• "...
    her yere yetişilir
    hiç bir şeye geç kalınmaz
    çocuğum beni bağışla
    ahmet abi sen de bagışla...

    boynu bükük duruyorsam eğer
    içimden böyle geldiği için değil
    ama hiç değil
    ah güzel ahmet abim benim
    insan yaşadığı yere benzer
    o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
    suyunda yüzen balığa
    topragını iten çiceğe
    dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
    konya'nın beyaz
    antebin kırmızı düzlüğüne benzer
    göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
    denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
    evlerine, sokaklarina, kosebaslarina
    öylesine benzer ki
    ve avlularina

    (bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)

    ve sözlerine

    (yani bir cep aynası alım-satımına belki)

    ve bir gün birinin bir adres sormasına benzer
    sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne
    camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
    öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına
    minibüslerine, gecekondularına
    hasretine, yalanına benzer

    anısı ıssızlıktır
    acısı bilincidir
    bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
    gülemiyorsun ya, gülmek
    bir halk gülüyorsa gülmektir

    ne kadar benziyoruz türkiye'ye ahmet abi...
    bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
    dirseğin iskemleye dayalı

    -- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --

    cigara paketinde yazılar resimler
    resimler: cezaevleri
    resimler: özlem
    resimler: eskiden beri

    ve bir kaşın yukarı kalkık
    sevmen acele
    dostluğun cabuk
    bakıyorum da şimdi
    o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde...

    ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi
    biz eskiden seninle
    istasyonları dolaşırdık bir bir
    o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
    nazilli kokardı

    ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
    kil gibi ince istanbul yağmurunun altında
    esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

    kadının ütülü patiskalardan bir teni
    upuzun boynu
    kirpikleri
    ve sana ahmet abi
    uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
    sofranı kurardı
    elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
    cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
    cocuklar doğururdu

    ve o çocukların dünyayı düzeletecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
    o çocuklar büyüyecek
    o çocuklar büyüyecek
    o çocuklar...

    bilmezlikten gelme ahmet abi
    umudu dürt
    umutsuzlugu yatıştır
    diyeceğim şu ki
    yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
    oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
    hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
    çocuklar, kadınlar, erkekler
    trenler tıklım tıklım
    trenler cepheye giden trenler gibi
    işçiler
    almanya yolcusu işçiler
    kadınlar
    kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
    ellerinde bavullar, fileler
    kolonyalar, su şiseleri, paketler
    onlar ki, hepsi
    bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
    ah güzel ahmet abim benim
    gördün mü bak
    dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
    ve dağılmış pazar yerlerine memleket
    gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
    gelse de
    öyle sürekli degil
    bir caz müziği gibi gelip geciyor hüzün
    o kadar çabuk
    o kadar kısa
    işte o kadar...

    ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
    diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

    mendilimde kan sesleri...

    ..."
    (bkz: edip cansever)

    sahi ahmet abi, bir mendil nasıl kanar...
  • hafta başında, okullar açılmadan birkaç gün yaylada keyif yaparım umuduyla köye gitmişken, babamın iki ton kadar kavunu satılmak üzere bana bırakıp arazi olmasıyla hayal kırıklığına uğramıştım. "toprağa basmıyorum, bu sinir stres hep ondan." diyerek emeklilik projesi ayağına giriştiği dört dönümlük kavun tarlasının kademeli olarak bana ihâle olmasının yanında, korkuteli pazarında antalyalı yazlıkçıların ilik gibi kızlarının karşısındaki pejmurde hâlimi düşündükçe canım iyice sıkılıyordu.

    pazardan önceki gün münir abi'nin kamyona onun çarlistonlarla bizim kavunları yükleyip beraberce yola koyulduk. münir abi eline geçen ne var ne yoksa rakıya yatırdığı için karısı çocuğuyla beraber yaz başında annesinin evine dönmüş, münir abiyi itten irezil vaziyette bırakıp gitmişti. yol boyunca hiçbir şey anlamadığımız yunan radyolarını dinledikten sonra, akşam olmak üzereyken pazar yerine ulaşmış, korkuteli'nin yerli pazarcılarından güç bela yakamızı sıyırdıktan sonra kimsenin beğenip de çökmediği bir kenara tezgahı kurmuştuk.

