• şirinlerin o tehlikeli ormanda, gargamel peşlerindeyken, şirine kimseye vermezken yine de "laa laa lalallaa" diye gezebilmelerini sağlayan şey.. off bi de şirinler minik ya, ye ye bitmez..
  • herkesin hayatında bir kere de olsa denemesini tavsiye ederim. benim ve çevremdeki insanların yaşadığı deneyimlerdeki ortak noktalar gülmek, mutluluk, acayip bir algı açılması, her şeyi üç boyutlu görmek, ses, koku, tat ve tende aşırı bir duyarlılık, doğayı sevmek vs gibi etkilerdir.

    deneyecek olanlara unutulmaz bir deneyim yaratmak için size bir kaç tip vermek isterim.

    öncelikle, mantarı yemek istediğiniz gün kesinlikle başka bir program yapmayın, kimseye söz vermeyin ve yanınızda kaybedebileceğiniz ya da aşırı tutulabileceğiniz şeyler bulundurmayın. sonrasında gece vakti ve insanların bol olduğu yerlerde kullanmayın. sonrasında da zaman denilen kavrama sakın ama sakın tutulmayın. ben bir deneyim yaşayacağım diyin ve tam bir gününüzü buna ayırın çünkü yaşayacağınız her şey tam bir deneyim olacaktır.

    amsterdam'da deneyecek olanlara tavsiyem, kesinlikle parkta yemeniz. bu vondel park olur, rembrant park olur. ben rembrant ı tercih ederim çünkü daha az insan var ve daha yeşil ve büyük bir park.

    son olarak da sırt çantanıza bir sweatshirt, bir portakal suyu bir de kocaman bir su koyun. aç karınıza bir güzel mantarı kemirmeye başlayıp çimlerin üzerine, güzelce bir yere kamp kurup uzanın.

    etkisini 45 dakikada falan göstermeye başlayacaktır. eğer arkadaşınızla falan gittiyseniz muhabbet edin, tekseniz müzik dinleyin falan. etkisini göstermeye başladıktan sonra, ilk 45 dakikayla 1 buçuk saat arasında çok ağır bir kafa yaşayacaksınızdır, adım atacak haliniz olmayacaktır. renklerin değiştiğini, daha canlandığını ve mesafe kavramının çok farklılaştığını göreceksinizdir.

    şimdi mantar yedikten sonra benim deneyimlediğim iki türlü kafa vardır. bir içinize kapanıp düşüncelere boğulduğunuz ikincisi ise gezmeci bir kafa. ne yalan söyleyeyim, ikisi de birbirinden güzeldir. o nedenle ilk seferinizde 1 buçuks aatin sonunda toparlanın silkelenin ve yürümeye başlayın. ağaçların altına girin, manzarayı seyredin, suya bakın, ağaçların altına girin, gözlemleyebileceğiniz her şeyi gözlemleyin. her şey size olduğundan çok daha güzel ve çok daha mantıklı gelecektir. macro yapın mesela ağaç kapunda neler var, hiç görmediğiniz ya da dikkat etmediğiniz ayrıntılara tutulacaksınızdır. bir mekanda o kadar falza da tutulmayın, gezin bol bol, sanki amazon ormanlarında keşfe çıkmış gibi dolaşın, gerekirse kaybolun parkın içinde, ve buna hiç önem vermeyin, zaten kafanız açıldıktan sorna gitmek istediğiniz her yeri çok rahat bulacaksınızdır, ama bu kafayla bırakın adım attığınız yeni dünyayı keşfetmeye bakın.

    insaların uğraşları da bu seyahat sırasında farklı deneyimler yaşatıcaktır, mesela bir ressam ya da tasarımcı, dokulara renklere vs tutulurken, bir müzisyen selere tutulabilir, bu gene sizin elinizde istediğiniz gibi yönlendirebiliyorsunuz algınızı.

