• asla aç karna savunulmayacak bir ideoloji.
  • en temel değer olarak özgürlüğü benimseyen ideoloji
    liberalizm = özgürlükçülüktür zaten..
    ilk olarak tabakalar arası eşitsizliği eleştirir..feodalizm'de insanların babaları senyör olduğu için kendilerinin de senyör sayılması ve bir burjuvanın bu nedenle asla senyör olamayacak olmasıyla liberalizm doğuştan gelen bu ayrıcalığı eleştirmiştir..
    liberalizm temele özgürlüğü koyarken bu kavramı başka bir kavram etrafında geliştirmiştir..bu kavram da bireydir..ayrıca liberalizmde hukuki eşitlik vardır..bu da özgürlükten sonra 2.temel değer olarak karşımıza çıkar..liberalizme göre insanlar doğuştan bir takım haklar elde ederler ve bu herkeste aynıdır..yaşam boyunca da bu eşitlik sürmektedir..ama hukuki eşitliği kabul eden liberalizm sosyal eşitliği kabul etmemektedir..buna neden olarak da her insanın farklı yetenek ve zekaya sahip olması gösterilir..bu yüzden hayat süresince bu özelliklerini kullanarak farklı yerlere gelebilirler..3.temel değer de siyasi iktidarın bireylerin rızasına dayanmasıdır..
    liberalizme göre bireylerin tek tek mutlu olması toplumun mutlu olması demektir..
    liberalizmle kapitalizmin ayrımı ise derin çizgilere dayanır..liberalizm bir ideolojiyken kapitalizm bir tür ekonomik sistemdir..
  • efendim*, liberalizmin tek bir tanımı yoktur. klasik liberalizm ve modern liberalizm olmak üzere iki alt dala ayrılır. klasik liberalizm, sınıfı yok sayıp herkesi eşit tutar. her şeyi serbest bırakıp her şeyin serbestliğini savunan "invisible hand" teorisini yaşama sokar.
    modern liberalizm ise eşitliğin olmadığını kabullenir. klasik liberalizmden farklı olarak piyasayı belirli bir ölçüde düzenler, mesela tekelleşme gibi şeylere karşı yasalar konur, sonrasında piyasa serbest bırakılır.*
    bugün sadece boh atıla atıla bitirilemeyen amerika'nın değil, türkiye de dahil olmak üzere avrupa'nın tamamındaki temel ekonomik politikadır.

    edit: kötülenmiş bu entry. madem öyle, ben de bu bilgilerin kaynakçası olan hocam yüce insan umut özkırımlı'ya bir selam gönderiyorum.
  • türkiye'de liberalizmden dem vurup kendini liberal olarak tarif edenlerin ezici bir çoğunluğu, sovyetlerin yıkılmasından sonra yaşanan geçiş döneminde boşluğa düşüp kendine dayanak arayan eski marksist ve siyasal islamcılardır. tam da bu nedenle adları liboş olmuştur. çoğunun da cumhuriyetle ne olduğunu bugün bile tam çözemediğim bir derdi var. bunlar haricinde bir de 80 sonrası doğumlu kuşaktan daha dünyaya açık, abd ve ingiltere'nin siyasi, ekonomik tarihinin ve güncel durumun etkisiyle liberal düşünceyi benimseyenler var. bu son grupla ilgili fazla bir yorum yapmak istemiyorum, en sonda onları da ilgilendiren bir kısım var. ama esasen ilk grupla ilgili bir derdim var, onu ifade edeyim.

    önce 1989'da berlin duvarının yıkılması, sonra da 91'de sovyetlerin dağılmasıyla soğuk savaş bitip ideolojiler çağının bitişi ilan edilince, mangalda kül bırakmayan solcu dava adamları, paracıkların da o yöne aktığının görülmesiyle akın akın liberalizme akmaya başladı. bunlar nereye akıyordu? liberalizmin türkiye'de fikri geçmişi var mı acaba? fikri geçmi önemli mi?

    türkiye, son dönemlerinde kör topal parlamento deneyimi yaşamış bir monarşi olan osmanlı'dan arta kalan enkazla ne yapacağını düşünürken, önce özel teşebbüse ön ayak olmak istemiştir. izmir iktisat kongresi'nde bu konular görüşülür. e türkiye'de sermaye birikimi var mı? yok. sanayi var mı? yok. yetişmiş insan gücü var mı? yok. burjuva diyebileceğimiz bir sınıf var mı? o da yok. bu kadar yokluktan nasıl çıkacak özel sektör? çıkamadı. haliyle devletçiliğe geçildi.

    devletçiliği devlet tutkusu falan sananlar var ama devletçilik ekonomiyle ilgili bir ilkedir. şartların zorlamasıyla mecbur kalınmış bir ilkedir. ekonomiyi işgalcilerden daha yeni temizlemişken, korumacı politikaların nedenlerini hâlâ anlayamayan varsa fazla yormasın kendini. insan yoktu, para yoktu, bilgi-birikim yoktu. kentli nüfus resmi olarak yüzde 25 civarındaydı ama aslında 15'i buluyorsa öp başına koy.

