• gece 3 gibi, yağan korkunç yağmurdan mı yoksa oğlumun 6 gibi gelecek olmasından mı bilmiyorum, uyku tutmadı. madem uyku tutmuyor ''kalkıp kahvaltı hazırlayayım, işe gitmeden oğlumla kahvaltı yaparım.'' dedim. sonra her zaman yaptığım gibi işi büyütüp sandviç ve börek de yaptım. hiç olmayan elimin ayarı yine olmamıştı; sadece oğlum ve kendim için hazırladığım kahvaltı için bir büyük fırın tepsisi börek ve 26 adet sandviç yapmıştım.

    akşam hazırladığım keklerden ve sıcacık börek ve sandviçlerden güzel bi tabak hazırladım ve yağan şiddetli yağmura aldırmadan 05.10'da güvenliğe gittim. adam o saatte bir site sakinini elinde tabakla görünce hayli şaşırdı ama bi o kadar da mutlu oldu.

    sonrasında işe gitmek için indiğimde koşarak yanıma geldi. ''bakikubbe hanım o böreği getirdiğiniz anlarda, akşam yemeği yemediğimden midem kazınıyordu. ne kadar makbule geçtiğini anlatamam. bu kadar keyifle en son ne yemiştim inanın hatırlamıyorum. allah sizden razı olsun. oğullarınızı size bağışlasın.'' vs. vs. onlarca dua ile beni servise uğurladı.

    ufacık bir şeye bu kadar mutlu olabilen ve yapılan ufacık bi şeye bu kadar değer veren, kıymet bilen insanların var olması bence hayata dair mutluluk veren bir detay.
  • bazılarının derdi, bazılarının mutluluğu oluyor işte.
    arabanın çadır delinmiş sanırım, bir palette 17 paket şekerlemenin kutusu ıslandı. e tabi haliyle parası benden kesildi ve 17 kutu içerisinde binlerce şekerleme bende kaldı. kamyon garajında gördüğüme dağıttım, yükleme yaptığım yerlerde gördüğüme dağıttım, kalanını eve getirdim mahallenin çocuklarına kutu kutu dağıttım. benim mutsuzluğum çocukların mutluluğu oldu. kutuyu alan velet ayaklarını götüne vura vura sevindi. sağlık olsun ben 4-5bin lira zarar ettim ama çocuklar sevindi en azından.
  • dun tum gun gelip gidenlerle dolup tasmis, bir suru telefon gelmis bir ofiste, asiri gurultulu bir mesai geciriyorduk; ama mesai bitimine dogru yogunluk azalmis olsa da gunun yorgunlugu uzerime coktan cokmustu. bir yandan gozlerimi acik tutmaya calisip bir yandan monitorde osmanli donemindeki zorunlu goclerle ilgili bir makaleyi okumaya calisip bir yandan bilgisayarda turkiye’nin goc tarihiyle ilgili raporumu yazmaya calisiyordum. masada karsi sag caprazimda oturan is arkadasim matsuda, saat 17:30 civarinda monitorunden basini kaldirip alcak sesle “3-4 dakika sonra uluslararasi uzay istasyonu bizim sehrin ustunden gececekmis ve kuzey yonune dogru gorulebilecekmis. cikip bakmak ister misin?” diye sordu. ofis o sirada sessizdi. hemen arkamizdaki masada oturan amirimiz inoue hanim bize donup “bu kadar sessiz konusmaniza gerek yok.” diyerek guldu. bunu duyunca biz de gulmeye basladik. matsuda bu sefer daha yuksek sesle bana “sen uzayla ilgili seyleri seviyorsun. cikip bakalim mi istasyonun gecisine?” diye sordu. (gecen yil nasa’nin perseverance kesif aracinin mars’a firlatilmasini ve daha sonra da mars’a inisini izlemis ve bunu heyecanla anlatmistim cunku.) gozlerim fal tasi gibi acilmis halde “tabii ki!!!” dedim. karsi sol caprazimda oturan diger arkadasimiz koto da “cikip bakalim!!” diye bize katildi hemen. matsuda pusula olarak kullandigi telefona bakarken bir yandan da “su taraftan gorebilecegiz herhalde.” diye ne tarafa gitmemiz gerektigini anlamaya calisiyordu. matsuda’nin nereyi gosterdigine bakan inoue hanim “koridorun karsisindaki ofisten gorulebilir; ama bizim ofisten mumkun degil herhalde.” dedi. o sirada matsuda “hemen cikmamiz gerekiyor gecisi gorebilmemiz icin.” dedi. uc koca yetiskin, uzerimize ceket bile almadan oldugumuz gibi ofisten kendimizi atip koridora firlarken inoue hanim “hava soguk, ceket alsaydiniz ya!” diye bize sesleniyor, bir yandan da neseyle ve saskinlikla guluyordu ofisteki diger insanlarla.

