacağını kabul etmek gerekir ki, bu olamaz.

    bu bakımdan matematiklerin konusu duyulur nesnelerdir. bunların dışında varmış gibi kabul edilen sayı, miktar gibi nitelikler yanlış ve soyut düşüncelerden başka bir şey değildirler.

    pratik ve yararlı olmayan bir hesap ve geometri sağduyuya uygun değildir. bu nedenle, ahlaka ve patik hayata yarayan bilgilerin bir değeri vardır.

    hareket, sayı, uzam, zaman newton'un zannettiği gibi, mutlak değil, relatiftir. zira bunlar bir takım matematik varlıklardır. doğa kanunları nedenler değil, belki işaretlerdir. mutlak bir zamanda yoktur.

    bunun içindir ki fizik nedenlerin değil kanunların bilimidir. nedenlerle metafizik uğraşmalıdır. insan doğal nedenlerden önce amaçlı nedenleri aramalıdır.

    maddenin, fiziğin bağımsız olarak varlığını kabul etmek, tanrıtanımazlığa götürür ki, bu, mistik filozofu, küçüklükler filozofunu oluşturur; bunlar, tanrının yüce eserlerini tanıyamazlar.

    spinoza'ya zıt olarak düşünceyle ruhu ayırır ve tanrı bilimde leibniz gibi düşünür; duyumculuktan başlayarak mistik bir ülkücülüğe kadar götürür.

    ruha verilmiş olan mutlak özgürlük sayesinde insan kendi yanılmalarını ve kötü eylemlerini kendi yaratır. o, bu suretle ahlaksal düzenin kurulacağına inanır.
  • irlanda anglikan kilisesi'nde papazdır. kişinin kendisini asma sürecindeki duyu durumunu merak ettiği için kendisini asmıştır, ancak birkaç dakika içerisinde olayı gören arkadaşları ipi keserek kendisini ölümden kurtarmıştır. bu bile ne denli enteresan bir kişiliği olduğunu iddia etmek için yeterlidir. yirmili yaşların ortasında iki adet kitap yazmıştır. görme üzerine yaptığı çalışmalar, algılama hakkındaki ilk sistematik empirist yaklaşım örneğidir. objeleri direkt olarak göremediğimizi, yalnızca görsel bilgilere ve deneyimlere dayalı olarak bazı çıkarımlarda bulunup bazı yargılara varabileceğimizi söylemiştir. objeler hakkındaki bilinen gerçeklik yalnızca bizim onları algılıyor olmamızdır. buna subjektif idealizm denir. renk, algılayıcıya göre değişir. tek bildiğimiz şey algıdır. peki ya gerçeklik? örneğin ben şu an çalışma odamdayım ve yalnızca burayı algılıyorum. peki ya yatak odam? evde benden başka kimse yok, ve yatak odamı algılayan herhangi bir kişi olmadığı için şu an yatak odam yok mu? hayır, var. niçin? çünkü her an her şeyi algılayan bir şey mevcut. o şey de tanrının ta kendisi. berkeley için böyle yani. kimselerin gitmediği bir ormandaki ağacı da benim yatağımın yanındaki su şişesini de algılayan bir tanrı mevcut kendisine göre. tüm bunların ötesinde, berkeley bazı felsefi soruları bir tık ileriye taşımıştır. örneğin filozoflar 'gerçeğin doğasını ne kadar öğrenebiliriz' diye sormayı bırakıp 'görsel algı, bilgiyi nasıl üretir' tadında sorular sormaya başlamıştır ki bu büyük bir adımdır.

    ha bir de dönemin aristokrat buluşmalarında berkeley kapıya yaklaştığında muhakkak birileri kapıyı kapatırmış. berkeley kapıyı çalıp açmalarını istediğinde ise içeriden 'olm hani gerçek dünya yoktu aq, madem her şey soyut hadi gir içeri de görelim, ama giremezsin, çünkü kapı diye bir fiziksel gerçeklik var, amına koduğum salağı, ahahah' diye dalga geçerlermiş.
  • "biri size 'dürüst insan diye birşey yoktur' derse, o kişinin bir düzenbaz olduğuna inanın." diyen şahsiyet.
  • bir filozoftur, hume ile beraber anilirlar.
  • varolmak algilamak ise,tüm zamanin ve tarihin algilarin pençesinde,mutlak bir zamansizlik aleminde tanriin zihninde mevcut oldugunu,bu anlamda geçmisin,bireysel algilamalar disinda tanrinin iradesinin keyfiligi dolayisiyla nesnel olarak düsünülemeyecegini çikarsamakatayim.ya da tersi de mümkün.
  • berkeley 16. yy. de başlayan zihinsel değişimin karşısında durmak istemiştir. hobbes, descartes newton...gibi filozof ve bilim adamlarının doğal dünyayı saf bir mekanik sistem gibi kurgulamalarının bir tanrı fikrini yerle bir edeceği düşüncesine kapılmıştır.
    bu anlamda onun asıl niyeti kuşkuculuk, ateizm ve materyalist görüşlerle mücadele etmektir.
    - düşünce tarihinin en büyük idealisti olarak kabul edilir
    - evet o aynı zamanda bir deneycidir. empiristtir. neden? çünkü bilginin tecrübe/ deneyim yoluyla kazanıldığını ileri sürer.

    - tezlerinin merkezinde her şeyi kapsayan külli bir ruhtan / tinden bahseder. yani düşüncesinin merkezi tanrı ideasıdır. bu anlamda teorisini tartışmalı bir konu olan tanrı düşüncesinin üzerine bina etmiştir. o halde berkeley in önemi nereden kaynaklanır?
    karl popper in dediğine bakılırsa berkeley'in eseri 'devinim üstüne' deki tezleri, newton'un saltık uzam, zaman ve devinim kavramlarına karşı çıkarak bir görelilik kuramı ortaya koymuş sonuç olarak einstein in öncüsü olduğunu göstermiştir.

