• evlenmeyi düşünmüyorum ama eğer ilerde bir kızım olursa kendisine vermek istediğim isimdir nil. çok da güzeldir.
  • en etkileyici isimlerden bir tanesi. ismi nil olup da çirkin olanını görmedim ben arkadaş. harflerin dizilişinden midir, söyleniş biçiminden midir bilinmez ama adamda nil isminde bir sevgili bulma dürtüsü peydah oluyor.

    bir diğeri için (bkz: eylül)
  • geçen ay mıydı neydi, hani şu ssg gates malvarlığını dağıtsın mı, dağıtmasın mı minvalinde bir tartışma vardı bu yörede. onunla alâkalı olarak, bu konularda zerre bilgisi olmayan benim de görüşüm sorulmuştu, dışarıdan bakılınca internet ve para işlerinden anlıyor gibi mi görünüyorum bilmiyorum. gerçi sorulan click başı para meselesinden ziyade, entiri bazında yaptığım katkılarla alâkalıydı. geçmiş zaman, şimdi yalan söylemeyeyim, cevap da vermedim galiba, belki de vermişimdir hatırlamıyorum; her neyse konuyu şuraya bağlayacağım: arkadaş ben bugün amma entiri girdim ya, beni takip eden birileri varsa fark etmiştir, bayramdan dolayı mıdır nedir ishal olmuş kurbağa gibi, o yapraktan bu yaprağa zıplayıp durdum, yazdıkça yazdım, yazdıkça yazdım, taramalı tüfek gibi yazdım. peki, elime geçen ne? hiç.

    çalışma aralarını daha hayırlı bir şekilde değerlendirmek varken, burada tükendim. üstüne bazı övgü dolu mesajlar aldıysam da, övgü karın doyurmuyor biliyorsunuz. zira övgü gibi sövgü de olabiliyor. kedi kesme görüntülerini internete yayan katil kız başlığında paparayı da yedim, bir tanesi ima yolunu yeğ tutarak gerizekâlı, kalbi boş, zihni boş falan demiş hakkımda. tamam desin helâl olsun, problem değil, ama insan bazen düşünüyor lâyık olduğum muamele bu mu diye. tamam saçımı süpürge etmedim sizin için ama insan biraz düşünür, cebimize para, ağrıyan belimize yastık koyan mı var kardeşlerim? hepimiz kendi bacağımızdan asılıyoruz tavana; bu durumda düşmüşüz entiri girme sevdasına, boş vaktimizi tüketiyoruz. gerizekâlılık yok mu? muhakkak vardır.

    yöneticilere de seslenmek lâzım ara sıra. adresimi bilmiyorsanız yazayım, çiçek, bir kutu çikolata vs. yollayın, moderasyona sesleniyorum... gerçi onlar da gariban, ceplerine mayiş mi giriyor. adam microsoft'tan aldığı paradan daha fazlasını ekşi'den aldığını bu yüzden o işi bıraktığını söylüyor (belki de yalan söylüyor; kovuldu da, namına leke sürülsün istemiyor, olabilir); bunu arasıra internet kafeye de takılmadan duramayan takoz bilgisayarcıların uğrak yeri olan kaavede söylesen döverler. kendi hayırsız oğullarına bakmazlar, ssg'nin kulağını çekerler. çekerler oğlu çekerler. yazık kere yazık. hâl böyleyken böyle, yazmadan edemezdim. yani demem o ki bugün ekşi'nin database'inde yaptığım şişkinliğin bir dönüşü olmalı. arkamıza yastık, masamıza kaave getiren yok. demem sadece bu. paylaşım. birkaç sene sonra bu entiriye baktığımda kuru bir nil nehri entirisi görmeyeyim diye bu praefatio'yu yazma gereği duydum. o gün, bugün çektiğim sıkıntıları hatırlayayım diye, yazma gereği duydum. siz değerli okuyucularımla duygularımı paylaşmak istedim. ne ki kendi yastığımı kendim getiriyorum, kendi kaavemi kendim koyuyorum. hayırlara vesile olsun. yükseklerde gözüm, alçaklarda ise kem sözüm yok.

