• üzerinden "eskitecek" kadar zaman geçmesine rağmen kendi türünde önemsenecek ve değişmez derecede örnek olarak görülen.
  • fransızca classe (klas, sınıf) sözcüğünden türeyen klasik sözcüğü iki manada kullanılmıştır:

    uyulması gereken örnek yazar
    klasisizm akımına bağlı yazar

    klasisizme bağlı sanatçılar antik yunan'ın görkemli sanatını ve latin edebiyatını örnek alırlarken bu sayede edebî kimliklerini de mühürlemişlerdir.
  • alışılmış olan hatta kimi zaman basit, sıradan, bayağı bile olabilen.
  • tdk'ya göre:
    1 . eski yunan ve roma çağı dili ve sanatı ile ilgili olan:
    "klasik eserlerin oynandığı bir millî tiyatroları yok."- h. taner.
    2 . xvll. yüzyıl fransız dili, sanatı ve yazarları ile ilgili olan.
    3 . üzerinde çok zaman geçtiği hâlde değerini yitirmeyen, türünde örnek olarak görülen (eser veya sanatçı).
    4 . sanatta kuralcı.
    5 . alışılmış olan, yenilik getirmeyen, geleneksel:
    "klasik şiirin yıkıldığından beri, şiiri, bin kişi bin türlü tarif ediyor."- y. k. karaosmanoğlu.
    6 . isim eski yunan, roma veya xvii. yüzyıl fransız sanatıyla ilgili sanatçı veya eser.