    yani ülke, sanayi devrimini kaçırmış, şehirleşmemiş bir tarım toplumuydu ve köy ve kasaba nüfusundan ibaretti. neyin liberalizmi? anadolu dediğimiz yer, alenen orta çağ'ı yaşıyordu. hangi liberalizm? bırak liberalizmi, merkantalizmi, kapitalizmi, komünizmi, anadolu'daki insan daha peygamberin, padişahın adını bilmiyordu. dedesi ne dediyse o. okuma-yazması yok kimsenin. okuma yazma oranı karma olarak yüzde 8 civarı. okuma yazması olanın da çoğu elif ba seviyesinde. okumuşlar savaşta öldüğü için memur olacak insan bulunamıyordu yahu.

    seçimler şartlarla sınırlıdır. sonuçta türkiye fransız tipi bir sistemi seçti. john locke bizden çıksaydı, belki ingiliz tipini seçerlerdi. osmanlı'nın son döneminde ve cumhuriyetin ilk döneminde askerler genelde almanya'da, siviller fransa'da takıldı. fikirlerin fransa'dan esinlenilmesi ve hatta laiklik ilkesine kadar cumhuriyet ve ulusallık anlayışının fransız tipine yakın olması bundan. jön türkler, namık kemaller falan vatan nutuklarını bu etki altında atmıştır. jön türk, genç (fransızca jeune) türk demek. hatta aynı kültürel etki sebebiyle daha sonra liberal arkadaşlar bile askeri darbeleri baz alıp cumhuriyet tarihini bir-iki-üç diye ayırmayı önerdi. fransız etkisi altında kalmakla ve jakobenlikle suçladıkları insanlarda eleştirdiklerine benzer bir şekilde, fransız liberalizminin peşine takılmaya hazırdırlar. ortada doktriner bir tartışma bile yok bu arada. fransa böyle yaptı, biz de böyle numara verelim bakışını hiç anlayamadım. neyse işte ülkenin liberali bile fransız malı.

    sonra, ikinci dünya savaşı'ndan sonra abd'nin yaydığı liberalizm var. esasen ingiliz (anglo-saxon) tipi ama abd'nin dinamiklerine göre yeniden şekillenmiş birey ve özgürlük temelli bir liberalizm. yönetici tabakayı bir nevi makinanın işlevsel parçaları olarak görmeye meyilli, parlamenter ve anayasal esaslara dayanan, kapitalizmi ehlileştirmiş, devlet etkisi olmadan serbest piyasa ekonomisine dayanan, bugün geldiğimiz noktada en çok vurguyu tek tek bireysel haklar mücadelesine yapar hale gelmiş bir dünya görüşü. o günlerde kapitalizme, üretime ve rekabete dayalı bir gelişmişlik anlayışı olsa da rekabet falan ülke içinde ve eşdeğer ülkeler arasında iyi bir şeyken, ülke dışında istenen bir şey değil. abd tipi liberalizm, kendi malını maksimum kar, fayda ve sürdürülebilirlikte satmak ya da gerektiğinde hibe görünümlü uzun vadeli hizmet satın alma sözleşmeleri karşılığı vermeyi sever. o serbestlik kendilerine var yani, güç dengesinde aşağıda kalanlara yok ve gerektiğinde asker gönderip olmamasını da sağlarlar. realist bakışla, bunda bir tuhaflık görmüyorum. hiç adil değil ve yapılmamalı ama bugün o güce ulaşmış her ülke bunu yapar ya da yapmayı planlar. kapütülasyonları aslen kanuni'nin fransa'ya verdiğini ve esas amacın onları zayıf oldukları dönemde bir güzel yolmak olduğunu hatırlayalım. sonra biz zayıflayınca o anlaşma bize girdi, o ayrı.

    gelelim bu süreç sonunda bizde görülen, ideolojik hayal kırıklıklarının kaçış noktası olan liberalizme. türkiye'de 400 yıllık bir otokrasi-demokrasi dönüşüm mücadelesi olmadığı için bizden çıkan liberaller apolitik, ideolojileri anlayıp neye karşı çıktığını bilmekten çok, abd ve ingiltere odaklı bakışı aynen alıp şartlar aynıymış gibi türkiye'ye uyarlamaya çalışan bir güruh. çoğunun derdi de kendini kurtarmak, ülkeyle, evrensel düzenle falan pek ilgileri yok. en azından evrensel değerler temalı fikir üreten görmedim. varsa yoksa türkiye boktan, şu şöyle bu böyle. dil bilen orijinal dilden, bilmeyen çevirilerden başka ülkelerin kendi şartları içinde ürettikleri fikirleri papağan gibi tekrarlamakla yetiniyor. sonuç, kolektif saçmalama.