    nil nehri güzel bir nehir (giriş yazısını yazdıktan sonra enerjisini yitiren yazar sendromuna, radara yakalanır gibi, yakalandım; enseyi karartmayın birkaç cümle içinde vites arttırırım)... dahası çok özel bir nehir. eski mısırlılar, yaşam kaynakları olan nil nehri'nin tanrısal olduğunu, dahası tanrı'nın kolu olduğunu düşünmüşler. şaşırtıcı değil. nitekim nil, doğanın mısırlılara çok özel bir ikramıdır; öyle bir şekilde düzenlenmiştir ki, mısır toprakları tam sıcaktan cayır cayır yanarken taşar. bu nil taşması, anlaşılabileceği gibi, sonbaharda ya da kışın değil, yazın gerçekleşir. eski doğa filozoflarının da söylediği gibi, nil nehri'nde bu taşkınlık olmasaydı, suyunun ulaştığı çevre bölgeler çoktan çölleşmiş olur ve burası ne yerleşime ne de üretime açılabilirdi. dahası nil etrafında kurulan kadim medeniyet de, bu nehri bir nevi hayat pınarı olarak görmüştür. sonraki hikâyeyi artık biliyorsunuz. mezopotamya kültür dairesi içindeki bu kadim medeniyetin başta yahudilik olmak üzere, sonraki bütün kültürel yapılanmaları etkilediği açıktır. bu açıdan bakıldığında, nil nehri aslında insanlığın hayat pınarı gibidir; bu nehir tümüyle kurusa ya da tümüyle taşarak mevcut yörede bir deniz meydana getirse, insanlığın bundan nasıl etkileneceğini dünya haritasına bakarak anlamaya çalışınız. ileriki binyıllarda bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini coğrafyacılar, jeologlar düşünsün. ben burada, sahama girerek beni öncelikli olarak ilgilendirmiş olan asıl meseleye geleyim.

    imparator nero, nil nehri'nin kaynağıyla ilgili bilgi toplamaları için bir heyet oluşturur ve yöreye yollar. bu heyet, etiyopya kralının güvencesiyle çevre vilayetlerine ve afrika'nın içlerine kadar gider; zamanının bütün bilimsel, efsanevî bilgilerini toplayarak roma'ya geri döner. başta filozof seneca olmak üzere doğa araştırmalarına ilgi duyan herkes de, kusura bakmayın şu an aklıma gelen bir benzetmeyi yapmak durumundayım, leşin etrafında dolanan sinekler gibi bu heyetin etrafını kuşatır (o değil de piet h. schrijvers'in bir çalışmasında geçiyor, romalılar mısır'da piramitlere hiç ilgi göstermemişler; nil nehri daha dikkat çekici olmuş onlar için. sebebini düşünebilir miyiz birlikte?). nil nehrinin kaynağına ilişkin eski yunan'dan kalma bilgilerin üzerine, mısır'dan getirilen yeni bilgiler eklenir. nil nehri'nde dair i.s.1-2. yy.'daki bilimsel bilgilerin derlenmesinde bu heyetin de katkısı olabilir. nitekim seneca'nın ve roma edebiyatının, bana kalırsa, tek bilimsel doğa araştırması içerikli eseri olan naturales quaestiones'in dördüncü kitabının önsözden sonraki ilk iki bölümü nil nehri'yle ilgili yarı bilimsel, yarı efsanevî bilgilerin bir derlemesini içerir. nil'in öncelikli olarak beni ilgilendiren kısmı bu. ancak burada yani bu lanet olası entiride nehrin fizikî niteliğine ilişkin nereden baksan 1900 senelik eskimiş (belki yüceleşmiş?) bilgilerden bahsetmeyeceğim. onların yeri burası değil. ben önce aynı metnin içinde geçen daha civcivli bir hikâyeden bahsedip, sonra konuyu doğa araştırmasının beşerî niteliğine getirerek entiriyi nihayete erdirmeyi düşünüyorum. çok kısa, sıkmayacak.

