aynı isimde "metallica (albüm)" başlığı da var
  • -i disappear!
    -hayırdır abi, nereye?
    -where the wild things are.
    -şaka yapıyosun, di mi?
    -sad but true.
    -...
    -so what?
    -abi tehlikeli olur oralar bu satte. niye gidiyosun ki?
    -the call of the kthulu.
    -haa, emir büyük yerden yani. ama gerçekten üzüldüm abi. bizi düşünmek yok. yani ben öyle çekip gitseydim ne hissederdin?
    -the unnamed feeling.
    -yaa, di mi? neyse illa gidicem diyosan git tabi. ne yapacaksın peki?
    -seek and destroy.
    -oha. kimi lan?
    -phantom lord.
    -abi zor iş o ya. tek başına yapamazsın. başka seninle gelen var mı?
    -master of puppets, hero of the day, invisible kid.
    -ha iyi bari. peki nası yok etmeyi düşünüyosun?
    -fuel.
    -yuh! yakıcan mı lan herifi? abi sen psikopat mısın, canavar mısın, nesin?
    -some kind of monster.
    -hehehe. ee yolculuk ne zaman kısmetse?
    -the day that never comes.
    -ooo gizem, mizem he mi? öyle olsun. nasıl gidiceksin peki?
    -ride the lightning.
    -ahahah. iyi söyleme bakalım. nerede kalıcan ya orda?
    -wherever i may roam.
    -tamam o zaman. ben sana yolluk hazırlayayım. ne istersin?
    -whsikey in the jar.
    -yok bidona koyayım istersen (amcık sarhoş).
    -...
    -iyi lan iyi. al zıkkımlan. ben çıkıyorum. var mı bi isteğin?
    -hit the lights.
    -(amına koduğumun üşengici.) tamam.
    -and justice for all.
    -(sosyal mesajını sikeyim.) he abim he.
  • "metallica" hakkında kafanızda bir tanım veya verebileceğiniz bir örnek varsa eklemekten çekinmeyin:"

    var. hem de çok var.

    başlarken memory remains çalıyordu.

    sene 1998, yer diyarbakır

    orta üçe gidiyorum, babamın şark hizmetinden dolayı diyarbakır'dayım. o dönemde bir atari furyası var, arkadaşlarla kasetler ve bitirdiğimiz oyunlardan bahsediyoruz. derken, bu arkadaşların liseye giden abileri geliyorlar bazen yanımıza. o zamanlar bir müzik muhabbetleri dönüyor.
    sürekli bir gruptan bahsediliyor. sürekli ismi tekrar ediliyor.

    metallica

    nerden hatırlıyorum bu ismi? doğru ya. birisi sprey boyayla lojmanlardan birinin duvarına yazmıştı. yeşil sprey boyayla.

    abilere özenilir ya, hoş benim öz abim değillerdi ama fark gözetmiyordum. "ne ya bu metallica?" dedim. o dönem nerde şimdiki gibi internet felan. imkanlar kısıtlı. aslında topu topu 12 sene olmuş ama 12 senede teknoloji iyi yardırmış. iyiki de yardırmış.

    özhan diye bir arkadaşım geldi. "cd çalar var mı sizde?" diye sordu. evet hayatımda bir dönem bu soruyla açılacaktı. var dedim.

    bir diyarbakır yazında, cehennem gibi bir sıcak akşamda elime bir cd verdi.

    best of metallica

    metallica'nın hiç olmamış korsan bir albümü. albümün kapağını çok net hatırlıyorum. tipik bir amerikan apartmanının önünde duruyor bunlar. hatta içlerinden birisi merdivenlere oturmuş. mavi tonların hakim olduğu bir albümdü. arkasında da şarkı isimleri, sıraları ve süreleri mevcuttu.

    cd çaların kapağını açtım. sesi artırdım. inanın o anı halen hatırlıyorum. evde tek başımaydım, bizimkiler yürüyüşe çıkmışlardı.

    track one dedi. sert bir gitar girişiyle hayatım boyunca asla unutamayacağım o büyüye kapılıyordum.

    fortune, fame
    mirror vain
    gone insane
    but the memory remains

    the memory remainsle başlayan metallica serüvenim devamındaki şarkılardan biri olan one ile devam edecekti. büyülenmiştim. bir müzik insanı bu kadar mı etkilerdi. ödünç oldukları için hemen kullanılmayan arabesk kasetlerin üzerine çektim elimdeki cdleri. ergen olmanın insana getirdiği "yaptığı işi duyurma hevesi" yüzünden bütün yaz balkonda gri ve hiç sesi çıkmayan grundig marka teyiple hem mahalleye hem de kendime metal ziyafeti veriyordum. load ve reload albümlerini de aynı kişilerden bulup yine kasetlere çekmiştim.

    orta 3 öğrencisi olduğum için şarkıların neyden bahsettiğinden tek kelime dahi anlamıyordum. ama coşkulu coşkulu dinliyordum. ve bu arada grup üyelerinin fotoğraflarına da yavaş yavaş aşina oluyordum. nerden bilecektim ki aile üyelerimden biriymişcesine kabulleneceğimi ve seveceğimi.

    kirk'ün kasığındaki dövmeyi gösterdiği bonussimo'ya yakın saçlarıyla olduğu albüm fotoğrafları vardı, load olması lazım. arka kapak fotoğrafını uzun uzun inceliyordum. bir masanın başında james hetfield gözünde gözlükleri, elinde pürosu ile karizmatik bir şekilde duruyordu. o zaman "her üyenin farklı yönlere baktığı albüm kapağı" gibi tespitlerim yoktu. çevremden, bilenlerden duyanlardan edinebildiğim kadar metallica bilgisi ediniyordum. çoğu saçma sapan yalan bilgilerdi. dedim ya o dönem ya internet var bizde yok, ya da cidden yok. öyle heyecanlıyım ki acaba hiç gelmezler mi türkiye'ye diyorum.
    derken öğreniyorum ki 25 haziran 1993'de daha ben 9 yaşındayken teşrif etmişler.

    sene 1998, yer konya

    babamın zorunlu şark hizmeti bitiyor. ankara'ya tayinimiz çıkıyor. fakat aileyle ilk yol ayrılığını yaşıyorum. konya'da yatılı bir anadolu öğretmen lisesi kazanıyorum. valizimde walkmanim ve metallica kasetlerim var. wherever i may roam diyerek yollara düşüyorum. 24 saatlik yoğun ingilizcenin olduğu hazırlık derslerinde yavaş yavaş bir uyanma yaşıyorum. çat pat olsa da bir iki kelime çıkarmaya başlıyorum şarkılardan. seviniyorum.

    bir haftasonu izninde kırtasiyenin birinin önünden geçerken birden gözüme bir kartpostal çarpıyor. kalbim duracak gibi oluyor. kartpostal o kadar basit ve sade ki. bizimkiler dişlerini sıkarak sert bir poz vermiş, üstlerine de kırmızı renkle metallica logosu yapmışlar. sanki altın bulmuşcasına dikkatlice çıkarıyorum o demir şeyden. içeri gidiyorum "var mı abi metallica'nın başka kartpostalı ya da posteri?" diyerek ödememi yapıyorum. yok cevabı alsamda yatakhanede dolabımı 2 sene boyunca süsleyecek o kartpostalı alıyorum. okuldakilerin büyük çoğunluğu konya'dan. onlara da bahsediyorum metallica'dan. sürekli kulaklığı arada sırada arkadaşlara uzatıp "lan lan lan şarkıya bak, offf süper" şeklinde tepkiler vererek aynı sevinci göstermelerini bekliyorum. olmuyor, göstermiyorlar. beğenen de nothing else matters ile unforgiven'ı beğeniyor.

    derken, birden sihirli bir değnek dokunmuşcasına patır patır internet kafeler açılmaya başlıyor, birbirinin ardı sıra. cafeler de tıklım tıklım dolu, sıra var hatta. kimi carmageddon oynuyor kimi half life furyasında kimi mirc'de ince hesapların peşinde kimi de yanlış hatırlamıyorsam superonline'ın sitesinden okey oynuyor.
    hepsinin arasından geçerek bir makineye oturuyorum. arama motoruymuş, şuymuş hiç fikrim yok. www yazıyorum, metallica.com diyorum. karşıma grup üyeleri çıkıyor. ulan sanki anam babam çıkmışcasına seviniyorum. grup üyelerinin hayatları, diskografisi ve hatta fanlar için ürünler var. hepsine bakıyorum. bağlantı da rezil ötesi berbat bir bağlantı.

