• bugün kıbrıs'ta bir sorun varsa konuyla ilgili okuduğum bütün kaynaklarda bunun bir numaralı sorumlusu olarak gösterilen askeri operasyon. hakkında tarafsız bir analiz bulmanın neredeyse imkansız olması da bunu şu ana kadar incelediğim herşeyin içinde özel bir yere koyuyor. ben de bir türk olduğumdan ne kadar tarafsız olabileceğim muamma ancak olmaya çalışacağım.

    tarihi olaylar hakkında "bu böyle oldu" demek kolaydır. bazen gerçekten de öyle olmuştur. nitekim her zaman o işler "öyle" olmamıştır. ya da o şey her neyse onun öyle olmasına kadar geçen süre zarfında pek çok farklı şey durumu etkilemiştir ve geçen süreci ve bunun gelişimini insanlar görmezden gelirler. devletler de bu konunun takipçisi ve aktörüyse durum daha da vahim bir hale gelir. zira onlar sürecin başını sonunu kırparak vatandaşlarına propagandayla servis eder ve bunu yutmaya dünden razı kitleler "bu böyle oldu" demeye başlarlar.

    ingilizin ise bu konuda çok güzel bir deyişi vardır. sana yedirmeye çalıştıkları palavrayı "a pinch of salt" (bir fiske tuz) ile ye derler. yani şüpheyi aklından tamamen çıkarma der gibi. kıbrıs konusunda rum kaynaklarının da türk kaynaklarının da tezleri üstüste koyulduğu zaman gereken tuz miktarı öyle çoktur ki... güzel başlayan tezlerden onuncu sayfaya geldiğinizde artık safi etnik nefret okursunuz.

    kıbrıs sorununun aslına nail olabilmek için adanın dönem dönem ne halde olduğunu, yunanlılar, romalılar, bizanslılar, haçlılar, yahudiler, rumlar, osmanlılar, ingilizler gibi büyük aktörlerin orada neler yapmış olduğunu da bilmek gerekiyor. barış harekatı bu silsilenin en ucundaki zincir. bir nedenden çok sonuç. ancak kendi başına da işleri geri döndürülemez bir şekilde kördüğüm ettiği için de dünya tarihinde çok özel bir yeri var.

    operasyonel incelemesinde kıbrıs çok büyük bir harekat değildir, oldukça kısa sürmüştür. bu yüzden savaşta bir orduyu tam anlamıyla analiz edebileceğimiz sıkıntılar ortaya çıkmadan bitmiş olması bizi türk ordusunun kabiliyetleri konusunda bizi tam olarak eğitmez. ancak öte yandan rumlar neleri var neleri yok ortaya döktüklerinden "düşmanı" okuma konusunda çok iyi bir kaynaktır.

    harekatın materyal analizi ise bir sirk gösterisi gibidir. birinci dünya savaşından günümüzde hala kullanılan ekipmanlara kadar akla hayale gelebilecek her türlü ateşli silah bir bir buçuk aylık serüvende karşımıza çıkar. türkler ikinci dünya savaşı ekipmanı ile modern soğuk savaş teçhizatı arasında gidip gelirken rumlarda ve tmt'de durum daha da fecidir.

    ve son olarak da belirtmek gerekirse kısalığı ile ters orantılı olarak çok vahşi, çok zalim çok insanlık dışı görüntülerin ortaya çıktığı, etnik nefretin savaş makinesini döndüren ana güç olduğu bir operasyondur. bu böyle 5 yıl kadar sürse ne tür manzaralar görmüş olabileceğimizi hayal dahi edemiyorum.

    başlayalım. ayten alpman da başlasın.

    tarihi arkaplan

    osmanlılar inebahtı gibi tarihimizin en büyük deniz yenilgisinin olduğu 1570-73 osmanlı venedik savaşında kıbrıs'ı ele geçirirler. 1571'de adayı ele geçirip haçlıların "kolunu kesen" sokollu mehmet paşa daha sonra bunu inebahtı yenilgisini egale etmek için kullanacak ve meşhur sakal metaforunu dile getirecektir. nitekim kol kesilip sakal traş olduğunda ve kıbrıs türk eline geçtiğinde adanın çoğunluğu etnik rumdur. türkler ilteriş kağan liderliğinde orta asyadayken ada bin yıl kadar yunandır. antik yunanca konuşulmakta ve kiprioti lehçesi ile anakara yunancasından ayrılmaktadır.

    napoleon mısır'ı işgal ettiğinde amiral nelson'un en önemli üssü osmanlı kıbrısı'dır. ingiliz ilgisi kıbrıs'a o yıllardan kalmadır.

    bundan 75 yıl sonra 1878 yılında osmanlılar dizlerine kadar 93 harbine batmışken plevne kalesini savunuyor ve erzurum aziziye tabyasına saldırıyorken herşeyin altüst olmasıyla rusları bir anda istanbul'a kadar gelmiş bulurlar. berlin kongresi sırasında ruslar'a çok toprak kaptırmak istemeyen osmanlılar kendilerine güçlü bir müttefik bulma telaşındadır. bu müttefik'de ingiltere'dir. ancak kongredeki destekleri kendilerine kıbrıs'ın "kiralanması" ile mümkün olacaktır. yani kıbrıs sözleşmesi ile. adadaki ilk daimi ingiliz varlığı osmanlıların politik ihtiyaçlarının bir sonucudur. ingiltere adayı kullanacak ancak gelirinden bir miktarı sultan'a ödeyecektir. ev sahibi yine osmanlı'dır.

    bu durum 1914'te osmanlı ile ingiltere birinci dünya savaşında birbirini düşman olarak bulmasına kadar sürer. ingiltere zaten adadayken orayı ilhak ettiğini savaşın ilk günü duyurur. kıbrıs bir daha dönmemecesine türk hakimiyetinden çıkar.

    bu sırada belirtmek gerekirse ingiliz idaresinde türk ve rumlar yanyana yaşamaktadır ancak kendi etnik kimliklerini de anavatanlarında bulmaktadırlar. ortamda bir kıbrıslılık tam anlamıyla yoktur. hiç de olmamıştır. kıbrıslı rumlar ve kıbrıslı türkler vardır hep. adada kimse ben kıbrıslıyım o kadar dememektedir. diyememektedir.

    bu durumun böyle süregelmesinde üç adet faktör etkilidir.

    1- ingiliz sömürgecilik anlayışı. ingilizler bu işin piri olduklarından minimum hasarla maksimum süre bir toprağı elde tutma ve bir sıkıntı olacaksa (ihtimali bile varsa) iki birbirinden nefret eden kesimi sömürge arazisinde aynı anda tutmayı daha yararlı görmüştür. müslüman ve hindu etnik tansiyonu hindistanda mesela ingilizler tarafından epey harlanmıştır.

    2- dini eğitimin ve öğretilerin adada yaşayan iki halka da su götürmez bir şekilde ayrımcılığı dayatması. gavura cihad ekolünden gelen kendisinin en son ve "doğru" dine mensup olduğuna inanan türkler ile papaz hrisostomos'un fener kapısına asılması ya da hrisostomos 2'nin izmir'de türkler tarafından parçalanmasını vaaz olarak dinleyen rumlar aynı adada nereye kadar barış içinde yaşayabilir? (edit : @hazirliksiz corba uyarınca eklemek istedim. asıl söylemeye çalıştığım adada merkezi seküler bir otorite olmadığından kendi kabuklarında birbirlerinden tamamen izole olarak birbirleriyle daha önce çok ve düşmanca etkileşmiş olan dinlerin mensuplarının kendi tarihi söylemlerine maruz kalması. rumlar için bu su götürmez bir gerçek çünkü yunan etnik davasını ortodoks hristiyanlıktan ayırmak çok zor. ancak türklerin bu aşamada bizim bugün anladığımız anlamda dine bağımlı olmadıklarını, ana etnik motivasyonun ulusalcı / milliyetçi olduğunu da söylemek gerek)

    3- eğitimin tek elden olmaması. bu da adalıları birbirine yıllarca, hatta üç jenerasyon boyunca düşman yetiştiren bir şeydir. rumlar athanasios diakos ile 1821 kahramanlarını okurken, türk işgalini mora'dan atılışı hikayelerini dinlerken türkler 1921 sakarya savaşı ve rumların yaktığı alaşehir'i okumaktadır. okuldan çıkınca bu çocuklar birbirlerine bakmaktadır. milliyetçilik iki milletli bir yapıda herkesi germekte herkesi kurmaktadır.

    kısacası ingiliz yönetimi altında kıbrıs bir etnik saatli bombadır. patlamaması daha abes olurdu.

    1950'lere gelindiğinde rumlar adadaki tek ayrılıkçı yapı haline gelirler. eoka bu yıllarda kurulur. açılımı rum milli savaşçı organizasyonu (ethniki organosis kyprion agoniston) olan eoka öncelikle ingilizleri adadan gönderme ardından da yunanistanla adayı birleştirme (bkz: enosis) gibi bir çaba içindedir. başpiskopos üçüncü makarios eoka'nın yolunu teoride benimsemiş olsa ve yunanistan ile birleşmeyi nihai bir amaç olarak da görse bunun için farklı bir yol bulmaya çalışır gibi bir havası vardır. yunanistan ise 1954 yılında adaya gizliden silah göndermeye başlar. eoka'da pkk'nın türkiyedeki operasyonlarına benzer yöntemlerle adadaki ingiliz askeri varlığına karşı saldırıya geçer.

    ancak operasyonları genişletince eoka'nın nihai ikinci amacı da belli olmaya başlar. ingilizler gittikten sonra ne olacaktır? papaz hrisostomos'u parçalayanların torunları da gidecektir tabii ki. eoka kurşunlarıyla ölen ilk türk 21 haziran 1955'te öldürülen bir türk polis memurudur. ardından enosis'i eleştiren rum solcuları da hedef alınır. 6-7 eylül 1955 istanbul olaylarından sonra eoka zincirini kırarak türklere karşı aktif bir saldırı planına başlayacaktır.

    ingilizler bakarlar ki hedefte kendileri var, sömürge taktiklerini kullanarak polis teşkilatına ağırlıklı olarak azınlıkta olan türkleri almaya başlarlar. yıllardır kurulmuş olan saatli bomba türk polislerinin eoka'ya silahlı müdahele etmesiyle fitilini bitirmeye başlar. eoka olaylarla ilgisi olsun olmasın ne kadar türk polisi varsa suikastlerle öldürmeye başlar.

    adadaki türkler için düşünüldüğünde enosis insanı bir anda öldüren bir hastalık değildir ama karşılarında bir girit örneği vardır. girit'teki türkler 1908 yılında girit enosisi sonucunda adadan yaka paça atılmıştır. kıbrıslı türkler topraklarına bağlıdır ve bu denklemi kıbrıs'ta yaşamak istemezler.

    eoka hedeflerini ve taktiklerini genişletip genel bir türk ayaklanmasını ateşlemek için polisleri öldürmeye devam eder. onların operasyonel yorumlarına göre böyle bir ayaklanma ingiliz dikkatini o noktaya çekecek ve eoka üzerindeki yükü azaltacaktır. türkler ise bitmeyen bu ölümlerden bıkarak kendilerini korumak için türk mukavemet teşkilatını (tmt) kurarlar.

    tmt ilginç bir örgüttür. gayri nizami savaşmasını sahada öğrenen pek çok örgütün aksine teorik olarak bilinçli karşı gerilla hareketlerine başlarlar. bunlardan en ilginci de lefkoşa'daki türk basın ofislerini kendileri bombalayarak suçu eoka ve rumlara atma gibi ortodoks olmayan metodlardır. (denktaş'ın itirafı için bkz ) türk donanması daha sonra tmt'ye silah sevkiyatına başlayacaktır. silahlarla yakalanan bir feribot (deniz feribotu, edit : yani feribotun adı deniz) daha sonra diplomatik bir gerilime de sebep olacaktır.

    1960 yılında ingiliz hükümranlığı adada son bulur. zürih anlaşmasıyla kıbrıs artık legal olarak iki komünite / cemaatli cumhuriyet olmuştur. iki etnik topluluk da birbirine güvenme konusunda hiç aceleci değildir ancak cumhuriyet bunları bir arada tutmanın da tek yoludur.

    1960 kıbrıs anayasası sadece 3 yıl yaşayabilir. kıbrıslı rumlar, ingilizlerin 1958'de miras bıraktığı bağımsız belediye meclislerini kapatmak isterler. meclisler rumların asıl korkusu olan adanın bölünmesine (taksim) önayak olmasıdır. iki halkın en nihai amacı da budur zaten. türkler taksim yani kendi topraklarına ve kabuklarına çekilmek ister, rumlar ise enosis, yani yunanistan ile birleşme.

    kıbrıs anayasasının türklere nüfuslarından daha geniş bir oranda (yediye üç) temsil yetkisi vermesi yüzünden rumlar ayrıca gerilmiştir. bu da öyle bir bölünmedir ki, atıyorum hizmet sektöründe on iş pozisyonu açılmışsa bunların üçü koşullar ne olursa olsun kanuna göre türkler tarafından doldurulmak zorundadır. adanın da yalnız %18'i türktür ancak %30 gibi bir oranda kendilerine ihtiyaç vardır. türkler adanın herhangi bir yerinde iş bolluğu yaşarken iş beğenmezken rumlar %82'sini oluşturdukları ada demografisinde %70'lık bir dilime sıkışmak zorunda kalırlar. pozisyonlar boşken ve yeni doğacak türkleri beklerken rum gençleri işsizlikle tanışır. yani adadaki hiçbir gelişme etnik tansiyonu bitirmek için bir ilerleme yapmaz. bilakis iki toplum birbirine daha da bilenir.

    1963 yılında bu her yönden fitili yakılmış olan etnik bomba patlar. şiddet baş gösterir.

    başkan makarios 1960 anayasasında yapılması öngörülen 13 değişikliği kanun yapıcı meclise getirir. bu değişiklikler de türklerin adadaki konumunu kısıtladığından türkler tarafından veto edilir. bu tip bocalamalardan bunalan ve anayasanın enosis'i imkansız kıldığını gören rum liderliği akritas planını yapar. türklerin hak ettiklerinden ve gerektiğinden çok daha geniş haklara sahip olduğu fikrindedirler. plan türklerin haklarının rumlar lehine bozulmasını ve "adaletin" tesisini amaçlamaktadır ancak kabul edilmezse şiddetin patlayacağı tehditleriyle beraber masaya gelmiştir.

    türkler akritas planı ile pek çok imtiyazlarından özellikle kendilerine ait olan etnik kotalardan ve başkan yardımcısının veto yetkisinden vazgeçmek zorunda kalacaklardı. türkler de bu tasarıyı doğal olarak reddettiler. türk temsilciliği de hepsinin üzerine hükümetten çekildi. kıbrıs anayasası da bu etnik tansiyonu daha çok taşıyamayarak 21 aralık 1963'te dağıldı.

    etnik çatışmalar başlayınca adadaki garantör türk alayı kışlalarından çıkarak girne lefkoşa arasındaki yolu kontrol altına alırlar. bu yol ki kıbrıs'ın tarihi şahdamarıdır. denizden adanın içlerine geçen tek doğal yoldur. 1974 yılına kadar da bu karayolunu ellerinde tutacaktır kıbrıs kontenjan alayı. günü geldiğinde harekatın başarılı olmasının en önemli nedenlerinden biri olacaktır. bu yolu kullanmak isteyen rumlar o saatten sonra bir bm konvoyuyla birlikte geçiyorlarsa geçmelerine izin verilmiştir.

    ülke kaynayan bir kazan haline lefkoşa varoşlarından 700 kadar türkün evlerinden zorla alınmasıyla gelmiştir. hemen ardından birbirine giren rumlar ve türkler çok kanlı bir şekilde çatışmış ve bunlar da 394 türk ile 179 rum vatandaşın ölümüyle sonuçlanmıştır. 109 türk köyü tahrip edilmiş ve 25 ila 30 bin türk kökenli kıbrıslı yerlerinden edilmiştir. bunların da çoğu türkiye'ye gitmiştir.

    bu noktada türkiye, adanın ikiye bölünmesi fikrini tekrar masaya getirir. rumlar bunu kesin bir dille reddederler. türkiye adayı işgal etmenin eşiğine gelir. 5 haziran 1964 tarihli mektubunda abd başkanı johnson amerika'nın işgale karşı olduğunu yazar ve ekler. "eğer böyle bir işgal sovyetler birliği ile türkiye arasında bir kıvılcıma neden olursa amerika türkiye'nin yardımına gelmeyecektir"

    bu "yerse" tandanslı uyarı türkiye'nin asıl korkusunun yüzüne çarpılmasıdır. rusya o yıllarda küba'ya nükleer füzeler yerleştirip amerika'ya doğrudan atarlanan bir havadadır. türkiye o yıllarda çok muhtemel bir nükleer savaşın hemen dibindedir ve bunu gözardı edemezler. türkiye kıbrıs'ı 1964'te işgal etmez. rumlar ise buna aşırı mutlu olur. türkiye'nin işgal etmediğini değil edemediğini düşünmeye başlarlar. edememek edemeyecek olmanın önşartıdır çünkü. enosis artık daha yakındır.

    kıbrısta türklerin hükümet binalarına sokulmadığı, iş verilmediği karanlık bir döneme geçilir. türkler artık kendi güvenliklerini kendilerinin sağladığı müstahkem yerleşim yerlerinde (enclave) yaşamaya başlarlar. bu cepler türkiye tarafından direkt olarak hava desteğiyle falan ikmal edilmeye başlanır. haritadaki mor kısımlar türk yerleşim yerleridir. kırmızı ingiliz üsleri dikelya ve akrotiri, sarı ise rumların artık serbetçe at koşturduğu kıbrıs cumhuriyetidir. adada ciddi bir devlet mevhumu kalmışsa bile bu haritadan sonra meşruiyeti çok muallaktadır.

