• osmanlı imparatorluğu'nda " lotarya " adı verilen şans oyunları hakkında;

    piyango ilk olarak 16. yüzyılda ingiltere'de oynanmaya başlanmıştır. bu tarihten sonra insanlar bu şans oyunlarının bağımlısı olacaklardır.
    oyun gayet basittir ve sistem, günümüzdeki ile hemen hemen aynıdır.
    piyango çekilişine katılmak isteyen insanlar bir miktar para karşılığı üzerinde numaralar yazan kuponları alırlar ve çekiliş sonucunda çıkan numaralar ile kuponundaki numaralar eşleşen kişi büyük ikramiyeyi kazanırdı.

    piyangonun istanbul'a gelişi ise 19. yüzyılın ortalarını bulmaktadır.

    1800'lü yılların başında ise gayr-i müslim bazı tüccarların bu oyunu osmanlı topraklarında başlatmak istemesinin ulemâ tarafından engellediğini görmekteyiz.
    süleymaniye kütüphanesi'nde bulunan ve ratip efendi'ye ait nemçe seyahatnâmesi'nde, avusturyalılar arasında büyük rağbet gören şans oyunlarının istanbul'da da gayr-i müslim çevrelerce dillendirildiği ve padişahtan izin alınmaya çalışıldığı belirtilir.

    1855 senesinde ise ermeni katolik kilisesi, ceride-i havadis'te şöyle bir gazete ilanı yayımlatır:

    " bundan evvel cerideye derc ile beyan olduğundan herkesin malumu olduğu üzere ayastefanoz'daki evler ve arsalar ve verilecek akçelerin piyangosu 273 senesi cemaziyülevvelinin birinci günü beyoğlu'nda tiyatroda çekilecektir. işbu piyango on hisseye taksim olunup on numara kazanacaktır. kazanılacak şeyin bahası dört yüz yetmiş bir bin kuruşa baliğdir. ermeni katolik milleti batrikhanesi kefaleti ile müstakilen yevm-i mezkurda çekileceğinden kazanan numaraların sahipleri bilyetolarını batrikhaneye götürdüğü gibi bedeli kendisine teslim olunacaktır. bu piyango bilyetolarının satılan başlı merkezi beyoğlu'na doğru galata mevlevihanesi 'nin üst tarafı ve her bilyetosu beş kuruşa olarak on bilyeto birlikte alanlara bir bilyeto ziyade bila semen ita kılınacaktır ve kazanan numaralar cümle gazetelerde zikr ve beyan ile ilan ettirilecektir. "

    evet, kazanan kişilere yeşilköy'de bir ev ve bir arsanın da verileceğinin söylendiği bu piyango ilanı tarihimizdeki kaydına ulaştığımız ilk şans oyunu çekilişine aittir.

    lâkin istanbul ahâlîsi ve özellikle müslümanlar lotaryanın müptelası olunca 2 yıl sonra yani 1857'de yabancıların osmanlı topraklarında piyango oynatmaları yasaklanır.
    sultan abdülmecid'in getirdiği bu yasağa rağmen dönemin zaptiye kayıtlarından da görüleceği üzere birçok kişi kaçak şekilde lotarya oynattığı için gözaltına alınır. lâkin bir de bu işi resmî şekilde yapan ve bulundukları muhitlerde lotarya oynatabilmek için bir senelik parasını peşin veren yüzlerce kişi vardır. işte bu kimselerin mağduriyetinin de giderilmesi ve kaçak lotarya oynatıcılarına bir türlü engel olunamaması üzerine yeni padişah sultan abdülaziz tarafından piyango oynatmak izne tabii olarak tekrar serbest bırakılır.
    bu tarihten sonra 15 günde bir piyango çekilişi düzenlenmeye başlanır.

    artık nakit paraya ihtiyacı olan her vakıf lotarya çekilişi düzenlemeye başlar.
    bu şekilde bir verip bin almaktadırlar.
    gazetelerde sürekli olarak kurumların düzenledikleri piyango çekilişlerinin ilanlarını görmek mümkündür. özellikle gayr-i müslim bankerler bu işi vakıflara geliri gibi göstererek kişisel çıkarlar sağlamaya başlayınca 1865'te istanbul'daki kolera salgını bahane gösterilerek çekilişler bir süre yasaklanır.

