• ken loach'un yonettigi, jim allen'in yazdigi ve basrollerinde ian hart ile rosana pastor'un yer aldigi 1995 yapimi bir film. ispanyol ic savasi sirasi'nda liverpool'dan kalkip ispanya'ya savasmaya giden genc bir ingiliz komunistin yasadiklari cercevesinde ispanya'daki davanin aslinda lokal olmayip global bir carpisma oldugunu ve savasin kaybedilmesinde bu global iliskiler ve hesaplar aginin nasil bir rol aldigini anlatan guzel bir yapim. herkes adina masum isteklerle yola cikanlarin sistemin eziciligi karsisinda burunlarinin surtulmesinin hikayesi. baska olasiliklarin hatirlaticisi.
  • ispanya iç savaşı'nı, isyanın nasıl içten içten bastırıldığını ve ideolojik çelişkileri oldukça güzel bir sinema diliyle anlatan, stalinizme de bir güzel söven ken loach filmi. filmin en çarpıcı sahnelerinden bir tanesi elinde pazar torbasıyla düzenli ordu yanlısı stalinistler ve militanlar arasında kalan teyzenin "birbirinizi öldüreceğinize faşistleri öldürün, açız biz" diye bağırmasıdır. ve ayrıca köydeki toplantı sahnesi onlarca teorisyeninin binlerce sayfaya sığdıramayıp, anlatamadığı ideolojik çelişkiyi yaklaşık beş dakikada anlatmıştır* ve yine bu sahne çok kabaca da olsa bir anarşizm komünizm karşılaştırması olarak nitelendirilebilir. otoriteye ve siyasete yenilişin öyküsüdür bu film kısaca.
  • "ülke ve özgürlük" ismi ile sinemalarda oynamış film...ispanya iç savaşında yaşananları biraz da acıklı bir dille anlatır (özellikle cumhuriyetçilerin birbirlerini vurmaya başlamaları*)...bazı solcuların "bu herif* troçkist zaten, işi gücü stalin'i karalamak" diyerek nefretlerini kusmaları ise ayrı bir nokta...
  • anti-faşistlerin ortak bir hedef üzerinde birleşemeyişleridir bu film.cephede sevdiği kadını kaybettikten sonra onun toprağından bir avuç alıp ölene dek saklamıştır.ölünce torunu bu toprağı mezarına döker ve film tavan yapar.
  • ken loach un tartışmasız en iyi filmi. bununla beraber aynı yıl gösterilen libertarias ta kesinlikle izlenmelidir. ayrıca bununla beraber bu filmlerden haz alan kişiler ay carmela ve in praise of older woman ı da izleyebilirler.
  • marxizm, stalinizm (izm de değildir ya aslen), anarşizm arasındaki farkları tek bir sahnesiyle (köylülerin ve militanların toplanıp, toprakları ne yapacaklarını konuştukları) anlatan film.
  • eger biri gercekten "iyi niyetle" ve safca gelip size "komunizm madem iyi bir sey, neden komunist devrimler gerceklesmiyor?" derse cevap vermeye bu filmi seyrettirerek baslayabilirsiniz. realizmin (ki film 1930'lu yillari anlattigina gore, o donem hakim olan uluslararasi disiplin realizmdir.) uluslararasi sistemdeki aktoru olan devletin, bir baska devletin yardimiyla cikar iliskilerini nasil yuruttugunu ve bu kirli iliskilere karsi dururken harcananlarin anlatildigi film. cok agir bir elestiri var, kesinlikle propaganda yok.

    "kadin ve savas" acisindan bakinca ise anarko komunistlerin kendi icindeki duzeni sagladiktan sonra baglantida olunan disaridan bir grup tarafindan kadinlarin gorevlerine mudahalede bulunulmasi savas donemi feminizmine belki agir bir darbedir. kadinin kadinligini bilmesi, ya mutfakta ya camasirda ya da revirde olmasi gerekmektedir. o koyluler toplandiginda da kadinlar ne guzel soz sahibesiydi. simdi bir yere baglayamadim da tum guzellikleri fasizm ile mahvedebileceginizi goruyorsunuz bu tip senaryolarda ve iste gercek hayatta.
  • "bir ken loach filmi" cümlesi ken loach'u bilenler için çok şey ifade eder herhalde. o filmin emekçinin yanında olduğunu, emekçinin haklarını son jeneriğe kadar savunacağını, emekçilerin dertlerini dile getireceğini, sermayedarların emekçiler üzerindeki tahakkümlerini es geçmeyeceğini ifade eder bu cümle. bir filmin kamera arkasında ken loach varsa o filmde haksızlıklara hukuksuzluklara cesurca eğileceğini biliriz. ken loach eminim çoğu kişi için değerlidir. bazı kişiler gibi sosyalizmi menfaatleri uğruna kullanmıyor. emekçileri sırf gösteriş için desteklemiyor. var öyleleri. emekçinin, işçinin, halkın yanında görünürler, halkla beraber yumruklarını havaya kaldırırlar, ama ilk fırsatta emekçilere kazığı atarlar. evinde, iş yerinde kapitalist, halkın yanında sosyalist. ken loach öyle birisi olmadığını defalarca kanıtladı. kariyerinin başından beri mazlumların hikayelerini perdeye taşıyor. yetmiyor, eline fırsat geçtikçe kameraların karşısında veya basına gönderdiği mektuplarla gene bu sürekli ezilen kesimin sorunlarını dile getiriyor. örneğin geçtiğimiz haftalarda toronto film festivali'nden onur ödülü kazandı ama toronto'nun taşeron işçi çalıştırdığını öğrenir öğrenmez ödülü almayacağını dile getirdi ve festivale katılmadı. yani işçinin yanında yer aldı. kendisinden de bu beklenirdi.