    1974 rum darbesi

    1974 bahar aylarında rum istihbarat servisi, eoka-b'nin makarios'a karşı bir darbe hazırladığını öğrenir. bunu da yunanistan'daki albaylar cuntası desteklemektedir.

    albaylar cuntası da 1967 yılında başka bir darbeyle yönetimi ele almıştır. avrupanın tamamı bunu sert dille kınamış ancak amerika cuntacıları desteklemiştir. nedeni de büyük oranda ultra milliyetçi darbecilerin sol tandanslı serbest düşünürlere oranla sovyet yayılmacılığına karşı daha sert bir tutumlarının olmasıdır.

    makarios darbeden sonra yunan askeri devlet başkanlarına bir mektup yazarak "eoka-b terörist organizasyonuna verilen desteğin kesilmesini ve rum ulusal muhafızlara komutanlık eden 6000 kadar yunanlı subayın yunanistan'a geri dönmesini" rica eder. cunta makarios'un enosis'i artık desteklemediğine kanaat getirir ve onu devirmeyi akıllarına koyarlar. mektuba cevap olarak kıbrıs'taki eoka darbesi için düğmeye basarlar. adamcağıza bir hayır bile dememişlerdir.

    eoka'cı subaylar başkanlık sarayında ateş ede ede koşmaya başlayınca makarios saldırıda ölümden kılpayı kurtulur. başpiskopos başlığında denilene göre bir mermi deliği vardır. sarayın arka kapısından kaçarak baf'a gider ve burada bir ingiliz helikopteri kendisini malta'ya taşır. oradan da londra'ya sürgündeki kıbrıs hükümeti olmak üzere uçar.

    albaylar cuntası'nın kıbrıs'a baş olmak üzere seçtiği lider aşırı milliyetçi nikos sampson'dur. kendisi fanatik bir türk düşmanıdır ve daha önceki şiddet olaylarında türklere karşı aktif olarak rol almıştır. elinde de epeyce türk kanı vardır.

    nikos sampson radyo istasyonlarından hemen ortak bir bildiri yayınlatır. denilene göre makarios ölmüştür. türkler bütün bu darbe süresince etkilenmemişler kayıp da vermemişlerdir. bunun da amacı albaylar cuntasının türkiyeyi ilk etapta provoke etmek istememesi olarak yorumlanabilir.

    abd dışişleri bakanı henry kissinger bakar ki işler boka sarıyor, hemen bir temsilciyi kıbrıs'a göndererek tansiyonu yatıştırmasını söyler. türkiye ise artık yatışacak durumda değildir. amerikan temsilcisi aracılığıyla yunanistan'a ultimatom niteliğinde bir istekler listesi yollar. bunlar arasında nikos sampson'un hemen kıbrıs'tan çıkartılması, 650 yunanlı subayın rum ulusal muhafızlarından çıkartılıp yunanistan'a dönmesi, her iki toplum için %50 ortaklık, kıbrıslı türkler için de kuzeye denize erişim hakkı istenir. bu mektubu okuyan yunanlı subay sanırım kör olmuştur.

    türkiye bunun ardından ingiltere'ye başvurarak tarafsız garantörlüğünü kullanarak adaya barış getirmesi için ikna etmek ister. ingiltere'nin ise o taraklarda bezi yoktur. bunu reddettiği gibi adadaki havaalanlarının türk işgali için kullanılmasına izin vermez.

    o noktadan sonra da yapabilecek hiçbir şey kalmamıştır. operasyon safhasına geçilir.

    harekat öncesi operasyonel durum ve güçler dengesi

    türkler

    1963-64 yılındaki adadaki türkler ve rumlar arasındaki çatışma ortamından sonra genel hava oldukça durağan sayılabilirdi. kıbrıslı türkler birkaç köyden müteşekkil çeşitli "cep" lere çekilmiş ve kendini tmt ile nispeten koruyabilir bir durumdaydı.

    bu "cep" lerden en büyüğü de lefkoşa , gönyeli, st hilarion arasındaki üçgen biçiminde cepti. adadaki 117 bin türkten 25 bini burada ikamet ediyordu. buradaki türk yerleşim bölgesi beşparmak dağ sırasına doğru uzanmış olsa da denize direkt bir bağlantıları yoktu. 1964 yılındaki olaylarda ağırdağ yerleşimcileri boğaz berzahını bayağı silahlarıyla falan işgal etmiş, rumların onları oradan güçle çıkarması da mümkün olmamıştı. bunun da sonucunda harekatın hemen öncesinde kıbrıslı türkler lefkoşa girne arasındaki otoyolu kontrol altında tutuyor sayılırlardı. etmiyorduysalar da bir silahlı çatışma esnasında etmeye en yakın olanlar türklerdi. dolayısıyla çıkarma günü geldiğinde boğaz geçidinde kontrolleri olmayan rumlar çıkarmanın ana siklet noktası olan girne sahiline ulaşmak için çok dolambaçlı yollar kullanmak (mesela panagra geçidi) zorunda kalacaklardı.

    bunun haricinde ciddi bir türk nüfusu barındıran diğer noktalar da gazi mağusa / famagusta, lefke, serdarlı / tziaos, limasol, larnaka, paphos/baf, limnitis, kokina ve lorotzina'da bulunmaktaydı. 1974 öncesinde kıbrıs'ı gezmiş birinin hatırasında kıbrıs bu şekilde kuzeyinde türklerin güneyinde rumların yaşadığı bir yer değildi. tüm yerleşimler içiçeydi. şu resimde adada dağılmış olan etnik yüzdelere erişilebilir. kırmızılar türk maviler rum olmak üzere.

    harekat başlamadan ve türk birlikleri çıkarma yapmadan adadaki tmt varlığı 8 alayda kümelenmiş 27 tabur kadardı. bu da 20 bin kadar asker ediyordu. tmt milis - asker arasında değerlendirilse de kendi evleri için savaştıklarından oldukça fanatik olabiliyorlardı. nitekim çok hafif teçhiz edilmişlerdi. adanın tamamında etkili olmak için sayısı da azdı. bu yüzden tmt karargahı genellikle güçlerini konvansiyonel harekatta kullanmamayı seçmiştir. kendini harekat süresince sabotaj pusu ve sızma gibi taktiklerle gösterecektir.

    bunun da haricinde adada 1000 kişilik bir türk alayı da bulunmaktaydı. bunlar da gönyeli ve ortaköy olmak üzere iki farklı noktaya 650 ve 350 olmak üzere dağılmıştır. dolayısıyla müstakil hareket gücünden de yoksun durumdadır.

    rumlar

    türkler adada 1963-64 yaşanan şiddet olaylarından sonra tmt ile kendilerini savunma yolunu nasıl seçtiyse rumlar'da ulusal muhafız ordusunu kurmuştur. ingiltere veya yunanistan'ın ihtiyaç fazlası olarak ayırdığı hafif silahları edinerek ne kadar inefektif (hatta kaotik diyebileceğimiz) bir ekipman varyetesine sahip olsa da tmt'den daha iyi silahlanmıştır. 15 muvazzaf 19 ihtiyat piyade taburu, 3 muvazzaf 1 ihtiyat komando taburu, 1 tank, 1 mekanize, 1 keşif, 6 sahra topçu taburu ile sayısız çeşitli muharip bölüklerin (antitank, hava savunma, istihkam gibi) de yeküne eklenmesiyle 40000 gibi bir sayıyla rum ulusal muhafızlar tmt'nin iki katıdır. bunun 30 bin kadarı seferberlikte yeküne katılan ihtiyatlar da olsa harekata tmt'ye kıyasla mobilite bazında daha hazır bir durumdadırlar. tmt'nin aksine zırhlı saldırı, cephe savunma gibi yetileri olan yarı modern bir silahlı kuvvettir. 32 tankı (sovyet t34/85) 80 sahra topu ve 100 kadar da zırhlı aracı (zpt - zma - ifv) vardır.

    ulusal muhafız subayları genellikle yunanistan'dan gelmiştir. yani kıbrıslı rum rütbeli 1974'te henüz pek yoktur. 1965 yılında sovyetlerden alınan t34 tankları ve ingiltere'nin "yazıktır bunlar da asker" gibisinden acıyarak bağışladığı marmon zırhlı muharebe araçları dışında rum hükümeti ulusal muhafızları silahlandırmaya pek para ayırmamıştır ki harekatın başarılı olmasında büyük etkiye sahip olan rum muhafızların materyal yetersizliği türk askeri analizlerinde hep atlanır. bunun yanında makarios orduyu materyal anlamda öksüz bıraksa da insan gücü anlamında bir yerde bunu dengelemeye de çalışmıştır. efedrikon soma (ihtiyat güçleri) adında bir polis teşkilatı kurulmasına önayak olmuştur. efedrikon bir polisin görev süresinde göremeyeceği askeri eğitim, ağır silah ve zırhlı araç eğitimlerini falan haiz bir teşkilattır. asker - polis arasında tabiri caiz ise ağır polis teşkilatı olmuştur. en büyük özellikleri de sefer durumunda ulusal muhafızların emrine giriyor olmasıdır. makarios aslında bu teşkilatı bir yerde subaylar yüzünden atina kontrolüne girmiş ulusal muhafızları dengeleme amacıyla kurmuştur ama neticede onların elini de güçlendirmekten kaçamamıştır. efedrikon çekoslovak silahları kullanan (vz.50 vz.52 tabancalar, brno mavzerler, bren 7.7mm hafif makineliler) 3 taburluk ilginç bir birimdir. bunun da haricinde çeşitli politik görüşlere sahip liderlerin etrafında da paramiliter (hadi çete komita demeyelim) güçler de harekat boyunca görülecektir.

    adadaki 1000 kişilik iki piyade taburundan müteşekkil yunan alayı'da harekatta rum tarafının en iyi eğitimli, en iyi sevk ve idare olunan birliğidir. nitekim şansımıza harekat sırasında ağır silahları olmadığı ortaya çıkacaktır. rum komando alayı ve yunanistan'dan gelen bu alayın harekattaki sicilleri bağımsız analistlerce hep parlak addedilmiştir.

    planlar

    kıbrıs'ın olası işgaline yönelik ilk plan 1964 yılında masaya yatırılmış ve anahatları eni konu operasyondan 10 yıl önce kadar düşünülmüştür. planın tam anlamıyla hazır olması 1967 yılına kadar sürer. 1967 - 74 arası da operasyonel gerekliliklere göre detayların değişmesine sahne olur.

    saldırı planımıza göre ana hedefler şahin ve attila hatlarıdır. bu da kuzey kıbrıs'tan olabildiğince büyük bir toprak parçası koparma üzerinedir. ilk etapta amaç genel bir taarruza imkan verecek miktarda ikmal ve askerin karaya çıkartılması için kuzeyde bir kıyı başının tutulması, buradan da kıbrıslı türklerin elinde olan çok stratejik gönyeli kesimi ile bağlantı kurulmasıdır. çıkacak asker ve ikmalin güvenliği için de 18 kilometre hattında 22 kilometre derinliğinde bir alanın kontrolü gerekmektedir. bu ilk hedef "şahin" dir. bu hedeflere ulaşıldığında kıyı başı güvenlik altında olacak, piyade büyük oranda statik savunmaya geçecek ve adaya çıkmış olan zırhlı birlikler taktik ihtiyata geçerek düşmanla teması kesecek ve ancak zırhlı karşı saldırılarda (gerektiğinde) kullanılacaktır. bu aşamada operasyonel faaliyetler bir diplomatik çözüm bulunana kadar kesilecektir. velev ki üç gün içinde bir diplomatik kazanım elde edilemezse ikinci hedef olan attila hattına genel taarruz başlayacaktır. attila hattının komple elde edilmesinin 6-7 günde olması planlanmaktadır.

    çıkarma her ne kadar en zor operasyon da addedilse genelkurmay operation overlord (normandiya çıkarması) ayarında bir zorluk beklememektedir. çünkü tsk'nın akdenizde kesin üstünlük gibi bir savı vardır o yıllarda. planlamacıların en büyük korkusu ise ege denizidir çünkü deli gibi istihkam edilmiş ve birinci ordu tarafından kapatılmış olan edirne hududu haricinde kumsallarla sahillerle dolu kuş uçuşu 470 kilometrelik bir hat yunanistana bakmaktadır. saros körfezinden antalyaya kadar da hattı uzatırsanız 906 kilometre kuş uçuşu, 1800 km coğrafi bir sahil şeridi yunanistanın suistimaline bir anda açık kalmaktadır.tabii yunanistan'ın kendi kaynaklarıyla çıkarma yapması izmir'i falan tehdit etmesi beklenmemektedir ama hatırı sayılır bir donanması olan yunanistan'ın hiçbir şey yapmasa bile sadece fleet in being ile türk donanmasının %80'ini ege'de meşgul etmesi çok olasıdır.

    çıkarma için ayrılan türk armadası 5 fırkateyn, 31 çıkarma gemisi, ve sayısız hücumbot ile mayın avlama gemisidir. hava kuvvetleri de nakliye gücüyle çıkarmaya fiilen katılacak yoğun bir hava indirme operasyonundan sonra havadan ikmale kıyıbaşı kurulduktan sonra dahi devam edecektir.

    bütün saldırının komutası ikinci orduya bağlı 6. kolordu'ya verilir. kolordu bünyesinde de çıkarmayı üstlenecek olan "çakmak amfibi özel görev kuvveti" adında amfibi bir tugay bir araya getirilir. farklı sınıf ve birliklerden eklemelerle beraber (komando tugayı, 39. tümen k.lığı, 28. mot. p tümen k.lığı, 5. zırhlı tug. k.lığı ve jandarma) ciddi bir karma birlik haline gelmiştir. adada gönyeli berzahında bulunan 6000 kıbrıslı türk savaşçı da organik olarak 6. kolorduya harekat süresince bağlanmıştır.

    bu amfibi birliğin komutasına kimin verileceği de genel kurmay başkanı tarafından kara kuvvetleri komutanına bırakılır. eşref akıncı paşa da 4. kolordu komutanı olduğu zamandan iyi tanıdığı o zamanın kırıkkale 61. alay komutanı süleyman tuncer'e komutayı verir. o sırada süleyman tuncer yeni tuğgeneraldir ve 1. ordu harekat başkan yardımcılığı yapmaktadır. 18 temmuz'da harekattan iki gün önce apar topar adana'ya gelir, görevin başına geçer.

    attila 1 çıkarması ve taarruz

    rum savunma perspektifinden bakıldığında hesaplar karışıktır. adanın her tarafına dağılmış ufak tefek ancak tehditkar olabilecek kadar da silahlı türk yerleşim yerleri savunma için ciddi bir tehdit unsurudur. zira işgal için gelen türkiye kıyı başını tuttuğu anda bu köylerin kasabaların her birinin işgale aktif olarak yardım etmesi, gelen türk işgal kuvvetlerine rehberlik etmesi, üstüne partizan operasyonlara girişmesi çok ihtimal dahilinde olduğundan rum ulusal muhafızları öncelikle bu yerleşim birimlerinin ekarte edilmesini planlamıştır. georgios grivas'ın 1964 yılı plana göre bir türk çıkarması başladığı anda "afrodit 1" operasyonu başlayacak ve adadaki yunan tümeni türk kıyıbaşına karşı savunma ve karşı taarruzu sürdürürken, rum ulusal muhafızları türk yerleşimcileri hareket edemez bir hale getirecektir. türk yerleşimciler de doğal olarak sivil olduğu için çok kanlı sahneler beklenmektedir.

    nitekim 1967 yılında yunan tümeni adadan ayrılınca planı baştan yazmak gerekir. "afrodit 2" yunan tümeninin yapacağı işi kıbrıs karma timleriyle yaparken ana siklet merkezini yine anti-partizan operasyonlara yöneltmiştir. hatırlatmak gerekirse o yıllarda kuzey türk güney rum gibi bir durum söz konusu değil. adanın her yeri karmakarışık bir şekilde türk ve rum yerleşimi dolu. ve bunlar çok keskin sınırlarla heterojen bir şekilde ayrılmış. o yüzden adamların askeri anlamda değerlendirildiğinde keşiften muaf gizli bir manevra yapacak durumları bile yok. kıbrıs ada olduğundan kaçacak yer bir kere yok. türk çıkarması geldiğinde tmt beli kırılmazsa fare kapanındalar. o yüzden sivillere karşı operasyonlar ne kadar insanlık dışı da addedilse rumlar zaten bu tip şeylere 1964 sonrasında şartlanmış bir durumdadırlar. bunu savunmuyorum yanlış anlaşılmasın ancak böyle askeri bir gerekçeleri de vardır.

    çıkarmanın olacağı sabahın gecesinde zafer burnunda (cape apostolos andreas) konuşlu yunan sep/a radarı saat 1:30'da on bir türk gemisini 35 mil mesafede saptar. bunlar girne istikametinde seyir halindedirler. seyirlerinde değişiklik olmayınca rumlar t1 ve t3 isimli iki motor torpidobotu türk filotillasına karşı yola çıkarırlar ancak bu küçük saldırı tekneleri ikaz ışığı yakmaya falan çalışırken gelişine çapraz ateşe girerler. t1 baş bodoslamasına 40mm bofors ap/he mermi yiyerek tüm mürettebatıyla havaya uçar. t3 bunu görüp saldırı pozisyonu almaya çalışırken türk gemilerinin müşterek menziline girerek tam anlamıyla arada kalır ve korkunç isabetler alarak batar. bir mürettebat ağır yaralı kurtarılır.

