• ben doğma büyüme kadıköylüyüm ama sokağa işeyen insanlara sahip çıkıldığını bizim buranın insanında hiç görmedim.
    hani kraldan çok kralcı derler ya, kadıköylüden çok kadıköylü olmuş insanlar, bir de kadıköy’ün yazısız kuralları hakkında yargı dağıtıyorlar.

    sizin kadıköylü zannettiğiniz mavi saçlı kızlar, kıçına kadar piercingli adamlar kadıköy kültüründen aslında bir haberdir. hoş kadıköylü de değildir bir çoğu..onlara göre kadıköy “sadece gençlik eğlence ve marjinalliktir” oysa gerçek kadıköy kültürü huzurdur, güvendir. bir kadının gece 1’de köpeğiyle dolaşabilme özgürlüğüdür.

    sokakta içip sabaha kadar ses çıkaranlara, önce kedileriyle yaşlanmış, yalnız yaşayan kadıköy teyzeleri sinir olur. uyarırlar. çünkü onların da benim de bildiğim kadıköy bu değildi.

    kilisenin sokağına dizilip, ellerde içkilerle bağıra çağıra sarhoş muhabbeti yapıp, insanları uyutmuyorsunuz. sonra zannediyorsunuz ki “kadıköy abi ya” oldun. “chill bro ya” oldun. aslında bir bok olmadın. sadece kendini kadıköy üzerinden tanımlıyorsun. “asiyim özgürüm marjinalim serseriyim” di mi?

    lan beni insanlar kadıköy içinde ışınlanıyor zannederdi, o kadar bilirdim kimsenin bilmediği kestirmeleri. ama bir gün de kalkıp sokağa işeyen millete sarkıntılık eden tiplerin “bura kadıköy” diye savunulduğunu görmedim.

    “önce rıhtım’ı ele geçirdi sözde marjinaller, yeldeğirmeni’ne kaçtık, orayı buldular moda’ya kaçtık, orayı da işgal ettiler bahariye’ye kaçtık, oradan bizi caferağa’ya kadar takip ettiler, en son siktir olup gittik”

    kadıköylü atasözü
  • son yerel seçimde akp'ye oy vermeyerek dünya başkenti bağcılar seviyesine çıkma şansını elinin tersiyle iten biçare ilçe.
  • bol bol istanbula gelen ama hayati boyunca bu sehre yabanci kalacak biri olarak suna kesin ikna oldum: moda-kalamis-caddebostan-suadiye seridi istanbulda yasanilacak en optimum yer.

    yuzde 90'i rezalet olmasina ragmen istanbul epey guzel yer barindiriyor: galata/tunel, sariyer, emirgan, beykoz, anadolu kavagi, adalar, polonezkoy, kuzguncuk, bebek, zekeriyaköy, vs.. fakat her birinin bir eksigi var: kimi cok sapa, kiminin trafigi/kalabiligi felaket, kimi cok pahali, kimi surekli kalmak icin fazla sakin.

    kadikoy sahil seridi en dengelisi. etrafin canli olmasina ragmen, otede sahilde kibar teyzelerle sabah sakin sakin tost yiyip, hemencecik bostancidan adalara kacabilecegini bilmek cok guzel. zaten zirt pirt bunu yapiyorum. istanbulda chp'li teyzeler ve vapur kaptanlari disinda bir demografiye isinabilmis degilim. kadikoy sahil seridinin eksikligiyse tarihi dokunun olmamasi ve onun yerini dolduracak ozellikte guzel bir mimarinin bulunmamasi. bu da olsaydi bence avrupanin guzel ve yasanilasi orta buyuklukteki sehirlerine (amsterdam, budapeste, floransa gibi) epey yakinsardi. gerci londra da akdenizde olsa dunyanin en iyi sehri olurdu. bangkok'ta kis mevsimi olsa sidney onun yancisi olur, sangay new york'ta olsa beraber tokyo'yu doverlerdi. bu islerin sonu yok.
  • istanbul'un merkezi olmasını istemediğim ilçe. çünkü taksim'in merkez olduğu zamanlardan şimdiye nasıl geldiğini hepimiz biliyoruz. kadıköy'ün de öyle olmasını istemiyorum.
  • internet'i geç bizim evde o zaman doğrudan bir yere telefon bile edilemezdi.

