• öncelikle duolingo ve kelime ezberle (benzeri de olabilir.) programlarını telefonunuza yüklüyorsunuz. düzenli olarak girip çalışıyorsunuz. duolingo dil kuralları için de kelimeler için de güzel fakat kelimeleri kısıtlı. telaffuz da öğretiyor. daha sonra bilgisayarınızdan sık sık voscreen ve cleverbot sitelerini ziyaret ediyorsunuz. voscreen size kısa kısa film kesitleri gösteriyor. (10-15 saniye kadar.) daha sonra anlayıp anlamadığınızı ölçüyor, iki şık arasından seçim yapıyorsunuz. hem ingilizcesini hem türkçesini görüyorsunuz. hem duyduğunuzdan aşinalık da sağlıyor. cleverbotta da akıllı bir programla yazışıyorsunuz. baya güzel, eğlenceli bile hatta. böylece pratik yapmış oluyorsunuz. verdiği cevaplar da çok insanca üstelik. daha sonra bu aşamada ilerleyip makale çevirebilir, ingilizce gazeteler okuyabilirsiniz. makale özellikle çok yararlı olacaktır hem kendi mesleğinize yakınlığı açısından. en azından ilgilendiğiniz konulara aşina olursunuz. tabi bunları yapmak azim ve sabır istiyor onun için de planlı çalışmak gerek. bir de bonus: çalışmaktan çabuk sıkılanlar için; pomodoro tekniği

    ek: derleyip topladım, uzun uzun yazdım. ha buradan da okuyabilirsiniz.
  • tanıdığım herkese önerdiğim, hepsinin aklına yatmasına rağmen kimsenin uygulamadığı metodu buraya yazayım.

    seç bir komedi dizisi (sezon sayısı bol olsun), aç bölümü seyret türkçe altyazıyla, sonra yarım saat bekle ve tekrar, ama bu sefer ingilizce altyazıyla seyret. zaten yeni seyrettiğin için ne dediklerini biliyorsun, bir daha ingilizce altyazıyla seyrederken sen farkında olmasan da inan ki çok şey öğrenirsin (bunu her dizi için öneriyorum ama bir saatlik bir bölümü iki defa seyretmeye katlanamam diyebileceğin için 20 dakikalık komedi dizilerini önerdim).

    sevdiğin bir dizinin yeni sezonu başlayacak. otur önceki sezonu seyret.. tabi ingilizce altyazıyla. şimdi çok fazla bir şey anlamayabilirsin ama nasılsa seyretmeyecektin, aklında ne kaldıysa onunla yeni sezona oturacaktın. böylece en azından hatırladığın sahnelere en azından ek yapmış olacaksın (ve yine farkında olmadan çok şey kapacaksın).

    eğer bunları belli bir süre yaparsan (mesela bir sene), ondan sonra filmleri/dizileri ikiye ayırabilirsin. önemsediğin şeyleri türkçe altyazıyla, çok da umursamadığın, ya da yarısına gelip artık devamını seyretsem de olur seyretmesem de dediğin bir şey çıkarsa ingilizce altyazıyla seyretmeye başlayabilirsin. sevmediğin, yarım bıraktığın diziler var diyelim, aç onları ingilizce altyazıyla seyret. fazla anlamamak bir kayıp olmaz (bir seneden sonra zaten hiç anlamıyor olmazsın), çünkü zaten önemsemiyordun.

    üstelik psikolojik bir etkiden bahsedeyim, ingilizce altyazıyla seyredip anladığın orta karar bir espriye, türkçe altyazıyla seyrettiğin iyi bir espriden daha fazla gülüyorsun (anlamış olmanın verdiği bir haz ekleniyor çünkü).

    bir sene daha geçtiğinde artık sadece ingilizce altyazıyla seyretmeye başlayabilirsin her şeyi. ve bu arada youtube'da ilgini çeken konularda araştırma yapıp birkaç kanalı subscribe et. haftada en az üç youtube videosu seyret (filmler üstüne konuşmalar olur, film kritikleri olur, tarih olur, bilim olur, talk show olur vs). onlar altyazısız olduklarından epey zorlayıcı olur ama ne kapsan kâr.

    ben bundan daha iyi bir metod bilmiyorum, olduğunu da sanmıyorum. kime desem ha evet yapayım diyor, sonra çabucak bıkıyor. bu yolla iki üç senede (konuşma olmasa da) gayet üst seviyede bir ingilizceye sahip olacağınız garanti oysa.

    neyse, ben yazayım da.. belki yapan çıkar.
  • pizzacıda falan çalışmak değildir. bu bir work and travel, eğitim danışmanlığı firması yalanıdır. hiç yurtdışı görmemişlerin sanrısıdır, ingilizce öğrenememişlerin bahanesidir.