    iki askeri darbe bir muhtıra oldu yakın tarihimizde. 1960, genç subayların yaptığı darbe. sonucunda nasıl olduysa daha demokratik bir anayasa geldi. bu genç subaylara kemalist dendi. ülkenin bugünkü durum hariç yaşadığı en karanlık dönem olan 1950'lerin ikinci yarısının baş sorumlusu olan ve alenen demokrasiyi yok eden kişi olan ve büyük bir hatayla idam edilen menderes vs. kahraman ilan edilip kemalizmin karşısına kondu. menderes hükümetinin sorumlu olduğu, sanayi üretimi yerine dışa bağımlılık ve tarımsal büyüme, bütçe açıkları, 1957 krizi ve devalüasyonu, tahkikat komisyonu, 6-7 eylül olayları, oy vermediler diye ili ilçe yapma, gözaltları, işkenceler, siyasi cinayetler şunlar bunların üstü daha sonra gelen sağ hükümetler tarafından bir güzel kapatıldı ve geriye tek gerçek olarak kemalist ordunun mazlum menderes'i katlettiği hikayesi kaldı. mesela bana kalırsa olan şey, bir yanlışın başka bir yanlışla beyhude düzeltilme çabası.

    71 muhtırası ve hükümetin istifası ve hırsları ölçüsünde becerisi ve karakteri olmayan nihat erim hükümeti. 71 muhtırası da liberal arkadaşlara göre kemalist bir askeri müdahale. 71 muhtırası niye yapıldı? bir hatanın ender rastlanacak doğru bir sonucu olan 61 anayasasıyla verilen özgürlüklerin geri alınıp daha otoriter bir yönetime geçilmesi için. sendikal haklar, daha demokratik siyasal temsil, örgütlü mücadele ve mesela işçi partisi'nin kuruluşu gibi demokrasiyi güçlendirecek haklar veren 61 anayasası değiştirildi ve daha kötü bir anayasayla yola devam edildi. işçi partisi falan da kalmadı tabii. temsil hakkı kalmayınca devlet kontrolünde olan olmayan tonla örgüt çıktı piyasaya, gerisini biliyorsunuz. sağ-sol, alevi-sunni, müslüman-kafir artık nasıl denk gelirse katliamlar.

    son olarak, 80 darbesi. menderes döneminde amerika kontrolünde geçişi başlamış olan liberal arzular besleyen yerel ikameli karma ekonomiden, neo-liberal kapitalizme doğru "devletçi-karma ekonomi-liberal kapitalizm" çizgisinde en sert geçişi 24 ocak kararlarıyla yapmak için bu darbe yapıldı. bu kararlar orta sınıfın üstünden geçti. darbenin bir diğer amacı da sol siyaseti ve ideolojiyi ezip marjinalleştirerek abd'nin dümen suyunda, komünizmle mücadele için yeşil kuşağa katılmaktı. imam-hatiplerin manevi babası (ama kendisinin dinle pek alakası yoktu) demirel'den siyasal islamın coştuğu dönemin başbakanı ve cumhurbaşkanı nakşibendi özal'a geçen bir bayrak var. sol ideolojilere karşı yaratılan tepkiyle işkenceler, gözaltında kaybolmalar, şunlar bunlar yetmedi. bir de gayet mikro milliyetçi olan ve kimlik siyaseti yapan ayrılıkçı kürt hareketini de bir güzel marksizme yamayıp sol eşittir bölücülük denklemini başarıyla kurdular. sınırların kaldırılmasını, işçilerin birleşip evrensel bir işçi diktatörlüğünü savunan marx ve lenin'le dalga geçer gibi adına da marksist leninist işçi partisi denmesin mi. tarımsal bir bölgedeki işsiz gençlerin katıldığı, sorsan marx kim, lenin kim, komünizm ne diye o dönem ve yakın zamana kadar kurucuları dahil bir kişinin cevap veremeyeceği hareket oldu sana sol. solu ülkede en çok tepki çeken şeylerle özdeşleştirme taktiği bugün de aynen devam ediyor. hdp'yle görüşmek konuşmak anında komünist, terörist, şu bu diye nakşediliyor, tabii akp ve mhp hariç. onlara serbest. bugünkü iktidarın kökeni milli talebe birliği ve komünizmle mücadele derneklerine dayanır ki genç kuşak için çok hazin bir durum gerçekten. düşünsene, iktidardaki dedelerin 2000 ve sonrasında doğan 18-20 yaşındaki gençlere bakışını şekillendiren koşullar, her şeylerini borçlu oldukları 1950-1990 arası karanlık anti-komünist dönem. çok dramatik hakikaten.