    yine bir haftasonu izni, geziyorum bir başıma. birden askıda duran bir tişört yarım aklımın diğer yarısını da alıp götürüyor. siyah bir tişört üstüne beyaz baskıyla metallica yazmışlar. aşağısında da elemanların hepsi atletli, james'de bir de çember sakal var. atletin üstüne bir de pantolon askısı takmışlar. nasıl beğeniyorum o tişörtü. hemen giriyorum fiyatını soruyorum. bana aylık gönderilen paranın yarısı, isterse hepsi olsun. veriyorum parayı, alıyorum ilk metallica tişörtümü. nasıl gururla taşıyorum onu biliyor musunuz, sanki üstümde milli forma var da tüm gözler benim üzerimdeymiş gibi.

    sene 1998, yer ankara

    sömestır tatilinde ankara'ya ailemin yanına gidiyorum. ankara'yı pek fazla bilmiyorum. beni maltepe pazarı diye bir yere götürüyorlar. şimdi yerinde yeller esiyor gerçi. son tezgahlardan birinde bir sürü kaset var. derken bir tanesi daha doğrusu iki tanesi dikkatimi çekiyor. garage inc. elime alıyorum, tarih 1998 yazıyor. hiç haberim bile yokken yeni albümü tutuyorum elimde. korsan tabi. fiyatını soruyorum iki milyon lira dediğini hatırlıyorum. hemen alıyor, evde walkmanimle parçalara dalıyorum. iki albümün birbiri arasındaki tutarsızlık hemen dikkatimi çekiyor. biri çok sertken diğeri sanki öyle değil gibime geliyor.

    dedim ya çevremde sözlükteki gibi kimse yok, biri çıkıp da "aaabi ya black albümden sonra metallica bitmiştir benim için" dememiş daha. kızlığım bozulmamış yani. ya diyorum diğer şarkılarda vokalde eko var ama bunlarda yok. garibime gitse de o kadar çok seviyorum ki so whatı nasıl dinliyorsam turn the pagei de öyle hazla dinliyorum. okulda defterlere sıralara bezen de elime koluma metallica yazdığımı söylememe gerek dahi duymuyorum. yalnız söz garage inc.'den açılmışken bir gece vakti beni altıma sıçırtıp bağırtan loverman şarkısına da selam yollamak isterim.

    bu arada anadolu lisesine giden kardeşim de benim gibi metallica dinliyor. benim kadar hayran değil ama o da beğeniyor dinleyerek. kendisi bir sabah uyandığında abisini siyah kumaş pantolonun içersine soktuğu atletle, elinde boardmarkerla ayna karşısında james hetfield sakalı çizerken gördüğünde kahkahayı patlatacağı yerde "abi valla benzemişsin" diyor. devamında ise ben viledayla one'ı icra ederken o da headbang yapıyordu. o an ikimizde bir sene sonrasında metallica yüzünden ağız burun birbirimize gireceğimizi bilmiyorduk.

    konya'daki okulda son günlerimdi. ankara'ya hasan ali yücel anadolu öğretmen lisesi'ne geçiş yapmıştım. konya'daki kuzenim seninkilerin konseri var dedi. inanamıştım. 1999 yılında garage inc. albümümün "the garage remains the same" turnesi ve "sümerbank müzik günleri" kapsamında türkiye'ye geleceklerdi. gitme imkanım, ihtimalim yoktu. basında metallica ile ilgili haberler gördüğüm zaman deliriyor bir kaç kere okuyordum. resim varsa muhakkak kesiyordum. o kadar çok bilinçaltıma yerleşmişti ki artık rüyalarımda da metallica'yı görüyordum. james kah benimle aynı tren vagonunda (bu arada ömrümde banliyö hariç hiç trene binmedim) kah evimin salonundaydı. bazen ingilizce bazen de süper türkçesiyle konuşuyordu benimle. erkan mumcu'nun turizm bakanı olduğunu ve metallica'yı vip girişten aldığını organizatörün ahmet san olduğunu, alt gruplardan olan kurban'ın sidikli pet şişelere maruz kaldığını, konsere mahsun kırmızıgül'ün bile gittiğini hatırlıyorum. o kadar çok ana haber bülteni izledim ama konserden hiç görüntü görememiştim. sadece fotoğraflar vardı.

    sene 1999, yer ankara

    ankara artık tatilde yanlarına gittiğim annemin babamın yaşadığı memleket değil benim de yaşadığım, okuduğum yer olmuştu. bambaşka bir ortamdaydım.
    ankaralı la bebeler müzik konusunda harikaydılar. metallica'yla beraber diğer grupları da tanıyor şarkılarını dinliyordum. bu arada metallica'nın şarkı sözlerini internetten çıkarıp odamın duvarlarına asmıştım. şarkıların çoğu ezberimdeydi. derken bir gün kanallar arasında geçiş yaparken trt 2'de bir program gözüme çarpıyordu. saat biri geçmiş olmasına rağmen rock market diye bir yazı görünce izleyim dedim. ve derken bir mucize gerçekleşiyor ve programın sunucusu sıradaki klibi anons ediyordu.

    ilk klip: the memory remains

    the memory remains bir kez daha karşımdaydı. gondol gibi bir şeyin üstünde çekilen klip beni benden almıştı, hayranlıkla izliyordum. sonraları hep metallica uğruna rock market'i takip ettim, nice nice gruplarla tanıştım. hoş programdı gerçekten.

    o dönem öyle bir dönemdi ki, nevşehir'de tatildeyken metallica tişörtü giymiş bir abinin yanına gidip sohbet başlattığımı ve cidden dost olduğumuzu hatırlıyordum. çok kişiyi bağlıyordu müzik.

    yine o zamanlar blue jean furyası vardı. bu derginin arka sayfasında ise sürekli metal-hip hop çatışması vardı. bir gün özel metallica albümü vereceklerini duydum. nereye sorsam kalmamıştı. sırf o dergi yüzünden kızılayda büfe büfe gezip bulmuştum. kuşe kağıda basmışlardı. grubun kimlerle başladığını, değişen elemanları, bazı şarkı sözlerini, grubun ne çeşit enstrümanlar kullandığını anlatıyordu detaylı detaylı. bir sürü resim de mevcuttu. belki 100 kere baştan sona okumuşumdur. hiç unutmuyorum arkasında da bir bayan mayosunun reklamı vardı. dergiyle gelen poster de duvarımı süslüyordu.

    bu arada ilk kez o yıllarda bu müzik yüzünden aile baskısına maruz kalmıştım. satanizm olayları patlak vermişti, bizimkiler de; metalci, siyah giyinen çocuk olduğum için beni de o kadroya uygun gördüler ki aman oğlum dediler. "baba, bizimkiler namazında niyazında, ne satanizmi. evden mescide, mescidden eve" diyebilmek isterdim, ama diyemedim. çaktırmadan devam ettim, zaten bizimkiler de bir şey demediler sağolsunlar.

    sene 2000, yer ankara

    okuldaki kızlardan birinde s&m albümü vardı. hemen ödünç istedim. karşılığında da benim best of'u vermiştim. kardeşim dinlemek için istediğinde uyuzluk yaptım. belki emanet olduğundan vermek istemedim. başına bir şey gelir diye. korktuğum da olmuştu. bendeki walkmanin ses kaydetme özelliği de vardı ve o salak kırmızı record tuşunu play tuşunun içine yerleştirmişlerdi. zavallı kardeşim de yanlışlıkla basmanın cezasını kötü şekilde ödeyecekti.