    telefon lojmanın telefonu olduğundan, telefon edebilmek için önce lojmanın santrali aranır, artık hepimizin sesini ezbere bilen ö.... abiye telefon numarası verilir ve beklenirdi. eğer hat varsa da kısa bir beklemeden sonra karşı tarafın çalışı duyulurdu. telefon ücretsiz olduğundan dolayı sık sık bir yerleri aramak ayıp sayılırdı. yani ortada bir sınırlama yoktu ama herkes bu teamüle uyardı. yani evde telefon vardı ama sanki bizim değildi de, acil durumlarda kullandığımız komşunun telefonu gibiydi.

    temmuz sonu, ağustos başı olmalıydı. tüm günü lojmanın sahilinde, artık hafif hafif kirlenmeye yüz tutmuş marmara denizinin orantılı tuzuyla kızararak geçirmiştim. güneş devrilmeye başladığında işte, o zamanlar henüz merdiveni daha tam yapılmamış yamacı, iptidai patikasından tırmanıp babamların briç ve oşkin oynadıkları işçi lokalinin önüne vardığımda, lokalin kapısında meşrubat içen çocuklar söyledi bana.

    anadolu lise sınavları açıklanmış. gazeteler erken baskı için hazırlanıyormuş. erken baskıyı akşam sekizden sonra cağaloğlu'ndan alabilirmişiz. t.....ların babası arabasıyla oraya gitmişmiş. belki erken baskıdan alıp bakacakmış. ben de girmişim ya, biz gitmeyecek mişmiyiz? bir gün daha nasıl sabredecek mişiz?

    ulen sabır etmeye edemiyorum da... bizim arabamız yok ki, bu saatten sonra erken baskı gazete alabilmek için cağaloğlu'na diyelim ki gittik, nasıl döneceğiz? aslında babam gündüzcü* gidebiliriz yani ama buradan oraya gittik diyelim. nasıl döneceğiz o saatten sonra buraya? akşam buraya otobüs yok ki. gece orada sokakta mı kalacağız? geri dönmek için tek yol taksi de işte oradan taksi buraya kaç lira yazar? en iyisi bir gün daha beklemek, yarın sabah erkenden de lojmanın büfesinden gazeteyi almak en mantıklı olanıydı işte. macera aramaya gerek yoktu.

    mecbur eve gittim. ama içim içimi yiyordu. göğsümün içinde kabarığından bir kumru kanatlanıp duruyordu ve ben ona uslu dur bile demiyor hatta için için kumruya hak veriyordum. eve girdiğimde annem arka balkona akşam yemeğini hazırlıyordu. beni doğrudan banyoya gönderdi. kardeşim o zaman daha iki yaşında, iç odada açık televizyonun karşısında bir elinde bebeği uslu uslu oynuyordu.

    banyomu yaptım. kardeşimi odadan aldım. balkona gidip oturduk. mercimek çorbası, köfte, salata ve pilav... annem mercimek çorbasını içerken hemen yanıbaşındaki küçük tüpte köfteleri koyar çorbamızın bitişine yetiştirirdi. çorba sonrası babam rakısını açar, abimin vefatından sonra hemen hemen her akşam olduğu gibi rakısını hazırlardı. sonra marmara denizinin üstünde hava kararıp yüzsüz yakamozlar oluşmaya başlarken, her akşam iki kadeh rakısını içerdi. biz yemeğimizin dibine hızlıca darı eksek de, annem babamın köftelerini teker teker pişirir. o iki kadeh rakısının yanına da muhakkak bir veya iki zeytinyağlı meze koyardı.

    babam işte henüz ikinci kadehinin ilk yudumunu almıştı ki, lokalin önündeki çocukların dediklerini anlattım ona. meraklanıp gözlerini açıp bir bana baktı babam. " dur bakalım." dedi "belki başkaca bir yolu da vardır." kalktı masadan doğruca telefona gitti. santrali tuşladı. santraldaki görevliye adı ile seslenerek "k.... bizde hürriyet gazetesinin numarası var mı?" varmış ki, kapanmadı telefon. o içimdeki kumru canlandı yine. canlanmak ne kelime sanki mahalledeki tüm arkadaşlarını çağırmış da içimde halay çekiyorlarmış gibi oldu. sonra babam kısa bir sessizlikten sonra yine konuşmaya başladı. hatır sorup tanıştıktan sonra bir ricamız olacakmış. zahmet olmazsa sonuçlara bakabilir misiniz efendim. evet tabi ki biliyoruz giriş numarasını. tabi ki beş dakika sonra yine ararız biz. çok teşekkürler çok teşekkürler.