    ken loach bu filminde 1930'ların ispanyasını anlatıyor. devir hitler'in, musollini'nin, franco'nun ve stalin'in devri. hepsi kendi ülkelerini sömürüyorlar, kendilerine muhalif olanları harcıyorlar. loach bu filminde merkeze franco'ya karşı savaşan bir grup devrimciyi koyuyor ve dönemi anlatmaya başlıyor. herhalde fazla para bulamadığı için bu mücadelenin çatışma ayağını sık yansıtamamış. bir mücadele var, ispanya'nın her yerinde franco'nun köpekleri ile devrimciler çatışıyorlar ama film yeterli bir bütçe olmadığı için bunlara eğilemiyor. 10 kişilik bir grubu odak noktasına yerleştiriyor. bu on kişi zaman zaman çatışıyorlar. ama daha çok aralarındaki ilişkiye, sosyalizme bakışlarına vs değiniliyor. on kişi merkeze koyulmuş ama aslında anlatılan bir kişinin hikayesi. david carr'ın hikayesi anlatılıyor. film onun ölümüyle açılıyor. torunu onun mektuplarını okumaya başladıkça onun gençliğine gidiliyor.

    land and freedom en çok the wind that shakes the barley'i hatırlattı. bu film önce devrimcilerin özgürlüklerini kazanmaya çalışmalarına eğiliyor. sonra devrimciler bölünüyor ve birbirleriyle çatışmaya başlıyorlar. özellikle bir sahne var ki (burada da dile getirilmiş), bu parçalanmışlığı başarıyla yansıtıyor. bir apartmanın balkonunda stalin'den nefret eden devrimciler, bu apartmanın tam karşısındaki apartmanın balkonunda stalin'i destekleyen devrimciler birbirlerine kurşun sıkıp dururlar. stalinistler arasında david de var. bu iki grup çatışırken sokaktaki bir kadın "sizler birbirinizle çatıştıkça bizler aç kalıyor. kurşunları birbirinize değil franco'nun adamlarına sıkmalısınız" diyor. sonra stalin'den nefret eden devrimcilerden birisi ingilizce konuşur, ingiliz david de bu kişi ile iletişim kurar. "senin ne işin var burada?" der ingiliz, david de "bilmem, hakikaten burada ne işim var benim, ne yapıyorum ben" deyip stalinistleri terk eder. etkileyici bir sahnedir. bunun dışında bir diğer etkileyici sahne yaklaşık olarak yirmi dakika süren toprakların paylaşımı sahnesi. loach diğer filmlerinde de yaptığı gibi burada da sosyalizmi masaya yatırır ve karakterlerini bu konu hakkında tartıştırır. bu sekansta "özel mülkiyet tamamıyla kaldırılabilir mi?" sorusuna cevap arar loach. bir tarafta "özel mülkiyet olmaz, yapsanız bile işe yaramaz" diyen bir adam ve "ben torpaklarımı komşularıma vermem, o topraklar "benim" diyen bir köylü, diğer tarafta özel mülkiyeti ortadan kaldırmak isteyen devrimciler. oylama yapılır, özel mülkiyet kaldırılır, bu denli basit(?)miş demek. land and freedom'un "the wind..." ile benzerliklerinden söz ediyordum. iki film de özgürlükleri için mücadele eden devrimcilerin çok geçmeden bölünmelerine odaklanır. "the wind..."ta da devrimciler bölünüp birbirlerini öldürmeye başlarlar. öyle görünüyor ki loach solcuların parçalanmışlıklarından epey etkilenmiş, ki on bir yıl arayla çektiği iki filminde bu mevzuya değinmiş.

    etkileyici sahne dedim de finali unutmamak gerek. franco'ya karşı mücadele eden poum, stalin devrimcilere silah vermedi diye mücadeleyi yitirir ve en nihayetinde poum bir terör örgütü, poum üyeleri de terörist olarak fişlenip tutuklanırlar. 2013'ün türkiyesine ne kadar da benziyor yahu. halk için mücadele edenler devrimi gerçekleştiremezlerse mevcut despot hükümetçe her daim terörist olarak nitelenip hapse atılacaklar. terörist kelimesinin içi boşaltılıyor böylelikle. asıl terörist halbuki iktidardaki (bak harbiden içini boşalttılar "terör"ün, "terörist"in. pkk artık "terör örgütü" olarak anılmıyor, "yasadışı sol örgüt" olarak anılıyor. ilahi basın, pkk'yı tanımıyor muyuz? pkk solculuğu erdoğan'ın, franco'nun, pinochet'nin solculuğu kadardır). stalin'i eleştiri yağmuruna tutan film olduğu bir gerçek. hatta zaman zaman stalin'e küfrediliyor, ki o şerefsiz hak ediyordu bu küfürleri. mezarında ters dönesice.

    eksikleri gedikleri var, ama artıları daha fazla. etkileyici bir film land and freedom. bu arada 2000'lerde loach'un senaristi olarak anılacak olan paul laverty de filmde rol almış ama fark etmedim kendisini. laverty bu filmden bir sene sonra yazdığı carla's song'u loach'a teslim eder ve muhteşem ikilinin ortaklıkları böylelikle başlar.
  • ken loach'un en güzel propaganda filmi. ispanya iç savaşı sırasındaki faşist kuvvetlere karşı mücadeleyi, ve devrimcilierin birbirine karşı yürürttüğü iç savaşı oya gibi işliyor. iç savaş içinde iç savaş.

    ken amca izleyeni öyle bir gazlıyor ki, bir ara faşistlere küfretmeyi bırakıp stalinistlere küfrederken kendinizi bulabiliyorsunuz. ken amca çok pis geçirmiş rahmetli başkan staline.
hesabın var mı? giriş yap