    seneca, bir dönem mısır'da yöneticilik yapmış olan balbillus'un ("her türden mektup yazmış, nadir kişilerden olan, pek seçkin balbillus" diye bahsediyor seneca) şahit olduğu kısa bir olayı anlatıyor: seneca'ya göre, nehrin büyüklüğü, onun besin sağladığı ve hareket imkânı tanıdığı hayvanların büyüklüğünden de hesap edilebilir (n.q. iv. 2.12). balbillus'un şahit olduğu olay da bunu kanıtlar niteliktedir. nitekim söz konusu yönetici, nil'in en büyük ağzı olan heraclea ağzı'na denizden gelen yunuslarla, nehrin baş kısmında onlarla karşılaşan timsahlar arasında tuhaf bir savaş manzarasının oluştuğunu kaydetmiştir. buna göre o heybetli nehir timsahları, zararsız, pasif gibi görünen yunusların ısırıklarıyla yenilmiş. timsahların bedeninin üst kısmı sert ve daha büyük hayvanların dişleriyle delinemez nitelikte olmasına rağmen, alt kısmı yumuşak ve narin ya; yunuslar da bu savaşta alttan hamle yaparak, sırtlarındaki sivri çıkıntıyla timsahların karnına saldırarak onları mağlup etmişler.

    çok sayıda timsah bu şekilde yarıldıktan sonra, savaş düzeninde de olduğu gibi, diğer timsahlar kaçmak durumunda kalmış: korkak hayvan (yunus), cüretkâr olana (timsah) diklenmiş; en cüretkâr olan ise korkarak kaçmıştır! (fugax animal audaci audacissimum timido!) bu hayvan savaşının gerçekleştiği yere yakın kıyıda yaşayan tentyralılar da, geri çekilen timsahları ağla yakalayıp kıyılarına çekmiş. avcıların çoğu, kovalama esnasındaki tez canlılığından ötürü, hemen orada yaşamını yitirivermiş. eski senaryolarda boşluk yoktur; buradan çıkarılacak ders şu: ey insan! hem fırsattan istifade etmeye kalkışırsın, hem de bu uğurda canından olursun. o hâlde sen, fırsattan istifade etmeyi düşünecek kadar akıllı, ancak yunus kadar sabırla ve dikkatle savaşamayacak kadar aptal olmalısın!

    "tamam da bunun nil'in genişliğiyle ne alâkası var?" diye sormayın, timsahların ve yunusların birbirine girebileceği kadar geniş bir su arenasından bahsediyoruz; bunu kavrarken arada ahlâkî dersi de çıkarırsan ne âlâ! zaten eski doğa filozoflarının, doğa ve ahlâk anlayışı bu minvaldedir. insan hem kendisinin hem de doğa âleminin fizikî niteliğini aynı anda görmeli ve değerlendirmelidir; bu bir bütündür. eskiden, şimdiki gibi, zihinde doğa-insan kopukluğu yoktu. hâl böyle olunca, doğa araştırmaları da insan araştırmalarıyla kol kola girmiş oluyordu. coğrafyayla, jeolojiyle, simyayla, astronomiyle ve hatta matematikle uğraşanlar bile aslında kendi türünün beşerliğini incelemiş oluyordu. araştırmacı, yunus-timsah kapışmasından nehrin büyüklüğüne dair fizikî çıkarım elde ederken, beri yandan tutumlarını da sorguya çekiyordu. şimdiki doğa araştırmalarına iştirak eden zihinlerin can sıkıntısı, inceleme alanlarının kendi yaşamlarıyla tümden alâkasız olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor olmalı. oysa her araştırma insan için, öyle değil mi? yoksa hiçbir şeyin anlamı yok.
  • ruby'de null yerine kullanılan ifade.
  • mısır'daki nehrin yani başlıktaki nil (açıklamanın böylesi herkese nasip olmaz, hazmedin lütfen) isminin tam kökeni bilinemiyor.