    insanlar sizi muhtemelen huzursuz edecektir, korkmayın bu ilk seferlerde olan bir şey. onlardan kaçmak isteyeceksinizdir. boşverin kaçın, girin bol ağaçlık kapalı bir yere, kafanızı kaldırın o muhteşem görsele bakıp daha çok hayran kalın, daha çok mutlu olun, daha çok mutluluktan ağlayın.

    sonrasında da yeterince yürüdüğünüzü mü düşündünüz, oturun ağaçların çevrelediği bir banka, ya da çimlere. gözünüzün önünde manzara, düşüncelere dalın. hiç farketmediğiniz detayları gene bu düşünceler sırasında bulacaksınız. daha önce hiç kuramadığınız bağlantıları bu sırada kurabileceksiniz. dedim ya her şey o kadar mantıklı gelecek ki...

    diyeceğim odur ki bu girdiğiniz yeni dünyada sınırları zorlayın, düşünme ve keşfetmenin. zaten yaptığınız her şey size gerçeten bir deneyim gibi gelecek. çok ama çook farklı bir deneyim. bisiklete binmek, yürümek, bakmak, hissetmek, koklamak, duymak, görmek, duymak, hepsi bambaşka ve gerçek bir deneyim gibi gelecek.

    bir de sakın oalki zamana tutulmayın, yok hala geçmedi, kaç saattir bu evrende ksıldım kaldım, hiç geçmeyecek mi falan diye düşünmeyin. elbetteki çıkacaksınız o evrenden, sadece ama sadece tadına varın. ya da aman tanrım daha çok deneyimlemeliyim, bu etki geçecek ve bir daha hiç bir şeyi böyle göremeyeceğim de demeyin, sadece anın tadını çıkartın. dediğim gibi bu deneyimin tadını çıakrtın.

    sornasında yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlayacaktır, 3. boyutu kaybedeceksiniz, renkelrdeki canlılık yerine daha hüzünlü pembemsi ve gri tonlara bırakacaktır. siz de doğal olarak daha hüzünlü olacaksınızdır. işte bence en güzel oturup düşünme ve konuşma zamanı bu zamandır. işte etkinin ve deneyimin geçmeye başladığı bu vakitte her şeyi çok daha güzel sonuca bağlacaksınızdır. sonrasında zaten bu etki geçecek ve geriye sadece deliler gibi çalışmış beyin ve duyularınızdan arta kalan yorgunluk kalacaktır.

    ilk kez deneyeceklere tavsiyem, en hafif olanı deneyin ve de truffle yerine direkt magic mushroom yiyin. bir de eğer isterseniz yanına güzel bir sigara hazırlayın. çok sert olmasın. hatta sert bile olmasın. ilk yedikten sonra içeceğiniz bir sigara yaşayacağınız deneyimi iyicene farklılaştıracaktır, sizin bu adım attığınız yeni boyutta davarnışlarınızı etkileyecektir. tavsiyem de içeceğiniz sigara'nın daha enerjik ve daha fokuslanabileceğiniz sigarlardan olamsıdır. mesela suepr lemon haze, silver haze, ... vs.

    ilk sefer için yarım yiyebilir, ertesii günü de bir tam mantar yiyebilirsiniz mesela.

    he bir de yanınıza bol bol karamelli patlamış mısır, m&m's tarzı atıştırmalıklar alın.

    bunu okuyup bu deneyimi yaşayacak herekese şimdiden iyi deneyimler diliyorum, sadece aynı şeyleri deneyimlemiş bir kişinin anlayabileceği bu yolculukta size iyi eğlenceler.
  • yedikten sonra van gogh muzesine gidince van gogh un basini tablodan cikarttigina dair bir rivayet var.
  • magic mushroom'u tek cümleyle açıklayacak olursam beyni overclock etmektir diyebilirim. bu tüm nörolojik aktiviteyi beyindeki uzun vadeli işlemlerden ve hafızadan alıp anlık işlem yapan düşünsel ve duyusal kısımlara aktararak olur.

