• dün akşam: "bu filmin hatırına 2 sene sonra sinemaya gitsem mi lan?" diye düşündüm... ardından salondaki maskesiz insanlar, günlük vaka sayıları ve filmin 2 saat 43 dakika olması aklıma geldi. sonra kendi kendime: "no time to die" dedim ve gitmedim.
  • bulunduğumuz dönemin sikindirikliğine yakışan bond filmi. ne eksik ne fazla. tam olması gerektiği gibi olmuş.

    bond, her şeyden önce klastır. hangi özelliğini elinden alırsan al klaslığını alamazsın. bu bond'un ise klaslıkla alakası yok. prim günü dolmuş da emeklilikte yaşa takılmış ve çalışmak zorunda kalmış gibi mutsuz. ajan değil komando gibi hareket ediyor, yakın dövüş ustası değil kardeşi dayak yedikten sonra kavgaya çağrılan abi gibi dövüşüyor ve soğukkanlı değil saldırgan tavırlar sergiliyor. üstelik minigun'ı çıkarıp çatara çutara herkesi taramaktan imtina etmeyecek kadar da umursamaz.

    kötü adam diye kime veya neye hizmet ettiği, hangi motivasyonla hareket ettiği belli olmayan ya da belli olan kısmında tatmin ve ikna etmekten çok uzak birini koymuşlar. rami malek isimli arkadaşın oyunculuk melekeleri zaten sınırlı, ona da suç bulmuyorum, ama kötü adam diye neden böyle garip bir şey izledik kesinlikle anlamadım. gençlik filmlerindeki üniversite zorbaları bundan daha kötü ve siniri bozucu olabiliyor. james bond ile yan yana geldiklerinde bond eski bond olsa, konuşarak ikna edebilirdi. hatta sonunda safin, bond'a sarılıp ağlayabilirdi bile. ben o havayı aldım.

    yeni 007 diye seçtikleri hanım arkadaşı her ne kadar bir filmlik geçici olarak seçmiş olsalar da neden daha iyi bir seçim yapmamışlar bilmiyorum. lashana lynch bu rolü neden kabul etmiş, onu zaten hiç anlamadım. kadın ve siyahi seçmeseler zaten şaşırırdım, ama ben olsam bu rolü kabul etmezdim. ''merhaba ben yeni dabıl oh sevın. hiçbir özelliğim yok. biraz sonra her şeyi yeniden eski dabıl oh sevın'a devredeceğim. erkek ve iyi adam dövene. teşekkürler.'' kaş yapayım derken göz çıkartmışlar. kimse de ''biz şu an tam olarak ne yapıyoruz'' dememiş.

    ve soundtrack... işte bu var ya, bu filmin de yaşadığımız dönemin de özeti. kalpleri ısıtan muhteşem sesi ile drama queen billie eilish olmadan böyle bir prodüksiyon düşünemezdim. kıza selam versen ''iyiyim, sağ ol, markete gidiyorum'' derken bile mıy mıy insanın modunu düşürür. 20 yıldır piyasada olan avril ablası ortalığın tozunu atıyor, billie de 20 yaşında ses kısarak ıııiiiiieeee diye şarkı söyleyip insanın ruhunu emiyor.

    sadece daniel craig'i ayırıyorum aradan. genel olarak bond'luğu da iyi yaptığını düşünüyorum. oynamak istemediği hâlde zorla oynattılar. o da role bile sirayet eden bir ruh hâliyle oynayıp bitirmiş. casiona royale'deki o ışıtılsından eser olmaması, ilerleyen yaşı ile alakalı değil. hevesli olsaydı onu bir şekilde yansıtırdı.
  • filmin başında üstü açık iki kişilik arabayla güney fransa’da veya italya sahillerinde virajlı yollarında söylenen “we have all the time in the world” den,
    filmin sonunda, “you have all the time in the world” e gelen 2021 yılında gösterime giren james bond filmidir.
    her iki söz söylendikten sonra “we have all the time in the world” adlı şarkının daha yavaş güzel bir orkestra düzenlemesi çalmaya başlar.
    no time to die:
    hans zimmer versiyonu

    filmin sonunda ise bu melodi, louis armstrong’un söylediği her zamanki “we have all the time in the world” e bağlanıyor ve yazılar çıkmaya başlıyor.