    o beş dakika, o zamana dek geçirdiğim en uzun beş dakika oldu. kocaman ev üzerime geldi. artı yüzüm ne hale girdiyse iki yaşındaki kardeşim bile bir sıkıntı var zannedip gelip eliyle yanağımı okşayıp beni avutmaya çalıştı. annem bir yandan dualar okuyor bir yandan da heyecanını gizlemeye çalışıyordu. babam salondaki bir koltuğa oturmuş rakısı balkonda onu beklerken saate bakıyordu.

    sonra, sanki yıllar sonra "zaman" dedi babam. kalktı telefonun tuşlarını çevirdi. konuşmaya başladı. iyi akşamlar tekrar demin aramıştık ya biz. evet. evet. efendim... evet. çok zahmet verdik efendim. teşekkürler dedi telefonu kapattı. bana döndü ve koskocaman babam, delirmiş gibi zıplaya ve "kadıköy" diye bağırarak yanımda bitti bana sarıldı ve ikimiz birden kadıköy anadolu, kadıköy anadolu diye bağırarak zıplamaya başladık.

    ne kadar zıpladık öyle bilemiyorum ki... insan mutluluktan ne yapacağını bilemediğinde zaman su gibi akıp geçiyor. kendime geldiğimde kardeşim benimle birlikte zıplıyor ve annem köşede ağlıyordu.

    11 yaşındaydım ve annem 11 yaşında evden ayrılacağım diye ağlıyordu. uzaktı kadıköy bize. mecbur yatılı okuyacaktım.

    işte kadıköy ergenliğimin başında hayatıma böyle hiç tanımadığım bir insanın müjdesi ile girdi ve hiç terketmedi.
  • aslinda bu ilcenin donusumu (ve bana gore batisi) toplum hakkinda cok kesin bir sonuca varmayi kacinilmaz kiliyor. bunu entry'nin sonunda soyleyecegim. ama once cok da eski olmayan bir gecmiste kadikoy genelde nasildi, genel nufus yapisi ve yasayanlarin demografisi nasildi ondan bahsedeyim ki donusum ne kadar keskin oldu anlasilsin.

    oncelikle eskiden kadikoy'de memur kesim cogunluktaydi. asker ve ogretmen yogunluklu sakinleri yuzunden de kalitesi cok yuksek ilcelerden biriydi. ozellikle bu insanlarin yasadigi semtlerde her sey daha temiz, daha duzenli, daha tertipliydi. buna bagli olarak da insan kalitesi ister istemez yuksek oluyordu. yine sayica az da olsa rum/ermeni vatandaslar da semtlerin onemli bir degeri, guzellestiren bir rengi oluyordu.

    tabi insan kalitesinin yuksek olmasina bagli olarak bir sorun vardi ki o da kadikoy'un sonunu getirdi. insanlar daha az cocuk yapiyor ama daha uzun yasiyordu. bunun sonucunda da,evlerin sahipleri olan insanlar yaslanip olene kadar sadece cocuklari degil, torunlari, hatta torunlarinin cocuklari bile mirasci statusune girmeye basliyordu. malumunuz bu kadar cok hak sahibi mirasci olan yerde bir malin elde tutulmasi imkansizdir. haliyle o evlerin/arazilerin sahipleri el degistirip kadikoy'le alakasiz kisilerin eline gecer. bunun sonuclarini daha sonra anlatacagim.

    zamaninda asker/ogretmen yogunluklu nufus yuzunden cevre duyarliligi cok daha yuksekti ki bu da istanbul'un diger ilcelerine gore cok daha fazla agac/yesillik/cicek demekti. kadikoy'un merkezi olan altiyol'dan baslayip ister minibus caddesi diye bilinen cadde tarafindan, ister bagdat caddesi tarafindan erenkoy'e kadar giderken o kadar cok cesit meyve agaci, o kadar cok cesit cicekli bahce ile karsilasilirdi ki, mevye agaclarindan bazilari; seftali, kayisi, yesil erik, kirmizi erik, malta erigi(yenidunya), elma, amasya elmasi, dut, incir, kiraz, visne, cagla, limon, ceviz vesaire ilk aklima gelenler. bunlar oyle numunelik degil cogu apartmanin bahcesinde ucer beser bulunan, hatta meyveleri kaldirimlara kadar sacilan, hormonsuz, organik, her cocugun gidip dalindan bedava yiyebildigi agaclardi. simdi boyle bir sey hayal dahi edilemese de bir zamanlar cocuklar meyve turuna cikar ve aksama kadar ucer beser kilo meyve yemeden donmezlerdi.

    ayni sekilde apartmanlarin daha bahce giris kapilarindan itibaren binbir cesit cicegin mis gibi kokulari ve goz alici renkleri karsilardi insani. aksam sefasi, hanimeller, gramafon cicegi, ortanca, menekse basta olmak uzere bahceler agzina kadar cicek dolu olurdu.