    insan beyninin uzun vadeli işlem yapabilmek çeşitli mekanizmaları vardır.

    beyin öncelikle beş duyudan aldığı veriyi bastırır ve ayrıştırır. aynı anda 5 ses birden duyuyor olabilirsiniz, ancak birine odaklanırsınız. şu an görüş açınızda pek çok nesne var, ancak burada yazan harflere ve onların anlamına odaklanıyorsunuz. bunun yanında bilinç akışınızdan (ve bilinçaltınızdan) aynı saniyede yüzlerce düşünce parçası geçebilir, ancak yarım saat boyunca aynı konu üzerinde kafa yorabilirsiniz. diğerlerini geri plana attığınızdan dolayıdır.

    magic mushroom'un etken maddesi psilocybin'in asıl yaptığı şey bu baskı mekanizmasını baskılamaktır.

    şizofreni vb. bir takım hastalıklarda da benzer etkiler (5 ses varken birine odaklanamama gibi), beynin aynı alanlarında görülür. onların hayatını yaşanamaz şey yapan budur. her gün psilocybin alsanız sizin hayatınız da yaşanamaz olurdu. beyinde bu şekilde bir baskı mekanizmasının olmasının sebebi de aynen budur.

    psilocybin bünyeye alındığında müziği hiç duymadığınız gibi duyarsınız (müzik kulağı güçlü olanlar için mükemmel bir deneyimdir), renkler hiç görmediğiniz kadar parlak ve kontrastlı olur. düşünceler üzerine odaklanamazsınız, bilinciniz oradan oraya akar. bu açıdan tam bir 'anı yaşama' maddesidir psilocybin.

    bazıları magic mushroom trip'i içinde kendilerine veya doğaya dair yeni şeyler keşfederler. bunun sebebi beynin normal yaşam sırasında çok uyarılmayan kısımlarının uyarılıp nöronlar arasında özel bağlantılar kurulmasıdır. bunun yanında bazı şeyler bilinir ancak gerçekten 'hissedilmediği' sürece bu bilginin yaşamımızda pek anlamı olmaz. mesela uzun süredir monoton hayatı olan biri bir yeni bir projeye başlamak istiyordur, bunu psilocybin sayesinde gerçekten 'hissedebilir'. mantar etkisi altında o düşünceyi çok uzun aklınızda tutamazsınız, ancak aklınızda bulundurduğunuz 1-2 dakika içinde 'o anın hakkını vererek', iliklerinizde hissedersiniz.

    magic mushroom'un en büyük riski bad trip buradan doğar. iyi ve faydalı düşünceleri olduğu kadar, kötü ve canınızı sıkan düşünceleri de daha önce hiç hissetmediğiniz gibi hissedebilirsiniz. bu yüzden magic mushroom'u güvende hissetmiyorken, moraller bozukken vb. kesinlikle denemiyoruz.

    işin beş duyusal kısmı, halüsinasyonlar vb. psikolojinizle, nasıl bir insan olduğunuzla vb. çok alakalıdır. psilocybin'in beş duyuya yaptığı taban bir etki vardır. kontrast, odak etrafındaki şekillerin oynaması, gözlerinizi kapadığınızda görebileceğiniz fraktal şekiller vb. gibi. bir de karakterinize göre buna ekleyebileceğiniz şeyler vardır. halüsinasyonlar tek başına psilocybin'in değil, psilocybin ve insan beyninin ortak üretebileceği şeylerdir. biz olaya daha bilimsel, nöropsikolojik olarak bakan insan olan insanlar pek halüsinasyon/ilüzyon görmeyiz. ancak duyu oyunlarından keyif alırız. bizim de halüsinasyon görmemiz için o anlık bilinci de kaybedecek, kim olduğumuzu hatırlamayacak kadar yüksek doz almamız gerekir.