    öyle kavga ettim ki beni o kıza rezil edeceğinden dolayı, daha ben hayatımda kardeşimle böyle bir kavga yapmadım. karanlıkta burnuna öyle bir vurmuştum ki yere düşmüştü, burnu oluk oluk kanarken yerde de vurmuştum. o orospu kızın siktiri boktan kasedi uğruna ömür boyu pişmanlık duyacak bir şey yapmıştım. kardeşimden de burada hepinizin huzurunda bir kez daha özür diliyorum kendisinden.
    kaseti kurtarmanın bir yolunu bulmuştum, s&m'in cd'sini bulup orjinal kasede baştan kayıt yaptım. kıza kasetlerini götürdüğümde şok olacaktım.

    gayet gülümseyerek ve sanki çok iyi bir bok yemiş gibi kasedimi bana uzattı. aman allah'ım. kasedin bandı kopmuştu. "yaaa yanlışlıkla oldu sakın kısma tamam mı?" dedi.

    senin ananı sikiyim lan ben dedim içimden, zavallı kardeşim geldi aklıma. elim kırılsaydı amına koyim. bu kevaşenin yüzünden çocuğu son rounddaki ivan drago'ya çevirmiştim.

    bu arada metallica o yıl mission impossible 2'ye soundtrack yapıyor ve bu gaz şarkıyı bomba ötesi bir video ile taçlandırıyordu. i disappear'ın videosunu her saat başı cnn turk'de yayınlanan haberin arkasından gösteriyorlardı. saat kurup 3-4 kere izledim diyebilirim.

    sene 2001, yer ankara

    artık viledadan gerçek bir gitara transfer olmuştum. klasik gitar almıştı babam bana, söz verdi. öğrenince elektro alacaktı. o klasik gitarı arkadaşıma gösterdim, hemen elimden alıp nothing else matters ve mama said parçalarını çaldı. büyülenmiştim. halbuki ne basit şeylerdi ama o zaman farkında değildim. ben de çalmalıyım azmiyle asıldım, asıldıkça asıldım. ve okuldaki arkadaşlarla ilk ve de son konserimizi o okulun devasa sahnesinde vermiştik.

    bu arada jason'ın gruptan ayrılışı yakın bir akrabayı kaybetmişçesine sarsmıştı beni. sebebini bilmesemde sanki sorumlu lars gibi, ona kızıyordum.

    sene 2002, yer ankara

    liseden üniversiteye terfi etmiştim. artık bilgisayarla beraber sürekli internet de elimizin altındaydı. metallica'nın s&m dahil tüm diskografisini edinmek sadece 2 milyona bakıyordu. 3 cdden oluşan metallica live shit binge and purge ise arkadaşdan çekilmek üzere hazır bekliyordu. bu arada babam da verdiği sözü tutmuş ilk elektro gitarı 22 mayıs 2002'de almıştı. siyah renkli bir fender squierdı. o senenin sonunda tnk'nin solisti caner'le tanıştım, kral çocuktu. bir sürü hayali vardı, nargile sefası sürüp onu dinliyordum. sesi de güzeldi. o hayallerinin bir çoğuna kavuştu. müziği seven, bilen insanlarla beraber olmak bambaşka bir keyifti.

    hayri plak her daim durduğum bir durak, az üstünde dost'un müzik rafında duran metallica tarih ise her sayfasını tekrar tekrar okuduğum bir kitaptı.

    sene 2005, yer alabama

    work and travel programıyla alabama yolcusuydum. metal dostlarını orda bulup berhüdar ol demek bir adım uzağımdaydı. çok dostlar edindim yine metallica muhabbetiyle, beraber çaldık eğlendik. metallica bayrağını göndere daha doğrusu göbeğe çekiyordum yeri geldikçe.

    tüm çıtır kızlar tikiyse sikeyim metal felsefesini, diyen büyük üstad, büyük metalci the agathodaimon gibi düşünmedim. gençtim, ama onun dediğini yapmadım. kendisine saygım sonsuzdur, metalci kişiliğini de asla sorgulamam.

    sene 2008, yer tekirdağ

    üniversite bitmiş, zamanında hiç ingilizce bilmeyen adam büyümüş, ingilizce öğretmeni olmuş. ilk zamanlarda olduğu gibi hevesli olmasam da metallica yine hayatımın bir köşesinde, ama ismini duyunca pavlov'un köpeğine dönen adam gitmiş tabi. bu sene hayatımda bir dönüm noktası oluyor.

    evleniyorum. düğün tarihine yakın bir zamanda gene konsere istanbul'a geliyorlar. aslında benim düğüne de uğrayabilirlerdi. yine gidemiyorum. bu arada köprünün altından çok sular geçiyor, st. anger diye bir garabet çıkıyor, onun üstüne yine benim ısınamadığım bir death magnetic çıkıyor. james değişiyor, zamana karşı gelemiyorlar. yaşlanıyorlar.

    sene 2010, yer şanlıurfa

    birincisinde küçüktüm.

    ikincisinde evlendim.

    ama bu üçüncüsünü kaçırmayacağım.

    11 gün sonra bu saatlerde eğer hala yaşıyor olursam, hayatımın en mutlu anlarından birini yaşıyor olacağım. bileti elimde. bilmiyorum kalbim sizi sahnede canlı görmenin heyecanına dayanabilecek mi? umarım dayanır da en azından aynı anda aynı havayı solurken beraber söyleriz şarkıları.

    hell yeah

    biterken sad but true çalıyordu. anam avradım olsun hetfield anlattıklarım hepsi de true'ydu.

    edit: ulan bunu okuyan çıkarsa helal olsun. özet geç piç demeyin, şerefsizim çok duygusalım şu an. zaten saat 03,08 olmuş. yarın okula gecikirsem sıçarlar ağzıma.

    edit 2: sabahım tam üçünde, dertlerin en gücünde olduğum için mantık hatası yapmışım. bu üçüncü değil dördüncü gelişleri. akincibeyine ve mükemmel mesajlarıyla duygularımı paylaşan herkese çok teşekkürler.
  • metallica tanrılardan oluşmuyordu. bunun kendileri de farkındaydı. eğer söz konusu bir tanrı olsaydı o da iron maiden olurdu, şöyle ki; lars metallica'yı kurmaya çalışırken gazeteye verdiği ilanda; iron maiden çalabilen, emre altuğ gibi gitar tutabilen, askerliğini yapmış ve eli ekmek tutan adamlara ihtiyacım var gibisinden bir şeyler karalamıştı ve o zamanlar james leather charm diye bir grupta kız düşürmeli müzikler filan çalıyordu... içerim ben bu akşam'ından tut, sensiz istanbul'a düşmanım'a kadar varan rezillikler içerisinde sürükleniyorlardı. james bir gün tek elinde salçalı ekmek, diğer elinde fotomaç gazetesinden ayıkladığı iddaa ekinden 2'ye 13 veren bir iddaa kuponu yapmaya çalışıyorken kenara fırlattığı müzik ekinde bir ilan olduğunu görüyor ve şeytanlı metal müzik grubu kurmak için eli ekmek tutan birine ihtiyaç olduğunu okuyordu. james hemen lars'a "gruba adam arıyormuşsun benim gitarım var" diye kısa mesaj yolluyor ve lars'ın da bırakın gelsin gel hele gel gel demesi üzerine metallica'nın temelleri atılmaya başlanıyordu.

    metallica kurulurken henüz ismi ve logosu belli değildi ve james de henüz o zamanlar ergenliğini tamamlayamamış olduğu için aklı grubun yapacağı müzikte değil, grubun isminde ve posterlerde vereceği pozlarda idi. james'ten sürekli grup ismiyle ilgili tuhaf fikirler çıkıyordu ve grubun isminin grup şurup olması için lars'a yükleniyordu. her ne kadar lars; oğlum grubun isminde grup kelimesi olmayacak dese de james; grup şeytan olsun o zaman falan diyip lars'ı irrite ediyordu. grup şurup ile grup şeytan arasında karar vermek zorunda kalan ikili zorlu bir süreçten sonra grubun adının metallica olması konusunda anlaşmışlardı. james'in aklının grup şeytan'da kaldığını fark eden lars, metallica'nın logosunu çizme görevini james'e vermişti ve metallica yavaş yavaş şekillenmeye başlıyordu.

    gruba birkaç tane daha eleman gerektiğinin farkında olan lars gazetelere ilan vermeye devam ediyor ve bu sırada james; bass gitar olmasa da olur abi zaten duyulmuyor ki, bi' boka yaramıyorlar diye iç geçiriyordu. gazeteye ilan verdikten sonra beklemeye geçen lars ve james pes 2013'te kapışıyor, james; ben barcelona'dan başka takım almam ekolünün en rezil örneklerini sergiliyor, lars ise random tuşuna basılı tutarak önüne gelen herhangi bir takımı -pes united olsa bile- alıyordu. derken bir telefon geliyordu ve arayan zengin piçi dave'in ta kendisiydi. robert kolejli olduğu her halinden belli olan dave, müziğin ciddi bir mesele olduğunu ve bir görüşme gerçekleştirdikten sonra gruba dahil olabileceğini söylüyordu. dave, tam bir anadolu çomarı olan james'ten pek elektrik alamasa da lars'ı bir basamak olarak kullanabileceğini düşünüp gruba dahil oluyordu.