    “we have all the time in the world”, 6. james bond filmi “on her majesty’s secret service” için yazılmış, 1969 yılında besteci john barry ve söz yazarı hal david işbirliği sonucu ortaya çıkmış bir şarkı.
    “no time to die” film müziklerini yapan hans zimmer şarkının temasıyla yeni bir müzik yazmış.

    film genel olarak klasik james bond sahnelerini barındıran bir film olmuş.
    daha çok aksiyon, bilgisayar efektleri beklentisiyle gidince hayaller suya düşüyor.
    -virajlı yollardan, iki kişilik üstü açık arabayla hızla gitmek. (tamam)
    -arabanın gizli silahları (tamam)
    -james bir sahilde/adada tek başına yaşar, balık tutar, kulübesine gelir. hep şahane bir ada olur, biz ah ah çekeriz, oraya gitmek isteriz. (tamam)
    - bu filmde burası , jamaica’da “port antonia” adındaki bir yermiş.
    -bir davete gidilir, nedense smokin giyince hep gömleğin kolunun manşeti düzeltilir, bu hareket yakışıklılığı arttırır. (tamam)
    - güzel bir kadınla tanışılır ve olaylar gelişir!!! (tamam)
    - dünyayı etkileyecek, salgın, virüs, nükleer bomba vs. tehlikesine karşı james bond mücadeleye başlar.(tamam)
    - kötü adam ortaya çıkar, kötülük yapar. bir ülkeyi bilerek isteyerek çöküntüye götürür. burada bir karışıklık olmuş olabilir (tamam)
    rami malek, kötü adam olmamış.
    tamam rolünü güzel oynamış ama plastik makyajı da kötü adama yardımcı olmamış.
    “senaryo öyleydi ben ne yapayım?” diye ağlamaya başlarsa teskin edip, “haklısın rami, sen elinden geleni yaptın, o konuşma filan aferin” demek gerekir.

    -kötü adamın acayip bir yerde, adası, gizli sığınağı, yer altında üssü, uzay üssü filan vardır. (tamam)
    -dünyanın çeşitli güzel yerlerine gideriz. değişik yerler görürüz. (tamam)

    filmin başında, italya’da ateşlerin yandığı taş kasaba, 7000 yıllık tarihi olan matera imiş.
    1950’lerde fakirlik, hastalık gibi nedenlerden dolayı “italya’nın utancı” denilen bir yermiş. 30.000 civarında kişi mağaralarda yaşıyormuş.
    matera’ya geldiklerinde şehrin çeşitli yerlerinde yanan ateşler görüyoruz ve fotoğrafik olarak şehri çok güzel gösteriyor. araştırmalardan çıkan sonuç bu ateşlerin san giuseppe festivalinde yakılan ateşler olabileceği yönünde.

    her filme, her diziye, beyaz olmayan oyuncular ekleme modası buraya da sıçramış. tamam itirazımız yok, pozitif ayrımcılık burada da gerekli.
    amaaa son sözüm film yapımcılarına: o kocaman 00’lardan yeni 007 olmaz. (filmi seyreden anlar)
  • baştan sona tüm filmleri izlemiş ezberden sırayla sayabilecek bir bond takipçisi olarak ben de bir iki kelam edeyim bari. sadece bu film üstüne değil de daniel craig'in bond olduğu filmlerin zamanla nasıl değiştiği üzerine olacak yazı, bunun için ayrı başlık açmak istemedim idare ediverin işte. haliyle tüm daniel craig bond filmlerine ilişkin spoiler içerir onu da belirteyim.