    biz düz adamlar ışığı farklı deneyimlemekle mutlu olalım, güney amerika şamanları ayahuasca'yı (benzer etkiler ancak tam olarak aynı değil), paganlar ise magic mushroom'u (vikings :) ) spiritüel amaçlarla kullanır. zira zaten hangi kafadaysanız mushroom onu güçlendirecektir.

    bunun yanında ışığa maruz kalınca sıcak hissetme, 'renkleri duyma' gibi garip efektler herkeste görülebilir. bunlar da beynin algı merkezinin birbirine karışıp daha önce varolmayan bağlantılar kurmasından dolayıdır.

    psilocybin aslında beyin aktivitesini genel olarak azaltır. etki altındayken beyinde normaldekinden daha az nöron birbirine sinyal gönderir. beynin overclock olmasının sebebi beynin asıl çalıştığı şeylerin (uzun vadeli düşünme, uzun vadeli hafıza, odaklanma vb.) beynin diğer kısımlarını baskılıyor oluşudur. bu şeyler aradan çıktığında geri kalan, o ana dair ne varsa, işte beynin tam da o kısmı 'overclock' olur.

    psilocybin aynı c vitamini gibi 14 gün içinde vücuttan tamamen atılır. saçınızda bile bulunamaz. fazla alınması sadece daha güçlü bir trip yaşamanıza sebep olur. 'overdose' edemezsiniz. magic mushroom'dan kimse ölmez.

    psilocybin 14 gün içinde ikinci üçüncü defa vücuda girerse vücut tolerans gösterecektir. bu durumda her seferinde bir öncekinin iki, üç katı yemeniz gerekir. bu yüzden abuse edilebilecek bir madde değildir. bunun yanında maddeyi çok defa vücuduna alan birinin ufak da olsa toleransı artabilir. tolerans artışı %20'yi geçmez.

    psilocybin'in keyfini çıkarmak için olabildiğince görsel girdi alabileceğiniz bir yerde olmalısınız. gündüz, dışarda, parkta vb. yapmak keyiflidir. doğa içinde, doğal formları inceleyerek geçirilen bir gün gibi. ancak insan içinde olmak sizi sosyal korkulardan dolayı tedirgin edebilir. bu açıdan tenha bir yer tercih edebilirsiniz. bu işin yeri olan amsterdam'da bu işin mekanı (bkz: wondelpark)'dır. psilocybin eşliğinde burası avrupa'nın en iyi eğlence parklarına yeğdir.

    daha önceden birbirini tanıyan kalabalık bir arkadaş grubuyla da keyif verir. psilocybin'in bir etkisi de özellikle ilk 1-2 saatte gelen gülme isteği, veya komik şeylere gülme arzunuzu artırmasıdır. o yüzden ne yaparsanız yapın tribin keyifli geçme olasılığı yüksektir. bu ayahuasca'da olmayan bir şey mesela. o yüzden kültürde magic mushroom'un daha gayrıciddi, ayahauasca'nın daha spiritüel bir yeri var.

    evde yapacaksanız the fall ayarında bir film eşliğinde tavsiye ederim.

    arkadaşlarla olmak dışa dönmenize, tek başına olmak içe dönmenize neden olur. ikinci durum şu anki psikolojinize göre iyi veya kötü olabilir.

    benim kendi en iyi deneyimim için:
    (bkz: kuzey ışıkları altında magic mushroom yapmak)
  • ceylanların en sevdigi ve hülyalı bakışlarının sebebi mantar türü.
  • aslında coffee shoplarda değil smart shop'larda satılır idi bunlar. çeşit çeşittir. türk amcalar satardı hatta, hmm ben hawaiian istiyorum denilip o siyah küçücük, içi dolu turşucuklar bir güzel yenilir. çok zeki iseniz aman etkisi kaçmasın ben bunu çiğ çiğ yiyeyim de diyebilirsiniz.