    kasada yatacak kadar yer boşalttıktan sonra münir abi'nin getirdiği biraları ziftlenmeye başladık. korkuteli halkı bulutsuz gökyüzü altında mesut hayatlarının sıradan bir akşamını daha yaşıyorken, münir abi ve ben bir kamyon kasasında antalya'dan yeryüzündeki tüm yoldaşlara kucak dolusu umut ve sevgi gönderen radyo ekin'in birbirinden tüfek şarkılarının eşliğinde köyün eski güzel günlerinden bahsetmeye başladık. ben yolun, eski uzak günlerin ve münir abi'nin tatsız hikayesinin yorgunluğuyla henüz ikinci birada kayıp gittikten bir süre sonra, bilmediğim bir vakit radyodan gelen karlı kayın ormanı'na mı yoksa münir abi'nin hıçkırıklarına mı uyandım hatırlamıyorum. kırk küdur yaşında bir adam, dünyadan çok uzaktaki bir pazar yerinin kenarında, bir kamyon kasasında yanınızda ağlarken kendinizi ne kadar çaresiz hissederseniz kendimi o kadar çaresiz hissetmiştim. memleketten, yıldızlardan ve münir abi'nin gençliğinden bahseden radyo sinyallerini antalya'ya üfürüp münir abi'nin üstünü örttüm ve sabah başlayacak hengameyi düşünürken uykuya daldım.

    ertesi gün pazarın her zamanki coşkunluğuyla kendimizi bir süre unutur gibi olduk. münir abi çarliston kasalarının başında akşama kadar iki paket kadar ballıca emdi, ben de yağdan yakası ve kolları kararan deniz mavisi gömleğimle korkuteli'nin ilik gibi yazlıkçılarına kavun tarttım. bir ara yan tezgahla münir abi arasında çarliston isminin nerden geldiği konusunda gergin bir konuşma geçti. dalgasına, biberin isminin charlie stone adındaki amerikalı bir çiftçiden geldiğini söyledim. sanırım inanmadılar.

    akşam olunca kalan kavunları ve çarlistonları pazara yakın bir meyhaneye bırakıp karşılığında bira ve arnavut ciğeri aldıktan sonra yola koyulduk. etrafa gelişigüzel savrulmuş boş kasaların ve meyve, sebze artıklarının arasından geçerken münir abi "bak..." dedi, "benim akşam varacağım eve benziyor buralar." çok sevdiğim bir adamın yıllar önce, dağılan pazarlar ve hüznün bir caz müziği gibi gelip geçmesi üzerine buna benzer bir şeylerden bahsettiğini söylemek istedimse de kendimi tutup ağzıma birkaç parça arnavut ciğeri attım ve tek kelimesini anlamadığımız o yunan radyosunu açtım.
  • benim bu şiirle ilk tanışmam 15 yaşında safranbolu evlerini gezerken oldu. gezdiğimiz bir evin camında şairsiz bir şekilde sadece şu mısraalar yazıyordu:

    "...
    insan yaşadığı yere benzer
    o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
    suyunda yüzen balığa
    toprağını iten çiceğe
    dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
    konya'nın beyaz
    antebin kırmızı düzlüğüne benzer
    göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
    denizine benzer ki dalgalıdır bakışları
    evlerine, sokaklarina, kosebaslarina
    öylesine benzer ki
    ve avlularına
    ..."

    elimdeki not defterine bu satırları yazdım. o zamanlar internet dediğimiz nane de bu kadar data yığını halinde değil, ben de o gün karşılaştığım herkese bu şiiri sordum, "hocam kimin bu şiir biliyor musunuz?" sonra öğrendim ki edip cansever'in şiiri, adı da mendilimde kan sesleri. edip abiyle daha önce karşılaşmıştık da bu şiiriyle karşılaşmamıştık. şiirin tamamını bulmak için fellik fellik kitapçıları aradım, sonunda kitabı buldum ama param yok, bi eski kitapçıdan rica edip şiirin tamamını yazdım bir kağıda ve eve gelip duvarıma saraybosna'da, piriştine'de ağlayanların arasına astım o kağıdı. dönüp dönüp okudum. herhalde baştan sona ezbere okuyabildiğim tek şiir budur.

    bir sene sonra bi adamla tanıştım, dedi ki bana "bir arkadaşım der ki 'herkesin bir ahmet abi'si olmalı' ahmet abili bir şiir vardır sen bilmezsin." - burada bahsi geçen "bir arkadaş" da sözlük semalarındaki mir oluyor, kendisiyle de bu sohbetten bir sene sonra karşılaştık istanbul'da pia'da - neyse; benim gözlerim parladı tabi "bilmezlikten gelme ahmet abi, umudu dürt... umutsuzluğu yatıştır..." dedim adama, şaşırdı. "pek kimse bilmez bu şiiri" dedi, şiir ordan da akıp gitti.