    tarihler 12 ocak 1982'yi gösteriyordu ve günlerden salıydı. dave, real madrid'i alarak iki saat taktik ayarı yaparak maça başlayan garip bir tipti. james'in yaptığı tek şey ise pedro'yu oyundan çıkarıp yerine alexis sanchez'i koymaktan ibaretti. böyle bir ortamda ise lars metallica için emek veriyor, metallica için uğraşıyordu. bu rezalet ortamı kendine getirmek için elindeki oklavayla çalışma masasına vuran lars; james ve dave'in kendilerine gelmelerini sağladı ve ilk kez müzik yapmak için ayağa kalkan grup james'in anafen dersanesinden bir arkadaşı olan lloyd'u da stüdyoya getirtip hit the lights'ı çıkardı. tuhaftır ki; ironik bir şekilde bass gitarda james vardı ve yüzüne yansıyan anadolu çomarı ifadesinden çok uzakta bir başarı göstermişti. james'te olağanüstü bir şeyler vardı... dave, james'in bu olağanüstü başarısından sonra onu bağrına basan lars'a; şımartma şu anadolu çomarını diyerek grup içerisinde analı bacılı küfürleşmeler yaşanmasına sebep oldu ve dave ile ipler kopma noktasına geldi. tarihler 12 aralık 1982 pazar'ını gösteriyordu.

    dave'in gruptan ayrılmayı kafasına koymasının gecesinde james'in 2'ye 13 veren kuponu tek maça kalmıştı ve eğer atalanta-brescia maçı alt biterse james, lars'a ve az önce çemkirdiği dave'e tavuk döner ısmarlayacaktı. dakikalar 90+2'yi gösterirken atalanta 2-0 öndeydi ve maçkolik'teki yorumlardan maçı takip eden james, dep goll dep golll diyenlere her seferinde inanıyor ve iddaa kuponunu iki eliyle tutmuş yırtmak için bekliyordu lakin admin'in maç sonucu: 2-0 yazdığını gördü ve sevinçten havalara uçarak lars ve az önce çemkirdiği dave'le birlikte tavuk döner yemek için dışarı çıkmışlardı. hayal kahvesi'ne trauma adlı grubun geldiğini gören içleri şeytan müziğiyle dolu olan bu üç genç, tavuk döneri ellerinin tersiyle iterek trauma izlemeye girmişlerdi. trauma çalmaya devam ediyor, o sırada yan tarafta saçlarından yüzü görünmeyen bir bass gitarist gitarı ağlatıyordu; lars ve james bu çocuğa hayran kalmışlardı ve yanlarına giderek hemen tanışmak istemişlerdi. bu çocuğun adı cliff'ti... cliff burton mükemmeliyetçi bir adam olmasına rağmen demokrasiye saygılıydı ve james'in anadolu çomarı surat ifadesi ona itici gelmemişti ve lars'ın müzik yapma hevesinden de etkilenip gruba katılmayı kabul etmişti ancak tek bir şartı vardı, grubun merkezi san francisco olacaktı çünkü cliff midtown madness 2 oynamayı çok seviyordu.

    metallica artık cliff gibi ölümsüz bir cengaverle yoluna devam ediyor ve müzik olarak da günden güne iyi gidiyordu, 83 mart'ında bir demo yayınladılar ve bu demonun adı megaforce'tu. bu demonun yayınlanmasından sonra dave mustaine san francisco soğuğu sebebiyle gruptan ayrılmak istedi, her ne kadar cliff; içlik giysen hiçbir şeycik olmaz oğlum dese de dave'de acayip bi' züppelik vardı, babası kombiyi bir tık yükseltince yüreği sızlamayan bir adamdı ve bu kendisine de yansımıştı. dave kış insanı değil, yaz insanıydı. alevli şort adamıydı parmak arası terlik adamıydı dave. geçen gün aldığı şampuanı bile bavuluna doldurarak giden dave'in yerini biriyle doldurmak gerekiyordu ve bu kişi boş bir adam olmamalıydı, kış soğuğundan etkilenmemeliydi, san franciscolu olmalıydı, saçları kıvırcık olmalıydı, exodus'tan ayrılmış olmalıydı... evet bu adam doğma büyüme san franciscolu kirk hammett'tı!

    tarihler henüz 1984'ü göstermemişti ve milli piyango biletleri satılmaya çoktan başlanmıştı lakin nimet abla da henüz ünlenmemişti. james, lars, cliff ve kirk'ün okeye dördüncü aramak gibi bir dertleri yoktu ve bu metallica'nın önündeki en büyük engeli ortadan kaldırıyordu. james'in yüzündeki anadolu çomarı ifadesi gittikçe değişmeye başlıyor, oyları çalınmış bir belediye başkanı adayı gibi suratındaki ifade sinirli ve öfkeli birine dönüşmeye başlıyordu. bu yüz ifadesi lars'a da yansımıştı, cliff ise tebessüm ederek devrim planları kuruyor, kirk ciddiyetinden ödün vermiyordu. okey, pişpirik ve batak derken zamanı öldüren bu mahşerin dört silahşörünün bir şeyler yapmaya başladığı vakitler gelmişti.

    dört adam bir şeylere öfkeliydi ve acılarını müzikten çıkarmak adına savaşmaya başlamışlardı bile. tüm bu devrim planlarına rağmen james'in hayali kendi cep telefonuna zil sesi müziği yapabilecek gaz bir şarkı üretebilmekti. james'i kırmayan; kirk, lars ve cliff, seek & destroy'u yaratarak james'in n73'üne zil sesini koymuşlardı bile. cliff derinlerden yüzen bir devrimciydi ve telefon zil sesi kapalıydı ama titreşimi açıktı. grup hiç durmadan yoluna devam ederek metal militia ve no remorse gibi tam james'in telefon zil sesine göre şarkılar yapıyor, bu sırada dave ile yaptıkları müziklerden de arak yaparak albümlerini bir an önce tamamlayabilmek için ilham odasına geçerek ağızlarından elektro gitar sesleri çıkarıyorlardı. çıkardıkları ilk demo olan hit the lights'ı da albüme ekleyen dörtlü the four horsemen, motorbreath, jump in the fire ve whiplash gibi gaz şarkılar yapıyor, phantom lord gibi taşaklı şarkılar çıkarıyor, bazense fazla ilham gelemediği için birkaç gaz parça arasına anesthesia gibi nefis sololarla albümlerini böylece tamamlamış oluyorlardı. albüm tamamdı lakin albüme bir isim lazımdı ve james albümün ismi "metal up your ass" olsun diyerek içindeki ergeni dışarı çıkardı ancak cliff başta olmak üzere lars ve kirk; oha lan n'apıyorsun diyerekten karşı çıkıp biraz daha üsluplu bir şey olsun diyerek uzun uğraşlar sonucu kill 'em all'a karar verdiler ve ya allah bismillah diyerek albümün ismini bularak albümü satışa çıkardılar. albüme gelen tepkiler gerçekten çok iyiydi ve metallica metal müzik dünyasına büyük selamı çakamasa da ufaktan bir merhaba demişti.

    gençler ilk albümden gelen parayı çarçur etmiyor, ekipmanlarını geliştirerek büyük oynamak istiyorlardı. tarihler 1984'ü gösteriyordu ve james artık olgun bir insan olmaya başlamış, bu olgunluğunu şüphesiz müziğine de yansıtacaktı. o yıllar kirk, danimarka'daki bibisinin yanına gittiği için grup birlikte çalışmaktan uzak kalmıştı fakat kirk'ün lars'la olan bir telefon konuşmasında kirk'ün lars'a; danimarka'da kızların teklif ettiği haberi başta james olmak üzere lars ve cliff'i fena etmişti. bunun üzerine pılını pırtını toplayan üç adam kirk'ün yanına, danimarka'ya uçuyorlardı ve ikinci albüm de adeta geliyorum diyordu. ancak kirk; james, cliff ve lars'a hayatlarının oyunun oynuyordu. metallica'nın kaderini değiştiren bu cam, göt, meme yalanı metallica'yı çok başka yerlere getirecekti... üç genç sabiha gökçen havalimanı'na indiğinde danimarka'nın hiç de tahmin ettikleri gibi bir yer olmadığını gördü. hepsi sürekli bir düşünme içerisindeydi ve kadından, seksten çok daha mühim konular vardı. soğuk, ölüm, savaş, intihar... dört adam danimarka'nın soğuğunda insanların kalplerini parçalayacak şarkılar yazmaya başladılar. ilk önce fight fire with fire ile kalbe bir çivi çaktılar, ardından daha sinirli bir şekilde ride the lightning'le çiviye daha sert vurmaya başladılar, for whom the bell tolls'la savaşmaya devam ettiler, trapped under ice'la donmak üzereydiler ve en sonunda fade to black ile intihar ettiler. ride the lightning, ikinci metallica albümü olmak üzereydi. albüm, kill em' all'a göre çok daha duygusal olmasına rağmen çok daha sertti ve metallica'nın vites düşüreceğini sananlara verilen sağlam bir cevaptı. james ise bu albümle birlikte sesini güçlü bir hale getirerek tamamen oturtmuş ve pes'te başka takımlar alabilir hale gelmişti...