    eski mısırcada ismi h'py imiş, sonradan aynı zamanda nil-tanrı'nın da (nile-god) ismi olan hp olmuş. bu isim, a. gardiner'in egyptian grammar'ında da (3rd ed. repr. 1978) yazdığı gibi, h'apy yani hapi diye okunuyor. bundan ibranî itrw (i'rw) terimi doğuyor, "nehir, akıntı, su-yolu" manalarında (a. erman - h. grapow, wörterbuch der aegyptischen sprache, 1, 1926, s.146; t. o. lambodin, japos, 7, 1953, s.151).

    ancak en başta da dediğim gibi, yunancadaki neilos ile latincedeki nilus'un etimolojik açıklaması, doyurucu bir şekilde yapılamıyor. bazı ön ve son takılara ilişkin açıklamalar var ama yetersiz. o zaman ben şu tanrı'dan bahsedeyim biraz, yedi kaçtı demesinler. laf lafı açtığı müddetçe konuşalım, sonra evlere dağılalım.

    geleneğe göre bu tanrı (nilus) oceanus ile thetys'in oğlu olup memphis ile chione'nin babasıdır (hesiodos, theogonia 338; apollodorus iii.1.4; servius, ad aen. iv.250). #17940739 no'lu entiride bahsetmiştim, mısır topraklarının en kavrulduğu anda nil taşıyor, bu yüzden nil'in mısır'a hayat verdiği düşünülmüştür. memphis de orta mısır'da bir kent olduğuna göre, nil-tanrı'nın memphis'in babası olması şaşırtıcı değil. bir nevi baba kimliğiyle hayat veriyor. oceanus bildiğimiz okyanus'a ismini veren tanrı, thetys ise deniz perisi. nil ancak böyle bir çiftten doğabilirmiş, değil mi? meşhur eskiçağ sözlükleri hazırlayan w. smith'in coğrafya terimlerini temel alan eserinde (dictionary of greek and roman geography) greko-romen dünyada, rotasının uzunluğu ve taşıdığı su miktarıyla nil nehri'nin ganj ve hint'le bir, tuna nehri'nden ise üstün tutulduğu, mısır'daki ilmî faaliyetlerden ötürü, bilhassa doğa filozoflarının ilgisini çektiği söylenir. her şeyin kolayca tantılaştığı bir âlemde, böyle haşmetli ve tuhaf nitelikli bir doğa fenomeninin de tanrılaşması şaşırtıcı değil. bu tanrılaşma ve tanrılaştırma hikâyeleri biraz da, günün insanlarının heyecanlarıyla ilgili bir mesele. heyecan olacak ki, telâş da olsun. adamlar tutuyorlar nil-tanrı diyorlar. heyecan var çünkü, kaygı güdüyorlar. bugün de aynı heyecan yok mu? rotting-christ veyahut therion gibi gruplar çok ekmek yedi bu heyecan üzerinden. sözlükteki chione başlığına gidin bakın ne göreceksiniz. böyle çok hadise var, mısır-yunan-roma üçlüsü olmasa günün mistik dizaynı da tamamlanamayacak.