    yıllar geçti gitti, gün geçtikçe edip abiyle daha da samimi olduk. bu kez izmir'de kitapçının birinde* "ben ruhi bey nasılım"ı arıyorum, o arada edip cansever toplu şiirler'e elim gitti. kitapçıdaki adam geldi, "o kitabın bilmemkaçıncı sayfasında bir şiir vardır pek kimse bilmez..." dedi, açtım söylediği sayfayı bakakaldım: mendilimde kan sesleri. adam diyeceğini dedi gitti, ben kitapları aldım çıktım.

    hayatımın her anında bu şiir bir yerlerde akıp gidiyormuş gibi geliyor bana senelerdir. gitgide içine işledi hayatımın ve artık girdiğim her yol sonunda dağılmış pazar yerlerine benziyor, kadehler elimde küfür gibi duruyor ve ben bir gün geleceğini bildiğim birine uzaktan uzaktan domates peynir doğruyorum sanki...

    çok sağol ahmet abi iyi ki girdin şu üç kuruşluk ömrüme. edip abiye de selamlar...
  • okuma yazma bildiğim için şükretmemi sağlayan şiir.
  • hep merak edip durmuşumdur kim ulan bu ahmet abi diye..kim bu kadar her okuduğumda beni üzen ahmet abi.. her dinlediğimde ve okuduğum da bir bakayım derim araya kaynar gider.geçenler de aldığım ot dergisinde sıddık akbayır sanki sesimi duymuş ve bak bakalım ahmet abin kimmiş sorumu cevaplamış ..üşenmeden oturup dergiyi olduğu gibi katipsever bir anlayışla yazıyorum buyurun. ne yalan söyleyeyim bitirdiğimde yazıyı ufak bir rakı alayım demleneyim dedim o etkiyi yaratıyor..ahmet abi'yi kafam da hep ahmet kaya diye düşünürdüm velhasıl alakasının olmadığını anladım.

    edip cansever'in mendilimde kan sesleri şiirinde seslendiği ahmet abi kimdir? dizeyi bir romanına ad olarak seçen erdal öz'ün defterimde kuş sesleri kitabını, ahmet abi'yi tanımak için kaç kişi merak eder? mendilimde kan sesleri ne zaman yazılır? şiiri severek okuyan dinleyen kaç kişinin aklından bu sorular geçer bilinmez.

    erdal öz defterimde kuş sesleri adlı anı kitabında ankara kapalı ceaevinde tutukluyken eşinin kendisine yeni dergi'nin geçmiş sayılarını topluca getirdiğini anlatır. mendilimde kan seslerini okuyunca çok etkilenir ve şaşırır. çünkü cansever'in yaşanan olaylardan genç ölümlerden bu kadar etkileneceği, duyduğu acıyı hüznü bu yoğunlukta yaşayacağını bu incelikte dile getireceğini beklemez. çünkü cansever; mahir çayan ve arkadaşlarından farklı bir siyasal çizgidedir. cansever türkiye işçi patisi üyesidir ve parti silahlı mücadele içinde ki gençlerin türkiye ve dünya tahlillerini yanlış bulmaktadır. gençler de tip'i pasifist ve revizyonist olmakla suçlamaktadırlar. erdal öz siyaset olarak gençlere daha yakındır. bu neden tip'li bir şairin farklı bir çizgide ki sosyalistler için ağıt yakmasını beklemez.

    erdal öz, cezaevinden çıktıktan sonra cansever’le görüşmek ve ahmet abi’nin kim olduğunu öğrenmek ister.

    bir fırsatını bulur, doğruca kapalıçarşı’ya, cansever’in antikacı dükkanına gider. cansever, her zamanki gibi, basık tavanlı üst kattaki çalışma masasının başındadır. kapalıçarşı’dan bebek’e geçerler. cam kıyısında bir masaya otururlar. balık, salat, rakı.. erdal öz’ün çok özel bir soru sorucağının farkındadır. sözü döndürüp dolaştırıp “mendilimde kan sesleri“‘ne getirir. şiirden bölümler okur. cansever, hem şaşırır, hem sevinir.

    bir ara bu ahmet abi’nin kim olduğunu sorar. muzipçe güler. “tanımak ister misin?” der. “deli misin?” karşılığını verir. hesabı isterler. “kalk, seni ahmet abi’ye götüreceğim.” der. “şimdi mi?” “kalk!” der. kalkarlar. cansever, küçük bir motor kiralar. motorcu’ya, “göksu’ya götür bizi” der.

    boğazı, hiç konuşmadan motorun patpatlarıyla geçerler. iki yanlı yalıların arasından göksu koyuna girerler. iskeleye yanaşırlar. atlarlar motordan. cansever, ahmet abi’yi sorar.