    20 temmuz 1974'te ilk türk birlikleri girne'nin 8 km batısında pentemilli (beş mil) sahilinde çıkar.

    türk donanması mersin'den aldığı çıkarma gücünü önce glykiotissa'da sahile atmak ister ancak buranın bir kıyı başı olamayacağı üzerine hakim görüş ağır basınca rota girne batısına çevrilir. çıkarma başlamadan sabah saatlerinde dz kk kurbağaadamları sahilde mayın arama ve avlama operasyonuna girişirler.

    ilk karaya çıkan 6. amfibi piyade alayının bir taburudur. alay komutanı deniz yarbay neşet ikiz'de bu ilk dalgada çıkmıştır. çıkarmanın bir omaha kumsalı ayarında olacağından çekindiklerinden kapağı alelacele "yaşa atarlar" yani çıkarma gemileri kapağı bel hizasında suya açar. o sırada girne sahillerinde turistler vardır, denizde yüzerken bir anda çıkarma gemilerini ellerinde makineli tüfekli suratları boyalı allah allah diye bağıran askerleri falan görüp paniğe kapılırlar. ilk dalga kıyıya çıktığında henüz ateş bile edilmemiştir. amfibi alay istihkam bölüğü hemen kumdan geçici iskeleler yapmaya başlar. kıyıbaşında tek tük silahlı suretler de görülmeye başlanınca yarbay ikiz sahilde kim var kim yok toplatır. hepsini enterne ederler. hatıratında daha sonra şöyle anlatacaktır :

    "yakaladığımız hiç bir esirin kılına zarar gelmemiştir ve ayrıca ben asteğmen veli doktoru aradım. gittim sivillerin yanına. çok telaşlı ve stres içinde gördüm. esirlere de müsterih olun, bir çıkarmaya mecbur olduk. karşı taraftan mukabele görmezsek harp bile etmeyeceğiz dediğimi hatırlıyorum."

    amfibi alayın hemen ardından 39. tümene bağlı 50. piyade alayı albay halil ibrahim karaoğlanoğlu komutasında piladini plajına (o günkü adıyla yavuz, bugün karaoğlanoğlu plajı) çıkar.

    olay yerine yetişen rum ulusal muhafız ordusunun ilk iki bölüğü 251. piyade taburu ile bunun desteğine gelen 2. tank bölüğünün 5 adet t-34/85 tankıdır. saat 10 sularında tank desteğiyle beraber türk çıkarmasına tanklar ilk salvoları savurmaya başlar. artçı olarak gelen 155mm sekiz adet çekili topçunun da yirmi dakikada yerleşmesiyle rumlar ölüm kusmaya başlar. sahildeki ilk iki müstahkem mevzi olan geri tepmesiz topçu mevzileri hemen isabet alarak safdışı kalır. ağır makineli tüfek ateşi de başlayınca sahil çok büyük baskı altına düşer. ancak rumlar ateşi o denli yoğunlaştırıp işgal gücünü kumsaldan atamazlar. türk piyade taburu yarı intihar yarı kahramanlık gösterisiyle sekiz adet m113 zırhlı personel taşıyıcı ve bunların tepesindeki 12.7mm uçaksavarların desteğinde karşı saldırıya geçer. tabii olacak bir şey değildir bu. t34/85 tankları personel taşıyıcıların ikisini havaya uçurur. mevzileri koruyamayacaklarını anlayınca girne istikametine doğru savaşarak çekilmeye başlarlar. çıkarma birlikleri bu esnada kıyıbaşından bir kilometre batıya açılarak cepheyi bir miktar genişletir ve kafalarını doğuya çevirirler. o noktadan sonra da tutulmaları mümkün olmaz. beş t34 tankının dördü imha edilir diğeri ise rum 251. taburun karargahında motorları çalışır halde faal olarak ele geçer.

    aynı sıralarda türk hava kuvvetleri sahneye çıkar. girne bölgesinde hedef olabilecek ne varsa f100d uçakları strafe dalışları yaparak top ve roketle saldırırlar. özellikle kokkinotrimithia'da konuşlu rum ulusal muhafız üssü yoğun ateş altına alınır. burada iki ingiliz hibesi marmon zırhlı aracı ile bir adet daimler dingo ifv isabet alır. girne stadyumunda (nedense) bekletilen sovyet yapımı btr-152 zırhlı personel taşıyıcıları da türk pilotların dikkatini çeker ve stadyuma da tepeden ateş ederek ikisini berhava ederler.

    girne - boğaz arasına dönersek rumlar bu esnada kıyıbaşının susturulması operasyonuna yoğunlaşmaya başlarlar. boğaz maki giorgalla istikametinden gelip sahil menziline giren rum çekili topçusu 12 adet 25 funtluk qf ile sahile indirekt ateş etmeye başlar. bu topçuyu savunmak için altı adet alçak irtifa 12.7mm ve 14.5mm uçaksavar da getirirler. türk saldırısı çığrından çıkıp girne yolu istikametinde durdurulamaz bir şekilde ilerlemeye başladığında çekili topçu güvenli bir mevziye çekilmeye çalışır ancak bunu yapacak traktörleri yoktur. iki adet topu taşıyamayıp (hasar da veremeyip) faal halde türklerin insafına bırakırlar. yolda da traktör uçaklardan kaçmaya çalışırken yol kenarındaki bankete yuvarlanarak iki topu daha kullanılamaz hale getirir. çekili topçu taburu kalan iki topuyla sen pavlos müstahkem mevzine yerleşerek sahile doğru 12 kilometrelik uzun indirekt atışlarına başlar. ancak 1974'te korditli (bkz: cordite) ikinci dünya savaşı mühimmatı kullandıklarından namlu ağız alevleri ve çıkan dumanlar türk keşif unsurlarınca kolay görülmektedir. başarılı bir atış yönlendirme ile lapithou tarafından saldıran f100 ve f104 uçakları tarafından rum topçusu ağır hasar alır. üstüne girne sahilindeki deniz kuvvetleri filotillası da ağır silahlarını bu koordinata çevirdiğinde rumlar indirekt ateş desteğinden mahrum kalırlar.

    antitank operasyonunda ise rumlar karavas girne arasında onsekiz adet 57mm antitank topu yerleştirirler. ancak sadece 12 traktör ile çekilmesi ve yerleştirilmesi hayati önemli olan direkt top desteğini de büyük tehlikeye atarlar. türk uçakları karavas'ı saat 05:15'te dövmeye başladığında üssü terkedip güvenli mevkiye çekilirler, topları da ikili üçlü bağlayarak kayıpsız olarak hava saldırısını atlatırlar. panagron mevkiine ulaştıklarında antitank topçusu buradaki türk öncü hatlarına ve beş mil sahilinde ikmal çıkarmakta olan türk gemilerine direkt atışa başlar. çıkarma gemileri altı - sekiz isabet alınca ikmal operasyonunu hemen keserek geçici olarak açık denize tornistan eder. bu 191. rum topçu taburu belirtmek gerekirse çıkarmadan 4 gün önce ani başlayan bir orman yangınında malzeme ve mühimmat kaybetmiş ve toparlanmak için zaman kollarken kafalarına çıkarma yemişlerdir.

    daha güneyde sabahın ilk ışıklarında türk uçakları görülmeye duyulmaya başlanır. türk yerleşimciler ilk etapta bunların bombardımana geldiğini düşünüp telaşa düşer ancak gökyüzü bir anda paraşütçülerle dolar. hava indirme tugayı nispeten başarılı bir şekilde gönyeli'ye iner ve tugayın bir taburu çıkarmadan önce o bölgede konuşlanmış türk alayının batısını hemen korumaya alır. diğer taburlar da ağır silahlarını beklemeden dikomou (dikmen) ve bozdağı istikametinde hücuma geçer. aynı anda komando tugayı da helikopterlerle st. hilarion ve beyaz ev bölgelerine indirilir. bu tugayın bir taburu st. hilarion - doğru yol yönünde, diğer taburu ise beyaz ev - zeytinlik - girne hattında daha yavaş ilerleyerek kıyı başıyla birleşmeye çalışıyordu. saat 11 sıralarında da birleşmek üzereydi.

    20 temmuz öğleden sonrası ve gece saatleri tüm kıbrıs harekatının en çetin çarpışmalarına sahne olacaktı. bu noktada savaş alanı şu görünümdeydi.

    girne - girne boğazı - gönyeli - ağırdağ ve ortaköy arasından lefkoşa kuzey sınırına kadar türk kontrolü kesinleşmiştir. inen ve çıkan birlikler rum karşı saldırısı gelmeden cepheyi biraz daha açmak istemektedir. çıkarma ve hava indirme bu aşamada beklenenin üzerinde bir sürpriz etkisiyle gerçekleştiğinden moral de oldukça yüksektir. gönyeli "cebinde" 3800 piyade, 650 paraşütçü ve 1000 tmt gerillası kuzey güney istikametinde operasyonları sürdürmektedir.

    rum güçleri aynı anda toparlanmaya çalışmaktadır ama kötü yakalanmışlardır. rum ulusal muhafızlarının 326. ve 306. piyade taburları öğlen saatlerinde özellikle de kıyıda nitelikli bir savunma ortaya koysalar çok büyük zayiata ve kaosa sebep olabilecekken bu önemli rolü üstlenemezler. lefkoşa'dan girne istikametine karşı saldırı yapsın ya da en azından güçlendirsin diye gönderilen rum 281. ve 286. mekanize piyade taburları (ve bunların 3 de tankı) kontemnos köyünde duraklarken türk uçakları tarafından çok feci saldırıya uğrar. cayır cayır düşman (türk) hava üstünlüğünün olduğu bir ortamda çok acemice davranarak zırhlı intikali güpegündüz gerçekleştirmektedirler. bunun sonucunda da türk jetleri altı zırhlı personel taşıyıcıyı mürrettebatıyla beraber yok eder. 286. mkz p. taburunun komutanı yarbay georgios boutos araçlarını kurtarmaya çalışırken bir türk f100d uçağından atılan mk82 bombasının tam aracın üzerinde patlamasıyla feci şekilde ölür.

    morphou/güzelyurt istikametinden girne'yi desteklemesi için yola çıkan rum 316. taburu ise türk komandoların yolda feci bir pusu kurmasıyla ağır zayiat verir. komandolar tank mayınları, altı adet mg3/m1918a6 makineli tüfek ve bir geri tepmesiz top ile savaşa yetişmek için harıl harıl yardıran rum nakliye koluna girişir. ilk cayırtı koptuğunda 38 ölü yaralı veren rumlar şaşkınlığı üzerinden zor atıp savunma pozisyonuna geçerler. o sırada rum 316. tabur 286. taburdan arta kalanları bünyesine katmış 3 adet t34/85 tankı da beraberlerinde getirmişlerdir. tank desteği gelince türk komandolar geri çekilmek zorunda kalır.

    rum ulusal muhafızlarından kurmay yarbay konstantinos boufas zırhlı bir nakliye koluyla girne'nin batısına farklı bir yoldan ulaşır. amacı da karşı saldırıyı organize etmek ve bir batı cephesi oluşturarak türk savunma hattının yüzünü batıya dönmesini sağlamaktır. hava üstünlüğüne karşı yapabilecekleri az olduğundan gece saldırmak ister. elinde hazır bulunan bütün kuvvet 316. 281. 286 piyade taburları ile bir antitank timi ve üç de t34/85 tankıdır. hakkını vermek gerekirse saldırıyı büyük bir sürpriz etkisiyle ve başarıyla uygular. kıyı hattını tutan türk birlikleri aniden gelen ve beklenmedik yoğun ateş ve düşman piyadesinin sızması sonucu 120 metre kadar geri çekilir. ancak bu da hızlı bir karşı saldırıya zemin oluşturur. yarbay boufas'ın birlikleri oldukları yerde yatarak çarpışmaya başlarlar. tanklardan biri antitank roketiyle isabet alır ve paletlerini kaybeder. hemen ardından gelen bir başka geri tepmesiz top mermisi tankın sürücü kapağından sekerek kule alt sahanlığına seker ve oradaki rulman hattını kırar. mürettebat tankı şu şekilde terketmiştir. rum 306. taburu da savaşa o anda geç de olsa dahil olmuştur ama çatışma üzerinde ciddi bir etkisi olmaz. aynı anlarda silahlandırılmış rum siviller olan "pantazis" de güneyden çatışmaya dahil olur ancak türk piyadesini yerlerinden edemezler. o gece 50. piyade alayı komutanı karaoğlanoğlu çatışırken sevk ve idareyi sağladığı villaya m20 bazuka isabeti sonucu oldukça feci şehit olmuştur. rum kaynakları özellikle de savvas vlassis, atilla operasyonu kitabında karaoğlanoğlu'nu öldüren bazukanın türk tarafından ateşlendiğini ve albayın dost ateşiyle öldüğünü yazar.

    20 haziran 1974 günü lefkoşa hattı

    sabah 6 sıralarında gönyeli'ye inmekte olan türk hava indirme tugayının (sanırım) 1. taburunun birinci bölüğü gönyeli ovasını hafif aşarak lefkoşa sınırında mia millia'ya iner. talihsizlik de o ki gönyeli'yi girne'ye ulaşmak için aradan çıkarmaya gelen rum ulusal muhafızların tam kafasına denk gelirler. rum kaynaklarına* göre inen 120 mevcutlu 1. bölük 93 ölü yaralı ve bir esir vermiş, kalanlar türk hatlarına çekilmiştir.

    saat 07:30'da adadaki yunan alayının 550 askeri, rum ağır tank taburunun 19 tankı ve bir rum ulusal muhafız taburuyla birlikte lefkoşa gönyeli arasında toplanırlar. gönyeli girne'ye giden yolun üzerinde bulunduğundan girne bölgesini desteklemek için mutlaka elde tutulması elzem çok stratejik bir noktadır. ancak bunu türk ordusu da iyi bildiğinden burayı geçilemez bir şekilde tahkim etmiş bulunmaktadır. zaten türk alayının çıkarmadan önce burada konuşlanmış olması da bu yüzdendir. alayın antitank siperleri, makineli tüfek yuvaları ve beton koruganlar ile kuşatmaya hazırlanmış bir hali vardır. yunan ve rum karma kuvvetleri taarruzlarını klasik bir topçu bombardımanıyla açar. gönyeli türk alayının yönlendirmesiyle türk hava kuvvetleri hemen strafe dalışına başlar. saldıran dört uçağın toplar ve bombalarla geçişi sonrası rum topçusu afallar ancak sonra şaşkınlıklarını üzerlerinden atıp mevzilerine dönerler. yunan havan timleri hava üstünlüğünün olmadığını iyi bildiklerinden top ateşi başlayınca gri duman mermileri de sallayınca 1960ların teknolojisiyle uçan f100d pilotları hedefleriyle görsel temas kuramaz. atışları isabetsiz hale gelir.

    hava saldırısı kesildiği zaman rum ulusal muhafız bölüğü tank desteğinde koordineli bir piyade hücumuna geçer. ancak bu da kendileri için felaket olur. iki t34/85 türk topçusu tarafından direkt atışlarla safdışı kalır. bir üçüncüsü de antitank siperine düşerek çıkamaz ve mürettebatı tarafından terk edilir. bu sırada arka planda hava indirme tugayının diğer taburları gönyeli ovasına inmeyi sürdürmektedir.

    daha güneyde lefkoşa içlerinden kuzeye doğru gönyeli'ye çıkmakta olan 185. rum mekanize piyade taburunun topçusu 12 adet 25 funtluk qf topunu da olay yerine getirmektedir. toplar açılıp ilk mermilerini gönderemeden orta irtifadaki f100'ler tarafından görülürler. stuka gibi neredeyse vertical dalan bir f100 bütün roket mühimmatını top bataryasına yollayınca top mühimmatının da ateş almasıyla rumlar beş top ve 6 askeri büyük bir patlamada kaybederler. batarya komutanı üsteğmen diakos takla atan bir topun altında kalarak feci şekilde can verir. nitekim rumlar topları kurmuşken namlu başına üçer mermi he görevi de yapar ve ardından tüm taşınabilecek topları makedonitisas manastırına çekerler.

    rum 184. piyade taburunun topçusu da türk hava saldırıları altında makedonitisas'a toplarının yarısını kaybederek, üç asker de zayiat vererek gelir. bu iki topçu bataryası gönyeli türk alayının karargahını vizörlerinde sıfırlayarak atışa başlar. bir türk hava saldırısı yeseler de siperlerin derin olması yüzünden kayıp vermezler.

    bu esnada 15 tankları kalmış olan yunanlılar güneybatı istikametinde çarpışarak çekilmektedir. yeni savunma hatlarına yerleştiklerinde 361. ve 369. taburları 15 dakikalık bir dinlenmeye alarak rum ulusal muhafızlarından destek ister. o akşam saat 18:00'de rum ulusal muhafızların doğu ve batıdan, yunan alayının da tanklarıyla güney ve güneybatıdan hücum etmesi planlanır. ancak yardıma gelen rum 399. tabur yolda tmt milisleri tarafından pusuya düşürülür ve çok gecikir. geldiğinde de kimseyi beklemeden kendi başına doğu istikametinden karargaha saldırıya geçer. büyük zayiat verip geri çekilir ve gönyeli üzerindeki genel baskı bu noktada hafifler.