    sonrasında bilinç akışı şöyle gelişir: hafif zemin kayması -aa ne hoş, çakırkeyif gibi insan haha- aman ayağa kalksam ne olur ki -dalgalanıyor muyuz ne?- oturayım en iyisi, -aa o da ne, halıdaki şekillerin hepsi neden aynı yöne dönüyor? -dönmesi normal de neden aynı yön yani?, renkler fosforlandı sanki, tv açsam dünya bana güzel olur, - oha o gladyatörün yanındakiler cüce mi? cüszde myvi?! konuşamıyor muyum, zaman mı akmıyor? -ne dedin? hayır biraz önce ne dedin? ben kime ne dedin dedim? yiyeli 5 dakika mı olmuş? geçmiyor ki zaman, hiç de geçmeyecek, kaldım ben böyle! çıkarın bunları içimden!!!
  • öğrencilik yıllarımda ağır kaptırdığım, algımı bir şekilde bozmuş mantarlardır. eğer maddeli kafayı yönetmeyi biliyorsanız sararsınız. he o iyi alkol içicilerden değilseniz, bir nefes cigara içince tribe giriyorsanız amı götü dağıtırsınız zaten birdaha da yapmazsınız. ama kafayı yönetirseniz geçmiş olsun. harikalar diyarına hoşgeldiniz.