    öncelikle şunu söyleyeyim şu fragmanda fardan taramalı çıkması olayından rahatsız olan ne kadar adam varsa ben onların taaa alnından öpeyim.(bir an kaşlar dikildi itiraf edin)

    martin campbell isimli oldukça underrated yönetmen abimiz 2006 yılında yeni bond olarak duyurulup yerden yere vurulan daniel craig ile beraber casino royale çekmek üzere kollarını sıvadığında sayıyla ve rakamla 1 tane adam yoktu filmi destekleyen ve heyecanla bekleyen.

    daniel craig'in ne mematiliği mi kaldı ne sarışın mavi gözlü bond mu olur amk diye yorum yapmayanı mı kaldı, martin campbell kim amk başka yönetmen mi bulamadınız demeyen mi kaldı, yani anladınız siz.

    fakat yeni bond aktörü ile yeni bir bond dönemi de başlamıştı. martin campbell abimizin kafasında bir vizyon vardı: bond serisini ayakları yere basan, günümüz tehditlerine uyarlayan (terörizm vs) ciddi ve gerçekçi bir kimliğe büründürmek. casino royale isimli gelmiş geçmiş en iyi bond filminde baştan sonra bu tandansları yakalamak mümkündür. mesela daha filmin ilk sahnesinin ilk diyaloğunda bond diğer mı6 ajanını "elini kulağından çek amk mal gibi belli ediyorsun ajan olduğunu" diye azarlar. akabinde teröristi atik ve çevik hareketlerden ziyade düşe kalka, duvarı kırıp geçerek falan yakalar ve bağımsız bir ülkenin büyükelçiliğinde teröristi infaz eder, büyükelçiliği de havaya uçurur. bakın başka hiçbir bond filminde bondun böyle işler yaptığını göremezsiniz. nedir burada verilmek istenen mesaj?: kardeşim öyle soğuk savaş dönemindeki soap opera tadındaki bondlar bitti artık. papyonunun şekli bozulmadan 10 adam döven bond devri bitti. zaten ilerdeki sahnelerde de bas bas bağırıyor bu mesaj, merdivendeki kapışma sahnesini hatırlayın, sonra o işkence sahnesi mesela, abi siz hiç öyle bir işkence sahnesi izlediniz mi? özellikle erkek arkadaşlar le chiffre ipi çevirip çevirip vurdukça aşağıda bir şeyler hissetmiştir eminim yani.

    yani çok fazla casino royale konuştum başka filmin başlığında farkındayım ama ne yapayım çok önemli bir film benim için. neyse devam edelim: sıradaki film quantum of solace. çoğu kişinin, hatta benim gibi casino royale'i en iyi bond filmi sayanların bile çoğunun en kötü bond filmi ilan ettiği film. hayır efendim kesinlikle katılmıyorum. sadece tek bir sıkıntısı vardır o da villain eksikliği, tabi takdir edersiniz ki bond filminde villain çok önemlidir. istediğin kadar güzel sahneler çek güzel karakterler koy, villain boktan ise sıçtın. işte tam olarak quantum of solace'nin başına gelen mevzu bu olay. onun dışında çok sağlam filmdir. daha da önemlisi dikkatinizi çekerim casino royale ile başlayan acımasız gerçekçi ve ayakları yere basan kurgu burada da devam etmektedir. motor yağı ile adam öldürme mi dersin, ölen arkadaşı kenardaki çöp kutusuna atma mı dersin, halkı susuzluktan kırılırken, garson kadına hallenmeye çalışan güney amerika ülkesi diktatörü mü dersin, mı6 emirlerine karşı gelip rogue agent durumuna düşen bir bond mu dersin hepsi var. bu film bond'un mı6'e hassiktir çekip rogue agent olduğu iki filmden biridir bu arada. diğeri ise licence to kill isimli timothy dalton'un bond olduğu filmdir. timoth dalton filmleri de çok sağlamdır mesela ilk beşime rahat girer.

    şimdi ne olduysa sam mendes denen zırtapoz bir herifin çektiği skyfall filmi ile bu gerçekçi ve ciddi bond filmi anlayışı terk edilmeye başlandı. q geri geldi, sjw cileri memnun edeceğiz diye afro amerikan çirkin bir moneypenny geldi, ama burada da biraz gerçekçiliği koruma çabalarını görmek mümkün, yeni q nun bond'a alet edevat verirken çok abartmaması "biz artık o zamazingolardan yapmıyoruz" demesi. sonra m'in duruşması esnasındaki o mükemmel şiiri ve javier bardem gibi bir villaine sahip olması adele'nin muhteşem şarkısı derken skyfall aldı arkasına rüzgarı yürüdü gitti.