    neyse uzattım, kısa keseyim artık. şimdi en başta saydığım liberaller diyor ki bu üç darbe de kemalist darbedir. bu darbeler kemalizmin vesayet sisteminin bıdı bıdı. benim durduğum yerden üç darbede de kendine meşruiyet sağlama çabası var. aynen her kılıç sallayanın kendine allah'ın aslanı demesi gibi, her tüfeği tankı kapanın halka kendini kabul ettirmek için atatürk'ü kalkan yapmasından başka bir şey değil. siyasete girince üniformasını çıkarmış bir asker olan atatürk'ü alıp darbecilerin yanına koymak da sağ iktidarların en sevdiği hobidir. 60 darbesi hafif solumsuysa, 70 ve 80 darbeleri sapına kadar sağcıdır. kenan evreni kutsayan siyasal islamcılar, kendilerine bahane yaratmak istediklerinde varlık sebepleri olan kenan evreni ve güle oynaya kutladıkları 80 darbesini birden atatürk'le özdeşleştirmeye kirli geçmişle hesaplaşma anlatıları yazmaya başladılar. 61 anayasasını yazdıran ve referanduma götüren askerlerle, bu anayasayı değiştirip otoriter yönetime geçmek isteyen askerler ve soğuk savaşta komünizm tehlikesine karşı dini silah olarak kullanıp dindar toplum yaratma stratejisine geçişte üzerine düşeni yapan 80 darbesinin askerleri nasıl oluyor da hep aynı oluyor acaba? sert laikliği getiren adamla komünizme karşı siyasal islamı yaratanlar, ülkeyi tarikat-cemaat-kuran kursu-imam-hatip döngüsüne sokanlar aynı yani? böyle saçma sapan iddialarla analiz yaptığını iddia edenler liberaller. çayı karıştırırken tabağa dökseler kemalist vesayet diye ayağa fırlarlar. ama asla osmanlı'da başlamış askeri müdahale geleneğine gitmezler.

    liberallerin yakındıkları meseleleri, aslında kendine atatürk'ü ve kemalizm denen ne idüğü belirsiz şeyi koruma kalkanı yapmış askeri darbeler ve çoğu rahat bir hayat sürüp ölen darbeciler başımıza açtı. ama ne hikmetse bütün hesap sanki zaman o an donmuş da her şey o anda oluşyormuş gibi 1920'lere ve 30'lara kesiliyor. bir insan kendine atatürkçü diyorsa (ki bu aslında 80 darbesinin üretimi bir kavramdır ve atatürk'e ve kuruluş ideolojisine en büyük zararı vermiştir) bu niye atatürk'le bağdaştırılıyor otomatik olarak? anakronizm diye anlat anlat dilimde tüy bitti.

    hadi bunu da geçtim. ülkeyi göz göre göre uçurumun eşiğine taşıyan, baştan ne mal olduğu belli olan bir partiyi ve yanında taşıdığı tarikat-cemaat ağını bürokrasiye tepeden tırnağa yerleştirme imkanı sağlayan, iktidarın hukuki denetiminin önünü kapatan referandumdan önce, sahip oldukları tüm yayın gücünü kara propagandaya harcayan insanlar mı güven duyacağımız liberaller? kemalizmle (bu arada itiraf edeyim, kemalizm derken ne kastediliyor onu da tam anlamış değilim. gökten zembille inmiş terimleri herkes kafasına göre kullanıyor. hoşa gitmeyen her şey kemalizm.) hesaplaşma diye sorunu yanlış yerde aradıklarını bile fark edemeyecek kadar gözü dönmüş ve önyargılı insanlara kim kulak versin? bu nasıl liberalizm ki sayelerinde kendimizi bir açık hava hapishanesinde bulduk.

    bu liberaller, liberal falan değil, liberalizmi de özümsememişler ki bu çok normal. insan hakları anca kendilerinin kabul ettiği insanlar için var. hukuk, kanun şu bu çiğnenmişse ne olmuş? delil üretilip insanlar hapse atılırsa sorun yok. çünkü onlar karşı taraftan. böyle mal mal bakış açıları da anca bu ülkenin liberalinden çıkar zaten. özetle bizde kendine liberal diyenler, kim kendilerine intikam fırsatı sunarsa oraya koşmuş, mürekkep yalamışlıkları ve yayınevi-matbaa geçmişleri olduğu için, basım-yayım konusunda ve dergi-gazetecilik ve sonra televizyonculuk konusunda güçlü oldukları için, bu imkanları kendileriyle işbirliğine gitmek isteyenlere sunmuşlardır.