    eğer bu tip olaylarla işi olmayan temiz biriyseniz sentetik değil, doğal bu diyerek yanaşmayın. uyuşturucu dünyasına girişin en sinsi kapısıdı bu mantarlar.
  • eylul ayinda hollanda sinirindaki tarlalarda bol bol bulundugu icin gidip toplanabilir.bir suru genci yol kenarinda polislere gozukmemek icin surunur pozisyonda bulabilisiniz...ilk baslarda gormek zor oluyo mantarlari ama bi kere gordun mu her yerde (halusinasyon)gormeye baslıyosun...
  • bunun ortamları, kafa yaşayan insanlardan çok, yaşadığı kafayı birbirine anlatmaya çalışan insanlarla doludur.
  • yukarıda bir arkadaşın belirttiği gibi amsterdam'ın turizmine önemli ölçüde katkısı vardır. kız arkadaşımla beraber eylül ayında amsterdam'a gitmeden önce, kendisine bahsetmiştim (kendisi daha önce hiç denememiş birisidir), ancak daha sonra onun o dönemdeki kafa karışıklığı ve planlarını göz önüne alarak yemekten vazgeçmiştim. lakin dönmemize iki gün kala hatırladı ve hadi alalım, yiyelim diye baskının kralını yapmıştır bana. pek çok kez böyle bir dönemde yemesinin olası kötü sonuçlarını açıklamaya çalışsam da, anlatamadım ve her zamanki gibi tartışmayı kazanan taraf kendisi oldu :)
    şimdi efendim, çoğu kişinin bildiği ve burada bahsettiği gibi artık magic mushroom yerine magic truffle satılıyor. biz de çıktık ve daha önce gördüğümüz, vitrininde bunların etkilerini anlatan broşür olan bir smart shopu aramaya başladık. fakat direk coffee shoptan çıktığımız için bulamadık orayı. onun yerine eve dönerken açık ve nispeten küçük bir smart shop görüp daldık içeri. üç beş muhabbet sonra içerideki dayıya anlattım olayı. kız arkadaşımın ilk defa deneyeceğini nelere dikkat etmemiz gerektiğini öğrendikten sonra (aç karnına, bol su ile iyice çiğnenerek tüketilmeli ve paketin yarısı yenip bir saat kadar beklenip geri kalanı öyle yemeli) adamın bize önerisiyle 20 gr.lık atlantis ve yanında trip stoper adı altında (bkz: dextro energy) alıp eve doğru yöneldik. sabah erken kalkıp öncelikle haritadan (bkz: vondelpark) ın yerini öğrenip kız arkadaşımın duşta olmasını fırsat bilerek paketi açıp bir kısmını yedim :) buradaki amacım onun için endişeleniyordum ve fazla yememesi için paket miktarını biraz azaltmaktı kesinlikle :) yola koyulduk, yürürken paketin yarısını bitirmiştik zaten ve vondelpark'a varmıştık. biraz dolaşıp göl kıyısında çimenlere çöktük. oturduğumuz andan itibaren tipik olarak "bana bir şey olmadı hadi kalanını da yiyelim" muhabbetine maruz kalıp kalanını da yedik efendim. sonuçta 20 gr'lık paketten aşağı yukarı 13'e 7 gr. olarak yemiş bulunduk. yarım saat sonra anlamsız bir şekilde ota boka gülmeye başladık lakin muhtemelen hava güneşli olduğundan ne renklerde ne şekillerde bir anormallik olmadı. çok mutlu ve huzurlu bir üç saatten sonra sıkıldık ve hadi bir coffee shop bulalım kendimize diye ayaklandık. burada anlatmadan geçemeyeceğim bir olay vardır ki, o da parkın çıkışında küçük bir tünel var. o tünel içinde karşı kaldırımda bir sokak müzisyeni hanım kızımız gitarını hazırlıyordu, ben kıza bakarken bizimkinin "a heykele bak" demesiyle döndüm ve duvardaki cüce rölyefini gördüm. önce duvar komple dalgalanıyordu, sevgilimin hareket ediyor gibi demesiyle o cücenin kafasını bana doğru çevirmesi, benim "insan mı var lan bunun içinde?" diye düşünmem, karşı kaldırımdaki kızın şarkıya girmesi ve tüylerimin bir anda diken diken olmasıyla (bkz: üç buçuk atmak), sevgilimi kolundan tutup tünelden çıkmamız bir oldu. çıkınca yine bir gülme krizi başladı ve kendimizi durdurmamız bayağı zaman aldı. sonunda parktan çıktığımızda hala ara ara gülme krizlerine girmemize rağmen bizimkisi "bunun etkisi geçti, çok hafifti, yine alalım" diye başımın etini yemeye başladı. bu sefer kararlıydım, bu yeterliydi ve başka almayacaktık.
    parktan çıkmak hiç iyi bir fikir değildi ve anlamamız çok kısa sürmüştü. çünkü günlerden cumartesiydi ve bütün ingiltere oraya akmıştı sanki. sokaklar çok kalabalıktı, öyle ki girdiğimiz coffee shoplarda yer bile yoktu. biz de nevalemizi alıp biraz dinlenmek için evin yolunu tuttuk. evde bir iki sigara içip sakinleştikten sonra dışarısının çok kalabalık olduğuna ve bu kalabalığın ikimizi de rahatsız ettiğine karar verdik. akşam üzeri yeniden dışarı çıktık artık etkisi tamamen geçmişti ama her yer hala çok kalabalıktı ve girdiğimiz herhangi bir kapalı mekanda ben direk ismail türüt gibi terliyordum. biraz dolaştıktan sonra sevgilim yine "bir paket daha alalım, bu sefer daha güçlü bir şeyler olsun, çok güzeldi, yarın dönüyoruz işte alalım vs." tarzında konuşmaya başladı. tabii ki bu yeterliydi ve başka almayacaktık ama tartışma "ben kendime alacağım sen yemezsen yeme" boyutuna ulaşınca kazanan taraf yine o oldu :) ve alıp eve dönmeye gece boyuncada evden çıkmamaya karar verip bir smart shop bulduk. hintli bir genç tezgahtar yanımıza yaklaştı ve sabah atlantis yediğimizi hafif geldiğini daha başka bir şeyler istediğimizi söyledik. eleman bize az yemişsiniz adam gibi bir trip yaşamak istiyorsanız daha fazla yemeliydiniz gibi bir şeyler söyledi ve şunlar daha ağırdır diye iki ayrı çeşit gösterdi. tam almaya karar verdiğimizde tezgahtar arkadaşa bunu şimdi yesek bir sorun olur mu diye sormak geldi aklıma. elaman artık bizden tırstı mı , yoksa başının derde girmesinden mi korktu bilmiyorum ama şimdi yemeyin bu geceyi boş geçip sabah yersiniz dedi. nedenini sorduğumda mantarın etkisini bir defa yakalarsınız daha üstüne çıkamazsınız gibi bir şeyler saçmaladı. doğrusu benim de işime geldi ve sevgilime duydun mu diye imalı bir şekilde sordum ve dışarı çıktık. biraz yürüdükten sonra şans eseri o daha önce vitrininde broşür olan dükkanı gördük ve bizimkinin "aha işte burasıydı buradan almak istiyordum ben" demesi üzerine önünde durup ufak çaplı bir tartışma daha yaşadıktan sonra içeri daldık. burası çok ilginç bir mekandı ve ilginç diyaloglar yaşadık.