    geldik spectre'ye. artık bu aşamada casino royale ile başlayan bond filmlerini ayakları yere basan kurguya oturtma anlayışı tamamen terk edilmişti. artık bu kimin kararıydı bilmiyorum. büyük ihtimal yapımcı barbara broccoli'nin ama kesin bilmek mümkün değil tabi ki. havada takla atan helikopterler, absürd patlama sahneleri, araba savaşları falan derken film iyice sean connery zamanına dönmüştü, ulan o filmlerin en azından antika değeri var. neyse efendim şimdi artık geldiğimiz noktaya bakıyoruz farlardan adam tarayan bir bond. bakın nereden nereye, bir casino royale'deki bonda bakın bir de buna. bir casino royale'de bond'un zehirlendiği sahneye bakın bir de bu fragmandaki sahnelere. daniel craig bu yüzden skyfall den itibaren "ben artık bond olmak istemiyorum" diyor. adam da görüyor gelmiş geçmiş en köklü film serisinin ne yöne döndürüldüğünü. zamanında bunu idrak edememiş halimle kendi başlığında giydirmiştim bu adama bond olmak istemiyor diye, hala durur silmedim silmem de. ama adam haklı valla.

    yine de no time to die bir bond filmidir ve tarafımca vizyona girer girmez sinemada izlenecektir. ama gel gör ki gözler hala casino royale'deki gerçekçi bond'u arıyor.
  • yıllar sonra gerçekten dolby surround 7.1 bir film izledik.

    normalde stereo verip geçiyorlardı veya tercihleri bilgisayara bırakılmış şekilde sahte 5.1 / 7.1 veriyorlardı.

    bu filmde ise eski usul bütün sesler manuel olarak hoparlörler ile eşleştirilmiş.

    filmin son sahnesinde viski içerlerken, odadaki saatin tik takları önce center'dan geldi. kamera açısı değişince çok kısa bir süre sağ ön hoparlöre oradan da sesin asıl geleceği yer olan sağ arka hoparlöre ses geçti.

    bir çok ses teknisyeni o saatin sesini sağ öne uğratmadan direkt sağ arkaya verirdi.

    hatta bugüne kadar bir çok filmde gördüğüm üzere ses center'da bile kalabilirdi.

    spoiler vermeden bir örnek daha vereyim.

    filmdeki ilk patlama sahnesinde ses müthiş bir şekilde sağdan sola doğru yayıldı.

    center veya subwoofer'da değil o bomba sağda patlayıp sola doğru dağıldı.

    benim tahminim stüdyolar ses teknisyenine süre baskısı yapıyorlardı. bu filmde ise filmin vizyona girişi 2 yıl ertelenince, ses teknisyeni oturdu ses düzenini en baştan yazdı ve ortaya bu şaheser çıktı.

    bir başka ihtimal ise türkiye'de bugüne kadar ucuz olsun diye filmler stereo satın alınıyordu. bu sefer mgm zorunlu 7.1 dayattı biz de 7.1 dinledik filmi.

    öyle filmleri o kadar kötü bir sesle izledim ki no time to die beni hakikaten kendisine kilitledi.

    en son tercihleri bilgisayara bırakılmış tenet faciası vardı mesela. kamera açısı değişiyor, değişiyor, değişiyor ama ses hep center'da kalıyordu.

    diliyorum ki bundan sonra hep filmleri bu şekilde dinleriz.
  • resmi olarak daniel craig dönemini bitiren, bana göre ise james bond devrini komple bitiren film.
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    öncelikle filmin sonunda bond’u öldürmek yerine mutlu sonla bitirmelerini tercih ederdim.
    lakin bu sadece izleyici olarak kişisel bir tercih. genel itibari ile teknik ve stratejik bir film yerine daha aksiyon ve duygu odaklı bir film olmuş.