    bizse sogugu hic umursamadan ofisten firlayip cikmistik bile. once, koridorun sonundaki pencereye kosturduk. pencereyi actik; ama acimiz dardi ve hepimizin gormesine elverisli de degildi. “hadi o zaman asagi inelim!” dedi koto ve merdivenlerden kosturarak birinci kata inip binanin disina ciktik. hava neredeyse kararmisti ve kalabalik ana cadde uzerinden bir suru arac gecip gitmekteydi. matsuda’nin elinde pusula, bir yandan gokyuzune bakarken “hmm, su yonden gecmesi gerek.” diye ne yonden gececegini saptamaya calisiyordu. gozlerimiz gokyuzunu hizla tariyordu. (odtu’de amator astronomi toplulugu’na giderken goktasi yagmuru izlemek icin sogukta fizik bolumun catisinda bir suru insanla sabahladigimiz o gece geldi aklima. basimi gokyuzune dikip “yildiz kayacak!” diye arkadaslarimla saatlerce dikilmistik ve ertesi gun epeyce boynum agrimisti. o gece 6-7 tane saymistim. cok ama cok guzeldi!) hala binanin girisindeydik ve tepemizde gorusumuzu engelleyen bir cati vardi. gorusumuzu engelleyen catinin da disina cikip basimizi goge kaldirdigimizda tepemizden suzulen pasparlak bir isigi gostererek “iste orada!!!” diye ciglik attik. oradaydi!! gecisini yakalamistik! uluslararasi uzay istasyonu, bir yildiz gibi gorunuyordu; ama bir yildizdan cok daha parlakti. ucak gibi bir duzlem uzerinde kayar gibi gitmiyor, hafifce titreserek suzuluyordu ve hizliydi. “muhteseeeeem!!” diye ciglik attik. dayanamayip her seye her zaman yaptigim gibi “merhaba! merhaba uzay istasyonu hihohohahahaha!” diye el sallamaya baslayinca arkadaslarim da gulmeye basladilar. matsuda, istasyonun gecisini ona erkek arkadasinin haber verdigini soyledi. biz de erkek arkadasina selamlarimizi ve tesekkurlerimizi iletmesini soyledik. bizim ofis binasinin tepesinden baslayip da karsidaki binanin gerisinde gozden yitine kadar izledik. basit, ancak unutamayacagim kadar guzel bir andi.

    bir mesai saatinin bitimine dogru ustlerine baslarina hicbir sey giymeden bir uzay istasyonunun gecisini izlemeye kendilerini ofisten disari atmis ve gorduklerimiz karsisinda sevinc cigliklari icinde buyulenerek gecisini izleyen uc yetiskindik. yas ortalamamiz 4 bucuktu. yasamdan duydugumuz mutluluksa, kendi adima, sonsuzdu.
  • tanıdığın/tanımadığın herhangi birinden gelen veya senin ettiğin küçük iltifatlar. hiç beklenmeyen bir anda olursa daha da mutlu ediyor.
    denemesi bedava.