    20 temmuz günü adanın diğer bölgeleri

    çıkarma haberi gelince adanın en güneyinde bulunan ve bir türk gücünün tamamen nüfuzu dışında kalan limasol kentindeki türk mahallesi saat 10:00 sıralarında 450 kadar eoka-b mensubu askerin saldırısına uğrar. bunlar aslen (kağıt üzerinde) 203. piyade ihtiyat taburuna bağlıdır. limasol türk yerleşim noktasında 1000 kadar silahsız ya da çok hafif silahlı yerleşimci bulunmaktadır. aynı anda limasol'un batısında avdimu kasabasındaki türk yerleşimciler de baskına uğrar. adanın yerlisi olan türkler savaş esiri muamelesi görerek limasol stadyumuna koyulurlar.

    saat 17:00 de yunan tank çıkarma gemisi hs lesvos baf'a ulaşır. yunan bandırasına rağmen güvertedeki 40mm bofors topunu tmt mevzilerine çevirerek yoğun ateş altına alır. aslen gemi adadaki yunan alayı askerlerinin rotasyonu için gelmiştir ama savaş koşullarını görünce gemideki 450 yunan askerini baf'a bırakıp adadakileri de almadan hemen açık denize fıyar. hs lesvos'un orada olması türk plan subayları için küçük çaplı bir şok olacaktır çünkü çıkarmadan 12 saat sonra yunanistan'ın adaya asker çıkardığı haberi tmt telsizlerinden ankara'ya iletilecektir. genelkurmay hemen 3 adet fırkateyni olay yerine daha büyük çıkarma operasyonlarını engellemesi için yollayacak bu da daha ileri bir seviyede kocatepe faciasına yol açacaktır.

    saat 18:00'de bm güvenlik konseyi 353 numaralı kararını oy birliğiyle alır. 22 temmuz saat 16:00'da ateşkes koşullarının uygulanması taraflardan istenir.

    gece saat 22:00'de baf bölgesindeki hırpalanmış tmt güçleri teslim olduklarını bildirirler. ağır silahlardan yoksundurlar ve orası da şanslarına yunan ordusunun bizzat güçlü olduğu noktadır. bunun yanısıra gazimağusa/famagusta'daki tmt birliği şehrin iç duvarlarına mevzilenerek bir kuşatmaya hazırlık yapar.

    saat 23:00'de rum/yunan karma komandolar ağırdağ / lefkoşa'daki türk yerleşiminin hemen kuzeyinden bir gece saldırısı başlatır. amaçları beşparmak/pentedaktylos dağ sırasının lefkoşa istikametinde geçişe imkan veren tek noktası olan boğazı kapatmaktır. 31. ve 33. komando bölükleri batıdan 32. ve 34. bölükler doğudan saldırıya geçer.

    21 temmuz 1974

    çıkarmadan tam bir gün sonra kıyıbaşında çatışma kalmamıştır. kıyıbaşının tutulması da çıkarma harekatının bir numaralı mihenk taşı olduğu için mersin limanında bekleyen ikinci dalga askerler harekete geçerler.

    yunan tank çıkarma gemisi hs lesvos'un açık denize kaçışından sonra türk hava kuvvetlerine bölgede bir yunan donanmasının görev gücü (task force) olduğu bilgisi iletilir. tabii o yıllarda istihbarat alındısı, teyid ve onay gibi hususlar merkezi bir idareden yönetilmemektedir. telefonu açıp kendisini genelkurmay deniz istihbarat dairesinden gibi tanıtan bir bakkal da işleme istihbarat alındısı koyabilmektedir. internet intranet gibi şeylerin çıkmasına daha 25 yıl vardır. hava kuvvetleri istihbaratı teyid için genelkurmayı arayarak bölgede bir rum/yunan deniz görev gücü olup olmadığı yönünde teyid ister. hs lesvos'un varlığı yüzünden bu teyit edilir. nitekim tek bir gemi görev gücü değildir. bu karşı istihbarat çalışmasını rumlar yapmışlardır. üç fırkateynin akdenizde ls lesvos'u aradığını haber alıp türk hava kuvvetlerine bir yunan görev gücünü haber verip şanslarını denemişlerdir kısaca.

    hava kuvvetleri teyidi alınca 28 uçaktan oluşan bir gemi avlama filosu bir araya getirerek bunlara o yıllardaki hava kuvvetleri cephaneliğinin izin verdiği en masif mühimmatları takar. anti gemi füzeleri henüz sınırlı kullanımda olduğundan mk82 ve 15 temmuz'da darbe gecesi polis özel harekat bahçesini vuran mk84 bombaları ve zırh delici 20mm top mermileri uçaklara yüklenir. bunlar da iki uçuş kolu bir araya getirerek akdenizdeki yunan görev gücünü aramaya giderler. gerçekten de üç gemilik bir görev gücü bulurlar.

    aslında bunlar lesvos'u arayan türk adatepe, kocatepe ve mareşal fevzi çakmak fırkateynleridir. üç gemi de aynı anda saldırıya uğrar ancak yarbay güven erkaya'nın komutasındaki kocatepe çok ağır yaralanır. 55 şehidin olduğu gemide kurtarma çalışmaları fayda vermeyince kocatepe'de gemiyi terk emri verilir. lastik botlarla akdeniz'in karanlığında sürüklenen tcg kocatepe mürettebatından bazı denizciler paniğe kapılarak bir drama daha sebep olurlar. güven erkaya'nın ısrarlarına rağmen ana tahlisiye botlarından palamar çözerek iki üç botla karaya doğru kürek çekerler ve kendilerini bir daha gören olmaz. güven erkaya ve onun etrafındaki lastik botlar sabaha doğru bir israil balıkçı teknesi tarafından görülür ve kurtarılır. bunlar haifa limanına götürülerek oradan türkiye'ye dönüş yaparlar. hatta 1996 yılında da erkaya deniz kuvvetleri komutanı olduğunda balıkçıya vefa borcunu kendisini onur misafiri olarak türkiyeye davet ederek ödemek istemiştir. (edit : @guru burada kurtarılma hikayesini oldukça detaylı yazmış)

    istihbarat çalışmasının sorumlusu olan rum donanma komutanı yarbay papayiannis kocatepe saldırısının gerçekleştiği sıralarda karava taraflarında türk çıkarmasının boyutları hakkında malumat edinmek ve gözlem yapmak için 80 rakımlı bir tepeye çıkar. türk paraşütçüler kıyı başına çıkan "bir eşşeğin geçebileceği" her noktaya pusu atmışlardır. eşşeğin başının bir jiple farları kapalı olarak rum istikametinden geldiğini görünce hiç tereddüt etmeden jipi ve ardındaki kamyonu feci bir yaylım ateşine alırlar. yarbay papayiannis boğazından giren bir g-1 mermisiyle ağır yaralı halde jipin içine düşer. ardından rum eoka komandoları ile türk paraşütçüler arasında feci bir hesaplaşma yaşanır. iki tarafın da epey ölü yaralı verdiği o gecenin sonunda rumlar istihbarat konusunda yetenekli bir komutanı harekatın ikinci günü kaybederler.

    21 temmuz boyunca sahil ve gönyeli kısmındaki operasyon şu şekilde tezahür etmiştir.

    aynı akşam yunanistan'da hüküm süren albaylar cuntası kıbrıs'a direkt operasyon yapamayacaklarından gizli bir silahlı gücü adaya gönderme kararı alırlar. bir piyade bir komando ve bir ağır tank taburu rethymnon feribotuna yüklenerek pire limanından alelacele çıkar. gemiye limanda sağdan soldan atlayan eoka destekçisi aşırı sağcı yunanlıların da doluşmasıyla bir tugay seviyesinde birliği yunanistan yola çıkarır.

    21 temmuz girne ve lefkoşe hattındaki durum

    21 temmuz akşamı yunan genelkurmayı bakar ki işler çok da iyi gitmiyor. adaya gizli bir hava taşıma operasyonu için düğmeye basarlar. girit souda üssünden bir tabur daha yunan komandosu noratlas nakliye uçaklarıyla lefkoşe'ye o anlarda cehennemin kapısına yollarlar. rum ulusal muhafızlar da çıkarmadan bu yana oldukça asabi olduklarından (ve sürekli hava saldırısı yediklerinden) bu uçaklara uçaksavarla ateş açarlar. bir nakliye uçağı içindeki 29 asker ve mürettebatla beraber havaalanının apronuna çakılır. diğer uçaklar da delik deşik olur. rumlar hatayı anlayıp ateşi kestiklerinde uçaklar ancak havaalanına inebilir. iner inmez de komandolar savaşa sürülür.

    girne'de rum 251. piyade taburu trimithi köyüne ulaşarak burayı savunmaya başlar. 241. ve istihkam taburları da girne'nin doğusuna ilerlerler. istihkamcıların emri o noktada sahili mayınlamak ve yeni çıkarma alanlarına engel olmaktır. ağırdağ-lefkoşa geçidinde ise rum dağ komando taburu geçidi akşam karanlığında kapatmıştır. ama buradan bugün dahi neden olduğu pek bilinmeyen sebeplerle agios pavlos istikametine doğru yollanmışlardır. rum 187. topçu taburu bu sırada hava saldırılarında çok yıpranmış bir halde (12 topundan sadece 4'ü çalışır vaziyettedir) bulunduğu gerolakkos yükseltisinden gönyeli türk yerleşimine indirekt atışlar yapar. daha sonra topları 180 derece döndürüp sen hilaryon kalesin mevzilerini de bombalarlar ancak bu da çok büyük etki yapamaz.

    vakit ilerledikçe bazı rum ulusal muhafız güçleri bellapais'e birleşmiş milletler bayrakları ile ilerlerler. burada bm barış gücüne bağlı bazı finli askerleri esir almışlardır. daha sonra bellapais'deki ulusal muhafız karargahı türk hava kuvvetleri tarafından napalm ile yok edilir.

    savaş lefkoşa'ya saat 6:30 gibi ulaşır ve burada şehrin eteklerindeki ledra palas otelinde mahsur kalan 385 turist için rumlar ve türkler arasında 4 saat süren bir ateşkes yapılır. saat 11:00'de ateşkes otelde rum güçlerinin görülmesiyle birdenbire bozulur. ortalık bir anda cehenneme döner, otel de 81mm havanların her tarafa isabet etmesiyle büyük hasar alır.

    21 temmuz 1974 günü adanın geri kalanında durum

    saat 6:00'da limasol'deki türk direnişi büyük oranda kırılır. 1000 kadar yerleşimci ve türk askeri de esir olur. pileri havarisindeki türk köyleri de aynı akibete uğrar.

    larnaka'da ateşkes ile ilgili görüşmeler sürerken bir anda silahların patlamasıyla feci bir çatışma başlar. o bölgede türk yerleşimciler ve tek tük türk askeri varlığı ağır silahlardan tamamen muaf kaldığı için ağır havanlar ve uçaksavarlar kullanan rum ulusal muhafız ve eoka-b milisleri saat 10:30 civarında türkleri esir almıştır.

    22 temmuz 1974

    girne bölgesi'nde durum

    ilk çıkarmadan iki gün sonra türk genel kurmayı daha ağır teçhiz edilmiş ve daha kalabalık olan ikinci dalga işgal gücünü kıbrıs'a beş mil / pentemilli sahiline çıkarır. bora görev gücü adı verilen bu ikinci dalga da bu arada bora ben diyerek kıbrıs'a çıkar. tuğgeneral hakkı borataş komutanlığındaki bu tugayda bir tank bölüğü ve bir mekanize piyade bölüğü bulunmaktadır. 50. alay ile birleştiğinde yaklaşık 30 tank ve yüzden fazla hafif zırhlı araç (zpt) sayısıyla türk silahlı kuvvetlerinin adadaki demir yumruğu haline gelmiştir. bu yumruğun da öncelikli hedefi girne'dir.

    hakkı borataş tugayı ile girne'nin güneyinden geçerek beşparmak boğaz geçişini zorlamak ile girne'yi zorlamak arasında kalmıştır. boğaz kesiminden direkt antitank topları ateşe başlayınca ve ilk isabetler tanklara çarpmaya başladığında çoğunluğu m48 tanklarından müteşekkil bora özel kuvveti girne'nin dar sokaklarına dalar. girne'ye bu kadar tereddütsüz ve sert bir saldırı beklemeyen rumlar ön hatta 33. komando, 306. ve 251. piyade taburlarını koymuştur. bunların da antitank kabiliyet ve mühimmatları çok sınırlıdır. çok müşkül bir halde telsizle yardım isterler ancak yardımın mahiyeti telsizle belirtilemez ya da araya kaynar. 241. piyade taburu da girne sokaklarına girip cayır cayır mermi kusan tankların önüne geçince bir kıyım yaşanır. rum savunma hattı girne'de büyük bir bozguna uğrayarak şehrin içlerine ve doğusuna doğru bölük pörçük çekilmeye başlar.

    belirtmek gerekirse de bora özel kuvvetinin beş mil sahilinden girne'ye yaptığı zırhlı sprint iki adet oynak savunma hattını da geçmiştir. rum 33. komando'nun mobil unsurları jiplerin tepesindeki geri tepmez 106mm topları kullanarak iki tankımızı safdışı bırakır ve bunlar ustaca kamufle olduğu için kaçarlar. 241. piyade taburu da girne sokaklarında bir m47 tankını m3 shmel roketiyle durdurur. girne türk silahlı kuvvetlerine 5 tank ve 23 şehide mal olur. rumlara ise kuzeydeki en büyük liman'ın kaybı anlamına gelmektedir. kıyıbaşı'nın artık gemi getirip indirecek bir iskelesi ve liman tesisleri vinçleri vs vardır. rumlar girne'yi çalışır halde terketmiştir yani.

    girne'ye giren bora özel kuvveti şehrin içinde ikiye ayrılarak kuzeydeki kontenjan yeni bir indirme plajını güvenlik altına almak için dümdüz sahile bastırırken güney ve doğuya açılan kontenjan boğaz geçişine doğru yönelir ve buradaki hava indirme birlikleriyle buluşarak gönyeli ile ilk kez kıyıbaşının kesintisiz bağlantısını sağlar. ancak tanklar ikmali zor gerçekleştirilen benzini tamamen tükettiği için (benzin nerde? - tank içti sorunsalı) borataş girne çıkışında sıkıntılı bir şekilde beklemek zorunda kalır. daha sonra kendi dahiyane çözümüyle onun da üstesinden gelecektir. çıkarma gemilerine tam dolu tanker kamyonlar yükleterek girne'ye çıkartır ve tankların dolumunu bunlarla yaparlar. oysa klasik ikmal metoduyla deniz tanker gemisi gelse bunların boşaltılması vs daha bir 7 saat sürecektir. borataş tank savaşını bu anlamda iyi çözmüş bir komutandır. bir buçuk saat içinde ikmal bitirilerek tank desteğindeki bora görev kuvveti doğuya ve güneye yönelir. burada tankın üzerinde sevk ve idare ederken rum keskin nişancıları kendisini tespit eder. ilk atışları tankın kulesinden seker ve yanından vızıldayarak geçer. o anda borataş kendisine nişan alındığını farkeder ve ayaklarını kuleden dışarı çekerek tankın yanından yere atlamak ister. ikinci mermi sol kalçasından girerek iki baldırını da delerek çıkar. kendisi ağır yaralanır. yarasına ayaküstü baktırırken emir ve komutayı bayılana kadar sürdürür. kurmay başkanı binbaşı gürlüoğlu'da yanındaki tankta çenesinden vurulmuştur. girne güney çıkışında saat 14:00 sularında çeşme başında bora görev kuvvetinin heyet-i zabitanı sıhhiye erleri ve bir doktor asteğmenin nezaretinde açık havada tıbbi yardım almak zorunda kalırlar. zira şehrin genelinde tek tük de olsa çatışmalar sürmektedir. güvenli bir yer bulamazlar. ilerleyen bir saat içinde rumlar son mevzilerinden de tank desteği, hava saldırıları ve komando tugayının ileri atılması ile sökülürler. saat 15:00 sularında da kıyıbaşı ve lefkoşa arasında türkleri tutacak bir birlik kalmamıştır. girne'deki son yunan bayrağı türk eline geçer.

    kolordu komutanı nurettin ersin paşa bu sırada ortalarda pek görülmez. akşam 18:00'de bedrettin demirel paşa kendisini boğaz sancak karargahının bodrumunda rütbeleri sökülmüş ve odanın köşesinde kafasında çelik başlığı olduğu halde bulur. demirel'in kendi hatıratında "benzi uçuk, sesi kısıktır". kendisine girne'nin düşürüldüğü, borataş ve kurmay heyetinin ağır yaralı olduğu kendisine iletilir. telefon hiç durmadan çalmakta ve tabur komutanları aralıksız bir şekilde tank desteği istemektedir. nurettin ersin, bedrettin demirel'e bakarak hoşgeldin der ve başka hiç birşey sormaz ya da söylemez. organizasyon yönü kuvvetli askerlerin cephe operasyon karargahında da kuvvetli olması her zaman vukua gelen bir şey değildir. nurettin ersin harekattan sonra girne limanında genel kurmay heyetini karşılarken de üniformasında rütbesi sökük olarak bulunacaktır. "ben savaş gördüm" ile "paşayım ben rumlar görüp vurmasalar bari" arası bir mesaj verecektir.

    23 temmuz 1974

    yunan 35. komando taburu kıbrıs'ın kuzey sahilleri türk eline artık geri döndürülemez bir şekilde geçtiğinde lefkoşa içinde tam mevcutlu ve dinlenmiş bir halde kalan tek güç olarak kalır. tabur 3 komando bölüğü ile hemen lefkoşa havaalanına gitmesi için emir alır. lefkoşa havaalanı türklerin eline geçtiğinde adadaki en büyük hava alanını rumlar kaybedecek, türkler 3 kilometrelik devasa bir pist kazanarak hava indirmelerini bir hava ikmal köprüsüyle değiştirebilecek, helikopterleri için muazzam bir üs elde edecek ve hava-yer / cas operasyonları için burası kullanıldığında sorti aralıkları 8 dakikaya kadar inecektir. bir anlamda kıbrıs'ın ölüm kalım noktasıdır burası. havaalanını savunan bu esnada bir bölük rum komando, 175 kişi kadar havaalanının kendi paramiliter güvenlik gücü, 5 kadar hafif zırhlı m8 greyhound zma vardır.

    türk komandolar iyi savunulduğu bilinen tesislerin zayıflığını bulmak için probe bir saldırı düzenler. ancak havaalanı terminalleri birbirini kesen makineli tüfek ateşiyle korunduğundan ve ağır silahların geniş açıklıklarda üstünlüğünden dolayı durdurulurlar. komandolar geçemeyince havaalanı türk hava indirme tugayının getirip kurduğu 81 ve 110mm havanlar ile dövülmeye başlanır. rumlar terminal binasına roketatar da istiflediğinden flank saldırısı yapmak isteyen iki m47 tankını da orta menzilden sakatlamayı başarırlar. türk saldırısı duraklayınca rumlar türkleri püskürttüklerini zafer kazandıklarını sanar ancak saldırı yenilenince deliye dönerler. roketatarlara fosfor başlıkları takarak birleşmiş milletler güçlerinin üslendiği kampın yanındaki (türk birliklerine de 120 metre mesafedeki) çalılık koruluk alanda yangın çıkarırlar. birleşmiş milletler güçleri de saldırı kendilerine yapılıyor sanarak mavi bayraklarını açar ve bm tarihinde ender görülen bir ilerleme harekatına girişirler. bm komutanı kanadalı bir yarbaydır ve savaşan iki gücün bildik anlamda arasına girerek etten duvar yaparlar.

    lefkoşa havaalanı o günden bu güne birleşmiş milletler güçlerinin ana karargahı haline gelmiştir. terminal binası 1974'ten bu yana hiç dokunulmadığı için bir zaman tüneli gibidir. resim 2 , resim 3

    havaalanı çevresindeki çatışma sürerken ateşkesin ilan edilmesiyle attila 1 operayonu sona erer.

    operasyonlar neticesinde girne limanı türk kontrolüne girer. bülent ecevit 25 temmuzda yaptığı açıklamayla resmi rakamları 57 şehit, 184 yaralı ve 242 kayıp olarak verir. tcg kocatepe'nin mürettebatı kayıp nevinden sayılmıştır.