    d: deucehigh t: tezgahtar

    d: selam, biz sabah 20 gr. atlantis yedik ve hafif geldi daha ağır bir şeyler arıyoruz ama yememizde bir sakınca olur mu?
    t: bir sakıncası olmaz, hafif geldiyse şunlardan deneyebilirsiniz. (önümüze başka bir broşür çıkardı)

    biz biraz göz attıktan sonra hangisini alacağımıza karar verdik ve ne kadar almalıyız diye sorup elemana gösterdik.
    t: güzel seçim, 20 gr. ikinize yeterlidir dedi ve tezgahın altından bir poşete bir şeyler doldurup tartıp onuda küçük bir kese kağıdına sarıp bize verdi. daha önce gördüğüm her yerde ambalajlıydı bu zımbırtılar ve ufaktan kıllandım. çıkmadan önce bir kere daha sordum, yememizde bir sakınca var mı, ve bunun etkisi nedir diye.
    t: hiç bir sakınca yok ve bunlar gerçek mantar truffle değil deyip "have a nice trip" diye ekledi çok şaşırmıştım, çünkü bende herkes gibi nette yaptığım araştırmalarda, magic mushroom satışının yasak olduğu bilgisini edinmiştim.

    eve gittiğimizde paketi açtık ve sabahkinden çok farklıydı bildiğin küçük küçük kurumuş mantarlardı bunlar. fazlada kasmayıp başladık yemeye, önce yarısını yedik, 45 dk. falan sonra diğer yarısını yedik. daha sonra o ev bir renklenmeye bir aydınlanmaya başladı ki, olamaz böyle bir şey ve tabii ki gülme krizleri. sabahkinden çok daha farklı ve eğlenceli bir şeydi bu ve sabaha kadar evde çok eğlenceli saatler yaşadık. bir ara kanepeye ikimizde sırt üstü uzanmış ve gülme krizindeyken, sadece tavana bakarken zaman ve mekan kavramını karıştırdım diyebilirim. yani şöyle bir şey oldu, bir şeylerden bahsederken aklıma 3 dk. kadar önce konuştuğumuz bir muhabbet geldi ve tavanın o sırada sanki araba camından bakıyormuşum gibi aktığını farkettim ve orayı geçtik, geride kaldı diye düşünmeye başladım :) bu arada gülmekten fırsat bulup konuştuğumuz zamanlarda sevgilim sürekli ne güzel rengarenk oldu her taraf, seni dinleyip almasaydık bak bunu göremeyecektik diye sitem etmeyi eksik etmiyordu :)

    biraz uzun oldu ama, baktım herkes deneyimlerini anlatmış benim neyim eksik diye düşündüm. tekrar başa dönersek, evet amsterdam turizmine katkısı kesinlikle var bunların. sırf o tripi yeniden yaşamak için şubatta oradayız ve kesinlikle aynı dükkanı bulacağız :)
hesabın var mı? giriş yap