    ilk albüm kill em' all'dan sonra çıkan ikinci albüm ride the lightning, metallica'nın çıtasını yükseltmiş ve ingiltere'deki plak şirketleri, özellikle unkapanı plakçılar çarşısı'nın olduğu yerdekiler metallica'yla yakından ilgilenir olmuşlardı ve taşaklı bir plak şirketiyle metallica; küme düşme durumunda serbest kalma maddesi + maç başına 10.000 öro maddelerini ekleterek anlaşma imzalamışlardı. artık metallica'nın tüm dünyaya sesini duyurabilmesi için hiçbir engel yoktu. işler büyümeye, yarım tavuk dönerler tam et dönerlere dönmeye başlıyordu, ayran yerine de kola istiyorlardı tabi ki. ciddiyet, disiplin ve beklenti; danimarka'daki bibisinden ayrılan kirk'e, gittikçe sesi kuvvetleşen james'e, bagetleri elinde çevirebilir hale gelen lars'a ve saçları gittikçe uzayan cliff'e... yani metallica'ya; master of puppets'ı yaptırmıştı. master of puppets müzik tarihine çok büyük bir damga vurdu. metallica insanların beyinlerine battery'i enjekte etti ve insanları uyuşturmaya başladı, the thing that should not be uyuşturucunun dozunu arttıran maddenin ta kendisiydi ve albüme ismini de veren master of puppets uyuşturucunun can yakan iğnesiydi. göğe bakmayı seven cliff ise altın vuruşu orion'la yapıyordu... tarihler 1986'yı gösteriyordu. pentagram henüz kuruluyordu ve o sene çernobil felaketinin yaşandığı seneydi. bir şeyler yavaş yavaş ters gitmeye başlıyordu...

    tarihler 27 eylül 1986 cumartesi'yi gösteriyorken metallica avrupa turnesindeydi ve kızların teklif etmediği danimarka'da bir konserden otobüsle dönmekteydiler. cliff, kirk'ün yattığı yatakta uyumaktaydı, diğerlerini ise henüz uyku tutmamıştı ve amına koyduğumunun ljungby belediyesi yoldaki buzlanmaya önlem almadığı için otobüs kayarak şarampole yuvarlandı, ayakta olan ve kazayı hisseden james, kirk ve lars kazayı ufak yaralarla atlatırken, uyuduğu için kazaya tepki veremeyen cliff otobüs camından fırlayarak hayatını kaybetti. 24 yaşında rüzgarda süzülen bir kuş gibi gitar çalan uzun saçlı çocuğun parmakları hareket etmiyordu, master of puppets çalamıyordu artık. artık cliff yoktu. bir kişiden çok daha fazla eksiklerdi. cliff artık yoktu. lars, ilk gün verdiği gazete ilanından dolayı kendinden nefret etti, james'in gözlerinde akacak yaş kalmamıştı ve kirk düşünüyordu. cliff artık yoktu. grup dağılma kararı aldı ancak cliff'in o baldan tatlı ailesinin ısrarları üzerine grup dağılmadı ve metallica yaralı bir şekilde yoluna devam etti...

    tarihler 1987'yi gösterir. bassçı arayışı için metallica bir seçme düzenler ve birsürü insan içerisinden jason newsted metallica'nın yeni bassçısı olur. jason hızla tüm metallica parçalarını ezberler ki; zaten topu topu 3 albümdür; kill em' all, ride the lightning, master of puppets... jason aslında akıllı bir gençtir ve hiçbir zaman cliff gibi çalamayacağının farkındadır lakin buna rağmen metallica'ya çok şey katmış ve sert bir duruşu, sert bir müziği vardır. jason'ın metallica'ya katıldığı günlerde bir cliff'in hayatından bir derleme yapılır ve cliff em' all adıyla satışa sunulur. cliff'in nasıl güzel bir insan olduğu iyice günyüzüne çıkar.

    tarihler 1988'i gösterirken metallica'ya yeni katılan jason; büyük yara almış olan kirk, lars ve james''i ayağa kaldırır ve cliff böyle olduğunuzu görseydi gırtlağınızı boğazlardı diyip üç adamın üzüntüsü öfkeye çevirir ve ortaya ...and justice for all çıkar. bu albüm metallica'nın incil'idir. albümün her parçası ayrı bir nefret kusar, bağırır, yıkar, döker. blackened dağıtır, eye of the beholder yamultur, one uyanmak ister, harvester of sorrow sorguya çeker ve to live is to die...

    "he is not dead, god just need bass lessons..." *

    ölüm insanları bir araya topladığı gibi ayırabiliyordu da fakat insanları ayıran tek şey ölüm de değildi. jason her ne kadar müziği oturmuş bir bassçı olsa da; james, kirk ve lars'la anlaşması cliff kadar iyi olmadı ve kopukluklar yaşandı. artık tartışmalar; sus sikerimli, siktir piçli veyahut da bunu anana sorsana delikanlılı cümlelerle yaşanmıyor, daha edebi bir dil kullanılıyor ve bu daha kırıcı oluyordu. bu sırada metallica ilk defa klip çekme sevdasına yakalandı ve bunun sebebi james'in bastıramadığı duygulardı. one'a klip çekildi ve james'in yediği halt gayet güzeldi, one harika olmuştu.

    4 albüm cepteydi ve cliff'in ölümünden sonra büyük yara alan grup bu yaranın izlerini taşıyor olmasına rağmen ...and justice for all ile enkazdan çıkabilmeyi bir nebze de olsa sağlamıştı ancak grupta bir çatlak vardı ki o da jason'dı. tarihler 1991'i gösteriyordu. sovyetler dağılmıştı. hava çok soğuktu. sert adam jason kaliteli bir çatlaktı ve adeta kaostan bir düzen yaratıldı... enter sandman'li, sad but true'lu, the unforgiven'lı, wherever i may roam'lu, nothing else matters'lı, don't tread on me'li, through the never'li, of wolf and man'li, the god that failed'li, my friend of misery'li ve the struggle within'li gelmiş geçmiş en taşaklı albümlerden biri olan ve grubun adını taşıyan metallica(the black album) çıkarıldı ve satış rekorları kırdığı gibi metallica'nın da metal müzik dünyasında zirve yapmasına sebep oldu.

    metallica artık zirveye oynuyordu ve uzun süre albüm çıkarmayarak belki de zirvede olmanın tadını çıkardı. jason, bass vurgulu bir albüm yapmanın verdiği zevkle mutluluktan ayaklarını birbirine çarpıyor, james her turnede bir kadından hoşlanıyor, lars konser sonraları bagetleri atabildiği kadar uzağa atıyor, kirk ise düşünmeye devam ediyordu. hatta 93'te istanbul'a bile gelmişlerdi ve türkiye'de küçük çaplı bir devrim olmuştu. türkiye'de metal müziğin gelişimine katkı sağlayan konserlerden biriydi. uzun süre albüm çıkarmayan metallica, tarihler 4 haziran 1996 salı'yı gösteriyorken load adlı vasatı aşan fakat bir önceki albümlerine oranla başarılı olamayan bir albüm çıkararak metallica severlerin özlemini bir nebze de olsa dindirdi. albümde until it sleeps, bleeding me, cure, wasting my hate, mama said ve ronnie gibi çok kaliteli parçalar yer almasına rağmen diğer parçaların albüme oranla aşağı seviyede kalması eleştirildi. cliff artık yoktu ve kirk düşünmeye devam ediyordu... 1 yıl sonra ise tarihler 18 kasım 1997 ve yine salı'yı gösteriyorken reload adlı albüm çıkarıldı ve load'un üstüne ekleme çıkarma yapılarak oluşturulmuş bir albümdü, bir önceki albüme göre çok daha iyiydi; the memory remains, devil dance, better than you ve the unforgiven 2 en çok dikkat çekenlerdi.