    "bugün hiç görünmedi. evindedir." der, kayıkçılardan biri.

    yürürler. dik bir yokuşu tırmanırlar. yokuşun tam tepesinde alçak taş duvarlı küçük bir avlunun önünde dururlar.

    avluda kocaman beyaz bir sandal.. avlununun ötesinde de küçücük tek katlı sıradan bir ev.. “ahmet abi” diye seslenir cansever. kapıdaki zile basar. avlunun içindeki küçük evin kapısı açılır. bir hanım çıkar kapıya. “ahmet abi evde mi?” der cansever. kadın, cansever’i tanır. “edip, canım, sen misin?” deyip gelir, kapıyı gıcırtıyla açar, sarılır cansever’e. “gelin gelin, ahmet evde” der. içeriye, “ahmet, bak kim geldi!” diye seslenir.

    karşılarında uzunca boylu, yapılı, yanık yüzlü ahmet abi belirir. sarılırlar. cansever, erdal öz’le ahmet abi’yi tanıştırır. ahmet abi, onları bahçeye buyur eder. “durun hele!” der, içeri almaz onları. girip iskemlelerle çıkar gelir. “hanım, hemen bir masa hazırla!” diye seslenir. az sonra toprak avluda küçük tahta bir masanın başındadırlar. önce rakıyla su gelir. üç beyaz bardağı havaya kaldırıp tokuştururlar. karısı, tez elden masayı beyaz peynirle, domatesle, salatayla donatıverir. erdal öz, aklına gelen şu dizeleri okur:

    "ve sana ahmet abi / uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki / sofranı kurardı / elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı.."

    ahmet abi, heyecanlanır. “yav, kimsin sen arkadaş, tanıtsana kendini!” der. o zaman, erdal öz’ün cezaevinden yeni çıktığını, uçak kaçırma suçuyla uzun süre hapis yattığını, denizlerle buluştuğunu, onlarla buluşup notlar aldığını anlatır cansever. ahmet abi’nin, erdal öz’e bakışı bir anda değişir. güveni artar. konu, denizlere, sonra mahirlere gelir. mahir çayan’la hüseyin cevahir, cezaevinden kaçmış, sonra maltepe’de kıstırılmıştır. cevahir, acımasızca öldürülmüş, çayan ağır yaralanmıştır. kızıldere’ye ölmeye gider gibi giden çayan’ın ölümüyle iyice sarsılmıştır. söz, kızıldere’ye, mahir’e gelince ahmet abi öfkelenir. “eşşoğlu eşekler!” der. “var mıydı, o kadar yakışıklı ölmek yani? o cezaevinden kaçmayı başardınız. ulan ne diye mahalle aralarında dolaşıp saklanırsınız. ulan, burada ahmet abi’niz ne güne duruyor? gelecektiniz, bulacaktınız ahmet abi’nizi, sonrası kolaydı. ahmet abi’niz atacaktı sizi takasına, ver elini karadeniz. ne asker yakalardı sizi ne polis. kurtulacaktınız. ne diye apartman aralarında kabadayılık yaptınız? takır takır taradılar sizi! yazık değil mi ulan bizlere? içimiz kan ağlıyor şimdi.”
    erdal öz, ahmet abi’nin gözlerinde beliren iki damla yaşı hiç unutmaz.

    ahmet abi, 1951’de tkp tutuklamalarında hapis yatmış, çıktıktan sonra da her 1 mayıs gözaltına alınmış, bir “eski tüfek”tir. cansever, ahmet abi’yi çiçek pasajı’nda bir içki sofrasında tanımış, hem anlattıklarından hem kişiliğinden çok etkilenmiş ve onu şiirine taşımıştır. mendilimde kan sesleri, bir kavga şiiri değil, genç ölümlerden artakalan yaranın etkili bir biçimde aktarıldığı bir ağıttır. darmadağın edilen gencecik insanların adına yazılan mendilimde kan sesleri, “sosyalist gerçekçi” bir şiir de değildir. o günlerde ve sonraları, içinde “deniz, mahir ulaş” sözcüklerinin sıkça geçtiği “sosyalist gerçekçi” pek çok şiir yazılır; ancak bunlardan hiçbiri cansever’in şiiri kadar, okurun içini acıtmaz.