    çünkü pizzanın (pizza restorant) sahibi italyansa içeride çalışanlar italyan olur, yunanistanlıysa yunan, türkse türk.

    amerika'da 4 yıldan fazla süre 5'ten fazla pizzacıda çalıştım, washington dc'den tutun, saratoga springs'e, ordan tutun chicago'ya kadar olan bölgede en az 20 farklı türk pizzacı ile tanıştım. içeride çalışanlar türk, değilse meksikalı veya arnavut. yani ingilizceleri senden benden beter.

    bırakın siz ingilizce öğrenmeyi, anadili ingilizce olanlar, meksikalılar türkçe öğreniyor öyle yerlerde.

    lafı uzatmayayım. hiç bir şeyin kolay yolu yok arkadaşlar. ingilizce öğrenmek istiyorsanız, dizinizi kırıp oturacaksınız dersin başına. kitap okuyacaksınız, article yazacaksınız, konuşma dersleri alacaksınız. arkadaş ortamı edinip, onlarla konuşmaya çalışacaksınız. bedelini ödeyeceksiniz yani. karşılığı neyse vereceksiniz.

    "gideyim, 6 ay kalsam öğrenirim…" bi s.ktir git çay demle a.q. senin gibi kaç kişi tanıdım ben. 15 yıldır orada adam. sipariş almayı öğrenmekten ileri gidememiş. kolay sipariş almak istiyorsanız gidin, yaşayın orada. kolay yoldan 'öğrenin'. böyle her şeyi kolay yoldan halletmeye çalıştığınız için her şeyinizin yarım olduğunun farkında değil misiniz hala!?
  • sekiz yıldır advanced'den beginner'a kadar her seviyede ingilizce öğretiyorum ve bundan yapabileceğim tek çıkarım şudur ki ingilizce kitap okumak ve film dizi vs izlemek dışında hiç bir şey kolay ve kalıcı öğrenme sağlamiyor. tabi bunlari yaparken en düşük seviyeden yukarıya doğru gitmek ve temel gramer eksiklikleri varsa onları gidermek gerekiyor. kurs vs. hepsi fasa fiso. dershanelerin test tekniği dışında bi etki sağlayabildiğine de inanmıyorum. bazılarının gerçekten dile özel bir yeteneği oluyor, kabul ama ingilizceyle yeterince içli dışlı olup emek veren herkesin öğrenebileceğine inanıyorum şahsen. bi defteriniz olsun, dizide ya da kitapta gördüğünüz kalıpları not edin ona, kendinizden örnekler iliştirin mümkün mertebe. ezberlemeden cümle içinde kullanarak ve kullanıldığı bağlamı hatırlayarak çok daha sağlam bir öğrenme gerçekleşiyor. ezberle olacak bişey değil. ezber sadece fiillerin ikinci ve üçüncü hali gibi düzensiz yapılarda gerekebiliyor. o kadarı da kaçınılmaz tabi.
  • "dili dile değdirin, eheheh" falan gibi espriler yapmayacağım dostlar, bayatladı onlar, çok oldu..

    bir dil öğreticisi olarak, hakikaten çok büyük bir problem olduğunu düşünüyorum bu yabancı dil öğrenme meselesinin..

    önce "öğrenmek" olayının anlamlandırılışına bakmakta fayda var.. "daha sonra kullanmak üzere hafızaya atmak" olarak açıklayabiliriz belki.. "kullanmak" fiili ise, mesele dil olduğunda ister istemez, "konuşmak, anlatmak, dinlemek, anlaşmak" gibi anlamlara evriliyor..

    bir dili öğrenmenin en kolay yolu, o dili ihtiyaç haline getirmekten geçer benim kanaatimce..

    misal, ben ispanya'ya gittiğimde tek kelime ispanyolca bilmiyordum, lakin bir ayda çat pat anlamaya, ikinci ayın sonuna doğru da yine çat pat olmak üzere konuşmaya başladım..

    dilin özgün ortamında oluşumun tabii ki çok büyük etkisi mevcut, lakin ondan daha önemlisi, benim o dile mükemmel ihtiyaç duyuyor oluşumdu.. orada benim herhangi bir şekilde ihtiyaç yaratmama lüzum yoktu, zaten ihtiyacın üzerine kondum..