    lâkin devlet de bu işin gelirinin farkına varır ve ikinci abdülhamit döneminde lotarya nizâmnâmesi hazırlanarak çekilişler bizzat devletin kurumları tarafından gerçekleştirilmeye başlanır.

    ittihat ve terakki döneminde de ordu ve donanmaya piyango çekilişi yapma hakkı verilir. böylece çekilişe katılanlardan kazanılacak parayla buralardaki eksikliklerin giderilmesi amaçlanmıştır.

    1926'dan 1939'a kadar ise türk tayyare cemiyeti'nin tekeline verilen piyango çekilişleri, 5 temmuz 1939'da milli piyango idaresi'ne devredilir.
  • bebeklerin hep mutluluk vermesi
    doğunca anladim
  • bakın çok basit bir şey söyleyeceğim ve okuma yazmanız, minicik bir akıl kırıntınız, azıcık vicdanınız varsa ufkunuz iki katına çıkacak:

    cinayet çok büyük bir suçtur. tüm dinlerde de böyledir, en eski toplumlarda da böyledir, ilk insandan beri bu böyledir. mesela ahlakla özdeştirdiğiniz kapalı giyinmek/ içki içmemek islamla gelmiştir ama cinayet tüm semavi dinlerde, tüm toplumlarda, ülkelerde, varsa paralel evrende bile çok büyük suçtur.

    bir umut bu yanlış düşünceden dönersiniz diye: islama inanıp "gece dışardaymış, eteği kısaymış, evli adamlaymış, hep üniversiteli kızların başına geliyor" diye bu cinayetleri meşrulaştırmaya çalışan çok"ahlaklı"lar. hiç allah korkunuz yok mu gerçekten? hangi dinde, hangi ahlak anlayışında bunlar cinayeti hafiflestirebilir? bir kere bunların yanlış olduğunu düşünüyorsan, yaşayıp tövbe etmesi gerektiğini de düşünüyorsundur, öldürmeyi değil. bu dedikleriniz tamamen kişinin sorumlu olduğu, inandığınız dinde de allah'ın seçme hakkı verdiği, yaparsanız ceza alırsınız ama seçimde özgürsünüz dediği şeyler. siz kim oluyorsunuz da allah'ın özgür kıldığını, verdiği seçme ve istediği gibi yaşama hakkını elinden alıyorsunuz? kim oluyorsunuz da kendinizde hesap sorma hakkını buluyorsunuz? kimsiniz siz , gerçekten kimsiniz? nasıl bir cahillik içerisindesiniz, "hiç düşünmez misiniz?"
    kuran da "kadınlar açık giyindiyse tecavüz ediniz, katlediniz, yakıp beton dökünüz" diye nerede yazıyor? bakma diyor bakma! eğer mini etekli insanlar seni rahatsız ediyorsa bunla ilgili ne dendiğini çok ahlaklı ve çok bilen sana söyleyeyim: gözünü haramdan sakın diyor.
    bir katili savunmayı, en ufacık bile "ama"yı, "ne işi varmış"ı, (yazarken bile elim titriyor ama-"hak etmiş"i hangi ahlak anlayışı, toplum, din,hukuk, felsefe, adalet sistemi, kabul eder? yok. dünyada bunu savunabilecek hiç bir olgu, düşünsel,duygusal hiç bir şey yok, olamaz.

    bıktım en ufak ahlakı olmayıp bir de ahlak adı altında en büyük ahlaksızlığı yapanlardan. ben şu cümleyi bile kurarken bu kadar çekinirken, ben nereden bilicem ki belki de haksız yere birini zan altında bırakıyorumdur derken, siz nasıl, nasıl bu kadar, böyle olabiliyorsunuz? böyle havadan ahlak, din, akıl, adalet dağıtabiliyorsunuz?
    sırf kız doğdu diye çocuğunu gömenden bir farkınız var mı gerçekten? hiç düşünmüyor musunuz? toplumun ahlak anlayışı kız çocuğu doğar doğmaz öldürmek olsa yapmayacak mıydınız? zaten şu ülkede kadın olmanın bir farkı kaldı mı bundan?
  • "uykuyu iki katına çıkaran" şey diye okumak