    3.anlamı açacak olursak klasik; modası geçmeyen ve değer kaybetmeyendir. örneğin, yaşar kemal'in ince memet'i klasiktir, da vinci şifresi 2004 yazının en çok okunan kitabı olabilir, ama birkaç yıl sonra da vinci şifresi unutulacak, ama ince memet her yeni nesilde bir daha doğacak, bir daha okunacaktır; ince memet de klasiktir, yaşar kemal de. örneğin, siyah ketenten, diz boyunda kolsuz bir elbise klasiktir, bu yılın turuncusu, önümüzdeki yılın kırmızısı kısa süreliğine göz alacak, ama bu durum klasik siyah elbisenin değerini azaltmayacaktır, o her duruma her zaman uyacaktır. örneğin bazı (uzun) yıllar için one night standler gözde olabilir, ama aşk hep klasik kalacaktır. chat yapmak güncel ve/ya çağdaş olabilir, ama beyaz kağıt üzerine 2b kalemle yazmak (kurşunun, beyaz kağıdın çok dikkatli bakıldığında farkedilen pütürleri üzerinde kayışını hissetmek ve çıkardığı sesi duymak) klasiktir, değerini kaybetmeyecektir.
  • mathew arnold, the study of poetry (şiir üzerine çalışmalar)’ında “classic” kelimesinin gerçek ve doğru anlamı, sözkonusu edilen eserin en iyi sınıfa ait olması demektir.” der.t.s eliot “what is classic?” de klasikliğin “öneminin ve değerinin sonradan ve tarihi perspektifi içinde ele alabileceği” görüşünü ileri sürer. klasik kelimesini önemseyen bir eleştirmenin, sanatın kurallarının koruyucusu (muhafazakâr) olması muhtemeldir. erken grek edebiyatının klasik statüsünü icat eden iskenderiyeli bilginler, ellerini çabuk tutup hemen katı biçimsel kurallar koydular ve daha sonrada kendi eserlerini bu kurala dayalı olarak oluşturmaya ve böylece eserlerinin kalsik niteliğini garanti etmeye koyuldular. bu sınıflama sistemini miras alan romalılar da eserlerini, belirlenen kurallara dayandırdılar ve sürekli dışa vurdukları bir aşağılık komplexiyle, taklit ettikleri grek edenitayının klasik statüsünü teyid ettiler.
    ingiltere’de “klasikler” denilince, her şeyden önce grek ve roma edebiyatı akla gelir. ancak günümüzde klasik, konumu ve değeri hakkında genel bir anlaşmanın olduğu eser veya eserler anlamındadır. (arnold kelimeyi,dryden ve pope’a “nesrimizin klasikleri” derken belki de bu anlamıyla kullandı) kült klasik anlayışta dönüm noktalarından bir tanesi muhtemelen neo-klasik çağ olan 18.yy da meydana geldi. bu yüzyıla kadar kelime aristo’nun poetica’sı ve horace’ın çok sık taklit edilen ars poetika’sında adeta kutsal bir nitelik kazanan, aristokratik bir kültürü sürdüren retoriğin kurallarına uyar. bu tarihten itibaren, kelime kültürel yayılma anlamına gelmeye başlar. (ki bu dr. johnson’un, thomas gray’ın elegy’sine duyulan hayranlığı, onun kılar.) arnold!dan bu yana klasik terimi, ahlaki eleştirinin (moral kriticism) zayıflamasıyla birlikte önemini kısmen yitirmiştir. eleştirel bir uzlaşmanın veya (arnold’un deyimiyle) “genel bir gerçek yargıya ulaşma” çabasının olmadığı yerde, terimin kullanışı şüpheler içerir. ‘what is classic?’ ’de eliot “a guide to the classic”(klasik rehberi) için “size derbi maçının galibi nasıl seçeceğinizi anlatan çok ilginç bir kitap” der. kendisinin virgil’in klasik statüsüyle ilgili tartışması ise açıkça edebiyat dışı ilgilerle biçimlenmiştir. genel olarak terim, çok rahat bir biçimde, eleştiri terimi yerine yargıları onaylamak için kullanılmaktadır. bununla birlikte formal bir disiplin olmanın, tarafsızlğın, nesnelliğin erdemlerini, eksantirik ve benmerkezcilikten kaçınmayı yücelten bir faktör olarak klasizme yönelik itici bir güç, (kilasiği sağlıklı ve romantiği hasta olarak tanımlayan) goethe’den beri, romantiklerin ‘deha’ ile ilgili bireysel estetik anlayışlarını denetleme işini görmüştür. puşkin’in eseri bu türden klasiklik örneği sergiler ve 18.yy neo-klasik edbiyatın büyük bir bölümünde olduğu gibi, çoğunlukla kendisini hiciv yoluyla açığa vurur. yüzyılımızdaki bir çok yazarın, geç romantik dönem yazarlarına karşı çıkmaları, kilasik antikite edebiyatının, ya nesnelliğe ya evrenseliğe yardımcı bir öğe olarak görülmesine (joyce’un ulyses’de homer’i kullanması veya pound’un sextus propertius’u kullanması gibi) veya bilinçli bir klasik tarafsızlık doktrininin,disipline edilmiş formları içerisinde, lirik bir duyarlığın ihtiva edimesine yol açtı. eliot’ objective correlative (nesnel karşılıklılık) bu anlamda neo-klasiktir, eliot’in büyük edebi eserlerde acı çeken insanın, yaratıcı zihinden ayırt edilmesi gerektiğinde ısrar etmesi de bu eğilimi yansıtır. bu tür bir yeni-klasikçilik, imgeci kuram ve uygulamanın temelini oluşturur. d.h lawrence’ın “böyle bir klasizm saçmalıktır, dahası korkaklıktır.” (bkz: collected letters sy: 753) demesine yol açan şey, eliot’ın bu yeni-klasikçiliği, sınırları edebiyat sahasının çok ötesine taşan virgil tarzı bir mutlakçılık ve katılığa dönüşmesidir. eleştiride, çağdaş yeni-klasikçilik olgusu, (dryden,pope ve boileau’nun yaptığı gibi) edebi normların yetkin tanımlamalarını yapmak yerine, içinden çıkıp geldiği kültürel eklektisizme karşı kasıtlı bir ters düşmeyi simgeler. böyle bir olgu, öz itibariyle, dikkatli ustalık ve tekniğin önemini yeniden vurgulanmasından başka bir şey değildir.
  • en genel anlamıyla yüksek ve kalıcı bir değere sahip olan.
  • zamana papucunu ters giydirten kavram.
  • fiyat performans açısından gayet başarılı sigara. her yerde bulunmaması tek dezavantajı gibi görünsede içimin tok olması, tadının fiyatına göre iyi olması sebebiyle gayet içilesi. deneyiniz efendim. tabi unutmadan (bkz: sigara sağlığa zararlıdır)
  • camel -> winston düşüşünü sürdürebilitesi yüksek sigara. yeni sistem camel (4,50 tl) -> winston (3,90 tl) -> klasik (2,75 tl) şekline bürünüyor yani -özellikle öğrenci bünyeleri ve bütçelerinde- ay sonuna doğru ilerlerken.
    aynı katerogiye sokulabilecek samsun 216 gibi kokmuyor; lark gibi kömür, west gibi katran tadı bırakmıyor ağızda; pall mall gibi nefes darlığı çektirmiyor. kalite/fiyat oranı oldukça yüksek.