    bu heyecanın günümüzde de geçerli olduğu aşikar; adam ölmeden önce kimsenin umrunda değil, ama ölür ölmez değerleniyor. michael jackson'dan kimse bahsetmiyordu, öldü birden tanrılaştı. üç gün içinde belgesel yayınlayanlar bile oldu. ii. körfez krizinden evvel bir haber kanalının savaş görüntüleri için özel besteler hazırlattığını duymuştum, böyle şeyler oluyor, kaçınılmaz. insan-oğlu çiğ süt emmiş. sonra bakıyorlar geçmişe, şaşırıyorlar. "nasıl olur da kapı eşiği tanrısı, evinin yolunu kaybetmiş çocuk tanrısı olabilir ki? aptal mıymış bunlar?" diyorlar. insanın doğasındaki gizem merakı içini her daim karıncalandırır. bu karıncalanma hissi ona anlam yüklemekle giderilir ancak. "biraz septik olun" da denmez böyle karıncalanana. nasıl diyeceksin, fizikî izahı mümkün ama içsel huzurun formülü, reçetesi var mı? adam içinin ferahladığını hissetmek istiyor. nil, eo tempore taşıyorsa bir anlamı olmalı, diye düşünüyor. hemen yaşama tutunmak istiyor; her şeyin anlamsız olduğunu düşünmenin bir gereği yok. ancak bir aptal "her şey anlamsız ama ben yaşamaya devam ediyorum" der. git köprüden atla daha iyi. yaşıyorsan anlam yükleyeceksin, içine anlam yükleyebileceğin sepetin yoksa uyduracaksın. "hayatım ferrari motoru... bu uğurda ölürüm de öldürürüm de. ferrari motorlarına hasta oluyorum ya. isimleri ezberliyorum maykıl şumaher falan. ama tenis saçma bir spor bence. futbol 22 kişinin bir topun peşinden gittiği aptal bir oyun" gibi ya da "herkesin bir tutkusu vardır, işte benimki de bu; yüz ve el kremi kutusu biriktiriyorum, bir oda dolusu arşivim var. ne yapayım, ben de böyle bir manyağım." gibi bir şeyler zırvalar.

    bu anlam yüklemelerin hepsi zırvalık. zırvalık ama insanın içini rahatlatıyor, bu yüzden değerli. hem zırva, hem değerli. ne kadar tezat. nil niçin tam zamanında mısır'ın imdadına yetişiyor? bunu düzenleyen bir güç olmalı. peki, o gücü kim yarattı? boşver kardeşim bu gibi soruları, sen git yüz ve el kremi kutusu biriktir. arasıra içini yıka, lastik kokar, biri alev alsa hepsi yanar. insanın inanç dünyası da böyle bir birikim, ucundan şüphe alevi alsa durduramazsın, hepsini kaybedersin.

    hayatın anlamı olabilecek gizemde bir entiri numarası: #18108101
  • nil bir yaşam kaynağı, bir anlam hazinesi. onunla ilgili bir bakış açısı var, büyük ihtimalle çoğunuzun, hem de üzerinde kafa yoranlarınızın bile aklına gelmemiş bir bakış açısı. şöyle ki, "nil nehri olmasaydı" ben şu an bu satırları yazamıyor, siz de okuyamıyor olurdunuz. medeniyetin seyri başka türlü olurdu. gerçi insanlık tarihini herhangi bir noktadan kırıp, "o olmasaydı, şu olmasaydı, beriki şöyle olsaydı, şu böyle olsaydı" gibi düşün faaliyetleri farazî. ama insan yine de insanlık seyrinin çok-katmanlı (multi-layer) ve çok-biçimli (multi-form) olduğunu unutup, onu, sanki tek-biçimli (uniform) ve düz bir çizgiymiş gibi düşünmeye meyillidir. bu yüzden zihnî olgunluğa erişememişse, her anını keşkelerle tüketir, tırnaklarını yer, gözlerini kırpıştırır, elinde kolunda yaralar çıkartır. oysa çok-biçimlilik insanlık seyrine oluğu kadar bizim kendi seyrimize de, hiçbir şeyin, sudaki çubuk gibi kırılamayacağını öğretmeli. "o olmasaydı ne olurdu?" ebenin örekesi olurdu. bilir misin örekeyi? işte tam o olurdu.