    `yunan cunta hükümetinin düşmesi ve barış görüşmeleri`

    23 temmuz 1974'te kıbrıs'taki genel durum (yunanlılar açısından) o denli kötüdür ki albaylar cuntası ülkeyi bir arada tutamaz olmuştur. cuntacı albayların ülkeden kovduğu ve/veya kendi isteğiyle sürgüne gitmiş olan politikacılar da birbiri ardına yunanistana dönmeye başlarlar. 24 temmuz'da konstantin karamanlis paris'ten döner ve başbakan olarak yemin ederek göreve başlar. yunanistan'ın kıbrıs yönetimi yanında savaşa girmemesine karar verir. neden diye soran şoka uğramış gazetecilere bugün dahi kıbrısla ilgili her sorunda yunanlıların diline pelesenk olacak kısa bir cevapla özetlemiştir kararını. "çünkü kıbrıs uzak" demiştir. bu nedenle hayatı boyunca yunan halkının gözünde hain olarak yaftalanmaktan kurtulamamıştır. netekim kıbrıs atinaya hakikaten uzaktır.

    ilk barış görüşmeleri cenevre'de 25-30 temmuz 1974'te başlar. ingiliz dışişleri bakanı james callaghan ingiltere'nin hala nispeten tarafsız garantör olması sebebiyle yunanistan ve türkiye'yi masaya çağırır. türk heyetini dışişleri bakanı turan güneş, yunan hükümetini de glafkos klerides temsil etmektedir. orada da ön şart olarak türk askerinin attila 1 ile elde ettiği girne gönyeli lefkoşe ile beş mil sahilinden oluşan t biçimindeki koridorun (veya nurettin ersin'in deyişiyle y***ak şeklindeki bölgenin) genişlememesini öne sürerler. bunun yanısıra işgale uğramış olan türk yerleşim birimleri derhal yunanlılardan arındırılacak ve gerçek barış görüşmeleri kıbrıslı rum ve türklerin masaya oturmasıyla başlayacaktır. ingiltere 1960 anayasasının devam etmesi ile ilga edilmesi arasında kararsızdır. başkan yardımcısı (dr. fazıl küçük) nın fonksiyonunu sürdürmesini yararlı bulmaktadırlar. ancak iki farklı etnik grubun kendi liderlerini çıkarması ve otonomiye sahip olmasının da pratik faydalarını es geçemezler.

    belirtmek gerekirse türk işgali dünya kamuoyunun bu noktaya kadar sempatisini ve hayranlığını kazanmıştır. ultra milliyetçi sampson ve cuntayla yönetilen yunanistan'a nazaran türk yönetimi batılı gözlemcilerin perspektifinden daha modern ve erdemli görünmekte ve öyle de gösterilmektedir. ancak operasyon artık başarılı olmuş eoka-b ve uzantıları devlet kademelerinden inmiş hatta yunanistan'ın cuntacı albayları bile dağılmıştır. adada ve yunanistan'da demokrasi kağıt üzerinde tekrar tesis olmuştur. işte o noktadan itibaren sempatinin ibresi kıbrıs yönetimine, yunanistan'a ve makarios'a kaymaya başlar.

    ilk konferans bu isteklerin üzerinde durulması ile sonlanır. ikinci konferans ise 14 ağustosta toplanır. türk heyeti bu toplantıda federal bir devlet kurulması yönünde baskı yaparlar. bunun da üzerine birbirine ait nüfuz bölgeleri ve polisi olan ancak haritada yeri belli olmayan bir öneri getirirler. daha da üstüne iki federe devlet arasında aynı türkiye ve yunanistan'ın 1922'de yaptığı gibi bir nüfus mübadelesi yapmasını şart koşarlar. dahası bu şartların kabulünü türkiye hemen ister. glafkos klerides atina ve rumlar ile bunu görüşmek için 36 ila 48 saat arasında makul sayılabilecek bir süre ister. ancak türk heyeti makarios ve "işbirlikçilerinin" bu süreyi tahkimatlarını güçlendirmek için harcayacağını söyleyerek reddederler. görüşmeler kesilir. türkler taksim istemektedir. rumlar ise istememektedir. ingiltere ise orada ne işi olduğundan çok emin değildir. masadan da barış çıkmaz haliyle.

    ikinci barış harekatı 14-16 ağustos 1974

    turan güneş görüşmeler sonuçsuz kalınca hemen odasına geçer ve telefonla bülent ecevit'i arar. dışişleri bakanı daha önceden kararlaştırdıkları üzere şifreyle harekatın devamı önerir. ayşe tatile çıksın der. telefon dinleniyor bile olsa şüphe çekmeyecek bir sözdür çünkü kendi kızının adıdır. yakın tarihimizin en iyi bilinen ayşelerinden olan ayşe güneş ayata bugün hayattadır.

    ikinci harekat başlayana kadar türkiye adaya deli gibi asker yerleştirmiş iki yeni tümen ve altı tank taburuyla yıpranmış rum ulusal muhafız ordusunun dayanamayacağı bir güç bir araya getirmiştir. harekat başlayınca da isteksiz görünen rumların mevzileri çorap söküğü gibi birbiri ardına dağılacak ve terkedilecektir. bu iki günlük durmaksızın ilerleme sonucunda türk birlikleri şu an kuzey kıbrıs'ta bulunan lefke, gazi mağusa, beşparmak dağ sırası ve güzelyurt'u işgal ederler. türk bayrağı adanın %11'inde dalgalanırken o noktadan artık %37'sinde dalgalanmaktadır.

    bu da türk garantörlüğünün de uluslararası toplumda asla onanmayacak bir darbe almasına neden olur. kıbrıs sorunu dediğimiz hadise türkiye'nin 1960 garantörlük anlaşması ile adaya müdahelesi sonucu çıkmış değildir. çünkü ilk harekatta legal bir dayanağı ve altyapısı olan askeri müdahele, ikincisinde "istediklerimi vermezsen işgale devam ediyorum" halini aldığından kimseden kabul görmemiştir. hatta ingiliz dışişleri bakanının çok sonraları ölmeden önce açıkladığına göre türkler akıncılar / louroujina çıkıntısına kadar ulaştığında türk ilerleyişini durdurmak için yapılacak bir ingiliz saldırısı masadayken henry kissinger bunu veto etmiştir. sovyet rusya'nın soğuk savaşta ne yaptığı ne yapacağı çok belli olmadığından kissinger sanırsam türkiye gibi bir müttefikin nato'daki yerini kıbrıs gibi haritada zor görünen bir ülke için tehlikeye atmamıştır. yunanistan ve kıbrıs rum kesiminin ana ingiliz ve amerikan eleştirisi çok derine kazarsanız da bununla alakalıdır. türkler göz göre göre adanın yarısını aldı hepiniz oradaydınız be düzleminde bir eleştiri vardır.

    yunanlılar ve rumların en kabullenemediği şeylerin başında harekattan önce %80 kadar bir oranla rumların ikamet ettiği kıbrıs'ın kuzeyinin nüfus mübadelesiyle boşaltılması ve 113 bin rum'un evlerini arabalarını arsalarını çiftliklerini bahçelerini bırakarak oraya güneyden gelen 25 bin türk kıbrıslının yerleştirilmesidir. türkiye adadaki kozunu güçlendirmek için türkiye'den yerleşimci de getirip adanın demografik yapısına müdahele de etmiştir. harekattan yıllar sonra annan planı'nın bir numaralı red sebebi türkiye'nin bu oldu bittisine hayır demek olacaktır. iki numaralı sebebi de adadaki türk askeri varlığının sürmesidir.

    türkiye ikinci harekatın sonunda ulaştığı gazi mağusa / famagusta 1974 yılına kadar dünyanın en önde gelen tatil merkezlerinden biriydi. brigitte bardot, raquel welch, richard burton ve liz taylor buranın tanıdık simalarıydı. özellikle mağusa'nın güneyindeki varoşa / maraş kesimi sayısız otelleri, alışveriş merkezleri ve canlı gece hayatıyla dünyada çok ünlüydü. barış harekatından sonra türk kontrolüne giren maraş sivillerin girişine kapatılmış ve kaderine terkedilmiştir. türkiye burayı 1974'ten beri kıbrısla ilgili her tartışmada poker fişi gibi masaya sürecektir. rumlar ise devasa turizm geliriyle para basan varosha için yalvarmak yerine turistik merkezlerini güneye daha az güzel limasol tarafına kaydıracaklardır. dolayısıyla maraş bugün kimsenin giremediği bir hayalet şehirdir. 1974'te bırakıldığı gibi durmaktadır. oteller bakımsızlıktan kendiliğinden yıkılmak üzeredir. şehrin üzerinde drone ile gezinen dailymail haberi için bkz

    savaş suçları

    bir örnekte baf bölgesinde askerliğini yapmakta olan türklerin operasyonun başlamasıyla rumlar ve yunanlılar tarafından esir edilmesi ve rumların gözetiminde gördükleri işkence var. o yıllarda 18 yaşında olan ve esir mübadelesine kadar 90 gün kadar rumların kötü muamelesine maruz kalan aygün altınoğlu'nun anıları var. alıntı yapmak gerekirse şöyle söylüyor :

    "yaklaşık 5 saatlik bir işkenceye maruz kaldık. durmadan dayak atıyorlardı.
    üzerimizdeki üniformalar hep kan olmuştu. rum askerler mermileri namluya sürerek ağzımıza tabancayı dayıyor ve bizi öldürmekle tehdit edip işkence ediyorlardı. işkencenin son anında bizi yere yüz üstü yatırıp ellerimizi de arkadan bağladılar. bizi vurmak için plan yaptılar. üçümüzü de yerde yatılı vaziyette tek kurşunla kafalarımızdan vurup öldüreceklerini söylerken tam o esnada bir yunan subayı kapıdan içeriye girerek bize işkence yapan rum askerlerine bağırdı. ben daha önceden okulda rumca öğrendiğim için ne dediklerini anlıyordum. yunan subayı rum askerlerine, ‘onlar bizim esirimizdir’ dedi. ellerimizi yunan subayının lafları üzerine çözdüler ve yerden kaldırdılar. bizim yerden kalkacak gücümüz dahi kalmamıştı"

    devamı burada.

    askerler savaşta en çok çeken gürüh olsa da kıbrısta sivil olmak da kolay değildir.

    (bkz: muratağa sandallar ve atlılar katliamı) bu üç köy 14 ağustosta birbiri ardına basılarak yaşları 16 ila 90 arasında değişen 126 türk katledilmiş. dozerle açılan büyük çukurlara gömülmüştür. cesetler 2 eylül günü bulunmuş ve cesetlerde kesici alet yaraları ve kurşun delikleri göze çarpmıştır. kıbrıs'ta hala büyük bir tabu olan konu ara ara etnik tansiyonunu yükselmesine de sebep olmaktadır.

    (bkz: sysklipos katliamı) 14 rumun bir evde öldürülmesi ve bir toplu mezara gömülmesi şeklinde vuku bulmuş kıbrıslı türklerin ve (iddiaya göre) türk ordusunun ortak çalıştığı bir katliamdır. ingilizce bilenler için katliama tanık olmuş bir rum kızının ağzından hatıratı burada.

    tochni / (bkz: taşkent katliamı) 14 ağustosta rum ulusal muhafızları larnaka'nın tochni köyünde 85 kişiyi öldürmüştür.

    aşa / (bkz: paşaköy katliamı) : türklere atfedilen bir diğer katliamda 17 rum ulusal muhafızı savaş esiri olarak sinta tepesine götürülmüş ve bir daha haber alınamamıştır. diğer köylüler iki otobüse doldurularak lefkoşa polis karakoluna götürülmüş ve dönüşte ortadan yokolmuşlardır. aşa kıbrıs rum kesiminde hala büyük bir tabudur

    (bkz: eptakomi katliamı) ağustos 1974'te 12 rum vatandaşı elleri arkadan bağlı vurulmuş bir şekilde toplu bir mezarda bulunmuştur.

    (bkz: angolemi katliamı) ağustos 1974'te ana baba ve 13 yaşında kızları iki kimliği belirsiz iki erkek rum ulusal muhafızlarınca vurulmuştur.

    türk ordusunun kıbrıs'ta adının karıştığı tecavüz vakaları da yok değildir. sovyetlerin doğu prusya'da 1944'te giriştiği gibi bir rapefest olmasa da avrupa insan hakları komisyonu türkiye'yi 1974-76 yılları arasında süren bir oturumda şu gerekçeyle mahkum etmiştir. (edit : @usuyoruz lord stark uyardı, uluslararası ceza mahkemesi yazmışım düzelttim) fransızcadan çevirebildiğim kadarıyla :

    "avrupa konvansiyonunun insan hakları ile ilgili maddesi : "hiç kimse işkenceye ve insanlık dışı muameleye maruz bırakılamaz. (madde 3) . türkiye devletine isnat edilen suç : türk askerleri yaşları 12 ila 71 arasında değişen kadınlara topluca ve müteselsilen (a plusieurs reprises) tecavüz etmekten sorumludurlar. bunlar bazı yerlerde öyle bir noktaya gelmiştir ki mağdurlar iç kanamalar ve çok ciddi ruhsal hastalık belirtileri göstermektedir. bazı bölgelerde zorla fuhuş uygulamaları görülmüş, tüm kızlar ve kadınlar toplanmış, bir evin ayrı odalarına konmuş ve durmadan tecavüze uğramışlardır. bazı örneklerde bir ailenin aynı üyeleri tekraren tecavüze uğramıştır ki bunlardan bazıları kendi çocuklarının önünde olmuştur. bazı örneklerde mağdurlar halkın önünde ya da halka açık yerlerde vahşice tecavüze uğramıştır.

    tecavüzler sıklıkla bazı vahşi davranışlarla beraber görülmüştür. bunlar : mağdureyi ağır yaralayacak şekilde kuvvetli ısırma, kafasını yerlere vurma, boğulma noktasına gelene kadar boğazını sıkma şeklindedir. bazı örneklerde ise tecavüzler bıçaklama ve kurbanı öldürme ile devam etmiştir. bu kurbanlar arasında hamile ve akıl hastaları da vardır.

    türk devletinin suçlamaya yaptığı savunma : türk hükümeti bu suçlamalara cevap vermemiş ve adli itirazları kabul edilmediğinde komisyonun davayı takibini boykot etmiştir.

    karar :

    kanıtlar göstermektedir ki türk askerleri -ve iki örnekte türk subayları- tecavüz vakalarına karışmıştır. bunlar da yalnız münferit ve bağımsız disiplinsizlik vakaları olarak değerlendirilemez. türk hükümetinin bu tip olaylara karşı yeterli önlem almadığı yahut bu olayların ilk kez vukua gelmesiyle tekrarlarını önlemeye çalışmadığı sonucu çıkmaktadır. bu olayların aktif olarak engellenmemiş olması (ya da ihmalen engellenememesi) türkiye'yi insan hakları konvansiyonuna karşı sorumlu yapmaktadır."

    raporun tamamı ingilizce olarak şurada

    bunun yanında rumların hazırladığı oldukça taraflı bulduğum kaynağını teyid edemediğim ama tavşan deliğinin ne kadar derinlere gittiğini göstermesi açısından da faydalı olabilecek bir video

    peki rumlar sütten çıkmış ak kaşık mıdır? tabii ki değildir.

    "biliyorsun ya, kıbrıslı türk erkekleri 1974'te limasol'de savaş esiri olduklarında kıbrıslı rumlar çok genç türk kızlarına tecavüz ediyordu. onları alıyorlar ve işleri bitince eve getiriyor ve eşikten içeri atıyorlardı"

    "en kötü tecavüz vakalarından bir tanesi maratha-sandallaris-aloa'da yaşandı. eoka-b çeteleri bu üç köyün kızlarına da tecavüz etmişti. 15 yaşın altındaki çok genç kızlar bile tecavüze uğradılar. ağustos 1974'te eoka çok genç erkek çocuklara da tecavüz etmeye başladı. 14 ağustosta kendilerini görmüş olan herkesi arkada delil bırakmamak için öldürmeye başladılar. o kadar korkunç insanlardı ki 16 günlük bebekleri bile toplu mezara atmaktan geri kalmadılar"

    "bir yunanlı dostum şöyle demişti, biliyor musun çok safsın. her savaşta birilerine tecavüz ederler. kadınlar savaşın ganimetidir. bu erkeklerin fetihlerini gösterme oyunudur. kıbrıs da daha önce yaşanmış binlerce savaştan farklı değildi"

    kaynak

    nitekim savaştaki herkes de tecavüzcü, katil ya da gözünü kan bürümüş bir cani değildi. insanın gözünü dolduran hikayeler de yok değildir.