    peki yurtdışına çıkma imkanı olmamasına rağmen bir yabancı dil öğrenmek isteyenler ne yapabilir?

    ihtiyaç.. çok basit; telefonunu öğrenmek istediğin dilde kullan lan; facebook ve twitter gibi sosyal medya malzemelerinin dilini o dile çevir; şarkılarını bu dilde dinle; filmlerini altyazılı da olsa bu dilde izle; kısa mesajlarını taşağına da olsa bu dilde gönder..

    ihtiyaç doğduğu sürece onu karşılamak zorunda hissedeceksin ve nitekim de karşılayacaksın günü geldiğinde..

    ama bunları yaparken unutulmaması gereken en önemli şey; dil öğreniminin bir süreç olduğu gerçeğidir..

    "iyi hoş da topraaam, bizde ingiliçce sıfır sıfır sıfır.. hiç kelime neyin yok, napacuk?" dediğini duyar gibi gibiyim gibiyim..

    "duyar" diyorum bak..

    melik duyar bu işte sağlam bir ağabeyimizdir.. ileri seviyeler için tavsiye etmesem de, temel başlangıç sürecinde kendisine ait kaynaklar kullanılabilir.. mezkur kaynakların gözlemlediğim bir dezavantajı kelimelerin sadece bir tek anlamlarını veriyor olmaları, ama sıkıntı yok..

    neyse, onu kendi başlığında zamanı geldiğinde anlatırız..

    gramer konularıyla ilgili online kaynak desteği talebi olan yeşil yaksın, yardıma koşarız..

    pes etmek yok gençler.. hadi kolay gelsin.. öpüş..
  • pizzacıda 3 ay çalış öğrenirsin diye tavsiye verenleri dinlememek.
    edit: yurtdışında pizzacıda 3 ay çalışın diyen sivri zekalı yazdığını sildiği için başlık bana kalmış. aman diyorum böyle iq fakiri tiplere kulak asmayın*
  • (bkz: 404 not found)

    ingilizce'yi kolay yoldan öğrendim diyenlere 2 sebepten itibar edilmemesi gerekir. birincisi kolay yol diye bir şey yoktur. doğru yol vardır ve bu doğru yol da 3 ay yurtdışında bir pizzacıda çalışmak değildir.

    ikincisi ise öğrendim diyen adam yüksek ihtimalle pek bir şey bilmiyordur. ingilizce bir deryadır ve öğrenme süreci sürekli devam eder. hatta şöyle diyim ne kadar çok öğrenirseniz o kadar çok şeyi bilmediğinizi fark edersiniz.

    başka dillerde durum nasıldır bilemiyorum ama ingilizce sonsuz zengin bir dil. çok değişik milletler tarafından farklı coğrafyalarda konuşulmasının da yarattığı bir etki sanırım bu.

    bizim millete bakarsan zaten herkes ingilizce biliyor. cv'lerde advanced ingilizce standart. mülakata alıyorsun adamı kem küm kem küm. 2 satır mektup yaz diyorsun yazdığı metin evlere şenlik. neyse kısacası senelerce yurtdışında kalmak bile kimine fayda etmiyor. adam yurtdışında sürekli türklerle ya da çinlilerle muhatap oluyorsa ingilizcesinin nasıl bir gelişim kaydetmesi bekleniyor ki zaten?

    bir yol varsa izlenmesi gereken o da şudur: idiom öğrenin.

    bir insan 1000 ingilizce kelime bilip 1 doğru cümle kuramayabilir. ancak çok değil 100 idiom'ı adam gibi öğrenen kişi binlerce değişik cümle üretebilir.
  • yabancı insanlarla tanışın. arada sultanahmet'e gidin konuşun, pratik yapın bol bol. şimdi diyeceksiniz ki lan daha öğrenmeden nasıl pratik yapalım. size cevabım lan mı dedin sen? olmayacak tabi ki şaka. başlangıç seviyesinde de olsanız biraz ingilizce biliyorsunuzdur mutlaka. en azından bir kulak aşinalığınız vardır dizilerden. önemli olan ingilizceyi günlük hayatın içine sokmak. düşünün sabah ingiliz bir arkadaşınızla 1 saat yazıştınız. gerekirse google translate kullanın bilmediğiniz kelimeler için. sonraki saat gördüğünüz eşyaların, objelerin ya da başka şeylerin ingilizcesini düşünürken bulacaksınız kendinizi. öğrenmeye devam edin. her gün alt yazılı bir film ya da dizi izleyin mutlaka. türkçe dizi izlerken de ingilizce alt yazı ekleyin mümkünse. seviyenize göre kitap okuyun. sevdiğiniz ingilizce bir şarkı mı var? açın sözleriyle beraber tekrarlayarak söyleyin. zamanla öğreneceksiniz.
  • sanırım burada en önemli nokta öğrenilecek dile maruz kalmaktır/kalabilmektir. yurtdışında dilin daha etkin ve verimli bir biçimde öğrenilmesinin nedeni bu olsa gerek. yani hayatın doğal akışında öğrenmek gerek diye düşünüyorum.