    karşı tarafı utandırmayacak iltifatlardan bahsediyorum. abartmadan sadece o anın gerginliğinden çıkarmak için bile yapılabilir. iltifatı alan kişi bir anlık da olsa kafasındaki dertten uzaklaşıp gülümsüyor. iltifat biraz komşuya verilen yemek gibi, tabağı boş göndermiyor kimse. hooopp ordan da sana bir iltifat veya teşekkür geliyor. sonra sen de gülüyorsun.
    nezaket ve küçük iltifatları virüs gibi yayabilsek keşke her yere. yoksa bu gidişle telimiz gerilmekten kopacak.
  • duştan çıkıp, tertemiz pijamalar giyip, yeni değişmiş nevresimlerde gerile gerile yatmak.
    düşüncesi bile yumuşatıcı koktu :)
  • yaşlıların telefonunda bir şeyleri düzeltmeyi; isim kaydetme/silme, yer kaplayan onca sms, güncellemeler ve whatsapp'tan gelen cuma/kandil mesajlarına gönderenlerden teşekkür etmeyi ve aynı temennileri de kendilerine ilettikten sonra yüzlerinde oluşan anlık gülümsemeleri seviyorum.

    bir bankta oturdum diyelim "kızım şuna bir bakıversene" deyip, sohbet devam eder, ki ben bunu çok severim. konu illa geçmişe dayanır.. hüzün dolu bakışlarla anlatır ve ben bunu genelde hep anneannemin bakışına benzetirim. hüzün dolu bir mutluluk yaşar, can kulağıyla dinlerim tam bir anadolu kadını olan cevher teyzemi/teyzelerimi.

    çok severim bu yüzden yaşlılarla muhabbet kurmayı. mutlaka bir hayat tavsiyesi verirler, hüzün dolu bakışları arasında ve bir kez daha içim cız ederek dinlerim.

    ve sonra ayrılmaya yakın; ettikleri dualar mı dersin, allah senin gibi birisini çıkarsın karşına demeler mi dersin, onca ardı arkası kesilmiyen gülücükler mi dersin. dersin mi dersin.*
  • bugün trafikte bir araca yol verdim, o da bana dörtlü yakarak teşekkür etti. mutlu etti beni o dörtlüler.

    sonra üstüne düşündüm, nezaket insanı mutlu eden en basit şey.

    birisine teşekkür ederim ya da iyi günler demek; trafikte yol verene teşekkür etmek; dolu bir alışveriş arabanız varken sırada arkanızda iki tanecik şey almış kişiye yerinizi vermek; arkadaşınıza onu mutlu edecek minik bir sürpriz yapmak; sevdiğiniz birine çiçek vermek; eşinize/sevgilinize/ailenize sevilen bir yemeği yapmak, sokakta annesiyle gezen bir çocuğa gülümsemek ve onun o kocaman gözleriyle size bakarak geri gülümsemesi, birisinin güzel bir yanını fark edip iltifat edip onu sevindirmek...

    hepsi çok basit, hepsi mutluluk verici. sabahki örnekten gidelim, ben yol verince karşıdaki mutlu oldu, o teşekkür edince ben mutlu oldum. nezaketi hayatına dahil eden hem mutlu olur hem de mutlu eder. insan kabalıkları, nobranlıkları görünce karamsarlaşabiliyor bazen ama sakın o kabalığa kapılıp nezaketinizi yitirmeyin, fark etmeden küçük mutlulukları da yitirirsiniz nezaketinizle birlikte...
  • huzurlu, mutlu, neşeli bir aile olarak yaşanan evde, mutfak radyosunda daimi olarak açık olan trt 3 radyo
    *
  • pencerenin önünde salyangoz görmek, yumuşamış tek bir kedi maması tanesine doğru hareket etmesi, bize göre bir parmak hareketi ona göre çok uzun bir yol olması.
    mamayı alıp tam önüne koymak ve onun antenleriyle mamaya sarılıp yemesini seyretmek. sonra bir mama tanesini daha suya batırıp önüne koymak.
  • para çar çur etmek.

    78. dudak balmı, oradan bir kokulu silgi, buradan bir fincan, zibilyon tane kurşun kalem varken bir tane de ucunda tüy olandan, bir iki lastik toka, kediye top, sabun, biraz dübel ve çeşitli çiviler, saksıda menekşe, bir külot, sakız...
    almasam da olur şeyler ama şuursuzca 100-200 lira harcamak ruhuma iyi geliyor.
hesabın var mı? giriş yap