    çok sıcak
  • büyükannenizin sadece fiziksel özelliklerini değil, aynı zamanda yeni doğmuş bir bebekken yaşamış olduğu depresyonu da miras almış olabilirsiniz.

    davranışsal epigenetik çalışmalarına göre, kendi geçmişimizdeki ya da yakın atalarımızın geçmişlerindeki travmatik deneyimler, dna’larımıza işleyen moleküler yaralara sebep oluyor.
    tüm bu deneyimler, unutulsalar da asla yok olmuyor, genetik yapımıza sıkıca bağlı moleküler kalıntılar olarak birer parçamız haline geliyor.
    dna’lar aynı kalıyor; ancak psikolojik ve davranışsal eğilimler kalıtsal yolla aktarılıyor.

    peki, bu nasıl oluyor? bir ekstra element metil gurubu, dna'lara bağlanıyor ve genlerden gelen tüm fiziksel özellikler ve birçok özellikler gibi çeşitli stresler de sonraki kuşaklara aktarılabiliyor. kaynak

    yıllar önce okuduğum bir makale, yılın belli dönemlerinde sürekli baş ağrısı çeken ve tıbbi incelemeler sonucunda hiçbir neden bulunamayan bazı insanların 2-3 kuşak önceki yakın akrabalarının göç gibi, savaş gibi derin acılar yaşadıklarını ve ağrıların bu deneyimlerle ilgili olduğunu anlatıyordu.
    bazı sorunlarınızın nedeni siz olmayabilirsiniz.
  • tanrı parçacığı(higgs bozonu):
    cern de keşfedilen kütleleri olmayan atomlara kütle kazandıran mekanizma.
    hiçliğe kütle veriyor. daha basit izahı ışığı maddeye çeviriyor.
  • mö.1760 hammurabi yasası: "eğer bir erkek kadına tecavüz eder veya öldürürse ölüm cezası alır ya da hadım edilir."
    mö.2000 hitit yasaları: "eğer bir adam bir kadını dağda alırsa (tecavüz ederse) suç adamındır ve o öldürülür."
    mö.3000 sümer yasaları: "bir adam, bir kadını öldürürse cezası kıssasa kısasdır. "
    m.s 2020: !?!?!
  • yazılmıştır belki.. manyetik, mıknatıslı pusulalar kesin olarak kuzey kutbunu göstermez. bu pusulalar çalışma prensibi esasına göre manyetik kuzey kutbunu gösterir. normal olarak coğrafi kuzey kutbuna yakındır burası ama mıknatıslı pusulalarınız %100 olarak kuzeyi göstermez.
  • türk sinema tarihinde sansüre uğrayan ilk film: mürebbiye hakkında;

    mürebbiye; hane sahiplerinin çocuklarının eğitim ve bakım işlerinden sorumlu olan ve ev ahâlîsi ile aynı evde yaşayan kadınlara verilen isimdir.

    osmanlı imparatorluğu'nun son asırlarında başlayan batılılaşma arzusu istanbul'daki zengin kimselere de tesir etmiş ve özellikle fransız kültürü ile dili fazlaca kabul görür olmuştu sosyete tarafından. işte bu dönemde varlıklı aileler, çocuklarının eğitimiyle ilgilenmeleri için aslen fransız olan kadınları, mürebbiye olarak işe almaya başlamışlardır.

    bu konu elbette edebiyatımızda da çeşitli romanlarda karşımıza çıkmaya başlamıştır. şüphesiz bu konuda yazılmış en önemli eserlerden biri de hüseyin rahmi gürpınar'ın mürebbiye'sidir.