    1974 yılı eylülü geldiğinde yanılmıyorsam tuzluca tarafında nüfus mübadelesi yapılmadan önce jandarma teğmenleri salih ve oktay 50 kadar askerle bölgenin güvenliği ve yeşil hattan sızmaları önlemek için en ön hatta gönderilirler. 5 kilometrelik bir alanı her gün gözlemek, gerçek tüfeklerinde gerçek mermileri olup savaştan çıkmış askerlere gözkulak olmak gibi çok da kolay olmayan görevleri vardır. ilk vardıklarında bir kampın olmayışı yüzünden tabur komutanına "nerede kalacağız" diye sorar salih teğmen.

    "nerede istiyorsan orada" diye yanıt gelir. fethedilmiş bir toprakta ganimet olarak kendine bir ev bul yerleş bana ne der jandarma tabur komutanı binbaşı. ardından basıp gider.

    bölge rum evleriyle doludur ve tremetousia köyünde de boşaltılmış birkaç hane bulunmaktadır. teğmen müfrezesiyle beraber kendine kalabileceği bir ev bulmak için köye girince köyün yerlileri olan rumlar paniğe kapılırlar. o esnada harekat bitmiş, tüm gençler askere alınmış ve hepsi de güneyde kalmıştır. kuzeyde kalan bir miktar asker varsa bile artık hepsi esirdir. rum köylerinde çocuklar ve yaşlılardan gayri kimse kalmamıştır. teğmen bahçesinde erik ağaçları olan bir evi biraz da kendi çocukluğundaki köy evine benzemesi nedeniyle gayrı ihtiyari seçer ve elde tabancasıyla bahçe kapısını açar ve bahçeye girer. müfrezesini de geride bırakır.

    camdan silahlı bir türk askerin geldiğini gören evin 60-70 yaşlarında rum sahipleri nene ve dede korkuyla aşağı iner ve kapının önünde yanyana dururlar. çok korktukları her hallerinden bellidir. köyde duydukları dedikodular türklerin korkunç şeyler yaptıklarını, en azından rumlardan intikam falan aldıklarını söylemektedir. 60lık teyze bir teğmene bir elindeki silaha bakar. korkuden ellerini önde kavuşturur ve mukadderatlarını beklerler. türk teğmen silahını yere doğrultur ve bildiği tek kelime rumcayı söyler :

    "galisperasis!"

    aslındakalisperasas demek istemektedir ama dili o kadar döner. rum teyze hemen vurulmayacağını anlayarak hemen eve girer ve elinde bir tepsiyle geri döner üzeri kayısılar üzümler bademler iğdelerle doludur. amca da buna mukabil gülümsemeye çalışarak kalosorisma / hoş geldiniz der.

    salih teğmen yaşlı kadının kendi evinde ölümden böyle korkmasından, tepsiyi titreyerek tutmasından çok içlenir. kendisi de annesini 15 yaşında kaybetmiştir zaten. bunlar rum da olsalar fakir köylülerdir. dürüst görünen insanlardır. silahını kılıfına sokup yarı türkçe yarı fransızca yarı rumca yapabildiği kadar rum ev sahiplerini rahatlatmaya çalışır. kimse onlara zarar vermeyecektir. köyde sınırı izlemek için bulunmaktadırlar. "korkmayın" der salih teğmen. yaşlı çift birbirlerine bakarak ölmeyeceklerine kanaat getirirler ve rahatlarlar. teğmen de bir miktar güvence sağladığından olacak onu da hemen salmazlar. yemekler yapılır. bilahare rumca bilen bir türk mücahit de yakınlarda bir muhitte bulununca birbirleri hakkında epey şey öğrenirler. çiftin torunları rum muhafız ordusunda limasol'dedir. kendisine ne olduğundan haberleri yoktur. teğmen ise evlenmek üzeredir, nişanlısına ancak mektup yazabilmektedir, telefon yoktur. muhabbet ilerledikçe iki etnik "düşman" aslında ne kadar "aynı" olduklarını görür. erich marie remarque'ın aslında kitapta* anlatmaya çalıştığı asıl şey bu. öğretmenlerinizin, liderlerinizin, büyüklerinizin, gazetlerinizin sizi öldürmeye programadığı düşmana aslında çok benzemeniz sorunsalı. üniformalar çıktığında, maskeler düştüğünde aynada anneniz var, babanız var, 15 yaşında ayrıldığınız ve dönmediğiniz eviniz var. siz varsınız. tüm devlet propaganda mekanizmalarının asla bahsetmediği, hitler'in uğrunda kitaplar yaktırdığı bir gerçek.

    o teğmen de benim babamdır.

    ***

    toparlarsak, barış harekatı türk devletinin dış politikada güçlü olduğu, yapması gerekeni yaptığı, en azından öyle başladığı son büyük roldür. ne amerikan çıkarları, ne nato türkleri denizaşırı bir ülkedeki etnik soydaşlarının kıyıma uğraması karşısında durduramamıştır. türkiye doğru bildiğini yapmıştır. ancak hukuka uygun altyapıyla başladığı harekatı da öyle bir bitirmiştir ki o kuyuya atılan taşı değil kırk, bin deli gelip çıkaramamıştır. bu delilerin en ümit vereni kofi annan, annan planı ile masaya gerçek bir plan koyduğunda da rumlar bunu reddetmiştir. bundan sonra da kabul etmeyeceklerdir zira 1974'ü ve öncesini hatırlayan nesil göçüp gittiğinde ardında kalanlar ayrılıktan gayrılıktan bıkmış savaş istemeyen çocuklar değil, savaşın anılarıyla büyümüş olan çocuklar olacak. aynı amerikan ermeni diasporası gibi, ölenlerden daha çok acı çektiğini düşünen, kafasında melekler ve şeytanlar yaratmış ve gözleri kapalı bunları düşünüp duran, karşısında duran adamı hiç görmeyen, iletişimi olmayan bir güruh. kıbrıs'a barışın bu koşullarda gelmesi çok zor.

    türkiye savaştan sonra ciddi anlamda çok çekmiştir. amerika 1974 yılında kıbrıs yüzünden biraz dağılan prestijini toplamak için türkiye'ye silah ambargosuna başlamıştır ve 1980'lere kadar bu ambargo kısmen sürecektir. kıbrıs'a olan ambargo ise sürmektedir. kaynaklar türk ambargosunun baş nedeni olarak da kıbrıs rumları üzerinde (başarıyla) denenen napalm bombalarının amerikan menşeyli olmasını gösterir. ironik olarak da bakıldığından başkan kennedy satmıştır bize o napalmleri. kendi vefatından sonra jacqueline kennedy ile yat sefası yapan enosis'in baş destekçilerinden aristotle onassis'e cennetten alevli malevli bir kokteyl göndermiş gibi de olmaktadır.

    harekatın silahlı kuvvetlere ciddi bir prestiji de olmuştur. türkiye 1970'li yıllarda hava üstünlüğü altında denizden çıkarma yapmıştır. amfibi operasyon kitaptaki en zor operasyondur. bu her ne kadar kendini savunmaya çok müktedir bir düşmana karşı yapılmıyor da olsa sırf yapılıyor olması bile prestij kaynağı olabilmektedir. zira amfibi çıkarmada koordinasyon bir dakika sekteye uğrasa bağıra çağıra rezil olmak çok olasıdır. kocatepe faciası bunun küçük çaplı bir örneğidir.

    materyal analizde türk ordusu ikinci dünya savaşının hemen ertesinde kullanıma girmiş soğuk savaşın ilk jenerasyon ekipmanına bağlı bir havadadır. m47 ve m48 tankları. m113 zırhlı personel taşıyıcılar. gmc* kamyonlar kore savaşı teknolojisidir. soğuk savaş standartlarında bu ekipman türevleri 5 yılda eskimektedir. hafif silahlarda türkler amerikan ikinci dünya savaşı ekipmanı kullanmaktadır. m1 garand, thompson m1a1, m3 bazuka yanında çok daha modern g3 ve g1 (bkz: fn fal) tüfekleri de kullanımdadır. makinelitüfek olarak m1918a4 ve a6 yanında direk nazilerden arta kalmış mg42ler kullanımdadır ki yakın zamanda bunlar mg3'e dönüşecektir. tmt ise ingiliz devletinin kendilerine verdiği .303 smle lee enfield mavzerleri ile dövüşmektedir.

    rum ulusal muhafızları ise sovyet ikinci dünya savaşı tankları yanında rus ilk jenerasyon antitank füzeleri, amerikan geri tepmesiz topları, webley revolverleri, vickers su soğutmalı makineli tüfekleri, sten makineli tabancaları, g3 ve fn fal tüfekleri ile korkunç bir varyetede mühimmat karmaşası ile savaşmaktadırlar. ancak kaynaklarda bunun yarattığı sıkıntıları göremedim.

    ilginç bir bilgi de yunanlılarla türkler arasında 1960 yıllarında bir stanag anlaşması yapılmış olmasıdır. nato'nun karma ekipmanı aynı mühimmatla kullanma merakı yüzünden üye devletler birbirlerine farklı lotlarda mermi vermiş ve dolaşıma da sokmuştur. harekat sırasında ölen türk askerleri mke'nin 7.62x51mm nato mermileriyle ölmüş, yunanlılar ise yunan fabrikalarında üretilen mermilerle ölmüştür. bizim onlara yunan mermisi onların bize türk mermisi attığı bir garip savaştır bu.

    infantilopati şurada (bkz: #61662894) istemişti, bu yazı da kendisine hediye olsun.
  • harbiyeli babamdan...

    narissa (2 ağustos 1974)

    ben şuna inanırım:
    "milletler savaşmaz, devletler savaşır..."

    neden böyle düşündüğümü hikâyenin sonunda anlayacaksınız.

    bu olay, bundan tam 44 yıl önceydi.
    1974 kıbrıs...
    ilk harekât bitmiş, ikincisine hazırlanıyoruz.
    yakınımızda bellapais isimli bir rum köyü var, akdeniz'e tepeden bakan manzarasıyla sayfiye köyünü andıran güzel bir köy.

    yakın olduğumuz için asli görevimize ilâve olarak bizim kontrolümüze verilen köyde, kadın çocuk ve yaşlılardan oluşan 700 kadar rum ahali mevcuttu.
    ayrıca bm barış gücü'ne mensup kanada'lı bir müfreze de köyde bulunuyordu ki bunların görevi rumların yiyecek içecek ihtiyaçlarını karşılamaktı.

    köy meydanında iki katlı bir binayı karargâh olarak seçtik ve balkonuna türk bayrağı astık.
    yanımızda iki de kıbrıs türk polisi vardı ki, bölgeyi iyi bildikleri için birçok konuda bize yardımcı oldukları gibi, rum ahaliye emirlerimizi iletmekte tercümanlık da yapıyorlardı.

    emirler deyince, ahalinin köyde topluca bulunmaları ve etrafa dağılmamaları maksadını içeren bir nevi sıkıyönetim emirleriydi.
    buna göre özetle, gündüzleri köy içinde serbestçe dolaşabilecekler, kilisede ibadetlerini yapabilecekler, bahçeleriyle meşgul olabilecekler, ancak köyün dışına çıkamayacaklardı.
    havanın kararmasıyla, herkes kendi evinde olacak, köy içinde de dolaşılmayacaktı.

    köyde oldukça iyi seviyede donanımlı bir revir ve rum doktor da mevcuttu.
    gündüz revire gitmek serbestti ama gece bizim iznimiz olmadan gidilemeyecekti.

    bir gün gerekli kontrolleri yaptıktan sonra, karargâh olarak kullandığımız binanın balkonuna oturup etrafı seyrederek biraz soluklanayım dedim.
    gözüm civar evlerden birinin balkonuna takıldı.
    genç bir kadın oturuyordu balkonda ve zaman zaman gözlerini silmesinden anladım ki ağlıyordu.
    merak ettim, yanımdaki halim astsubay'a dedim ki:
    -kimdir bu kadın ve neden ağlıyor, öğren ve bana bildir, yapabileceğimiz birşey varsa yapalım...

    halim başçavuş yanına kıbrıslı türk polisini de aldı gitti ve bir süre sonra döndü.
    komutanım...dedi, kadın rum değil yunanlıymış, adı narissa...
    kocası yunanlı subay imiş, savaş başladığından beri kocasından haber alamamış, öldü mü kaldı mı bilmiyormuş, o yüzden ağlıyormuş.
    kadın hamile...diye de ekledi.

    savaş şartlarında olur böyle şeyler diyerek üstünde fazla durmadım, köyden ayrılıp asli görevim olan batarya mevziine döndüm.

    ikinci harekâtın hazırlıklarına hızla devam ederken, zaman buldukça kontrol amacıyla köyü de dolaşıyordum.
    yine bir gün narissa'yı balkonda ağlar görünce merakımı yenemeyip yanıma kıbrıslı polisi de alarak evine gittim.

    kapıyı çaldık, açtı, içeri girdik.
    kadın endişeli gözlerle bize bakıyor, neden geldiğimizi anlamaya çalışıyordu.
    polis ona rumca birşeyler söyleyince sakinleşti.
    basit ama zevkli döşenmiş bir evdi.
    masada bm yardımından verildiği belli olan bir kısmı yenmiş konserve tipi yiyecekler vardı, "zambonaki zwan" yazıyordu birinin üzerinde, yani domuz jambonu.
    bir cola şişesi ve ne olduğunu bilmediğim ilâç kutuları da vardı masada.
    sigara küllüğü tepeleme doluydu, bir an nerede bulunduğumu unutup türkçe olarak "içmemelisin bunu" diye sigara paketini işaret ettim.
    hamileliği ileri safhada olduğundan gayriihtiyari söylemiştim bunu.

    polis, bu sözümü kadına tercüme edince kadın hayretle başını yerden kaldırıp bana baktı.
    öyle ya...savaştaydık, kadın o anda esir durumundaydı ve yabancı bir ülkenin baştan ayağa silâhlı teçhizatlı bir subayı, ona karnındaki bebeğe zarar verecek birşeyi yapmamasını tavsiye ediyordu.

    gözüm sehpanın üzerindeki bir çerçeveye takıldı.
    narissa ve eşinin düğün fotoğrafı olmalıydı, yanak yanağa geleceğe güvenle bakıyorlardı.
    kadın fotoğrafı bulabildiği bazı çiçeklerle süslemişti.

    o evden ayrılırken ruhumun savaşlardan ebediyyen nefret edeceğini hissediyordum.

    karargâh binasına dönünce polisi yollayıp rum doktoru çağırttım, geldi.
    sava savidis isminde orta yaşlı bir adamdı, pratisyen olmasına rağmen her olaya başarıyla müdahale eden gayretli bir doktordu.
    datsun marka otomobilini köy içinde olaylara seri müdahale edebilmesi için kullanma izni vermiştik.
    bir defasında kazara elinden yaralanan bir askerimize de ilk müdahaleyi yapmış, yarasını sarmıştı.
    sava'ya tercüman aracılığıyla dedim ki:
    "narissa sana emanet, her gün gerekli kontrollerini yapacaksın, doğum vaki olacağı zaman bizden izin almaya gerek olmadan derhal revire götürülmesini sağlayacaksın..."

    sava, minnettar gözlerle bana bakıp selâm vererek geri geri odadan çıktı gitti.

    aradan kaç gün geçti bilmiyorum, bir gece yanımda halim başçavuş da olduğu halde, sıkıyönetim emirlerimize uyulup uyulmadığını denetlemek üzere köy sokaklarında jeep ile devriye gezerken, revirin önünde bir hareketlenme dikkatimizi çekti.
    hemen o yana sürdük, baktık ki narissa revire getirilmiş.

    biz de inip revire girdik, kadın bir karyolaya yatırılmış, komşusu olduklarını tahmin ettiğim yaşlıca iki kadın ve doktor doğum hazırlıklarına başlamışlardı.
    doktor başıyla nazikçe bir işaret yaparak dışarı çıkmamızı istedi.

    bunaltıcı, ağır ve nemli bir ağustos gecesiydi, gökyüzü hışırdım gibi yıldızlıydı, ateşkes olmasına rağmen yerel çatışmalara ait silâh sesleri arada bir yankılanıyor, biteviye öten cırcır böceklerini bile korkutup sessizliğe bürünmelerine neden oluyordu.

    halim başçavuş bir sigara yaktı.
    içmiyor olmama rağmen bir tane de ben istedim.
    az ötede jipinin başında bekleyen şoför ere seslendim:
    -tayyar!...
    -emret komutanım.
    -evli misin?
    -evliyim komutanım.
    -çocuk?
    -iki yaşında kızım var, ellerinden öper komutanım.
    -allah bağışlasın, bir sigara da sen yak...

    sigara kullandığını biliyordum ama bir mehmetçik asla komutanlarının yanında sigara yakmazdı, bu nedenle tereddüt etti.

    -yak yak, böyle kahırlı bir gecede içilmez de ne zaman içilir bu meret...ben feleğin böyle gadrinin içine tüküreyim...

    arkasını döndü, sigarasını yaktı, avucunun içinde göstermemeye çalışarak içmeye koyuldu.