    sen hiçbir şeyi bilemezdin, bilemezsin. hangi katmanda, hangi farklı biçimde bir gelişim göstereceğimizi hiç kimse bilemez, bu yüzden yaşadığımız âlem âlemlerin en iyisidir, çünkü bunun böyle olduğunu düşünebilecek donanıma sahibiz. daha iyisini veya daha kötüsünü tasarlayamıyorsak, o mevcut mantıklılığı sürdürebilmemize izin verdiği ölçüde, en iyisi olmalıdır. nil de işte bu en iyi düzenin, en iyi parçalarından biri. "o olmasaydı" diye farazî bir düşün eylemi gerçekleştirmeye gerek yok, entirinin başındaki girişi bu yüzden ciddiye almayın. ben bu satırları, paralel evrende tıpkı suda kırılmış gibi görünen çubuk gibi yazmıyor olurdum, dünyaları alırdım elinizden, haberiniz olmazdı.

    "ciddiye almayın" dedim ama bahsettiğim o bakış açısını açımlayayım, yoksa entiri kafamdaki yerini doldurmaz. nil olmasaydı, internet olmazdı. çünkü mısır medeniyeti diye bir şey söz konusu olamazdı. mısır medeniyetinin olmaması demek, başta iskenderiye olmak üzere, civar kültürlerin temsilcilerinin buluşma noktasının da olmaması demektir. bunu "eo tempore" buluşumla açımlayalım, bu buluş bana ait, kısmetse önümüzdeki dönemde bir yerde yayınlayacağım. seneca nil nehri'ndeki taşmalara "eo tempore" diyor, bugüne kadar araştırmacıların hiç dikkatini çekmemiş. ben ekşi'de o başlıkta yayınladığım entiride nil taşmasının "eo tempore" olarak görülmüş olmasının nedeninin stoa felsefesindeki doğanın kusursuzluğu anlayışı olduğunu söylemiştim. mantık şöyle işliyor: insan tıpkı diğer iştirakçiler gibi evrenin bir parçası. bu bilince eriştiği vakit, evrenin kusursuz bir düzen içinde olduğunu da kabullenmiş olur. bunu anlayabilmesi için, marcus aurelius'un birçok düsturunda geçtiği gibi evrene yani doğa fenomenlerine bakması lâzım. o fenomenlere baktıkça, başına gelen kötü olayların da aslında, söz konusu düzenin bir parçası olduğunu anlar. burada hızlı geçtiğim düşünce tarzına göre, "nil nehri olmasaydı" mısır toprakları çoktan yanıp kavrulurdu. bırakın burada bir medeniyet gelişmesini, büyük ihtimalle kuzey kutbu gibi yeryüzündeki en insansız, canlısız ikinci bölge olurdu. böylece geride kalan bizler, "görüyor musun bir taraf aşırı soğuk, öbür taraf aşırı sıcak, her şeyin ortası iyidir, sevginin bile fazlası zarar" gibi çıkarımlar yapabilecektik. "zaten yapıyoruz" demeyin, işe mısır'ı da karıştırmış olurduk.

    yine nil'e dönersek, helenistik dönemde iskenderiye bilimsel canlılığın ocağı durumuna erişmişti. "nil olmasaydı" atina felsefe çalışmalarının başlıca merkezi olduğunda bile, bilimsel bilginin kaynakları iskenderiye'den geldiği için, atina'da böyle bir faaliyet alanı oluşmamış olacaktı. "nil olmasaydı" ya da "olmasına rağmen", yazları "eo tempore" taşmasaydı, bilimin babası aristoteles yetişmemiş olacaktı. dahası yunan'ı yunan yapan bilgiyi kayda geçirme telâşı da, doğulu bilgi kaynağı yoksunluğundan ötürü mevcut olmayacaktı. devamından bahsetmeye bile gerek yok, "nil olmasaydı" düşünce tarihi başka türlü bir seyir izleyecekti. belki şu an satürn'de kolonimiz olacaktı, belki hâlâ ilkel kalacaktık. hiç kimse bunu hesap edemez. mısırlılar da, sonrakiler gibi, kendilerini nil'in değerini bilmeye zorlamışlar. nasıl zorlamasınlar, mısır topraklarının "en kavrulduğu anda" taşan bir nehirden bahsediyoruz. bunun üzerine bir mitoloji geliştirmişler. demişler ki "osiris sudur, isis toprak. mısır toprağı nasıl suyla kavuşuyorsa, osiris de isis'le öyle kavuşur."