    ekseriyetle batıda yapılan tartışmaları ve üretilen fikirleri alıp aynen türkiye'ye uyarlamaya çalışırlar. freud'un almanya'da belli bir bölgedeki sınırlı sayıda vakaya bakıp tüm dünyadaki insanlar için teori üretip saçmalaması gibi, bunlar da ingiltere'de birmingham üniversitesi'nde yapılan çalışmalara bakıp "orada geçerliyse burada da geçerli olur canım" diyip iki alakasız ülke, coğrafya, toplum ve kültürü hesaba katmadan allah ne verdiyse post-yapısalcı post-yapısalcı girişmişlerdir. açın tv'leri nagehan alçılar falan bunların yeni nesil avam ve çirkef yüzü, murat belge falan da köklü istanbul ailesinin entel dahisi yüzü. elle tutulur bir fikir yok ortada. şablon cümleler, terminoloji yüklü laflardan ibaret goy goy. çocuk gibi başlarına gelen her şeyi, yaşadıkları tüm hayal kırıklıkları için atatürk'ü ve cumhuriyetin kuruluş dönemini suçlamak, bozuk ruh halinden başka bir şey anlatmıyor benim için.

    liberalizm, bu ülkenin tarihi, toplumu, şartlarına göre bu ülke için oluşturulan bir fikri temele sahip olduğunda öne çıkar, benimsenir, uygulamada yer bulur. cumhuriyet gibi nispeten yaygın ve esnek bir sistemin oturması bile yüz yıl geçti olmadı. zaman lazım, emek lazım, düşünce lazım. en yakın olduğumuz sosyal demokrasiyi emeklemekten çıkaramadık daha.

    adamlar 13. yy.'da magna carta'yla çıkmışlar liberalizm yoluna. cromwell'lerden geçmişler, yöntem üzerine tartışmalar yapmışlar, toplumsal sözleşmeyi bulmuşlar, yüz yıl dergilerde, kitaplarda tartışmalar yapa yapa parlamenter monarşiyi geliştirmişler, devrim yapmışlar, kralı kesmişler, milliyetçiliği çıkarmışlar, anayasal düzeni bulmuşlar, güçler ayrılığını bulmuşlar, laisizmi icat etmişler, kiliseyi gömmüşler, özel girişimle dünyanın anasını ağlatmak için the east india company'ler kurup devletin sadece askeri güçle desteklediği korporasyonlar kurmuşlar da süzüle süzüle asıp keserek, yağmalayıp soyarak, sömürüp bölüp parçalayıp yöneterek, kolonileşerek, vergi temelli siyasal sistem kurarak, dünyanın dört bir yanından elde ettikleriyle refah toplumu yaratmışlar, falan filan derken yirminci yüzyılda siyasal ve ekonomik yapılarını güçlendirmişler. bizim liberaller de istiyor ki bu ülkelerin yaptıklarını bize göstersinler, hepimizin dibi düşsün. aradan geçen yüz yıllar süren süreci siktir et. haydi o zaman liberalizme. hangi liberalizm? önce onu bir ortaya koymak lazım. sonra da hangi tarihsel süreçle oraya varıyoruz acaba, zahmet olmazsa, bunu da bir anlatın da milletin yüzyıllarca uğraşıp şekillendirdiği şeyi biz aldım gitti diyince nasıl hop diye kucağımızda buluyoruz anlayalım.
  • düşünce, ifade ve girişim özgürlüğüne, hukukun üstünlüğüne ve kurallı rekabete dayanan sistem. türkiye'de insanlar daha temel kavramları bile bilmediği için anti-özgürlükçü diye tanımalanabiliyor.

    önce gidip temel kavramları öğrenin.

    ha türkiye'yi liberal sanıyorsanız, o daha da kötü. türkiye'deki sistem illiberal democracy yani liberal olmayan demokrasi sayılıyor. elinizin altında google var, saçmalamadan önce temel kavramları öğrenin. liberalizm özgürlük karşıtıymış. alkjslkj. ne insanlar var ya.
  • ülkemizde literatürü yakından takip etme geleneği olmadığı için her şeyin eskisini; onu da yarım yamalak, ekseriyetle kötü çeviri üstünden ve işine geldiği gibi ve kadar bilme hastalığı var. bundan muzdarip olan arkadaşlarımızın birisi de bu.

    amerika neden farklı?
    en azından kendi alanlarım olan siyaset ve sosyolojide avrupa ve amerika birleşik devletleri farklı şekilde görünür ve okunur. american exceptionalism denen bir şey vardır ya hani, sebebi budur: orada işler çok farklı işler. sebebi, sanırım ve anladığım kadarıyla, şudur: amerika'ya gidenler britanya'dan anglo-sakson kültürünü (onlar da öncülleri olan norsların) kültürünü almışsa da bir devlet geleneğinin üzerine devam etmemiş, bir nevi sıfırdan başlamış ve bu arada "bir deney yapmışlar". deney doğru bir kelime değilse de tanımlayacak daha doğru bir kelime benim vokabülerimde yok.

    amerika'da iki buçuk şey bizim için önemli:

    1- buraya gidenlerin yarısı it kopuk tayfası, kalanın yarısı maceracı tipler. geri kalanın bir kısmıysa girişimci, kafası çalışan, "okyanusta hamsi olacağıma gölde köpekbalığı olurum" diye düşünen tipler. benzeri avustralya'da da var. pek çoğu bulunduğu yerden kaçtığı için orada beğenmedikleri şeyleri almıyor-muş gibi davranıyor. buna aşağıda geleceğiz umarım.