    üç mehmetçik, revirin önünde, yunanlı bir kadının yunanlı bir bebeği dünyaya getirmesini bekliyorduk.
    kendimizi doğum odası önünde bekleyen babalara benzettik gülüştük.

    sava telâşla dışarı çıktı, az bildiği bir türkçe ile, "kan lâzım...kan lâzım..."diyerek kan grubunu yazdığı kâğıdı uzattı.
    anlaşılan doğum zorlu olmuş, kadın kan kaybediyordu.

    vakit geceyarısını geçkindi, bu saatte köydeki rumlara haber salıp istenen kanı bulmak çok zaman alacak, belki de kadın kaybedilecekti.
    hay allah ne kadar kötü bir durumdu.

    halim başçavuş, elimdeki kâğıda baktı, "benim kan grubum tutuyor komutanım."dedi ve rum doktora doğru yürüyüp iri pazulu kolunu uzattı:

    -al benim kanımı be!..türk, yunan farkeder mi, hepimiz insanız...insanlık öldü mü, al benim kanımı be!..

    sava şaşırdı, böyle birşey beklemiyordu, gözleri buğulandı ve yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı.

    benim de tüylerim diken diken, gözlerim dolu dolu olmuştu.
    mehmetçik savaş meydanında yazdığı destanın daha büyüğünü şu anda burada bu revirin önünde yazıyordu.
    şoför er daha fazla dayanamadı, yere çömelip ağlamaya başladı.

    narissa, bir kız bebek dünyaya getirdi...
    ikinci harekât başlayacaktı, köyü polislere emanet edip oradan ayrılma zamanı geldi.
    karargâh binası önünde, önde benim jeep, arkada bir reo içinde mehmetçikler olduğu halde hareket edecekken, dönüp o balkona baktım.

    narissa, kucağında bebeğiyle balkonda ayaktaydı.
    sessizce öylece bize bakıyordu.
    ona asker selâmı verdim.
    başını zarif bir nezaketle eğerek selâmımı aldı.

    dedim ya...
    milletler değil devletler savaşır...
  • turkiye nin fasistlerin eline verip agzina zictigi nadir takdir edilesi etkinliklerden.
  • bu yazımı, harekatın yıl dönümü vesilesiyle, 20 temmuz 1974 yılında gerçekleştirilen kıbrıs çıkarması'nda şehit düşen mehmetçik ve kıbrıslı mücahitlere ithaf eder, tüm gazilerimizi minnetle anarım...

    ...1970’li yıllara gelindiğinde, yunanistan'ı yöneten askeri cunta, türklerin adaya çıkarma yapması halinde yunanistan'ın türkiye'ye savaş ilan ederek trakya’dan türkiye’ye karşı taarruza geçeceğini her fırsatta söylüyordu. böylelikle hem kıbrıslı rumlara moral veriyor hem de yunan halkını motive ediyordu.

    barış harekatı planlanırken adaya çıkarma yapmak kadar olası bir yunan-türk savaşına hazırlanmak da önemliydi.

    adadaki türk halkına ve türk köylerine karşı on yıllardır sürdürülen sistematik soykırım ve katliamlar artık tahammül edilemez bir hal almıştı. her hafta bir köy eoka’cı rum teröristlerce basılıyor, halk kurşuna diziliyordu. bunun en çarpıcı örneği, kanlı noel olarak tarihe geçen olaydır. 20 aralık 1963 günü eoka’cı çeteler, 103 türk köyüne saldırıya geçti. saldırıya uğrayanlardan birisi de tabip binbaşı nihat ilhan’ın eşi ve üç çocuğuydu. nihat bey o esnada hastanede hastalarla ilgileniyordu. dışarıdan silah seslerinin geldiğini duyan nihat bey’in eşi mürüvvet hanım, üç minik yavrusunu banyolarındaki küvete sakladı. kendi de küvete girdi. eoka’cılar, evin kapısını kırarak içeri girdi ve nihat ilhan’ın karısı ve üç çocuğunu saklandıkları küvette kurşuna dizdi

    bu fotoğrafı türk milleti asla unutmadı...

    kıbrıslı soydaşlar, ellerindeki kısıtlı imkanlarla kurdukları türk mukavemet teşkilatı (tmt) ve mücahitleriyle, türkiye’den balıkçı kayıklarıyla gizlice getirdikleri hafif silahlarla topraklarını can ve namuslarını savunmaya çalışıyordu. türkiye’ye üniversite okumaya gelen kıbrıslı gençler, vatanlarını savunmak için adaya dönüp tmt’ye katılıyordu.

    modern dünya ve onun kurumları, katliamı yapan rum, katledilen türk olunca nedense sesini çıkarmıyordu.

    türk hükümeti artık bu olaylara tahammül edemeyecek noktaya gelmişti. 10 yıldan fazladır süren bu katliam ve asimilasyon sürecinde bir çok kez adaya çıkarma kararı alınmış fakat ingiltere ve abd’nin dayatmalarıyla asker adaya çıkamamıştı.

    geçmiş 15 yıllık dönemde, bıçağın kemiğe dayandığı iki kritik anda türk hava kuvvetleri adaya akın düzenlemiş, ilkinde savaş uçakları silah kullanmamış fakat kıbrıs üstünde ihtar uçuşu yapmıştı. ses duvarını aşan sonik patlamalar ile biz buradayız mesajı vermiş,

    ikincisinde ise, 1964 yılında tarihe erenköy direnişi olarak geçen olayda, bir diğer deyişle türklerin elinde kalan son kalenin, rumların topyekün taarruzuna yani imha harekatına maruz kaldığı o gün, kahraman komutan ve tmt’nin kurucusu rıza vuruşkan emrindeki 745 mücahit, 2000 kişilik rum milli muhafız ordusu tarafından ablukaya alınmıştı. adadaki birleşmiş milletler barış gücü rumların bu saldırısına müdahale etmeyerek türkleri yine kaderine terketti. ismet inönü, nato ve bm’ye adadaki barış gücünün acilen çatışmalara müdahale etmesi için başvurdu fakat olumlu yanıt alamadı.

    inönü’ye erenköy’ün artık düşmek üzere olduğu bilgisi geçildi...

    “eğer batının savunma mekanizmaları görevini yerine getiremiyorsa, mevcut dünya yıkılır, yeni bir dünya düzeni kurulur, türkiye de bu düzende yerini alır.” diyen inönü, kıbrısa hava harekatı yapılması için hava kuvvetlerine yetki verdi.

    tüm hazırlıklarını yapmış olan türk hava kuvvetleri, emri alır almaz, 64 savaş uçağından müteşekkil bir jet filosuyla yıldırım hızıyla kıbrıs semalarını yırtarcasına adaya ulaştı.

    umutların tükendiği o anda; türk hava kuvvetleri kıbrıslı mücahitlerin imdadına yetişmişti.

    bu sefer rumlar hadlerini çok fazla aşmıştı. görülen tüm düşman unsurların imhası ve tam silah kullanma yetkisiyle havalanan pilotlar, o gün rum milli muhafız ordusunu paramparça etti. bu akında, pilot yüzbaşı cengiz topel’in uçağı isabet almış, uçak düşmeden kendini fırlatmayı başarsa da, rum birliklerinin arkasına inmiş, tabancasındaki son mermi bitene kadar savaşarak esir düşmüştür. esaret altında damarlarından kanı şırıngayla çekilerek işkenceyle şehit edilmiştir.

    sene 1974’e gelindiğinde ülke sokaklarında “kıbrıs türktür türk kalacaktır” sloganlarıyla halk yürüyüşler yapmaktaydı. askeri kanat bu çıkarma konusunda hükümete, ordunun moral ve donanım olarak hazır olduğu bilgisini vermekteydi.

    hükümet, çıkarma kararı vermeden önce, askere, olası bir türkiye - yunanistan savaşı halinde durumumuzun ne olacağını sordu.

    genelkurmay, türk ordusunun adaya çıkarma yaparken aynı zamanda yunanistan’dan gelecek bir taarruzu püskürtebileceğini, orduya yürü denilirse, yunanistan ana karasını da işgal edebilecek kapasitede olduğu teyidini verdi. hükümet bu doğrultuda orduya yunanistan ile savaşa hazırlanın emri verdi.

    bu kapsamda türkiye, yunanistan sınırına askeri yığınağa başladı. 1. orduya bağlı 2. ve 5. kolordu yunan sınırına hareket etti. ege ordusu sefer görev yerini aldı. donanma ege ve akdeniz'e açıldı.

    artık cenk davulları vurmaya başlamıştı.

    asker, hükümetten, çıkarma emri verildikten sonra ordunun yoldan geri döndürülmeyeceğinin garantisini istedi. daha önce de iki kez çıkarma emri verilmiş fakat abd’nin araya girmesiyle çıkarma gemilerine binen asker yoldan geri dönmüş, bu da subaylarda büyük moral bozuklukluğuna neden olmuştu.

    hükümet, bu defa askere verilecek emrin dönmemek üzere verileceğini teyit etti.

    zaten türk askeri, geri dönmeyişiyle meşhur değil miydi?

    annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı,
    al sancağı teslim etti, allah’a ısmarladı.
    boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana.
    sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana!
    yastığımız mezar taşı, yorganımız kan olsun.
    biz bu yoldan döner isek, namus bize ar olsun!
    ...
    arş ileri! arş ileri!
    dönmez geri!
    türkün askeri.”

    15 temmuz 1974:
    kıbrıs’ta enosisci cuntanın darbe yaparak mevcut hükümeti devirdiği haberi türkiye’ye bomba gibi düştü. adada yönetimi soykırımcılar ele geçirmişti. bu, adadaki türkler için artık tam manasıyla yolun sonu demekti. artık rumlar yıllardır hayalini kurduğu enosisi yani kıbrısı bir rum adası ilan ederek yunanistan’a bağlama hayalini gerçekleştirmek üzereydi.

    türkiye için bu bir savaş nedeniydi.

    hükümet son anda dahi savaş seçeneğini kullanmamak için ingiltere ile son durumu değerlendirdi fakat o da sonuçsuz kaldı.

    hükümet tedirgindi. askeri kanat, ada çıkarmalarının tarihte felaketle sonuçlanan nice örnekleri olduğunu, en çok kayıp verilen çıkarma türü olduğunu çok iyi biliyordu. olası bir başarısızlık, ada türkleri için yolun sonu, ana vatan için muazzam bir moral ve itibar kaybı,

    keza; ulu önder mustafa kemal atatürk’ün ifadesiyle; zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman türk ordusu için ise kara bir leke demekti.

    abd kesinlikle böyle bir harekatın yapılmamasını istiyor keza sovyetler de türklerin akdeniz’de böyle bir harekata kalkışmasını kabul etmiyordu.

    johnson mektubu olarak bilinen ultimatom’da, abd, böyle bir harekat halinde abd tarafından türklere verilen silahların kullanılamayacağı ve bu harekat yüzünden sovyetlerle türkiye’nin savaş durumuna gelmesi halinde ise nato’nun türkiye’yi savunmayacağını söylüyordu.

    türkler yine yalnız bırakılmıştı.

    tüm bu risklere rağmen, kıbrıs’ta soydaşlarının uğradığı katliamlara daha fazla seyirci kalamayan türkiye cumhuriyeti devleti, zürih ve londra antlaşması'nın 4. maddesi'nden doğan garantör devlet hakkına istinaden; türk silahlı kuvvetlerine kıbrıs’a çıkarma yapma emri verdi.

    türkler yıllar sonra tekrar savaşa yürüyordu...

    “vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
    sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!”

    20 temmuz 1974 sabah saat 06:05, tsk harekat kod adı: "atilla"
    kıbrıs adası sessiz ve sakin bir yaz sabahına uyanmıştı. fakat o gün bir farklılık hissedilmeye, göklerden gelen bir uğultu adaya doğru yaklaşmaya başlamıştı.

    “ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
    kız kardeşimin gelinliği,
    şehidimin son örtüsü,
    ışık ışık, dalga dalga bayrağım,
    senin destanını okudum,
    senin destanını yazacağım!”

    evet... birileri yeniden o’nun destanını yazmak için geliyordu. bu, kayseri hava indirme tugayı’nın yürekleri titreten sesiydi. 1. ve 2. paraşütçü komando taburlarını taşıyan uçaklar adaya doğru ilerliyordu.

    “bir kar yağar ince ince,
    komando’nun hali nice?
    bir operasyon var bu gece,
    vur! paraşütçü komando!”

    yıllardır bu anı bekleyen kıbrıs türkleri’ne harekatın başladığı haberini rahmetli rauf denktaş o tarihi radyo konuşmasıyla aynı anda bildiriyordu.

    “...bugün bu anda, kahraman türk silahlı kuvvetleri kıbrıs’ın her yanında havadan ve denizden çıkarma yapmaktadır. gazanız kutlu olsun!”

    yüzlerce savaş jetiyle türk hava kuvvetleri de akın akın taarruza başladı. 1964 yılında, uçağı düşürülüp işkence edilerek şehit edilen pilot yüzbaşı cengiz topel’in aziz hatırasıyla yürekleri alev alev yanan silah arkadaşları, 10 yıllık intikamlarını almaya geliyordu.

    mersin’de, cumhuriyet tarihinin ilk deniz çıkarmasını yapmak üzere, amfibi deniz piyadeleri çıkarma gemilerine bindirildi. mersin müftüsü, komutanlarından izin istedi ve çıkarma gemilerini gezerek bazıları çıkarmada şehit olacak askerlerle birlikte dua etti. 33 adet çıkarma gemisi, türk donanmasının korumasında, bir kaç gün önceden adaya gizlice sızmış olan sat (su altı taarruz) komandolarının deniz mayınlarını temizleyerek işaretlediği pladini plajına doğru çıkarma harekatına başladılar.

    türk silahlı kuvvetlerinin en elit birliklerinden olan bolu ve ısparta dağ komando tugaylarından müteşekkil, korku nedir bilmeyen ve bir kaç gün içinde beş parmak dağlarında destan yazacak olan komando taburları, silifkeye gelerek helikopterlere binmeye başladı.

    dağ-komandolar, adaya uçar birlik harekatıyla manga manga atılacak daha sonra belirlenen noktalarda taburlar halinde yeniden birleşeceklerdi.

    paraşütçüleri taşıyan uçaklar atlama noktasına varmıştı. pilotlar, atlama zamanının geldiğini bildiren alarmı uçak içinde çaldı. kayseri hava-indirme tugayı'nın kahramanları, kendini birer birer boşluğa doğru bırakmaya başladı. bir anda mavi gökyüzü türk askeriyle kaplanmıştı adeta. rumlar uçaksavar ateşi ile paraşütçüleri karşıladı.

    rumlar ve yunanlar gözlerine inanamıyordu. siz türk askerinin bu adaya geldiğini ancak rüyanızda görürsünüz diye dalga geçen rumlar o gün gökten türk askerinin yağdığına şahit oluyordu.

    tüm dünya şoktaydı. türklerin böylesine bir harekata kalkışacağına inanmamışlardı.

    helikopterler uçaksavar ateşi altında dağ komando taburlarını adaya indirmeye başlarken, deniz piyadelerini taşıyan çıkarma gemileri de pladini plajına epey yaklaşmıştı. rumlar, havan topu atışıyla çıkarma gemilerini karşılamıştı. atılan top mermileri, onlarca asker taşıyan gemilerin bir sağına düşüyor bir soluna düşüyor ama tanrı’nın bir hikmetidir ki askerimize isabet etmiyordu.

    mehmetçiklerle dolu çıkarma gemilerinin ateş altına alındığı bilgisini alan türk donanması’na bağlı destroyer ve kruvazörler, devasa toplarını adaya çevirdi. yeri ve göğü sarsan gümbürtülerle kıbrıs dağlarını dövmeye başladı. havan ve top mevzileri kısa süre içinde susturuldu.

    çıkarma gemileri sağ salim plaja kapak attı. amfibi deniz piyadeleri allah allah nidalarıyla karaya çıkarak hücuma başladı.

    ağır silahlar, zırhlı araçlar ve tanklar ilk etapta getirilememişti. gece olduğunda da hava kuvvetleri uçamıyordu. ilk gece çok zor geçecekti. kanlı çarpışmalar yaşanıyordu. düşman unsurlara kıyasla az sayıda asker adaya çıkabilmişti. bazı birliklerle irtibat kesilmişti. 3. ve 4. paraşüt taburları atlayışları esnasında çok ağır uçaksavar ve havan tapu ateşine maruz kalmış ve dağınık vaziyette yere inmişlerdi. ayrıca rumların su kuyularını zehirlediğine dair bir dedikodu yayılmış, komutanlar askerin su içmesini yasaklamıştı. mataralardaki su kısa sürede tükenmişti. kavurucu kıbrıs temmuzunda, susuzluk savaşmaktan bile beterdi.

    adada yıllardır güvenlik maksadıyla bir yunan bir de türk alayı bulunuyordu. tank ve zırhlı araçlara sahip yunan alayı, türk alayına karşı taarruza geçti. türk alayı bu taarruzu püskürtmeyi başardı.

    hava kararırken rumlar tüm güçleriyle saldırıya geçmişti. gece yarısına doğru çok kanlı çarpışmalar yaşanmaya başlamıştı.

    rumlar, girne-lefkoşa hattını keserek; denizden çıkan birlikler ile, havadan inen birliklerin birleşmesini önlemek amacıyla gece boyunca tüm güçleriyle taarruz ettiler. mehmetçik can veriyor ama geçit vermiyordu.

    saat 22:00 sularında 700 civarında yunan ve rum komandosu, beşparmak dağları’ndan bir sızma harekatına girişerek bölgedeki bazı kritik noktaları ele geçirdi. bölgeye yakın olan 1. komando taburu’na, bu sızma harekatının durdurulması ve düşmanın ele geçirdiği kritik yerlerin geri alınması emri verildi. düşman bu bölgeyi çok iyi biliyor, tertibatını ve hazırlığını yapmış ve ayrıca sayıca 3 kat fazlaydı...