    osiris'i doğrudan nil suyuyla kimliklendirmişler; hatta bu tanrıya "nil'in bereket getiren kudretinin cisimleşmiş hâli" demişler. ptolemaeus döneminden bir mısır ilahisi, osiris'i nil-tanrısı hapy'e mısır'a varması için komut veren bir nitelikte görür (p. louvre 1.3079, col. ii.94-102). yani tanrı ya nil'in kendisidir ya da onun ittiricisi. iki durumda da nil tanrısaldır. roma döneminde de aynı anlayış hâkimdir; osiris ismi sadece nil'le değil, aynı zamanda yaratıcı nemle, doğumun sebepleriyle ve tohuma yaşam veren özle ilişkilendirilir (plutarchus, is. os. 364a-b). nil'in yıllık taşması, osiris ile isis'in yeniden kavuşumu olarak görülmüştür. böylece doğa fenomeninden ilahi mesel, ilahi meselden doğa fenomeni elde edilmiştir. bu iç içeliğe neredeyse bütün dinlerde rastlıyoruz. adam doğa fenomenine bakar ve "işte" der, "başka türlü düşünülemezdi zaten. bir tane köprü görsen, sahibi olmadığına inanmazsın, mutlaka bir mimarı var, dersin; peki ya bu koca evrenin, düzenin bir yapanı yok mu? olmasın mı? bak şu nil'e, düzenin kendisi bir yaratıcıya ihtiyaç duyuyor." oysa bu determinist yaklaşım şu kontra soruyla çökertilir: "nil olmasaydı da başka bir şey olsaydı, o da bir yaratıcıya ihtiyaç duymayacak mıydı?" üç aşağı beş yukarı şöyle bir cevap alırsınız: "evet duyacaktı, her şey ondan gelir" o hâlde, nil veya başka bir doğa fenomeni, kutsal düzene kanıt olarak gösterilemez, çünkü omnipotens yaratıcı varsa, istediği gibi düzenleyebiliyorsa, uniform yaratıma mecbur değil demektir. çok-katmanlılık ve çok-biçimlilik işte burada devreye giriyor.

    düzene bakıp, sanki en az iki seçenek varmış da, "o" ikisinden birini tercih ettiği için yaratım kutsalmış gibi düşünemeyiz. alternatifini ve onun nasıl yorumlanacağını bilmiyorsak, eldeki düzene bakıp onun kutsal olduğunu söyleyemeyiz. bu, düzenin kutsal olmadığı anlamına gelmez. düzenin kutsal olduğuna inanıyorsan, o öyledir. ama onun kutsallığının deliliği, yokluğu durumunda onu nasıl yorumlayacağını bilmediğin için, ondaki herhangi bir şeyin düzenlilik görüntüsü olamaz. o hâlde nil nehri "eo tempore" taşmasaydı, insanlık başka türlü bir seyir izleyeceğinden onun varlığına bakıp, ondan düzenin kutsallığına varamayız. dahası, onun kutsal olmadığına da varamayız. onu sadece kendisiyle değerlendirdiğimiz için o bir fenomen olarak kalmaya devam edecektir; fizikî nedenlerini bilsek bile, bu böyle kalacaktır. bütün bildiklerimizi en fazla ne kadar nedenleştirebiliriz ki? tibullus'un bir şiirinde geçtiği gibi, "bitki, yağmur getiren iuppiter'e yalvarmıyor" da diyebiliriz, kurban kesilirken "kurban allah'a kesildiğini bildiği için, kesilmeden önce bir damla gözyaşı döker..." de. birbirine zıt görünen iki örnek de aynı kapıya çıkıyor:

    nil'e hangi gözle bakarsan, o gözle nemalanırsın.