    ek olarak (bkz: sigara içmek size ve çevrenizdekilere ciddi zararlar verir)
  • kendimden kendisine veya kendisinden kendime yönelebileceğim ender kavramlardan biri bu klâsik. kendimden bakarsam, klâsikleşmenin bir adabının olduğunu görürüm. ancak tasviri yapılması biraz güç, bu entiride bunu denemeye çalışacağım. bana kalırsa bunun resmen adını koyarak, örnekleriyle gözler önüne serebilen ender yazarlardan biri olmuş paul hazard. la crise de la conscience europeenne'de avrupa'nın özellikle de renaissance ile birlikte nasıl bir değişim yaşadığını vurgularken, klasik anlayışın, kapsamadığı veyahut kendi içinde kendini besleyen tasarımına göre dışlamak zorunda kaldığı her şeyi nasıl kabullenerek klasikliğini klasik kılan değerlerini yitirdiğini gözler önüne seriyor. bunun böyle olmasının nedeni, nermi uygur'un "değişme sevmek"inin (http://jimithekewl.blogspot.com/…-deime-sevmek.html) içinde geçen "değişmeyi seven eylemi sever aslında." çıkarımı yatıyor. neden eylem, değişmeye neden olarak klâsik olanı klâsik olmaktan çıkarsın? bunu avrupa medeniyetinin klâsik çağ durağı nezdinde paul hazard'dan okuyalım:

    "mevcut durumu muhafaza etmek, mucizevî bir şekilde erişilmiş bir muvazeneyi bozabilecek her türlü değişmeden kaçınmak; klâsik çağın başlıca meselesi işte bu idi. huzursuz bir ruhu sinirlendirecek cinsten meraklarda tehlike vardı... klâsik çağın kafası, kendi kudreti ile, durgunluğu sevdi; bizzat durgunluk olmak istedi. beşeriyet gemisi nihayet bir limana ulaşmış bulunuyordu: burada uzun zaman, devamlı olarak kalabilir miydi? hayata artık eski bir nizam gelmişti: ne diye bu mükemmel kapalı sistemden çıkıp her şeyi tekrar bozabilecek maceralara girişmeliydi?" (batı düşüncesindeki değişme, sf.3-4, çev. e. güngör, milli eğitim basımevi, 1973)

    peki, klâsik olanın "en genel anlamıyla yüksek ve kalıcı bir değere sahip olan" olduğunu 'değişme sevmeme'sinden hareketle söyleyebilir miyiz? ya da klâsik olanın övmeye değer niteliği "zamana papucunu ters giydirten kavram" olmasında mıdır? klâsik tanımlanırken en genel anlamıyla yücelik ve kalıcılık niteliklerine vurgu yapıldığında, klâsik olmayanın da doğal olarak bu iki durumdan yoksun olduğu düşünülmüş oluyor. klâsik olmayan neden yüce ve kalıcı olmasın? klâsik olan yüce ve kalıcı olduğu için mi klâsik olmuştur, yoksa tam tersi mi geçerli? kavram olarak bakarsak, en eski hâliyle latincedeki classicus'un tam karşılığı "classis'e ait/özgü olan"dır. classis de yine sonraki dillere bir şekilde sıçramış olan class-' kökünün yani mevki-sınıf-çeşit anlamları yanında kalitenin de işaretçisidir. yine classicus'un "yüksek sınıf" anlamında kullanıldığı da olmuştur (örn. "classici dicebantur non omnes qui in quinque classibus erant, sed primi tantum classis homines", cat. ap. gell. 6 [7], 13, 1). burada aslında class- ile anlaşılması gereken "belirlenmiş üst sınıflılık/düzeylilik"tir. bizim türkçemizde de -ne zamandır kullanıldığını bilmiyorum- klas kelimesinin -tdk tanımına göre- içerdiği anlam "üstün nitelikli, üstün yetenekli"dir; örneğin "klas aktör" dendiğinde "üstün yetenekli aktör" anlaşılmış oluyor. peki, burada şu soru ortaya çıkıyor: klaslığın krıterleri ondan önce mi yoksa sonra mı belirleniyor?