    böyle ders kitabı, kurs, gramer kurallarına açıp bakmak gibi çalışma yöntemleri pek etkili gibi gelmiyor bana. insan dediğin yaratık zaten öğrenmeye karşı rijit yani katı bir tutum sergiliyor. bir de bu, hem de dil öğreniminde klasik metotları kullanmak olunca iş iyice sakız gibi uzayıp gidiyor ve dil öğrenme keyfinden soğuyor insan.

    mesela rosetta stone gibi dil öğrenmeyi; kelime bilgisi ve kalıp öğrenmeyi bir çeşit keyfe dönüştürmüş interaktif bir program var. başlangıç için iyi olabilir bu. sonra kitap okumak da önemli. fakat burada ingilizce seviyesine göre kitap okumak hadisesi biraz işi zorlaştırabiliyor. çünkü okunan kitabın biraz konusu da ilgi çekici olmalı. o yüzden bana kalırsa, felsefi olmayan, konuları ilgi çekebilecek mark twain, charles dickens kitapları ya da biraz daha ağır olabilecekse de pulitzer ödülü almış yazarların kitapları doğru birer seçim olabilir.

    filmleri ingilizce altyazılı izlemek de hem ingilizce kalıpların ve kelimelerin söyleniş biçimine aşina olmak için önemli hem de altyazılar görsellikle uyum içinde olduğu için öğrenmeyi kolaylaştırabilir diye düşünüyorum. yabancı müzik dinlemek de benzer şekilde o dilin kullanılış biçimine olan aşinalığı arttırır.

    bizim gibi yerleşik olup yabancı dil öğrenenler için en önemli eksiklik de bunu pratiğe dökememek olsa gerek. bir şeyi öğrendim diyebilmek için ona iyice aşina olacak kalıpların içinde kullanmamız gerekiyor. sanırım ingilizce öğrenme yolundaki en temel zorluk buradan kaynaklanıyor. bir kişi kelime ezberleyecek veya interaktif programı tamamlayabilecek o büyük sabra sahip değilse dil öğrenme şevki giderek azalıyor. çünkü bir şey öğrendiğinde bunu doğallığıyla pratiğe dökemiyor. ama yurtdışında olsak veya sürekli pratik yapabilecek olsak dil öğrenmek zahmet olmaktan çıkar, hatta dile ait kelimelerin köklerine ilişkin fikir yürütmeye dahi başlarız.

    bilim ve teknik dergisinin ekim 2014 sayısında da buna değinilmiş ve yabancı dil öğrenilirken çocuklardan ilham alabilir miyiz anafikirli bir makale yayımlanmış. buna göre, öğrenilmek istenilen dil ile doğal bir etkileşimde olmak sözcükler ile anlamları arasında bağ kurulmasını kolaylaştırıyor, denmiş. ayrıca,bazı bilim insanları dil öğrenimini bir davranış biçimi olarak kabul ediyor ve yabancı dil öğrenirken tekrar yaparak bir alışkanlık oluşturmanın gerekli olduğunu düşünüyor.bazı bilim insanları ise yabancı dil öğreniminin bilincin ve mantıksaldüşünmenin etkin olduğu bir süreç olduğunu ve bilginin öğrenilmesinden sonra uygulama aşamasına geçilebileceğini söylüyor, denmiş. bir dili öğrenme sürecinde birçok faktörün (örneğin fiziksel, dilsel, bilişsel ve sosyal) etkili olduğunu kabul eden etkileşim kuramına göre ise yabancı dil öğreniminde bireyin bütün iletişim araçlarını kullanarak çevresiyle etkileşim halinde olması gerekiyor.

    bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuç şu; kitaplara, kurslara girişmeden önce azıcık üzerinde düşünüp, bizi doğal öğrenme sürecine sevkedecek metotları seçmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. sinemaseverin ingilizce altyazılı filmlere yönelmesi, kitapseverin okumaya yönelmesi yararlı olur.
hesabın var mı? giriş yap