    2- cumhuriyete bıraktığı miras yüzünden osmanlı'dan zerrece hazzetmesem de şunu savunurum: ingiliz egemenliğinde yaşamaktansa osmanlı (genelinde türk?) egemenliğinde yaşamak daha evla çünkü ingiliz öyle sömürgen ki roma'yı yıkıp sonra iki de dünya savaşı çıkarmış olan avrupa'nın barbarları olan cermenler dahi yanlarında insan kalıyor. bunlara göre bütün kuzey amerika bakir, işlenmeyi bekleyen topraktan müteşekkil ve üstünde insan yaşamıyor.

    2.5- altını gümüşü güneydeki gibi ve kadar olmasa da kuzeyde muhteşem tarım alanları, uçsuz bucaksız bir şekilde uzanıyor. batı yakasındaki sıradağlara dek her yeri ırmaklar suluyor, toprak verimli, arazi ekseriyetle düzlük... yani karnım doyar mı diye sormana gerek yok. bul insan bile sayılmayan "hintlilerin" yaşadığı bir yer. öldür onları, kon topraklara. yaşa kafana göre.

    bu, klasik liberalizmin bugün amerika'da canlı kalmasına gidecek yolu açıyor. ve hatırlayalım: klasik liberalizm için bizim ortanın solu dediklerimiz komünist, komünistlerse öldürülmesi gereken vatan haini şerefsizler. bir nevi akp türkiye'sinde akp'li olmayanlar.

    basit şeyler söylüyor bunlar:

    - gideyim, orada yeni bir hayat kurayım. bana da kimse karışmasın.
    - toprak bulup üstüne çöktüm mü? artık burası benim. kimse buna dokunamasın.
    - devlet mi kurmuşlar? tamam. benden vergi almasın ama tarlamın önünden yol geçirsin, tarlama dadanan hırsız olursa onları da alıp içeri atsın.

    bu son madde, klasik liberalizmin de en büyük açığını oluşturuyor. ona geleceğiz. ama önce avrupa'ya bakalım.

    avrupa'nın amerika'dan farklılığı
    avrupa bu klasik liberalizmi yaşayamadı çünkü:

    1- bir geçmişi vardı. amerika'da fransız'la ingiliz yan yana yaşayabilse de avrupa'da yaşayamıyordu işte.
    2- devlet oturmuştu, köklüydü, değişse dahi bir yerlere referansı vardı.
    3- nüfus (ve yoğunluğu) daha fazlaydı, insanların diğer insanlarla ve devlet(ler)le ilişkisi öyle "sal beni qanqa" seviyesine gelebilesi değildi.

    bu yüzden mesela, türkiye'de de amerikan bakışının sonuçları acılı oldu.

    iki liberalizm
    bunları uzun uzun açmak yerine şöyle özetleyebiliriz sanırım:

    klasik liberalizm şunu söylüyor:
    - devlet benden bir şey istemesin ama benim istediklerimi yapsın.
    - devlet, kişilerin yapmak istemeyeceği işleri yapsın.

    mesela diyor ki klasik liberalizm, "yol dediğimiz bir ihtiyaçtır. yolun yapımı ve işletmesi karlı bir işse devlet bu işi bireylere bıraksın, karlı bir iş değilse devletin kendisi yapsın. bu yolu yapmak için benden azıcık bir vergi alabilir, kabul. bu ortam bayağı anarşik olacak, bu nedenle devletin polisi muazzam güçlü olup vaktinde bir tarla kapatamamış, yolunu bulamamışların canına okusun".

    daha da kısa bir deyişle klasik liberaller ekonomik ve sosyal ilişkilerde anarşiyi isterken bu anarşide güçlü olanı korumak için bir devleti arzu ediyor.

    klasik olmayan liberallerse diyor ki "ya hacı, bu kadar da olmaz. millet birbirini yer böyle. devlet dediğin regülatör (düzenleyici, nizam getirici) olsun. burada sadece bireyler yok, bunların toplamından da fazlası olan toplum var. toplum-birey dengesini kurmak, sadece kalburüstü kimseleri değil herkesi bir şekilde korumak lazım".

    sorun
    sorunu anladınız ama kısaca belirteyim: mass shooting denen olayın veya lise katliamlarının olmaması, her gün birilerinin başka birilerini öldürmemesi, "yunivörsıl" sağlık ve eğitim hizmeti, emekliliği devletin düzenlemesi... 17. asırda kökleri toprağa atılmış, 18. asırda meyvelerini vermeye başlamış, 19. asırda komünizm ruhuyla şekillenmiş ve 20. asırda (şu anlık) zirvesini bulmuş avrupa/kıta liberalizminin sonucu.