    klâsikteki yüceliğin ve kalıcılığın değişme sevmemeye dayanan krıterleri, zaman içinde yozlaşabilir mi? klâsik döneme göre iletişim ve ulaşımdaki gelişimle birlikte seyahatlerin artması, hâliyle kendinde yücelik ve üstün kalıcılık gören klâsik avrupa düşüncesinde kendinden olmayanı "mecburen" kabullenme arazını doğurdu. klâsikliğin yukarıda tanımlanan özünü düşünürseniz, bu kabulleniş klâsiklik durumu için tam bir arazdır, rahatsızlanmadır. ancak bu araz hayra alâmet olarak da yorumlanabilir kendisi için; klâs sınıflardan kimselerin doğu seyahatleri zaman içinde doğunun klâsik avrupa'nın kavimlerinden çok farklı niteliklere sahip olan doğulu kavimlerin bizzat doğuda yani yerinde görülmesiyle, klâsik anlayışa özgü eski inanışların, kabullerin yıkılmasına neden oldu. zira klâsikliğin, kendinden olmayanı yanına yaklaştırmayan "yüce" ve "kalıcı" değerler mekanizmasına asıl darbeyi vuran "meraklarınız varsa seyahate çıkın..." düsturu (trotti de la chetardie, instruction pour un jeune, seigneur, ou l'idee du galant home, paris, 1683, s.68; p. hazard, sf.5, 1973) olmuştur.

    "yüce" ve "kalıcı" olan değerlerin üzerinde yükselen klâsik kafanın, kendisinden tümüyle farklı olduğunu düşündüğü klâsik olmayan kafayı yakından tanımaya başlaması hayırlı bir araz olabilir, yukarıda dediğim gibi. onu yerinde, doğru olarak görmesi, onu çok daha verimli bir şekilde sömürebilmesine neden olmuştur, diyebiliriz. dahası, klâsikliği kendi içinden çıkma modernite algılayışının kendi yüceliğinin ve kalıcılığının maskesi durumuna getirmek de, zamanında kendisinin klâsik olduğunu düşünen kafalarca klâsikliğin dışında bırakılan doğunun barbar kavimleri için bir kurtuluş reçetesiymiş gibi sunulabilmiştir. "klâsik doğmamış olabilirsiniz, ama bu, hiçbir zaman klâsiklikten çıkma modern yaşama ayak uyduramayacağınız anlamına gelmiyor. klâsik çağ'ımızı yaşamadınız ama klâsik çağımızın bize öğrettiği ve miras bıraktığı değerler sistemini, bizden öğrenebilirsiniz." denilebilmiştir. bana kalırsa, batının doğu önündeki egemenlik görüntüsünün yaldızı, bizzat klâsiklikten ve onun temsil ettiği "yüce" ve "kalıcı" değerlerden değil, işte bu klâsiklik bilincinin kırılarak klâsik çağa özgü değerlerden yoksun olan barbarlık - belki yarıhayvan düzeyindeki kavimlere de satılabileceğinin anlaşılmasından kaynaklanıyor. bu eski bir oyunu anımsatır: romalılar için de roma hükümleri altında yaşamayanlar insandan sayılmıyordu; hatta romanum imperium öylesine kendine özgü klâsikliğin "yüce"liği ve "kalıcı"lığıyla anlamlanıyordu ki, ona kültür bakımından çok şey kazandırmış ve satmış olan yunanları bile küçümseyen kendi "klâsik romalı" tipini yaratmıştı. "graeculus" yani "yunancık" denilerek küçümsenen, salt yunan gibi olmaya çalışırken komik duruma düşen romalı değildir, aynı zamanda yunan'ın kendisidir. zira başta da belirttiğim gibi, klâsiği klâsik kılan bir de belirleyici var; bu romalı oyunda belirleyici, güçlü olan romalı. o aynı zamanda krıter belirleyicidir. bunun gibi, klâsikliğin değerini düşürmeden ondaki "değişme sevmeme" niteliğini tersine çevirip eylemi severek, değişmeyi severek seyahatlerini arttıran, kendisi gibi olmayanları tanımaya giden batılı klâsik kafa, klâsikliğinden sıyrılarak yepyeni bir üst-sınıf ideali yaratmıştır. bu ideal de "doğulu ne yaparsa yapsın, esasta tek amacı/hedefi batılıya erişmek ve onun koyduğu krıterlere göre kendini yeniden biçimlendirmek"ten başkası değildir. medeniyet adına medenî olmayanların medenîleştirilmesi projesi, sonunda doğunun kendi klâsikliğini de ortadan kaldırıyor. ancak tek bir farkla: yerine öbürü gibi, hayra alâmet bir araz ürünü koyamıyor. yapıp ettiği sadece başkasının klâsik çağ düşüncesinden damıttığı krıterlere uymak.