    ot/ mayıs 2014
    sayı 15.
    sıddık akbayır, şairin ömrü.
  • .
    .
    "ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
    diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

    mendilimde kan sesleri..."

    bir mendil, eğer sahibi verem ise kanar ahmet abi. diş değildir, tırnak değildir ama o mendiller kanar. kan tükürülür beyaz mendillere ahmet abi kan. işte böyle kanar işte.

    osmanlının son, cumhuriyetin ilk yıllarında vereme binlerce ölü vermiş bir milletin usta şairinden büyük dizeler.
  • naçizane kanıma göre mendilimde kan sesleri türk şiirinde analitik bir bileşimi ifade eder. bir yanda dili kullanmadaki sadeliği bir yanda ise sıradanlığı anlatmadaki müthiş başarısı ama aynı zamanda da okuyucuya o sıradanlık içinde kopması muhtemel yüzlerce fırtınayı aktaran bir şiirdir. özellikle de benim gibi "şiir yazıldığı yeri yansıtmalıdır" gibi düşünen kişiler için yaşanılan yeri, coğrafyayı ve en özünde kültürü ifade etmeyi çok iyi başarmaktadır. bir mısrası "ne kadar benziyoruz türkiyeye ahmet abi" diyerek türkiye gibi evrensel bir lafzı benzemek fiiliyle yerelleştirmekte ve bu da başta belirttiğim analitik bileşimi çok güzel biçimde yansıtmaktadır. "bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün" mısrası da -yine naçizane- bir şiirde duyduğum en umut dolu sözleri ifade etmektedir. ama her ne denirse densin mendilimde kan sesleri, türk kültüründe bir yapı taşıdır.
  • mendilimde kan sesleri, bir şairin tarihle, ülkeyle, siyasetle, o su geçirmez ve de sert ideolojilerle, bütün vicdanıyla, bütün haysiyetiyle ve bütün mısralarıyla beraber cihat etmesinin özetidir. sadece türk şiiri'nin dersek haksızlık etmiş oluruz, türk edebiyatı'nın nadide bir parçasıdır.

    ...
    ah güzel ahmet abim benim
    gördün mü bak
    dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
    ve dağılmış pazar yerlerine memleket
    gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
    gelse de
    öyle sürekli degil
    bir caz müziği gibi gelip geciyor hüzün
    ...

    bu şiirde edip cansever, hiç de öyle toplumcu-gerçekçi tasalara düşmeden amma velakin "toplumcu-gerçekçi şiir yazacağım" diye kasanların yanına dahi yaklaşamayacağı netlikte fotoğraflar çekmiştir. kadrajından kan damlar. bu kan, vahşetin değil hakikatın, sahiciliğin delilidir. bu şiirin mısralarından birini kestiniz mi kanar hemen.
  • ah güzel ahmet abim
    gördün mü bak
    dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
    ve dağılmış pazar yerlerine memleket

    şubat 2023.
  • ahmet abi'ye en güzel soruyu sorar, canını sevdiğim edip; "diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar?" diye, veremden ölenleri düşündükçe...

    sanki her satırı ayrı bir derdini, ayrı bir acısını anlatır memleketin bu şiir...

    "boynu bükük duruyorsam eğer, içimden böyle geldiği için değil" der ve ekler; "..insan yaşadığı yere benzer..."

    sonra;

    "ve o çocukların dünyayı düzeletecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
    o çocuklar büyüyecek
    o çocuklar büyüyecek
    o çocuklar..."

    "o çocuklar büyüyecek" derken, keser.

    lâkin usanmaz ve ahmet'e öğüt vermekten de geri kalmaz; "umudu dürt" diye... ama kendisi bedbindir, hayalsiz yaşamlar içinde.

    aslında senin de dediğin gibi; "ne kadar benziyoruz türkiye'ye..."
    ve resimlerimiz hâlâ özlem, hâlâ cezaevi... bilincimiz artık kapalı olsa da, anılarımız hep aynı.

    hüznün, bir caz müziğinden ziyâde, hüzzam olduğu bir dünyada; "gülemiyorsun ya", ona yanmak lazım aslında... boğazımızdaki kanlı mendiller arasında.

    "gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir."
hesabın var mı? giriş yap