    amerika'daki görece daha "anarşist" yapı, avrupa'da yerini daha fazla "huzura" bırakıyorsa sebebi bu ayrım. amerika 20 yaşında, kanı kaynayan bir deli oğlan gibiyken avrupa daha emekli biri gibi.

    türkiye
    dedim ya, türkiye'de yeni literatürü takip etmek filan yok. fakat başka bir sorun daha var: bizdeki okullar hep amerikan ekolünü takip ediyor. odtü, boğaziçi, itü, (direkt içini görmesem de takip edebildiğim kadarıyla) koç... hep amerikan tarafından. fakat, iş öylesine fena ki ta 1971'de yazılmış rawls'un a theory of justice kitabı ancak yakın zamanda çevrildi - hem de ilk defa :) justice as fairness çevrildi mi onu bilmiyorum bile.

    bu işin akademik kısmı. bir de siyasi kısmı var ki o daha da sorunlu. biz, evren-özal birlikteliğiyle neoliberal islamcılık gibi bir şeye giriştik. neoliberalizm amerika'dan doğup yayılmış olsa, hatta thatcher bu "akımın" isimlerinden biri olsa da birleşik krallık dahi bizim kadar neoliberal olmadı, olamadı. bizse "ne oluyoruz" dahi diyemeden, liberal olmadan neoliberal olduk. onu da, haliyle, amerika'dan ihraç ettik ve saçma sapan bir yere geldik. erdoğan'ın doğmasının sebebi cumhuriyet filan değildir, bunu iddia ederim. erdoğan'ın sebebi evren-özal ikilisi, diğerinden de çok evren'in kendisidir. mezarında ters dönesi.

    bir nokta daha var ama: türk dediğimiz şeyin bir özelliği de 69 entelijans koşıntıyla çakallık yaptığını sanmasıdır. en bilinen örneği mesela, islam'da evden ancak zorunluluk halinde çıkması gerektiği belirtilen kızların "üniversiteye alınmadılar" denilerek ortaya atılması. "islamcı" tayfa islam'ın bu apaçık emrine karşı geliyor, karşı gelmelerine izin verilmediğinde de kızıyor :) dahası çok tabi, bu en komik ve burada kullanabileceğimiz bir örnek:

    kızlar okusun mu? okusun. herkes okusun. peki, toplumu bölecek ve düşmanlaştıracak fikirler yayılabilsin mi? hayır, yayılamasın. işte bu ikinciyi yarım ağız söylemek zorunda bir "islamcı" çünkü islam (en azından çok uzun süredir, en kötü ihtimalle doğrudan okumayla) bölücü ve düşmanlaştırıcı bir din.

    kızlar okusun çünkü kızların okumasının engellenmesi insan haklarına aykırıdır. güzel. fakat ibneler sokakta gezemesin çünkü ibneliği allah yasaklıyor, onlar lanetli, başımıza taş yağdıracaklar. benim bunu söylememi engellerseniz islam düşmanısınız, ben bunu söylerken de ifade özgürlüğü hakkımı kullanıyorum ve kimse bana bir şey diyemez.

    bu bir örnek. daha pek çoğunu üç saniyede bulabilirsiniz. işte bu ikiyüzlülüğümüzün, taşra çakallığımızın, sözde fikirliliğimizin işe yaraması için bize avrupa liberalizmi değil amerika liberalizmi lazım. ne de olsa düşünmekten bile anlamıyoruz, olduğunca anarşist olup takılabiliriz. asgari bilinç ve fikrimiz de olmayabilir, sonuçlar da ortada olabilir ama olsun. anladınız işte.

    e yani?

    bir ayağı sosyal bir ayağı ekonomik, bir türü "anarşist" bir türü "sosyalist" olan bu fikrin tanımı ve yapısı üstünde fikir birliği sağlanmadıktan sonra (ki sağlanası değil) tartışmalar her zaman boşa olacak. en basit şeyi, "devlet dediğinin elinde sonsuz güç vardır. mahkemeler devletindir, anayasada, kanunda ve toplumsal ahlakta belirtilen sınırlar içinde yargılama yapar. savcılar da devletindir, cümle polisler savcılar için çalışır. arkadaş, elinde itiraf veya delil olmadan, kişilerin dışarıda olması durumunda da aktif veya pasif tehdit bulunmayan durumlarda insanları içeri atma veya içeride tutma" dediğinizde dahi devlet düşmanı, anarşist, terörist filan oluyorsunuz. amerika'da nasıl ortanın solu komünizm, burada ortanın solunun ihalesi komünizmle filan değil, direkt vatana ihanetle açılıyor. bu derece küçük amerika'yken biz, bu tarihle ve yapıyla, ne yapacağız da yapacağız zaten?

    ocak'ta bu konuda biraz daha geniş, üç yazılık bir mini seri yazmıştım siteye. kafanıza eserse onlara da bakabilirsiniz.