    - onu kaba bir şekilde çevremizdeki maddi dünyayı yok saydığı söylenegelmiştir.

    bu biraz eksik bir söylemdir. insan bilgisinin ilkeleri üzerine konuşma adlı eserinde esasında çevremizi dolduran her şeyin, yani ışığın, yıldızların, masanın, sesin, ateşin, giydiğimiz kıyafetlerin, ayakkabılarımızın, sofradaki kavunun, dışarıda yağan yağmurun... olmadığını söylemez berkeley.
    onların gerçekliğini tanır.
    evet bir şekilde onları algılarız.
    ancak sorunun kalbi şudur:
    gerçekten algıladığımız şeylerin, bir cevher olarak maddi varlığı yoktur, aslında sadece zihinler vardır, bütün o algıladıklarımız şeyler tanrı'dan gelen duyumsal iletilerdir.
    tanrı tek bir sonsuz zihindir ve bizler sayısız olarak ona bağlı olan sonlu bireysel zihinlerizdir.
    hayır, her şeyi, şu bilgisayarı, bunu okurken yediğiniz elmayı yadsımıyor berkeley, o da bizim gibi gerçek olanla yanılsama olan arasında ayrım yapıyor.
    gerçek bir at ile pegasus arasındaki fark gibi.
    üzerine para yatırdığımız at, tutarlı bir deneyim kümesinin elemanıdır.
    oysa pegasus' da durum böyle değildir .
    cevher olarak maddenin gerçekliği söz konusu değildir, doğa yasaları da dahil bütün bu işleyen mekanizmanın işleyişini sağlayan yüce bir mutlak ruh vardır: o tanrıdır.

    - deneyimi olmayan şeyin idesi/ fikri yoktur der. kırmızı rengi doğuştan bir köre anlatamazsınız. o, ideler ve sözcükler arasında bir farka varır. zihnimizde bazı sözcüklere sahip olabiliriz, ancak bu, zorunlu olarak o sözcüklerin ille de bir karşılığı olduğunu göstermez, der.
    dilde ortaya çıkan birçok saçma söylemin bu farkı anlayamamaktan kaynaklandığını ifade eder.
    - masa...gibi tikel bir varlığı algılamak aslında bir zihnimizin olduğunu kabul etmektir.

    masanın benim algılayan zihnimden bağımsız bir varlığı söz konusu değildir bu durumda esse est percipi ünlü sözü ortaya çıkar.

    var olmak algılanmaktır.

    evet berkeley'in metafizğinde madde veya fiziksel nesneler söz konuysa, var olmak algılanmış olmaktır.

    ama zihin ya da ruh söz konusu olduğunda var olmak bu defa algılamak ve algılayan olmaktır:
    esse est percipere yani berkeley algılanan şey ile onu algılayan şey arasında bir fark olduğunu da kabul eder.
    zaten algılayan bir zihin yoksa algılanacak şey de yoktur çerçevesine buradan da bakabiliriz.

    - john locke, a yer yer sert eleştiriler yapmış olsa da berkeley onu hep üstat görmüştür.
    bu açıdan bakıldığında locke' ın düşüncesini anlamadan berkeley i anlamak zordur.

    - monist ve idealist berkeley sadece zihnin/ ruhun olduğunu; deneyci olarak da bilginin deneyim yoluyla edinildiğini ifade etse de, madde için söz konusu olanın zihin için söz konusu olamayacağını söyler. yani madde yok diyorsun, diyorsun tamam, ancak madde yok diyen zihninin varlığından nasıl bu kadar emin oluyorsun..sorusunu kendisine de sorar.

    yani maddi ideler için kullandığı silahı kendisine yöneltir. çünkü ampirizmin en temel postulatı anlamlı her sözcüğün bir ideye karşılık gelmesidir.

    o halde zihin nasıl bir idedir...

    önce descartes'in argümanını kullanır. sonra ruhun aktif bir varlık olduğunu ve sonsuzluktan nemalandığını, bunun da kadir-i mutlak ve yüce tin/ tanrı olduğunu ileri sürerek işin içinden sıyrılır, ya da bana öyle geliyor - maddeyi yok saydım, artık onlardan bir bilgi bekleyemem.
    peki bu zihnimdeki ideler nereden geliyor. kendi kendime ideler oluşturamam, o halde bana bu ideleri yollayan sonsuz ve bölünmez bir tin var. o halde tanrı da var. tanrı argümanı kısaca böyle. ama bitmedi. onun ünlü bir kitabı hylas ile philonous ta bir materyalist ve bir inançlının tartışmasını izleriz. philonous berkeley'i temsil eder. hylus materyalist ve inançsızdır.
    bu kitapta 'düşünce tarihinde ancak kant 'ın tanrı deliliyle boy ölçüşecek bir argüman ortaya koyar.
    ' şeyler, bizim sonlu zihnimizin dışında onları sürekli ve yeniden yeniden algılayan, varoluşu sürekli yeniden var eden bir zihin vardır, der.

    diğer zihinleri de aslında tanrı odaklı bir argümanla anlatmaya çalışır.

    felsefe tarihçisi alfred weber, berkeley metafiziği için, başarı ile materyalizme karşı konabilecek tek metafiziktir; çünkü yalnız o, materyalizmin itirazlarındaki hakikat payını hesaba katıyor. ..' demektedir.

    kaynaklar. muhtelif felsefe tarihleri: ahmet cevizci, alfred weber, douglas j. soccio, frank thlly, felsefe sözlüğü, insan bilgisinin ilkeleri üzerine george berkeley çev: halil turan
hesabın var mı? giriş yap