• almancada bu tamlamayı karşılayan bir sözcük bulunur: spaßbremse

    almancada buna sık sık rastlıyorum, haset, agresyon, oyunbozanlık hikayeleri, ve hepsi tek kelimeyle anlatılıyor. yok schadenfreude, yok spaßbremse, yok backpfeifengesicht...

    dil ve kültür birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.*
    şöyle düşünürüm: almanlar söz konusu olduğunda bilinçdışı agresyon dille kendini ele veriyor.

    toplama kampları agresyonun bilinçdışından çıkıp gerçek olduğu, gerçekleşen bir bilinçdışı fanteziymiş gibi gelir bana. bilinçdışı fantezinin, bilinçdışı kalması, gerçeklik kazanmaması elzemdir. ödipal döneme bakalım meselâ, annesini arzulayan bir çocuk, bırakın onunla sevişmeyi, bunu bilinç düzeyinde hayal ederse bile alt üst olur. nitekim bu çatışmanın ismini aldığı oedipus'un mitolojik öyküsünde de gerçekleşen fantezi büyük bir felakete neden olur.

    almanlar, nazi almanyası döneminde bilinçdışı agresyonlarını haset duygusuyla birleştirip, toplama kamplarında insanları yok ettiler. bilinçdışı, gerçek oldu, ve bu tarihlerinin en büyük faciasıydı.

    gelelim şu andaki almanya'ya...bana agresyonu düşündüren ikinci husus, obsesif halleri: düzen tertip çalışkanlık.
    obsesyon, zaman zaman, bilinçdışı agresyonun dönüştürülmüş halidir. agresyonu ketlemenin, onunla başa çıkmanın bir yoludur. almanların şu andaki obsesif, aşırı kuralcı, esnemeyen hali belki de bu yoğun agresyonu gemlemek için bir yoldur, kimbilir.

    bir de şu var, alman düşünürlere ve sanatçılara bakın:
    goethe, beethoven, nietzsche, marx, kant, schopenhauer..

    hepsi içsel çatışmalarını felsefi ya da sanatsal düzleme süblime* ederek şaheserler yaratmış insanlar. agresyonla ne yaptığınız, hikayeyi tümden değiştiriyor. katil de olabiliyorsunuz cerrah da...

    agresyon, hem karanlığın hem aydınlığın anası olabiliyor.

    (hevesten girdim, almanlara sıçradım, agresyonla bitirdim. çağrışım, sen ne güzelsin)
  • "ben gerçekçiyim." kisvesi altında insanı hayattan soğutan ömür törpüsü.
  • çok böyle tipler. özellikle türk milleti için diyorum. gerçi türk milletinden başka bir milletin ferdiyle kaynaşamadım kitaplar dışında ama neyse. konuyu bir iki örnekle açacağım, benim gibi dertli dostların sesi olacağım.

    yakın geçmiş zaman, uğruna nelerden vazgeçtiğim, para biriktirdiğim, alıp kullanmayı hayal ettiğim telefonu aldım. telefona daha elim bile alışmadı, ilk günler he, gıcır gıcır böyle dokunmaya kıyamıyorum, işte bu insan görünüyor karşıdan;

    -telefon mu yeniledin? vaay... aa, keşke bundan almasaydın. çabuk bozuluyormuş bunlar, koltuğa koyuyormuşsun beyni gidiyoymuş. vala yazık olmuş parana. kaç para verdin? tüh...

    allah'ın katı atık mahsülü sana ne. nereden çıktın da hevesimi kırmaya çalışıyorsun daha onuncu saniyede.
    yok bi de kulanmışlığı da yok, kesin internette falan bi yerlerde okumuştur, öyle efsane boyutunda söylüyor. 'hayrını gör' de, olmadı 'götüne girsin ipne!' de can kurban. zaten insanın en kritik dönemidir o satın alımdan sonraki ilk 1-2 gün. çok pahalı mı oldu, buna değer miydi falan sorgularsın habire kendini. sen niye parana yazık falan deyip niye beni bunalıma sokuyorsun, daha kursağıma inememiş hevesimi kırıyorsun?

    aynı şey geçen sabah yine oldu. ne zamandır gitmek istediğim bir çikolata kursu vardı. sırf merak he, iş falan çok ayrı mesleğim. hobi hem, verdim parayı sonunda başladım kursa. dün bir bugün iki. iş yerinde de boş vakitte tariflere bakıyorum, püf noktaları ızır zıvırı. o anda geldi yine tipini... neyse;

    -a bu ne? çikolata mı yapıyorsun.
    +evet, kursuna gidiyorum.
    -ya başka işin mi yok allah aşkına... para da vermişsindir allah bilir. verdin mi? inanmıyorum! ne işine yarayacak şimdi. her yerde satılan şey. boş işler be güzelim...