    cümlenize hayırlı tıraşlar diliyorum.
  • kapitalizm ile sikca karistirilan, birlesik devletlerde solculuk, avrupada sagcilik olarak algilanan, bizde ise "demirkiratlikla" ikame edilen ne idugu belirsiz kavram. aslinda belirli de nedir yani simdi tartismanin anlami status quo iste.
  • dün şu entariyi yazarken aklıma geldi (bkz: kapitalizm/#8674490),, liberalizm ile futboldaki serbest vuruş* arasında kuracağımız bir koşutluk liberalizm-devlet müdahalesi ilişkisini açıklayıcı olabilir sanıyorum. hakem kişisi devleti temsil etsin,, serbest vuruşu kullanacak arkadaşımız da liberalizm savunucusu olsun. acaba serbest vuruş, ne kadar "serbest" bir vuruştur? atışın yapılabilmesi için hakem "düdüğümü bekle" der. efendime söyleyeyim rakip takımın futbolcularının topa belli bir mesafeden daha yakında durmamalarını sağlar baraj bozulursa atışı tekrar ettirir falan filan. demek ki neymiş? hakem dolaysız müdahale ediyormuş ki adam serbest vuruşu kullanabilsin. diğer bir örnekte,, mesela serbest vuruş daha baraj kurulmadan hakem düdüğünü çalmadan falan kullanılırsa (rıdvan kullanmıştı böyle bir tane san marino maçında,, gol atmıştık 4-1 kazanmıştık maçı hey gidi günler) hakem atışı tekrar ettirebilir yada sesini çıkarmayabilir. bu da devletin müdahale etme yetkisi elindeyken müdahale etmeyip dolaylı şekilde müdahil olduğuna örnektir. evet süfer örnek oldu süfer anlattım uzanıp yanaklarımdan üç defa öpüyorum. * *
  • ekonomide kisisel serbestligi ve bireysel davranislarin ozgurlugunu savunan gorus.
  • karşıtlarını birkaç gruba sığdırmaya çalışırsak;

    cahiller:
    sosyal özgürlükleri "dileyen dilediğini yapar, kimseye hesap vermez" olarak, ekonomik özgürlükleri de "fakirler ölsün" sanan tipler.

    cevap vermek gerekirse; bireyler özgürlük ve beraberinde sorumluluk sahibidir. hareketlerin insanlara zarar veriyorsa bu özgürlük değil ki. sen ne kadar özgürsen başkası da o kadar özgür.
    "ama fakirler ölsün mü" kafasındakiler de genelde devlet yapınca bedavaya geliyor sananlar. özel sektörün devletten daha verimli çalıştığını bilmesi lazım önce bunların. devletteki kalitesizliği anlamak için de çabaya gerek yok*.

    muhafazakarlar:
    doğal olarak özgürlükten hoşlanmazlar zaten. toplumda sevdikleri bir şey vardır, o değişmesin diye beğenmediği özgürlüklere savaş açar. muhafazakar denince sadece dinciler anlaşılıyor bazen, öyle değil. din karşıtı muhafazakarlar da var. yine işine gelen özgürlüğü savunur ama türban dediğin zaman çıldırır mesela. aynı bokun laciverdi.

    kolektivistler:
    devletçi, sosyalist, milliyetçi vs. kısaca kabilelerini bireyden üstte tutan tipler. adamı burada gruba soktuk diye sevinmiş bile olabilir. ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar kanlarında faşistlik var çünkü başkasının adına karar verilebileceğini düşünürler. bunların ilkeleri o kadar derindeki tartışmakla pek uğraşmıyorum bile. çocukluğuna mı inelim illa amk? hayır, karşıt grubun aynı temelle sana tam tersini dayatmaya çalışınca da mı uyanmıyorsun, "ulan ben de aynı şeyi yapıyorum aslında" diye. yine de ilgilenene (bkz: kolektivizm/@crash bandicoot)

    vicdancılar:
    "ya özgürlük güzel de, çok bencilsiniz başkalarına yardım etmek lazım". bir örnek enver aysever, sözlükte de bolca var bu tipler.
    biz de kimse kimseye yardım etmesin demiyoruz ki. yardım zorla olmaz diyoruz. sosyal yardımlar artsın diye vergi talep eden adam nasıl vicdan der? o kadar biliyorsan yardım et ve sus. başkasının parası için konuşmak kolay. sanırsın adam bütün mal varlığını bağışlamış hiçbir şeyi kalmayınca başkalarına sarıyor.
    devlet olmasa kimse kimseye yardım etmeyecek sanıyorlar. hadi biz orospu çocuğuyuz, bu kadar vergi dilenen adama ne oldu? "din olmasa kimse ahlaklı olmazdı"cılardan bunlar da. alakalı: #50261125

    --

    gruplar birbirinden bağımsız değil(cahil sosyalist, kolektivist muhafazakar vs) ve eksik olabilir.
hesabın var mı? giriş yap