    metallica otomatiğe bağlamıştı; james, kirk, lars ve jason müzikle yatıp müzikle kalkan zengin adamlar olmuşlardı. yapabildiklerinin en iyisini sanki yapmışlardı ve 'çalsam da olur çalmasam da' havasında bir hayat tarzı yaşıyor gibiydiler. reload albümünden 1 sene sonra garage inc. adlı cover albümü çıkarıldı ve bu albümde yer alan turn the page dinleyiciler tarafından tam not almıştı ve güzel bir albüm olmuştu. bu cover albümden 2003'e kadar albüm çıkarmayan metallica'da jason 2001 yılında gruptan ayrılma kararı almıştır. sebebi ise; headbang yaparken kendine kendine zarar veriyor olmasıdır. evet. jason gruptan ayrıldığında james iyice müzikten uzaklaştı ve kendini eski yıllarda olduğu gibi içkiye, kumara(iddaa ve at yarışı) verdi. tedavi gördü, bütün masraflarını sigorta karşıladı. artık müziğe devam edebilecek kıvama geldiğinde kirk ve lars'ın gruba bassçı lazım, arkadan gelen buğulu seslere ihtiyacımız var dedi ve metallica kurulduğundan beri yine bir bassçı derdiyle boğuştu. james, kirk ve lars; robert adlı sıçar pozisyonda bass çalan elemandan çok etkilendi ve bu sıçma pozisyonunun metallica'ya çok şey katacağını düşünerek gruba dahil etti. robert trujillo artık yiğit, mert ve güçlüydü ayrıca kafkasya'da açan bir çiçek ismiydi...

    robert, muhafazakar bir adamdı ve dedemin çatısında çekyat var oraya oturup gitar çalarız, kimse bir şeycikler diyemez dese bile; kirk, james ve lars para sıçan adamlar olduğu için stüdyoya girme kararı aldılar ve st. anger adlı yumruklu albümü çıkardılar. bu albüm tuhaf bir albümdü. lars'ın baterilerini ve james'in sesini çok yakından duyabileceğimiz vasat lakin samimi bir albümdü. çok eleştirildi lakin ne james, ne kirk, ne lars ne de robert tanrı değildi. nihayetinde onlar da insandı ve pudingi çay kaşığıyla yemek onların da hakkıydı. metallica'nın pudingi çay kaşığıyla yediği albümdür st. anger.

    metallica artık ergenler tarafından dinlenen, çoluğa çocuğa karışmış metal müzik dinleyicileri tarafından pek dinlenmeyen ve hatta fena eleştirilen bir grup halini alıyor lakin herhangi bir konserinde de stadı hıncahınç dolduruyordu. tarihler 12 eylül 2008'i gösteriyorken metallica death magnetic adlı albümü çıkardı ve içerisinde broken beat & scarred, suicide & redemption ve the day that never comes gibi tatlar olmasına rağmen metallica'nın sanki son nefesiydi...

    çocukluğumda çalışma dolabıma asılı metallica posterleri dururdu. dişini sıkan james'ten, parmağını uzatan kirk'ten, metalci işareti yapan robert'tan, 32 dişini göstermeden gülemeyen lars'tan, sence komik mi dercesine bakan dave'den güç aldım, daha sonraları yerlerine johan hegg ve olavi mikkonen'in geçtiği de oldu. hepsinden güç aldım ama hiçbiri beni cliff ve chuck kadar düşündürmedi.

    düzeltme: ben bu entry'yi fi tarihinde, belki de mika hakkinen'in yarışa sonuncu başlayıp schumacher'i geçerek birinci olduğu zamanlarda, sabah akşam metallica dinleyip gelecekte çok iyi bir bassçı olma hayali kurduğum vakitlerde yazmıştım. o zamanlara göre gayet de uzun ve emek gerektiren bir yazı olduğu için bu yedeklenmiş yazıyı buraya aktarırken orijinalini çok bozmayıp(imla hatalarını düzeltip, o güne ait olup bugün bilinmeyen şeyleri çıkarıp anlaşılır olabilecek örnekler vererek, aşırı saçma kısımları çaktırmadan silerek) sadece şarkı isimlerini, albüm isimlerini ve bazı fotoğrafları aktif bir link haline getirerek kullanılabilir olmasını istedim. bazen bu çocuksu entry'mi açıp linklere tıklayarak istediğim albümün istediğim şarkısını dinleyebiliyorum. siz de öyle yapın bence.
  • müzikten anlamayan,

    söz ,beste yapmasını bilmeyen,

    vokal,bas,davul,gitar çalmasını bilmeyen,

    2-3 tane şarkısı olan başkada bir eseri olmayan gruba ait bir kaç bilgi bırakayım,

    konserlerinde ,

    1695 kez master of puppets
    1572 kez creepin death
    1545 kez seek&destroy
    1544 kez for whom the bell tolls
    1542 kez one
    1366 kez enter sandman
    1348 kez sad but trure
    1243 kez nothing else matters
    1227 kez fade to black
    999 kez welcome home
    980 kez battery
    932 kez whiplash
    829 kez last caress
    816 kez harvester of sorrow
    814 kez wherever i may roam
    781 kez am i evil?
    656 kez guitar solo
    574 kez the four horsemen
    564 kez bass solo
    522 kez fuel
    520 kez blackened
    512 kez the unforgiven
    380 kez ride the lightning
    360 kez king nothing
    343 kez fight fire with fire
    335 kez breadfan
    326 kez motorbreath
    308 kez so what
    298 kez the memory remains
    278 kez and justice for all
    275 kez the thing that should not be
    264 kez of wolf and man
    248 kez through the never
    243 kez until it sleeps
    240 kez no remorse
    224 kez hit the lights
    196 kez frantic
    184 kez st. anger
    176 kez the day that never comes
    175 kez ain't my bitch
    170 kez that was just your life
    168 kez moth into flame

    sadece konserlerde 168 kez çaldıkları parça için provaları şu şekilde,

    (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=2lvdci4dqos)

    (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=jlz2p_qilzo)

    amerika'da 1128 konser
    kanada'da 117 konser
    meksika'da 23 konser
    avusturalya'da 52 konser
    endonezya'da 3 konser,
    tayland'da 1 konser,
    hindistan'da 1 konser,
    çin'de 4 konser,
    rusya'da 8 konser,
    türkiye'de 5 konser,
    isveç'te 25 konser,
    polanya'da 12 konser,
    almanya'da 126 konser,
    fransa'da 49 konser,
    ispanya'da 30 konser,
    porketiz'de 13 konser,
    italya'da 29 konser,
    yunanistan'da 4 konser,
    sırbistan'da 3 konser,
    norveç'te 13 konser,
    finlandiya'da 20 konser,
    ingiltere'de 102 konser,
    brezilya'da 16 konser,
    güney afrika'da 6 konser,
    arjantin'de 9 konser,
    şili'de 5 konser,
    kolombiya'da 4 konser,
    birleşik arap emirlik'lerinde 2 konser,
    japonya'da 38 konser,
    yeni zelanda'da 9 konser,
    ekvator'da 2 konser vermiş (yazamadıklarım affola)
    antartika'da 1 konser,
    bunları belediye konserleri ile karşılaştıran arkadaşlar olabilir , ona yapacak bir şey yok ,

    2 rusya konserinden birer link bırakayım konser derken kasıt nedir,

    (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=_w7wqqwa-tu)

    (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=omgufafuqrg)

    böyle müzik bilmez insanlardır,

    kariyerlerinin çok büyük bölümünde sosyal medya dünyası henüz icat bile edilmemişti.

    hayatıma katkılarından dolayı ,

    teşekkürler metallica.

    edit:@obi1'in uyarısı üzerine antartika konseri eklendi. 8 aralık 2013
    edit:@» @awakening of faith in the mahayana uyarısı üzerine so what iki kez yazılmıştı silindi teşekkürler.

    debe edit:güzel mesajlarınız için eyvallah çok çok sağolun.güzel günler göreceğimize bugün bir kez daha inandım.