    yine cogu apartmanin bahcesinde cardak olur, komsular yaz aksamlari burada birlikte aksam yemegi yer, eglenceler duzenler, gunduzleri cay partileri yapilirdi.

    apartmanlar az katli, cok genis balkonlu, genis odali evlerden olusurdu cogunlukla. hatta oyle ki goztepe, erenkoy, saskinbakkal , suadiye, fenerbahce, kalamis gibi semtler adeta yazlik belde havasi tasirdi.

    ayrica bu semtlerde cocuklar icin cok sayida yesil park ve oyun oynayacak alan olurdu ki simdi izi bile kalmamistir.

    insan kalitesinin yuksekliginden, kapi komsunuzun emekli general, karsi komsunuzun profesor olmasi kimseyi sasirtmazdi.

    sonra yavas yavas eski kusaklarin olmesiyle bir donusum basladi. daha sonra deprem bahane edilerek kentsel donusum denen garabet sey de ustune tuz biber ekti. "depreme onlem alinmasin mi?" diyecekler icin cevap vereyim, kentsel donusumde yikilan apartmanlar tehlikeli olan daracik eski apartmanlar degil, az katli, genis bahceli, yani mutaahitler icin en karli apartmanlar ve semtlerdi.

    simdi burada "memleketi mahvettiler" martavali okuyacagimi bekliyorsaniz bosuna beklemeyin. cunku bu entry'yi yazma sebebim bunun tam aksi. gece gunduz "memleketi mahvettiler" diye dolasan o kadikoy'luler is kendi karlarina gelince en ac gozluleri bile mumla arattilar. kac yillik agaclarin kesilip, o guzelim genis bahceli apartmanlarinin yerine devasa sut kutusu gibi igrenc apartmanlar dikilmesi teklif edildiginde birakin karsi cikmayi, "bak diger mutaahit x marka eyve takiyor, x marka aspiritor veriyor, sen vermiyeceksen onun teklifini kabul edelim" diye mutaahit yaristirdilar. heyecanla sevkle sozlesme imzalarken aslinda kendi gecmislerini, kendi aidiyetlerini sikindirik bir evye, kodumunun bir asansoru ile takas ettiklerini fark bile etmediler.

    yeni yapilacak apartmanlardaki dairelerin ne kadar daha yuksek degerli olacagini gozleri parlayarak hesaplarken, kendi cocukluklarini, o agaclari elleriyle diken, o cicekleri cocuklari gibi seven eski nesilleri, o sen sakrak kahkalarin yankilandigi anilari sattilar aslinda, ve bunu umursamadilar bile.

    ustelik bu tayfanin nereydese tamami hala gece gunduz "memleketi mahvettiler" diye kafa sikiyor, kendileri disinda herkes sucluyken, hep digerleri hatali ve acgozluyken kendileri sutten cikmis ak kasik gibi dolasiyor. hicbiri de "ulan biz ne yaptik, niye boyle bir bok yedik" diye kendilerine elestiri yapmiyor, toz kondurmuyor.

    zaten o yuzden hep diyorum bu toplumun sorunu bir sahis/bir siyasetci/bir parti falan degil. bu toplum kendi isine gelince acgozlu ve hep daha fazlasini isterken, kendilerinde hic hata gormezken baskalarini herseyin suclusu ilan etmekten vazgecmedikce hic bir zaman duzelmez. tabi tabi "memleketi mahvettiler", sen mahvetmedin, halbuki sana da x marka evye teklif etselerdi hic sorun kalmazdi degil mi? hep digerleri suclu moruk, sen evin temiz olsun diye mutaahite verdin biliyorum, rahat ol sen.

    ayrica isin en cok ciger parcalayan yani, bu yukarida anlattigim zamanlari yasayanlarin bile bu kadikoy'deki bu donusumu umursamasi, hatta cok kolayca benimsemesidir.

    zaten ben bu sayede sunu ogrendim ki, bu toplumun bir topraga aidiyet duygusu, koklenme duygusu falan yok kardesim. dogup buyudugu sokaklar, semtler, sehirler bambaska bir seye donusurken huzursuz hissetmek soyle dursun eger bir cikari varsa en basta kosuyor. ve bu "digerleri"ne has birsey degil. her kesimin ortak davranisi bu.