    bu ekşi'de de böyle. sol frame'de nil başlığını görenlerden bazıları nil karaibrahimgilli maden suyu reklamını, bazıları da mısır'daki nil'i hatırlıyor. saate ve mekana göre de değişiyor algı. beyaz tenli bir kızı düşlüyorsa, tercihi karaibrahimgil'den yana olacaktır, yok yalnızsa ve bir düzen fikrine, manzara fikrine, doğa fikrine sığınmak istiyorsa tercihi mısır'ın nil'inden yana olacaktır.
  • kleopatra: roma'ya gitmeniz için can attığıma artık inanmıyorsunuz, değil mi?

    caesar: artık hiçbir şeye inanmıyorum. beynim uyuştu. hem, roma’ya dönüp dönmeyeceğimi kim bilir?

    rufio: (telaşla) ha, nasıl? ne dediniz?

    caesar: roma, daha önce görmediğim, bilmediğim ne sunabilir bana? roma'da bir yıl tıpatıp bir öncekine benzer. yalnızca ben biraz daha yaşlanıyorum. oysa appia yolundaki kalabalık hep aynı kalıyor.

    apollodorus: burada, mısır'da da durum farklı değil ki. ihtiyarlar yaşamaktan bezince, "nil'in kaynağından gayri her şeyi gördü" derler.

    caesar: (hayal gücü kıvılcım kaparak.) peki, neden kaynağı görmeyelim? kleopatra benimle
    gelir misin, nil'i, esrar beldesinin göbeğindeki beşiğine kadar izleyelim? roma'yı, büyük olmayan ulusları mahvetmek için büyüklüğe özenen roma'yı ardımızda bırakalım mı? yepyeni bir krallık kurayım mı senin için, bilinmezler ülkesinde bir kutsal kent?

    kleopatra: (coşkuyla.) kurun! kurun!

    rufio: evet, sıra domuz kızartmasına gelmeden, iki alayla afrika'yı fethedecek.

    apollodorus: yoo, alayı bırakın. bu soyluca bir tasarı. bunu gerçekleştirirken caesar yalnızca ülkeler alan bir asker değil, yaratıcı bir şair olacak. kutsal kentin adını koyup sakız şarabıyla kutlayalım.

    caesar: adını kleopatra koysun.

    kleopatra: caesar'ın sevgilisine armağanı, diyelim.

    apollodorus: yo, yo. daha geniş kapsamlı, evrensel bir ad, yıldızlı gökler gibi.

    caesar: (kuru kuru.) neden nil'in beşiği olmasın?

    kleopatra: olmaz. nil hem benim atam, hem de bir tanrıdır. durun, aklıma bir şey geldi. adını nil koyacak. gelin onu çağıralım. (sofracıbaşına.) onu çağırın. (üç adam hayretle birbirlerinin yüzüne bakarlar. ama sofracıbaşı çok sıradan bir emir almış gibi dışarı çıkar.) şimdi (maiyetine) hepiniz çekilin.

    (maiyet, saygıyla selam vererek çekilir.)
    (bir rahip önünde üç ayaklı, küçük bir buhurdanlık bulunan minik bir sfenks ile gelir. buhurdanlıkta yanan bir tütsü çubuğu vardır. rahip masaya gelip yontuyu ortasına koyar. ışıklar mısır günbatımının garibaldi kırmızısına dönüşmeye başlar. sanki tanrı acayip renkli bir gölge getirmiş gibidir. üç adam etkilenmemeye kararlıdır, ama gene de bir tuhaf olurlar.)

    caesar: bu ne biçim hokkabazlık?
    ...

    bernard shaw, caesar and cleopatra, 4. sahneden

    bunun filmcesi ise şu:
    http://www.dailymotion.com/…eopatra-1945_shortfilms
  • üç gün önce dünyaya gelen dünyalar güzeli kızıma verdiğim güzel isim.
  • sarı kafalı itici kız çocuğu versiyonu çok yaygın olan isim.
hesabın var mı? giriş yap