    (bkz: https://youtu.be/l5k3ixinr7a)
  • adını led zeppelin, pink floyd veya black sabbath gibi gruplarla gönül rahatlığı aynı cümlede kullanabileceğiniz gruptur.

    metallica da en az led zeppelin, pink floyd veya black sabbath kadar efsane bir gruptur. aha da aynı cümlede kullandım.

    dinleme, sevme anlarım ama allah çarpar evladım yapmayın. metallica'ya bir alt basamakta demek; maradona'ya messi ve ronaldo'nun bir alt basamağında kalite futbolcu demekle bir. kusura bakmayın ama komik duruyor ben marjinalim temalı bazı tespitleriniz.
  • sözlükte çok kısa değinilen bir olaydan bahsedicem. metallica'nın yaşadığı ilk büyük krizden sonra yani 2000'li yılların başında, jason'ın gruptan ayrılması, james'in rehabilitasyona girmesi ve sonrasında grubun yeniden küllerinden doğması sonrası grup 2004 download festivalinde çalacakken, uçakta panik atak geçiren lars uçaktan iner inmez hastaneye kaldırılır. fiziki herhangi bir sorunu yokken apar topar hastane yatırılması büyük bir panik yaratır grupta. kimse ne olduğunu anlayamaz. konser gününde metallica sahneye çıkıp çıkmamayı ciddi ciddi düşünür. ancak yeni yaşadıkları krizden hemen sonra ikinci bir krize izin vermeden, metallica'yı izlemeye gelen binlerce hayranı geri göndermek istemezler. bunun üzerine festivale katılan diğer gruplardan yardım isterler.

    ancak bir çok davulcu bu yardıma çağrısına olumlu cevap vermez. yalnızca slayer'dan dave lombardo ve slipknot'tan joey jordison biz yardım ederiz derler. son dakika hızlı bir şekilde hazırlık yaparlar. tüm bunlar ise konser gününde olur. dave lombardo 11 adet parçanın ilk ikisinde( battery ve the four horsemen) davulun başına geçer. bir parçayı (fade to black) lars'ın yıllardır davul teknisyenliğini yapan yardımcısı çalar. ve setlistin kalanını ise gençliğinde metallica cover grubu davulculuğu yapan slipknot'ın efsanevi davulcusu merhum joey jordison çalarak tabiri caizse metallica'nın ve lars'ın o gün götünü kurtarır. hatta sahne kenarından joey'i izleyen slipknot vokali corey taylor; joey'nin büyük hayranı olduğu metallica ile birlikte çaldığı için o gün oldukça heyecanlı ve mutlu olduğunu söyler.

    büyük bir krizden dave lombardo ve joey jordisonla kurtulan metallica için o gün oldukça efsanevi bir konser olur ve tarihe geçer.

    konserin youtube'da düşük kaliteli kayıtları bulunmakta. metallica sevenler mutlaka izlemeli. bir tanesi için tık.
  • anadolu'nun ücra bir köyüne siyah giyinen, uzun saçlı bir arkadaşınızı götürün. görenler önce "hehehe karı gibi saçları var" diye espri yaptıktan sonra "sen metalikacı mısın?" diye soracaktır. o soruyu soranlar beatles bilmez, rush falan hiç bilmezler.
  • 11 ve 13 agustos’ta montreal olimpiyat stadyumu’nda gerceklestirdikleri konserleri izleyerek kendilerini 2. ve 3. kez canli izleme sansi yakaladigim, daha da ilginci james haric tum grup uyeleriyle tanistigim ve 13 agustos'taki konserde snake pit'ten canli izledigim grup. acikcasi konser ilk aciklandigindan beri gitsem mi gitmesem mi ikilemini yasayip duruyordum. hem bilet fiyatlarinin cok ucuk olmasindan, hem de daha once 2014'teki istanbul konserinde izlemis oldugumdan izlemek cok cazip gelmiyordu. alabilecegim biletler de stadyumun en tepesinden olacagi icin karinca boyutunda bir goruntu ile grubu izlemek ne kadar mantikli bilemedim. konsere 1 hafta kalana kadar da bir daha dusunmedim gitsem mi diye cunku zaten gidemeyecegiz diyordum. 1 hafta kala nooldu acaba bilet fiyatlari diyerek siteye bir girdim ve ticketmaster'in verified resale biletlerinin cok daha uygun fiyatlara geldigini gordum. esimle de dusunup tasindiktan sonra hadi yapalim bir cilginlik diyerek aldik biletlerimizi. stadyumun en tepesinden de olsa boyle bir organizasyonun icinde bulunmanin ve buyuk bir sovu izleyecek olmanin mutluluguyla konseri beklemeye basladik. tam da bu sirada aklima metallica fan club'in her konser icin yaptigi meet & greet cekilisi geldi. kesin cikmaz ama katilmazsam hic cikmaz, bari katilayim da icimde kalmasin diyerek katildim cekilise. sonrasinda da esime hesap olusturup onun hesabiyla da katildik bu cekilise. her sey de bu noktada cilginlasmaya basladi. ilk konsere 2 gun kala hic beklemedigimiz bir sekilde esime 13 agustos'taki meet & greet'i onun kazandigina ve bir kisiyi de konugu olarak cagirabilecegine dair mail geldi. basta olayin sokuyla "bak scam olmasin?" tepkisi versek de esimin metallica fan club hesabina girince "you are a winner" yazisini gormemizle cildirdik. hepsiyle tanisabilecek miyiz, acaba ne imzalatsak, acaba neler sorsak vs. gibi sorulari dusunmeye baslayip konseri beklemeye gectik.

    oncelikle 11 agustos konseri vardi tabii. 2 gun sonra tanisacagimizi bildigimiz ve hayatimizi degistirmis grubu ben 2. kez, esim ilk kez canli izleyecekti. konser alanina gittigimizde binlerce metallica tisortlu insanla birlikte olmanin ne kadar guzel bir sey oldugunu hatirladik tekrar. turkiye'de ne yazik ki artik goremedigimiz bu goruntulerin buyusuyle sarhos olduk tam anlamiyla. biraz disarida takildiktan sonra stadyumdaki yerimizi aldik ve ilk grup olan mammoth wvh'i izledik. bilmeyenler icin soyleyeyim, eddie van halen'in oglu wolfgang van halen'in grubu mammoth wvh (evet, wvh isminin kisaltmasi). ne yazik ki stadyumun cok eski bir stadyum olmasindan dolayi cok fazla akustik sikintisi vardi ve kulaklarimiz mahvoldu daha ilk grupta. yine de fena bir baslangic degildi bu gece icin. mammoth wvh'in ardindan ise neredeyse 20 sene sonra zakk wylde ve charlie benante eklemeleriyle geri donen pantera sahneye cikti. isin ilginci ise bu geceden aklimda kalan pantera oldu. tek kelimeyle muhtesemlerdi. butun stadyumun tek bir agizdan her sarkiya eslik etmesiyle (walk'ta kulaklarim patlayacakti seyirci sesinden), phil'in hayvani vokalleriyle, zakk'in muhtesem performansiyla adeta uzerimizden gecti pantera. onlari da ugurladiktan sonra sira metallica'ya geldi. en uzak konumdan izlememize ragmen mest olduk. sahanelerdi. sahne etrafina kurulan 8 adet kulenin de gorsel katilimiyla muhtesem bir produksiyon izledik. tum grup cok formundaydi ve hic yerlerinde durmadilar. her sarki zaten inanilmazdi ama hic beklemedigim bir sekilde cok nadir caldiklari until it sleeps’i ve leper messiah’i canli dinledik, daha ne olsun. orion’i 2014’te istanbul’da izleyenler de hatirlar, ne kosulda olursa olsun cok buyulu bir sarki, grup icin de cok buyulu bir an oldugu kesin. o sarkiydi, bu sarkiydi derken master of puppets’i da sahane caldilar ve goz acip kapatincaya kadar bitti konser. tadi damagimizda kalmisti, ama bir kere daha izleyecek olmanin, hatta kendileriyle tanisacak olmanin heyecaniyla eve donup pazar gununu beklemeye basladik.

    13 agustos gunune geldigimizde ise o gece ne ben, ne esim uyuyamadik. ne zaman gozumu kapatsam grup uyeleri canlaniyordu kafamda. ne soracagimi, ne konusacagimi dusunmekten cok zor uyumustum. bir sekilde kendimize geldik ve hazirlanip stadyuma gittik. esime gonderilen mail'deki bulusma noktasinda beklemeye basladik ve tam bulusma saatinde metallica ekibinden iki kisi ile bulustuk. gelenlerden birisi metallica'nin tur sorumlusu iken digeri ise onun yardimcisi ve grubun roadie'lerinden birisiydi. oncelikle bize covid testi yaptilar. hizli testin sonucunu beklerken kendileriyle tanisip sohbet ettik. bu arada bizim katildigimiz cekilise 7 bin kisinin katildigini ve sadece esimin kazandigini soylediklerinde daha da sok olduk. ardindan tur sorumlusu turun bazi detaylarini anlatti ve ayni anda iki tane sahneleri oldugunu, birisinde konser yapiliyorken digerinin bir sonraki sehre gittiginden ve farkli zorluklarindan bahsetti. mesela montreal'e dogru gelen tur kamyonlarinin bir kaza gecirdiginden ve montreal'deki lokal ekipman distributorlerinin bazi ekipmanlari kiraladiklarindan bahsetti. bu arada turk oldugumuzu ogrendiklerinde de hemen hatay depremini sordular ve ailelerimizin iyi olup olmadiklarini ogrendiler. biz de bu sirada all within my hands foundation ile yapmis olduklari yardimlar icin tesekkur ettik ekibe. testlerimizin negatif oldugu ciktiktan sonra bizi stadyumun kendi guvenliginden gecirdiler. sonrasinda ise baska iki guvenlik tarafindan detayli guvenlik aramasina girdik ve ceplerimize kadar arandik. aramanin ardindan stadyumun en alt katinda ufak bir odaya alindik ve roadie ile ucumuz beklemeye basladik. bu sirada tur sorumlusu da grubu almaya ve yanimiza getirmeye gitti. biz de roadie ile 40-50 dakikaya yakin sohbet ettik. turkiye'nin zorluklarindan, yasanan sorunlardan, montreal'deki hayatimizdan bahsettik. burada turkiye'deki ekonomik krizden bahsedince akli tutuldu ve metallica turkiye'ye gitseydi bilet fiyatlarini insanlar karsilayabilir miydi diye sordu. biz de asagi yukari ortalama bir maas alan birisinin bile snake pit'ten bilet alabilmesi icin yemeden icmeden 4-5 ay calismasi gerekitigini soyledik ve cok uzuldu. umarim bir gun turkiye'ye tekrar gidebiliriz dedi. biz de ona metallica ile calismanin nasil oldugunu, grup ile nerelere gittigini vs sorduk ve heyecanla grubu bekledik.