    "saat 5'te arama beni,
    ben dağlara çıkarım,
    elini verme bana,
    g-3 gibi sıkarım,
    sevme güzelim sevme beni,
    ben toz toprak kokarım..."

    o gece komando birliklerimiz tam manasıyla bir ölüm-kalım mücadelesine girişti. çarpışmalar 8 saat boyunca sürdü. sabaha karşı, rumların elinde tuttuğu kritik tepe ve boğazlar alınarak düşmandan temizlendi.

    ertesi sabah denizden çıkarma yapan birlikler ile birleşme sağlandı. rumlar bozguna uğramış vaziyette kaçıyordu. rum hedefleri tek tek ele geçirildi.

    bm güvenlik konseyi acilen toplanarak ateşkes kararı aldı ve türkiye'nin bu kararı tanımasını talep etti. türkiye ateşkes kararını 22 temmuz 1974 saat 17.00’de kabul etti.

    türklerin adaya çıkarma yapması halinde türkiye'ye trakya'dan saldırıya geçeceğini vaat eden yunan askeri cuntası, kıbrıs'ta yaşadıkları ağır hezimetten sonra türk askeri'nin ne demek olduğunu tekrardan hatırladı. halktan ve aşırı milliyetçi subaylardan türkiye’ye savaş ilan etme baskısı yapılıyordu. cunta’nın komuta kademesi, bunun intihar demek olduğunu biliyordu. istifa ederek yönetimden çekilmek zorunda kaldılar.

    kıbrıs’ta da yönetimi zorla ele geçiren sampson istifa etti.

    böylelikle, kıbrıs barış harekatı'nın birinci bölümü sona ermiş oldu.
  • "biz demireller'den, türkeşler'den milliyetçilik dersi almayız. sevgili kardeşlerim! biz milliyetçiliği sokak duvarlarına değil, kıbrıs'ın topraklarına, ege'nin deniz yataklarına yazmışız. biz milliyetçiliği batı anadolu'nun haşhaş tarlasına yazmışız"

    ruhun şad olsun karaoğlan!
  • (e) tümamiral mustafa özbey’in anılarından...

    15 temmuz 1974, 01.25 / ege denizi.

    deniz kurdu tatbikatı devam ediyor. ben komodor deniz kurmay albay necmettin keski'nin harekât subayıyım. harekât, yıldırım/çok gizli bir mesajın gelmesi ile kendimi meslek yaşamımın en önemli olayının içinde bulacaktım. mesaj, kıbrıs'ta bir darbe yapıldığını söylüyordu. tatbikat saati durduruldu. gelen bilgilerin artması ile nikos sampson isimli bir kişinin makarios’u devirip yönetimi ele geçirdiği anlaşıldı. makarios 2 gün sonra adadan kaçtı. darbenin yunanistan askerî cuntasının işi olduğu anlaşıldı. durum ciddiydi. kısa sürede askerî müdahale kararı verilmezse kıbrıs'ta tüm kazanımların yok olması ihtimali çok yüksekti.
    sabaha karşı tatbikat iptal edilip gemi/birliklerin sefer görev yerlerine intikali emredildi. yunan cuntası darbe yaptığına göre, bu ülke ile savaş kaçınılmazdı. ege'de, bu savaşı yapmak için plânlı kuvvet kalırken, diğer gemi/birlikler süratle mersin'e intikal ettiler. biz, ege görev gurubu olarak izmir/uzunada'ya intikal edip harbe hazırlık sürecini başlattık. gemilere harp stoku yüklendi, tersane timleri arızaları onardı, savaş eğitimleri yoğunlaştı. harbe hazırlık durumu en üst düzeye çıkarıldı. adadan gelen bilgilerden darbenin başarılı olduğu, katliamların başlamasının an meselesi olduğu anlaşılıyordu.
    dünya türkiye'yi oyalıyordu.

    türkiye tarihî kararını vermişti. sonuna kadar savaşacaktı. bu kararlılık personel tarafından hissedildiği anda, hepimizi çok farklı bir duygu kapladı. bütünleşmiştik. başbakan bülent ecevit icra emri öncesi londra'ya giderek diğer garantör uk ile görüştü. dönüşünde artık karar vermişti. harekât plânı basitti. kıbrıs'a müşterek harekât icra edilerek önemli bir bölümü ele geçirilecek, ege'de yunanistan ile kesin sonuçlu bir savaşa girilecek, yunanistan'ın kıbrıs'ı takviyesi engellenecekti. türk silahlı kuvvetleri’nin cumhuriyet tarihinin en büyük askerî harekâtına çok az bir zaman kalmıştı.

    müşterek harekât, plânlama ve icrası en zor askerî harekâttır. amfibi, havadan indirme, uçar birlik ile birlikte deniz ateş desteği ve kapsamlı hava bombardıman harekâtını içerir. başarısız olunması durumunda sonuç tam bir felâket olur. türkiye her şeye rağmen kararını vermişti. hatırlamanızı istediğim bir husus daha var. harbe hazırlık için en zayıf olunan aylar temmuz ve ağustos aylarıdır. atama, yer değiştirme ve izinlerin yoğun olduğu aylardır. darbeyi planlayanlar belli ki türk silahlı kuvvetlerinin bu zafiyetini dikkate almışlar. tsk bu zorluğu aşabilir miydi?

    18 temmuz'da tarihî kıbrıs barış harekatı kesin emri verildi *. 20 temmuz sabahı harekât başlayacaktı. kıbrıs'ta zapt ve işgal; ege'de, şayet yunanistan saldırırsa, misli ile mukabele... artık rahattık. saatler kurulmuş, hazırlıklar tamamlanmıştı. dünya tarihinde bir ilktir!..

    15 temmuz, sampson darbesi; 18 temmuz, kıbrıs barış harekâtı emrinin verilmesi; 19 temmuz, mersin'den kıbrıs'a amfibi gücün intikale geçişi. 20 temmuz kıyı başına kapak atma... tarihte bu kadar kısa sürede böyle karmaşık harekâtı icra edecek bir ülke yoktur. 1974 kıbrıs barış harekâtı 20 temmuz’da başladı ve ateşkes ile * kısa süreli durdu. ağustos ayında ise ikinci harekât ile kktc'nin coğrafî sınırları çizilmiş oldu. yunanistan ege'de türkiye ile bir savaşı göze alamadı. kıbrıs darbesini planlayan yunan cuntası devrildi. yunanistan'ın kıbrıs'ta türkleri katledip adadaki rumlarla bütünleşme plânı (enosis) büyük yara aldı. tc tarihinin en büyük askerî harekâtını, hem de denizaşırı bir hedefe yapmayı başardı. bu askerî başarının siyasî kazanca dönmemesi için emperyal güçler her şeyi yaptı. geçen 46 yılda ambargolar dâhil, kıbrıs'ın ab'ne, hem de tüm kıbrıs'ı temsil ediyormuş gibi alınması dâhil her türlü ahlâk dışı oyun oynandı, oynanmaya da devam ediyor. tc ve kktc'deki hainler emperyalizm ile işbirliğini sürdürdü. kıbrıs davası yara alsa da asla yok olmadı!

    büyük saldırının aslında, türkiye'yi mavi vatan ile kıbrıs'taki meşru haklarını yok etme amaçlı olduğu artık daha iyi anlaşılıyor. türkiye mavi vatan ve kıbrıs nöbetinde. adada türklere karşı yürütülen sinsi psikolojik harekâta rağmen, onlar değil, biz başarılı olacağız.”

    ayrıca bakınız: mavi vatan
  • ada'da türkler üzerindeki rum faşizmini bitirmek üzerine yapılmış ve başarıya ulaşılmışsa da halen rumlar tarafından saldırı -gülünç- olarak değerlendirilen harekattır.
  • hakkinda rumlara karsi etnik temizlik yalanini soyleyenlerin oldugu 2 asamali askeri harekattir.

    bu harekatta rumlara karsi etnik temizik yapildigini iddia eden tiplemeler zaten "yuzyil basinda ermenilere bla bla" diyerek renklerini belli ediyor entrylerinin sonunda. ben burdan yazayim da sallamalar ortaya ciksin.

    rumlara karsi etnik temizligi nasil uygulayacaksin ulan. dunyanin gozu orda, adada baris gucu unvani ile yuzlerce ingiliz askeri var, olaylari surekli kayda alan iki tarafinda gazetecileri var. etnik temizlik gibi agir itham iceren lafi geliyorsun burada kullaniyorsun arkasina onune bakmadan. orda turk askeri etnik temizlik yapsa su ana kadar 5000 kere bunun gorusmelerde onumuze konacagini veya bunla ilgili bircok kanitin ortaya cikacagini bilmiyor musun? sallamak daha kolay tabi burda, salla gitsin.

    baska herhangi bir millet var midir acaba kendi memleketine bu kadar dusman vatandasi olan?! tarikatcisi bir yandan, soykirimcisi bir yandan, kürtcüsü bir yandan...
  • ah babacığım, kıbrısın gündem olduğu günden bugüne 4-5 haftadır belki daha da fazladır, televizyonun başında kalkmıyor. benden bile dinç ve kuvvetli olan adam çürüyecek koltukta. anılarını yayınlayım internette belki ünlü olursun dedim, nerede diye sordu sözlüğü gösterdim. iyi, iyi dedi. bende hem bu vesile ile ince keten kağıtlara yazılı ve bozulmaya yüz tutmuş yazıları online ortama geçirmeye özen gösteriyorum. hemde sözlüğe bir faydamız olsun. bu vesile ile babamın yazılarından bayağı bir gelecek, kendi anılarımızı yazmaya bidolu vaktimiz var ileride, önce sırasıyla gidelim bakalım. saygılar.

    - babamın kendi yazısıyla...

    "32 yıl önce tam da bu günlere rastgelen savaş anılarımı yazıp, yazıp notlar almıştım.

    ilginç anılar;

    peşpeşe iki akaryakıt tankeri mevziye girip durdu.
    bir astsubay indi, gelip selâm verdi.
    -benzin ve mazot getirdim komutanım.
    -dün ikmal ettik, alacak yerimiz yok.
    -bir baktırsanız, belki vardır.
    -yok, biliyorum...depolar gıdığına kadar dolu.
    -çantabidonlar?
    -onlar da...
    selâm verdi, tankerleri alıp diğer birliklere doğru gitti.
    akaryakıt dolu iki tankerle ateş hattında dolaşmak çok büyük bir risk idi tabii.
    girne güneyinde dikomo bölgesinde toplarımızı mevziye sokmuş, magosa istikametine yapılacak ikinci taarruza hazırlanıyorduk.
    sözde ateşkes yürürlükteydi ama özellikle geceleri kazara bir silâh patlasa, iki taraftan da cayırtı kopuyor, dinmek bilmiyordu.
    bu ateşkes hem iyi hem hem kötüydü.
    iyiydi, çünki ikinci harekât için toparlanma ve hazırlık fırsatıydı.
    kötüydü, çünki iki tümen, iki tugay dar bir alanda sıkışık durumdaydık.

    bir seyyar bakım onarım ekibi geldi.
    -arızalı araç ve silâh varsa onarmaya geldik.
    -tayyaaar!..
    -emret komutanım...
    -ekip geldi, silâh arızamız yok, biliyorum ama araçları bir dolaş da sor.
    -sabah dolaştım, hepsi faal, bi tek sizin jipin dikiz aynası kırık.
    -nidecez dikiz aynasını oğlum, geri bakmak yok...ileri...daima ileri...
    -emredersin komutanım, unuttum bi de sellektör arızası var.
    -düşmana sellektör mü yapacaz tayyar, yürü git işine, bu ufak tefek şeyler için ekibin değerli vaktini almayalım.
    üç reo toz duman içinde mevziye girdi.
    bir astsubay öndeki reo'dan atladı selâm verdi.
    -mühimmat getirdim, ağır silâh, hafif silâh, roket, el bombası, hepsi var...
    -hafif silâh mermimiz yeterli ama top, uçaksavar mermisi ile roket alabiliriz.
    -tamam da şeyy...ben ulaştırma'cıyım hangi sandıkta hangi mermi var bilmiyorum, siz bir baksanız.
    -anladım tamam bakayım.
    baktım, sandıklar sarsıntıdan birbirine girmiş, ihtiyacımız olanları bulup indirmek epey zamanımızı aldı.

    bir üsteğmen geldi, harici üniformalı, gravatlı gömlekli iskarpinli.
    peşinde de beş tane yine harici üniformalı ceketli gravatlı iskarpinli asteğmen.
    -topçu okulu'ndan yeni mezun yedeksubayları getirdim, tabur karargâhına götürecektim ama bulamadım, sizin topları görünce...
    -hoş geldin üsteğmenim ama bu ne hal yahu, harp meydanına gravatlı iskarpinli gelinir mi, hele hele çelik başlıksız?
    -ben zaten teslim edip hemen dönecem de...
    -otur otur, bi soluklan, çay iç gidersin, siz de oturun arkadaşlar.
    yedeksubaylar endişe içinde sağa sola bakarak, kıyafetlerinin bu ortama uygun olmayışından tedirgin de olarak çaylarını içtiler, onları o gece mevzide misafir ettim, ertesi sabah bir araçla tabura yolladım.
    haa, gece nasıl mı yattılar?
    aynen bizim gibi...
    bir battaniyenin yarısını altlarına yarısını üstlerine çekerek toprakta...
    her gece olduğu gibi karambolden cayırtı kopunca da çok sıkıntılı saatler yaşadılar.

    yine bir reo geldi.
    bir levazım astsubay indi selâm verdi.
    -sigara getirdim komutanım.
    -sigara mı, ne sigarası?
    -fahri korutürk sigarası...
    -haydaa...o da neymiş?
    -cumhurbaşkanımız, erler dahil tüm personele birer paket verilmek üzere kendi özel sigaralarından yolladı, mevcudunuz kaç?
    -yüzotuzyedi.
    -tamam, ondört karton bırakıyorum.
    bıraktı gitti, bir kartonu açtım baktım, uzunca bir kutu idi, üzerinde cumhurbaşkanlığı amblemi ve fiyakalı bir yazı ile s. fahri korutürk yazısı vardı.
    dağıttık, bazıları içti, benim gibi sigara içmeyenler de hatıra diye sakladı.

    top başında dürbün ayarları ile uğraşıyordum, doktor üsteğmen ahmet, sıhhiye ekibiyle geldi.
    -tifo, kolera ve tetanoz aşıları yapmam gerekiyor...
    -hepsini birden mi?
    -yok, bugün sadece tetanoz, öbürleri sonra.
    -iyi de herkes silâhının başında, toplayacak mıyız?
    -gerek yok, biz tek tek yanlarına gidip yaparız.
    asteğmen gelip selâmı çaktı.
    -komutanım mutemet geldi, maaşları verecekmiş.
    -vay bee...bugün 1 ağustos, devletimizin hassasiyetine bak, bir gün bile sektirmeden harp meydanında maaş veriyor.
    -buyur komutanım tam tamına seksenbeş sterlin.
    -sterlin mi, niye gâvur parası?
    -kıbrıs'ta maaşlar böyle ödeniyor.
    -tüü allah kahretsin, kıbrıs'ı yunan'a peşkeş çeken kalleş ingiliz'in parasını taşımam ben.
    -girne'ye ziraat bankası şube açacakmış, orada bozdurabilirsiniz isterseniz.
    -iyi tamam ver bakalım, şu rezil paraya bak, ingiliz kraliçesi nasıl da hain hain bakıyor...

    yanımızdaki dikomo kasabası (şimdiki adı dikmen) boşaltılmış idi ama yine de emniyetimiz açısından bir dolaşıp boş olduğundan emin olmak gerekirdi.
    evler bahçe içinde tek veya iki katlı binalar idi, yeni yapı olduğu belli olan birine girdim ama temkinliyim, elimde tomson makineli, belimde colt, başımda çelik başlığım var, ayrıca yalnız değilim.
    kaliteli eşyalarla zevkli döşenmiş bir evdi, salondaki sony tv.dikkatimi çekti, renkli miydi acaba?
    açtım, aaa çalışıyor...üstelik renkli.
    aklıma türkiye'de yeni aldığım renksiz beko tv. geldi, halâ taksidini ödüyordum, kendi kendime güldüm.
    yatak odasına girdim, lüks bir otelin süit odası gibi.
    aynalı tuvalet masası üstünde çerçeveli bir gelin damat fotoğrafı var, gayet mutlu ve geleceğe güvenle bakarak poz vermişler.
    gardrobu açtım, askıda bir gelinlik...
    yeni evli olmalılar, evdeki tüm eşyalar sıfır kilometrede çünki.
    acaba yakın bir zamanda türk askerininin postallarıyla yatak odalarına kadar girebileceği hiç akıllarına gelmiş miydi?
    rahatlık batmış bunlara diye düşünerek çıktım.
    -komutanım, komutanım!..
    -ne var?
    -bunları bulduk, ne yapacağız?
    evlerden birinde yaşlı bir rum çift bulmuşlar, yatalak vaziyette olduklarından bir battaniyenin arasına koyup getirmişler.
    baktım, 90 yaşlarında olmalıydılar, yerde battaniyenin üstünde birbirlerine sarılmış yatıyorlar, korku ile bize bakıyorlardı.
    çömeldim, konuşmak istedim ama sadece inliyorlardı ve dudakları kupkuruydu.
    kaldırıp oturttuk, matramı çıkarıp uzattım ama dehşet korku içindeydiler, almadılar.
    matrayı kendi ağzıma götürüp bir yudum içtim tekrar uzattım, bu kez kadın aldı, yarısını içti adama uzattı, adam da içti bitirdi.
    zehirleyeceğimizi düşünmüş olmalıydılar baştan...
    -"bunları evlerine götürün, tekrar yatırın, burada olduğumuz sürece bunların yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılayacağız."dedim.
    vicdansız evlâtlar, kaçarken bu yatalak ebeveynlerini kendi hallerine terketmişlerdi anlaşılan.
    bir türk bunu yapar mıydı acaba ?...

    not: arkadaki fotoğrafta, vurduğumuz bir rum zırhlı muharebe aracı içinde daha sonra inceleme yaparken görülüyorum.(sağdaki ben)"

    görsel

    bu anı 2006 yılının haziran ayında yazılmıştır.
  • kıbrıs'taki türkler'i korumak için, kimseden izin almadan yaptığımız bir harekattı. tayyip erdoğan'ın çok sevdiği "bunlar gazı, yağı karneyle dağıtıyordu" edebiyatı bu savaştan gelir. amerika kendisinden izin almadan böyle bir harekat yapılınca, yapanı(türkiye) ambargoyla cezalandırmıştı. halbuki tayyip erdoğan gibi bir lider olsaydı, kendisinden izin alsaydı böyle mi olurdu?
hesabın var mı? giriş yap