    ama işin diğer tarafı bambaşka. bir kere james bond’un bir kimliği, duruşu ve farklı bir tarzı var. kimse burada cinsiyetçi, ırkçı falan değil ama yeni seçilen kadın 007 olarak devam edecekse geçmiş olsun. boşa yapmasınlar ajan salt’ı daha önce izledik. kardeşim bu filmin temeli “james bond”. sadece şu iki kelime. ne yapacaksınız kadına james bond isminimi vereceksiniz? iki tanede bond kızı yerine bond erkeği verin tamam olsun.
    daha öncede karakteri canlandıranlar değişti ama hepsi james bond olarak oynadı. bu zamana kadar tüm filmlerde 007 başına buyruk iş yapabilen genel anlamda ciddi bir tavır takınan gereksiz havaya girmeyen bir karakterdi. peki bu filmde 007 diye bize verilen karakter nasıl? her lafı gereksiz gaz yüklü, emirlerden çıkmayan, beş lafından biri karşıdakine ergen ergen laf sokmak olan bir karakter. yani daha ne denir bilmiyorum.

    --- spoiler ---
  • sinemayı neden çok sevdiğimizi bizlere hatırlatan, 007 james bond karakterini mükemmel yorumlayan daniel craig'e özel yapılan, oldukça görkemli bir veda mektubu. süresi oldukça uzun olan ve hatta bond filmografisinin işbu en uzun versiyonu bittiğinde, koltuğunuzdan kalkmak istemiyorsunuz. karşımızda beğenimize sunulan bu yapım, özellikle kadın seyircinin kesinlikle en çok seveceği bond filmi. bu yüzden daha önce james bond'u hiç tecrübe etmemiş kadın seyirciler de mutlaka daniel craig'in son bond performansını izlemeli. draması bu kadar yoğun olan bir james bond filmi izleyebileceğim hiç aklıma gelmezdi. başlangıcından sonuna, karakterlerin dramasına büyük bir iştahla şahit olduğumu söylemeliyim.

    daniel craig şanslı bir adam. yapım şirketi o'nu çok seviyor olmalı ki, böylesi bir filmde, daha net ifade ile böylesi bir senaryoda o'na can vermişler. elbette craig bu iyiliğin karşılığını fazlasıyla veriyor. eğer james bond efsanesinin yaratıcısı ian fleming hayatta olsaydı, eminim ki craig'i manevi oğlu ilan ederdi. dolayısı ile daniel craig, bu rolle fazlasıyla özdeşleşen bir isim oldu. artık biz o'nu hep, bond'un efsanevi oyuncusu olarak hatırlayacağız. yani bu film bize bir gerçeğin altını tekrar çizmemiz için yardımcı oldu; daniel craig, sinemada james bond karakterini en üst seviyeye taşıyan isim.

    başrol bond'un dışında lea seydoux 'un hayat verdiği madeleine karakterinin de geçmişi ve hayat motivasyonlarının da kusursuz biçimde verildiğini görüyoruz. 2015 yılında yayınlanan bir önceki bond filmi spectre de ilk olarak karşımıza çıkan madeleine karakterinin, bu filmde şahit olduğumuz geçmiş hikayesi, filmin açılış sekansında yer alan, olağanüstü etkileyici bir sahne ile karşımıza geliyor. açıkçası bu sahne bittikten sonra, "eğer başlangıcı buysa, sonuna gelmeden daha nelerle karşılaşacağız kim bilir?" demekten kendimi alamadım. james bond ve madeleine swann 'ın kesişen hayatlarının öyküsü, sinemada az bulunur cinste bir senaryo güzelliği.

    filmin esas kötü adamı (villain) lyutsifer safin rolündeki oscar ödüllü oyuncu rami malek'in ismindeki alegori gayet keyifli. evet o esasen "düşmüş bir melek" olan lucifer, yani şeytan. bizler o'nun da hikayesine şahit oluyoruz ve film, lyutsifer safin ile de empati yapmamıza müsaade ediyor. yani safin karakteri de esasında "düşmüş" bir karakter. yani kendisi karanlık tarafa geçen, eskiden mutlu bir çocuk, şimdinin "düşmüş meleği". filmde yer alan en sevdiğim repliği de, sizlere safin'in ağzından aktarayım;
    "i have never forget that eyes, under the ice." (buzun altındaki o gözleri, hiçbir zaman unutmadım.)