    mesela kadikoy'de dogup buyuyup kadikoy'deki daha yakin zamana kadar duran dev kutahya porselen vazosunu hatirlamayan, bir ara altiyola yapilan katli havuzlari hatirlamayan, rihtimdaki ust gecitleri hatirlamayan, rus pazarini, kus pazarini vesaire seyleri ulan en goz onundeki onlarca seyi bile uc gunde unutan insanlardan olusan bir toplum var. bastan asagi balik hafizali bir toplumun, sirf siyasi konularda papagan gibi ezberledikleri seyleri tekrarlarken kendi cocukluklarina dair anilari bile umursamamasina ne diyeyim bilmiyorum.

    ben mi? dogup buyudugum ilcenin tamamen yok olup gitmesi ve kimsenin bunu umursamamasi benim acimdan bu toplumun bir parcasi olma hissini tamamen bitirmisti zaten. o sokaklarin, caddelerin hem isimlerinin degismesi, hem sekillerinin semallerinin, yonlerinin, apartmanlarinin, bahcelerinin, kisacasi herseylerinin degismesi korkunc bir bosluk duygusu olusturuyor. tanidik bildik hicbirseyin kalmadigi bir semtte nasil bir aidiyet duygusu gelisir ki?

    "ben hakikaten oralarda mi buyumustum?" diyecek kadar yabancilasirken "o sokak gercekten orasi mi?" diye kendinden supheye dusurecek kadar cigirindan cikmis bir donusum acikcasi buyuk bir suc olmaliydi. ama bu suc baskalarina degil bu donusume elinde tuzlukla en onde kosup evye markasi celik kapi markasi derdine dusenlere ve buna ragmen hala utanmadan baskalarina "memleketi mahvettiler" diye zirvalayanlara aittir.
  • merkezinde (caferağa, osmanağa, rasimpaşa) sadece 5 dakika rahatsız edilmeden yürüyebilene, sahilde veya bir bankta oturabilene iki çeyrek altın ve 5 litrelik teneke zeytinyağı (riviera değil ha) ödül vereceğim efsane ilçe.

    sma standı, greenpeace, wwf, unicef, dilenci, çiçekçi, sucu, selpakçı, sokak müzisyeni, sinyalcisi, anketçisi, broşürcüsü, ayakkabı boyacısı, delisi, evsizi, fazla alkolden ağzından işeyeni, seyyar çay kahvecisi, tesbih satanı, tofaşıyla anlamsız tur atanları, halay çekenleri, horon tepenleri, canı sıkıldıkça yürüyüş yapanları, yürüyüş yapanları engelleyen güvenlik güçleri... say say bitmiyor. normal şartlarda türkiyenin en güzel yeri ama bu saydıklarım yüzünden tam bir cehennem.
  • keşmekeş bitecek ve kadıköy meydanı'nı insanla yaşatan; yeşili, sanatı insanlarla buluşturan bir mekansal tasarıma kavuşturacağız.

    sizce kadıköy meydanı nasıl olmalı?
  • bir ülkede raylı sistemler çağdaşlık ve medeniyete vesile olur. sanatı, kültürü, gastroyu besler büyütür yeni keşiflere fırsat yaratır ammaaaa türkiye de bu imkan sadece ve sadece avamlığa kapı açar. kadıköy-moda-kalamış-fenerbahçe-caddebostan-erenköy-suadiye gibi istanbul'un en nezih sosyal ortamları şimdi marmaray tarafından tecavüze uğruyor. muhteşem hizmet buraların içine sıçtı. sikik mahallesinde duyup dinlediği yerlere tek seferde gelen avam tipler ortamın ruhuyla kendine çeki düzen vereceğine bağcılar konseptini buralara taşıdılar. utanma yok arlanma yok. olm siz bırakın böyle yerlere gelmeyi dışarı çıkmayın, sosyalleşmeyin siktirin gidin mahallenizdeki kahvehanelerde takılın. aşağılamaksa aşağılıyorum lan. siz buraların insanı değilsiniz. hani eskiden mahalle teyzeleri vardı camdan bağırırdı top oynayn çocuklara “herkes kapısının önüne” diye hah mahalle teyzesi yaptınız bize amk çocukları
  • doğma büyüme bir kadikoylü olarak şunu söyleyebilirim, artık hiç bir haftasonunu kadikoyde gecirmek istemiyorum, hele hele barlar sokaği filan facia, sokaklara işeyen mi dersin, kusan mi dersin, gecenin köründe şuursuzca bağırarak sokaklarda gezen mi dersin..

    kısacası kadıköy metrosu, metrobüs, marmaray vs.. gibi toplu taşıma araçları arttıkça kalitesini kaybetti
hesabın var mı? giriş yap