    al birini vur ötekine. siz nasıl bir gen taşıyorsunuz arkadaşım ya. aynı atadan gelmiş olamayız biz. yav tamam takmıyorum ama her fırsatta, aldığım bir don bile olsa bir bahane bulup heves kırıyorlar ya deliriyorum. elin ecnebisi öyle mi? ingilizce kitaplarına bak mesela, orada nasıl sohbetler balonlu balonlu;

    +hi sara! where are you going?
    -hi harry! ı started chocolate course last week and ı'm going there.
    +ouvv! ıt's unbelievable! that's perfect! you're really amazing! oh yeah! come on!

    işte bu abi! bak şuna bi. çikolata kursunu geç, bu gazla tel kırma kursuna bile gidersin. nerede bizim heves kırıcılar nerede harry... ibret alın la az.
  • e girdiniz bu girileri de ne oldu?
  • zaten heves ve hayal ettiklerimi anlatmam bu kişiye de bir de insanın acısını da yaşamaya müsaade etmeyen biri var bizim ailede. rıfat abi, babamın kuzeni ve en yakın arkadaşı.

    geçen sene eylül ayı.

    babam yoğun bakımda komada, vefat etmesi an meselesi.
    doktorlar, artık umut olmadığı için yanına girip vedalaşmamıza izin veriyorlar, istediğimiz kadar yanında kalabiliyoruz.

    babamın gözlerini pamukla kapatıp bantlamışlar, makinalar sayesinde hayatta, her tarafından hortum ve kablo sarkıyor, bilinci yok, 30 dk. ex olup yeniden geri getirildiği için beyni ağır hasar almış.

    ben, başında dua okuyorum, sessizce ağlıyorum, duymadığı halde onu ne kadar sevdiğimi ve iyileşeceğini, iyileştiğinde onu alıp istanbul'a getireceğimizi, kardeşime kız istemeye gideceğimizi anlatıyorum.

    kardeşim, erkekliğe toz kondurmuyor, sadece babamın elini tutup yanında oturuyor, gözleri nemli, asilik ve pişmanlıklarının hesabını kitabını yapıyor içinden.

    rıfat abi, tabii ki üzülüyor ama güya metanetli olmamız ve bize sahip çıkmak için başımızda duruyor. (kardeşim 42, ben 47 yaşındayım)

    ben - baba, buz gibi olmuşsun, bu çarşafla üşüyorsundur? battaniye bulayım mı sana?
    rıfat abi + yav, üşümez o, kendinde değil ki, hissetmez.

    - baba, iyileşeceksin, sıpaya kız isteyeceğiz.
    + bak, moralini bozmak gibi olmasın ama baban iyileşmez artık, allah iki iyilikten birini versin.

    - baba, eğer geçtiyse, ben sana hakkımı helal ediyorum, sen de bana et. (artık zırıl zırıl ağlıyorum babama sarılıp)
    + kızım o duyamaz seni artık, hellalik isteyemezsin artık, bilinci yok diyorum.

    (rıfat abi, biliyorum. allahaşkına git ya.)
  • aslında heves kırmak mı desem, yoksa kötü hissetirmeye çalışmak mı desem bilemedim ama buraya da uygun galiba.

    bu tip insanları ayırt etmek çok basittir. diyelim yeni bir şey aldınız. örneğin bir televizyon olsun aldığınız şey.

    bu eleman bu televizyonu gördüğünde ilk soracağı şey fiyatıdır. "kaça aldın?"

    siz de "x liraya aldım" dersiniz elbette. sonrasında gelişen diyalog şaşmaz:

    (d: dalyarak, s: siz)

    d: abi pahalı almışsın. bilmem ne spotçusunda yarı fiyatına. hem bunlar eski model, daha yenilerini senin aldığın fiyattan daha ucuza satıyorlar.
    s: olsun aldık bi kere. hem spotçuda garanti olmaz, o açıdan kafam rahat.
    d: ya keşke haber verseydin. 4k alırdık o paraya yemin ederim. bir de ses sistemi alırdık. üstüne de para kalırdı bak.
    s: neyse çok şey yapma ya. ben memnunum.
    d: bikbikbiksiksiksik ama şöyle ama böyle. en çok beni dinleyeceksiniz :(

    yahu be dalyarak, alan almış, satan satmış. neyin peşindesin anlamıyorum ki. adam yeni bir şey mi almış? bak söylemen gereken tek şey var: "hayırlı olsun". bitti. bu kadar amk.

    illallah ettim. yeter.
  • (bkz: baltalı ilah)
  • güzel hevesmiş, kursakta bekletelim.
  • anlatılan fıkrayı sonuna kadar dinleyip " ben biliyodum bunu " der ve gülmez, tüm heves kaçar büzülürsün, böyle bi insan işte
  • doğum tarihi 23 ağustos - 23 eylül arasındadır.
hesabın var mı? giriş yap