    ingiliz istihbarat birimi mi6'in çılgın atan ajanı nomi rolündeki lashana lynch'in performansı göz alıcı. kendisi bir tür demir leblebi. düşmanı olmak istemeyeceğiniz türden bir kadın. kendisinin bu role mükemmel uyum sağladığı aşikar. bir diğer ajan rolünde oynayan, güzeller güzeli ana de armas'ı ise seyretmeye doyamayacaksınız. ufak bir kötü haber vereyim. kendisi maalesef filmde sadece 7-8 dakika görünüyor. böylesi uzun bir filmde daha çok sahnesi olmasını isterdim doğrusu.
    (ana de armas'ın filmde giydiği muhteşem elbise, michael lo sordo imzası taşıyor; işte o elbise )

    bu filmden önce, 2017 tarihli andy muschietti filmi it 'in senaryo yazarlarından olan, ayrıca çok sevilen true detective dizisinin yönetmen ve yürütücü yapımcılarından olan cary joji fukunaga 'nın kariyerinde ilk defa büyük çaplı bir prodüksiyonu yönettiğine şahit oluyoruz. fukunaga'nın filmin bütünlüğünü uzun süresine rağmen başarıyla koruduğunu ve bu ağır james bond sınavından yüzünün akıyla geçtiğini söylemek gerek. 44 yaşındaki yönetmen, muhtemelen bundan sonra da büyük bütçeli prodüksiyonlarda görev alacak. kendisini takip ediyor olacağız.

    no time to die sinemayı özleyenler için yakın zamanda bulunması oldukça zor ve bulunduğunda kıymeti bilinmesi gereken bir film. seriyi çok seven sinemaseverler için ise, bu filmin yeri, her daim apayrı olacak. tüm sinema severlerin kesinlikle kaçırmaması gereken, drama ve aksiyonu kusursuz biçimde harmanlayan film, "hayatımızda iyi ki sinema var." dedirten türde nadide bir yapım.
  • --- spoiler ---

    * ana de armas, bu filme "alın lan fakirler, izleyin de gözünüz şenlensin" diye konulmuş muhtemelen. maşallah tay gibiydi. lakin, bond ile sevişmeyen bond kızı mı olur?
    * christoph waltz, iki filmdir çok kötü kullanıldı. böyle bir aktör, böyle bir film serisi içinde bu kadar hoyrat kullanılabilirdi. o da herhalde "paramı alayım, gerisi boş" dedi muhtemelen.
    * siyahi bond, kadın bond tartışması bir yana o kadar büyük götü olan bond olmaz. manda kasa kamyonet gibi mübarek.
    * eva green, sen gelmiş geçmiş en iyi bond kızı olabilirsin. sadece bir resmin bile filmi bir yerden bir yere götürebiliyor.
    * rami malek ve rolü çok sıradan. sıfır derinlik. sıfır motivasyon.
    * bond aksesuarları, bond filmlerinin klasiğidir. arabadan silah çıkması normaldir. kaleme bomba koymak gibi. q biriminin klasik hareketleridir. q'nun gay olması detayı ise çok sjw.
    * daniel craig'in en iyi 3.bond filmi. casino royale/skyfall ikilisini asla geçemez. quantum of solace ve spectre ikilisinden de bir adım yukarıda.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    bu bond filmlerinde beni inanılmaz rahatsız eden bir şey var. kotu adamlar nasıl oluyor da bu kadar kisiyi kontrol edip ada falan alıyorlar. bunu yapmak yalnızca psikopatlık degil ayni zamanda müthiş bir yönetim kabiliyeti, finans bilgisi falan ister. bu filmde rami malek'in oynadigi karakter binlerce adam calistiriyor ve adası var. abicim senin etin ne budun ne? nereden para kazaniyorsun? bu kadar büyük bir zengin oldun ve kimse seni takip etmedi öyle mi? her cocukluktan travması olan gorece genc yasta milyar dolarlık servet elde edebiliyor mu ya? ediyorsa nereye basvuracagiz?

    --- spoiler ---
  • ilk 30 dakikası mükemmeldi, ilerledikçe biraz tempo düştü, bazı sahneler gereksiz uzadı. yeni 007 hiç olmamış. daniel craig, rus eleman ve ana de armas dışında hiçbir aktörün performansını beğenmedim.

    7.5/10
hesabın var mı? giriş yap