    1919 yılına geldiğimizde ise bu eserden esinlenilerek aynı isimde yapımı tamamlanmış bir sessiz film çıkar karşımıza: mürebbiye.

    paris'te hayat kadınlığı yapan anjel, istanbul'a gelir ve burada dehri efendi'nin evine yerleşir mürebbiye olarak. tabii evdeki erkekleri de yavaş yavaş yoldan çıkarmaya başlar.
    esasen komedi filmi gibi görünse de tıpkı kitaptaki gibi aslında toplumsal eleştiriler barındırmaktadır film. sırf fransızca biliyor diye bir hayat kadının istanbul'da nasıl lüks bir hayata kavuşabileceğini; buradaki zengin osmanlı ailelerinin nasıl da sadece şeklen batılılaşma gayesi içerisinde olduklarını gösterir bize.

    filmin yönetmeni ve senaristi ahmet fehim'dir. yine ahmet fehim, filmde dehri efendi karakterine de hayat vermektedir.
    filmde anjel rolünü ise kalitea adlı bir fransız hâtun canlandırır.

    filmin yapımcı şirketi ise malul gaziler cemiyeti'dir. bu cemiyet, enver paşa'nın girişimleriyle kurulmuştur. almanların sinemayı savaş propagandası olarak kullandığını gören enver paşa, almanya'dan gerekli aletleri getirmiş ve derhal film çekimi çalışmalarına başlanmasını istemiştir. işte mürebbiye de bu cemiyetin çektiği ilk filmdir.

    fakat beklenmedik bir durum gelişir ve " işgal kuvvetleri komutanı " olarak 8 şubat 1919 tarihinde istanbul'a gönderilen fransız komutan louis franchet d'esperey, filmin yasaklanmasını emreder!

    emreder diyorum çünkü sahiden de filmi resmî olarak yasaklatmıştır. bu komutan, o dönem istanbul'a giriş yaparken yere türk bayrağı serdirip atı ile üzerinden geçen komutandır!

    buna rağmen istanbul hükümeti tarafından en güzel şekilde ağırlanmaya devam eden fransız komutana göre filmdeki anjel adlı fransız mürebbiye sebebiyle tüm fransız kadınları ahlaksız olarak gösterilmektedir ve fransızlar asla böyle bir şeye izin vermemektedir.

    lâkin 19 mayıs 1919'da samsun'a ayak basan mustafa kemal'le henüz tanışmamıştır işgalciler.
    mustafa kemal atatürk sadece silahlı mücadele hususunda değil; propaganda konusunda da çok zeki bir adamdır.
    filme istanbul'da böyle bir yasak getirildiğini öğrenince tam aksini emreder ve film, anadolu'da bile sahnelenmeye başlanır.
    ahâlî, filmi izleyip keyiflendikten sonra kuvâ-yi milliyeciler tarafından kalabalığa çok çok etkili konuşmalar yapılır ve zafere olan inançları güçlü tutulmaya çalışılır.

    bu basit gibi görünen ama aslında toplum psikolojisi açısından son derece önemli bir konudur.

    abd'deki, avrupa'daki teknolojik gelişmeler anlatılırken burada ise devletin başkentinin şu anda işgal altında bulunduğu kıyaslamaları yapılır.
    tabiri caizse ahâlî, avrupalıların refah seviyelerine özendirilir.

    nitekim 6 ekim 1923'te türk ordusu istanbul'a girer ve işgal sonlanır.
    fransız komutanın atı ile üzerinden geçtiği türk bayrağı göndere çekilir.

    bize de mürebbiye adlı film gibi daha birçok detayın tarihî hatırası kalır.
  • her gün yeni bir kadın cinayeti yaşanan ülkede, daha önce şiddetten dolayı şikayetçi oldugunuz esiniz, arkadasınız, akrabanız kim oldugu hic önemli degil. şiddetten dolayı savcılık ilk başta uzaklaştırma kararı veriyor. amac şiddeti uygulayan kisinin sizden uzak tutulması. karar çıktı diyelim. hastaneden de taburcu oldunuz, artık güvenle evime gidebilirim diye düsünüyorsunuz. eve gidiyorsunuz, kapıyı açıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki uzaklastırma cezası alan kisi elinde silahla salonun ortasında sizi bekliyor.
    not:maalesef özellikle doguda kadın cinayetleri en cok uzaklastırma cezası uygulanırken isleniyor.
hesabın var mı? giriş yap