    40-50 dk sonrasinda kapi acildi ve iceriye robert trujillo girdi. gozlerimize inanamadik esimle. resmen hemen onumuzdeydi, bizimle tanisti ve konusmaya basladi. turk oldugumuzu soyleyince turkiye'yi cok sevdigini soyledi ve bizim orada olmamiza cok sasirdi. sonrasinda ise ben bir eskisehirspor'lu olarak o meshur olayi (bkz: robert trujillo'nun eskişehirspor forması giymesi) sordum ve benim metallica'yi sevdigim gibi eskisehirspor'u seven ve gecen sene kaybettigim babamin robert'in forma giydigini gorunce "artik en sevdigim grup metallica" tepkisini anlattim. o da cok mutlu oldu bu aniyi dinledikten sonra. formayi nereden buldugunu hatirlamadigini, normalde bir sey giyerken herhangi bir toplulugu kirmamaya calistigi icin bazen ne giydigini bile bilmedigini ve o formayi da tamamen rastgele giydigini soyledi. sonrasinda ...and justice for all plaklarimizi imzalattik ve fotografimizi cektirdik. robert bize iyi dileklerini ilettikten sonra eskisehirspor'a da iyi sanslarini iletti (ah robert, bir bilsen ne haldeyiz) ve vedalastik.

    aradan gecen 5 dakika sonrasinda kapi aralandi ve aradan lars ulrich'in kafasi cikti. tam anlamiyla soktaydim. kendisi bizim sokumuzu gordukce "neden boyle tepki veriyorsunuz? ron icin mi bu tepkiniz?" (roadie'nin ismi ron idi) diyerek meet & greet videolarinda gordugumuz klasik tatlisliklarini yapti. sonrasinda biraz sakalastiktan sonra konusmaya basladik ve ona da turk oldugumuzu soyleyince cok sasirdi ve mutlu oldu. en son 2015'te istanbul'u ziyaret edip sehri gezdiginden ve ciktigi tekne turundan bahsetti. burada ufak bir midnight express sakasi yaptiktan sonra (detayli yazmasam daha iyi*) albumlerimizi imzaladi ve bizimle fotograf cekildi. turkiye'de tekrar bir konser olup olmayacagini sordugumuzda da cok istediklerini ve bunu umut ettiklerini soyledi. kendisine iyi dileklerimizi iletip onunla da vedalastik.

    tekrar aradan gecen bir 5-10 dakika sonunda kirk hammett muhtesem bir enerji ile odaya girdi ve bizimle tanisti. ona da turk oldugumuzu soylediginde turkiye'de bir yer alti sehri var, biliyorsunuz di mi dediginde o anki heyecanla "nereydi lan?" dedim ve biraz dusundukten sonra kendisi kapadokya oldugunu soyledi. biz de daha once orada bulundugumuzu ve bir gun giderse cok sevecegini soyledik. o da cok gitmek istedigini ve diger gormek istedigi yerin gobeklitepe oldugunu soyledi. sonrasinda ise gobeklitepe'nin onemini detayli bir sekilde tane tane anlatti. bu kadar detayli hakim olmasina cok sasirdik. sonrasinda ondan da albumlerimiz icin imza aldik ve kendisiyle foto cekildik. onunla da vedalastiktan sonra bizimle ilgilenen roadie, size son bir surprizim var diyerek cebinden iki adet snake pit bilekligini cikarmasiyla mutluluktan tam anlamiyla yere yigildik. tepkimizi gorunce o da cok mutlu oldu ve snake pit bilekliklerimizi takti. sonrasinda bizi snake pit'e birakti ve onunla da fotograf cektirip vedalastik.

    esimle soklar icerisinde cilginlarca bagirip cagirarak sarildik birbirimize cevredeki tum izleyenlerin saskin bakislariyla birlikte. hayatimizin en guzel konserlerinden birinde yasayabilecegimiz en buyuk olayi yasadik ve hala bu duyguyu kelimelerle tarif edemiyorum.

    ilk gunun ardindan pazar gunku konseri snake pit'ten izleyince biz daha once bir sey izlememisiz dedik. the ecstasy of gold’un bitmesiyle grup, belki de en gaz sarkilari olan whiplash ile cuma gununden de iyi bir sekilde basladilar bu konsere. ardindan gelen klasiklerden sonra belki de gecenin en surpriz performansi gerceklesti dirty window ile. album versiyonuna gore daha farkli ve daha iyi duyuluyordu ve cidden cok iyi caldilar. bu sirada james ilk kez bulundugumuz noktaya kadar geldi ve dibimde calmaya basladi. yeni albumden caldiklari iki sarki sonrasinda yine tam onumde welcome home’a basladi james baba ve yine “ben su an nasil burada olabilirim?” dedirtti. the call of ktulu’da ise yine orion’da oldugu gibi hem biz, hem de grup buyulenip baska diyarlara gittik sanki. arada sayamadigim tum sarkilardan sonra gece one ve enter sandman ile nokta buldu ve yine tum grup onumuzde selamlasip bizlere veda ettiler.

    son konserin uzerinden neredeyse 24 saat gecmesine ragmen tum bu olaylarin sokunu, mutlulugunu ve yasattigi hazzi atlatamiyorum. yuzumden gulucuk eksilmiyor, aklima geldikce kahkahayi basiyorum. bize bu anlari yasatan metallica’ya ve ekibine ne kadar tesekkur etsek az kalir. iyi ki varlar!
  • kime göre, neye göre efsane olup olmadığını merak ettiğim grup.

    veya diğer efsane olan gruplar neye göre almışlar bu sıfatı mesela? kriterler nedir? bağ-kur'un emeklilik şartları gibi şey herhalde. uzman arkadaşlardan detayları öğrenmek istiyoruz.

    yarışa dönüştüğünde içi boş bi kavram oluyor şu ''efsanelik'' konusu. bana göre efsane olan isimler, bi çok kişiye zerre anlam ifade etmiyor. eh onların efsaneleri de bana anlam ifade etmiyor. ee ne oldu şimdi? kimin efsanesi kimin efsanesini dövüyor nasıl anlıcaz?

    albüm satışı, albüm sayısı, aktif müzik hayatı, konser sayısı, hayran kitlesi, ödül vb. ıvır zıvır kriterleri justin bieber da fazlasıyla karşılayabiliyor.

    the beatles'tan tut, bu akşam kadıköy'deki bir öğrenci evinde temelleri atılan amatör bi rock grubuna kadar herkes birilerinin efsanesidir, birilerinin nefret objesidir, çok büyük bir çoğunluğun da zerre kadar umrunda bile değildir. kişisel bi mevzu yani çok da şey yapmamak lazım.

    ''x bana göre efsane değildir'' diyeni anlarım ama ''bak şunlar efsane olduğu için şunlara şunlara efsane diyemezsiniz'' diyeni kabul edemem.

    çünkü sana ne abicim?
  • dün verdikleri san francisco konserinden de anlaşıldığı gibi 2016 yılında da döktürüp 2.5 saat boyunca hayvanlar gibi performans sergileyebilen gruptur.

    gidin kanye west, justin bieber falan dinleyin.
hesabın var mı? giriş yap