    zamanda belli iki nokta arasında, bir şekilde kendi klâsik dünyasından sıyrılarak, kendi değerler sistemini pazarlayabilecek boyuta gelen aklı-başında sistem "bizim ilim ve sanat dediğimiz şeyler birer kötülük kaynağı değil de nedir? vahşî insan tabiat anaya uymak suretiyle saadeti bulur. asıl barbar olanlar medenîlerdir: onlar hürriyeti ve insanlık asaletini yeniden bulabilmek için vahşîleri örnek almalılar" (p. hazard., sf.16, 1973) dese bile, aslında kendisine özgü silah olarak kendi terminolojisiyle, kendi değerler düzeneğiyle konuşuyor demektir. klâsik çağın ruhu damarlarında gezmeyen kafa, zıddı olan kafa tarafından yüceltiliyormuş gibi görünürken bile aslında onun ilmiyle, sanatıyla, asaletiyle, hürriyetiyle ezilmiş oluyor. "örnek alınacak vahşî" tabiri bile, mevcut vahşet anlayışının satır arasında pazarlandığının göstergesidir. bu, bir müslüman aliminin çıkıp da "hayra dönük işler yapmış, hiç kul hakkı yememiş gavurlar da cennete gidebilir" demesine benziyor. gavur en nihayetinde gavurdur, vahşî de vahşî. classicus'luk yani klâsik belirlenim burada da kendini gösterir; klâsik kendini yok ederek yepyeni bir klâsik oluşturmuş olur. öz değişmemiştir, değişen özün maskesidir. vahşîyi bir tutumundan ötürü örnek alan ve bunu "vahşîyi örnek almak" olarak yorumlayan kafa, "vahşîyi yok etme" kararnamesinin altına imza atma hakkını da kendinde buluyor demektir. çünkü aslolan klâsikteki yücenin ve kalıcının, daimî belirleme gücüdür.

    p. hazard seyahatler yoluyla kabuğunu kıran batılıların şu uyanışını aktarıyor: "muhammed bir saralı ve hayalciden ibaret olsaydı, insan neslinin bu kadar geniş bir kısmı onun yolunu katiyen takip etmezdi... hakikatte islâm dini insicamlı olduğu kadar yüce ve güzeldi de." (p. hazard, sf.20, 1973) "güzel" ve "yüce", öyle mi?. oysa "güzel" ve "yüce" olduğu düşünülen bir şeyin öyle olduğunu düşünmek, öyle olması gerektiğini düşünmekle aynıdır. belirleme yetisi ve hakkı kimdeyse, güzel algılayışı da ona göre belirlenir. bunda standart belirlenince de, belirlenen huzur ve barış da güçlü belirleyicinin elinde olur. kendinden olmayanı tespitin bile klâsikliğe özgü bir değişme sevmeme niteliği vardır. algılayışı değiştirirken bile değişmemeden medet ummak anlamına gelir bu. değişmeyi sevmeden değişmiş gibi durmak, son kertede bundan daha kudretli bir "klâsik" var mı?
hesabın var mı? giriş yap