• albert einstein'a 1952 yılında israil cumhurbaşkanlığı teklifi yapılmıştır. o sırada amerika'da bulunan einstein, israil hükümetinin böyle bir teşebbüsü olduğunu gazetlerden öğrenir ve çok şaşırır. israil washington büyükelçisi aracılığıyla kendisine teklif götürmüştür ama einstein, sadece cisimlerin dünyasına vakıf olduğunu, insanların dünyası için yeteri kadar tecrübeye sahip olmadığını öne sürerek teklifi reddetmiştir.
  • divan edebiyatının en saraylı şairi olarak bildiğimiz şair nedim, aslında istanbul'un gündelik hayatını belki de bütün divan şairlerinden daha sade bir dille anlatan bir şairdi. şiirde gündelik hayatı anlatışıyla da bir anlamda realistti diyebiliriz. damdan dama atlayarak ölmesi de bir şehir efsanesidir. tıpkı marie antoinette'in "ekmek yoksa pasta yesinler" sözü gibi... nedim'in isyan sırasında öldüğü doğrudur ama nasıl öldüğü tam bir muammadır.
  • isveç'te 3 eylül 1967 sabahı saat 5’e kadar trafiğin akış yönü sağ taraf değil sol taraftı.

    öncesinde trafik ingiltere ya da avustralya'daki gibi soldan akıyordu. ben de bu ayrıntıyı yakın zamanda izlemiş olduğum bir ingmar bergman filmi olan 1957 yapımı smultronstallet filminde fark ettim. aracın direksiyonu solda olmasına rağmen duble yol olmayan yolda baş karakterlerimizden biri yolun solundan solundan ilerliyordu.

    görsel

    adettendir, trafiğin soldan akışının temel nedenini de belirtmeden olmaz. süvarilerin sol eliyle atın dizginlerini ellerine alıp sağ elleriyle de kılıç kullanıyor olmasından temellenen bu gelenek akış yönü at arabası vagonlarında sürücülerin sol arkadaki atın üzerinde oturmaya başlaması ile değişim sürecine girmiş oldu.

    1950'li yılların başından beri ülkede konuşulan bu değişiklik en nihayetinde 1955 senesinde yapılan referandum ile %83 gibi bir hayır oranı ile bir süre askıya alınmak zorunda kaldı. ancak devlet komşular ve dünyanın büyük çoğunluğu ile trafik birliğini sağlamak adına değişikliği gerçekleştirmek istiyordu. ayrıca trafikteki araçların tahmini olarak %90'ı da benim izlediğim filmdeki gibi direksiyonu solda olan araçlardı.

    sonunda hükumet trafiğin akış yönünün değişmesi hususunda kararını 1963 senesinde verdi. ve değişiklik için seçilen tarih 3 eylül 1967 sabahının saat 5'i olarak duyuruldu. işte isveç'te bu değişikliğe türkçesi ile "sağ tarafa trafik saptırma" yani högertrafikomlaggningen; bu güne ise türkçesi ile "h günü" yani isveççe kısa adıyla dagen h denir.

    o dönemler yaklaşık nüfusu 8 milyon olan isveç'te yolları, araçları ve insanları hazırlamak için hummalı bir çalışma başladı. bu çalışma yol çizgileri, trafik ışıkları ve işaretleri, toplu taşıma araçlarının kapılarına kadar bir sürü detay içeriyordu. yüzbinlerce levha ya da ışık planlı bir çalışma ile bir günde değiştirildi. insanları bilgilendirici ve değişikliği hatırlatıcı bir sürü çalışma yapıldı. 4 yıl süren bu seferberlik süresinde psikologlar bile insanların eğitim sürecine dahil oldu.

    görsel

    ve sonunda dagen h denilen o gün geldi çattı. zaruri olmayan tüm trafik hareketleri saat gece 1 ile sabah 6 arası engellendi. mücbir sebeplerden yollarda olanlar için ise sabah saat 4:50'de yapılan bir anons ile şeritler değişti. ve saat 5 itibariyle trafik sağdan akmaya başlasa da sürücüler şerit değiştikten sonra bir süre daha hareket etmediler. stockholm ve malmö gibi büyük şehirlerde ise kısıtlama daha uzun sürdü.

    görsel
    görsel

    bu değişikliğin olumlu ekonomik etkileriyle beraber gerçekleşen kaza oranlarında da ciddi düşüşler meydana geldi. belki biraz trafik sıkıştı, belki birkaç kaza oldu ancak hiç kimse bu değişiklik sebebiyle doğrudan hayatını kaybetmedi. ilk gün 32 hafif yaralanmalı 157 trafik kazası raporlandı. değişiklik sonrasında ilk çalışma gününde ise 125 trafik kazası raporlanmış olsa da bu sayı sıradan bir pazartesi için oldukça düşük bir rakamdı. ancak bu iyileşme 1969 senesinde insanların değişikliği özümsemesi ve dikkat seviyesinin azalması ile tekrar eski haline döndü. elde kalan ters kapılı otobüsler pakistan ve kenya gibi ülkelere ihraç edildi. yüksek maliyet sebebiyle raylı sistemler bu değişiklikten muaf tutuldu, her şey eskisi gibi olmaya devam etti.

    bu arada benzer bir değişiklik h-dagurinn olarak bilinen 26 mayıs 1968'de izlanda'da da gerçekleşti.

    kaynak:
    https://bilimdili.com/…yonunun-degistigi-gun-h-day/
    https://en.wikipedia.org/wiki/dagen_h
  • google adres çubuğuna matematik işlemi yazdığınızda enter demeden sonucu veriyor.
    tesadüfi öğrendim, ufkunuzu iki katına çıkarır mı bilmiyorum.
  • görsel

    uzanarak yemek yeme zulmü mö 7. yüzyılda antik yunanistan'da başladı. daha sonra romalılar tarafından benimsendi. romalı zenginler, hizmetçileri hizmet ederken yatarlardı. bu, elit kesimin sahip olduğu güç ve lüksün bir işaretiydi. erken cumhuriyet döneminde sadece erkekler bu şekilde yemek yiyordu, imparatorluk dönemine kadar kadınlara yasaktı.

    halk ise tıpkı bizim gibi ve daha rahat bir şekilde yemeklerini yiyorlardı.
  • amerikan içki yasağı(prohibition) hakkında:
    source: oversimplified yt

    --------- part 1 ------
    amerika dendiğinde aklınıza ilk ne gelir? özgürlük anıtı, rushmore dağı, güvercine bağıran şişko scooterlı deli teyze? peki ya size cavabın alkol olduğunu söylesem. ilk göçmenler amerikaya gelirken yanlarında bira getirdiler. george washington adamlarına günlük olarak birer bardak viski dağıtırdı. andrew jacksonun verdiği bir beyaz saray partisi ortalığı öyle dağıttı ki temizlik için beyaz sarayın tamamen boşaltılması gerekti. frederick douglass viskinin kendini başkan gibi hissettirdiğini söylerdi. amerikalılar kahvaltıda bile içki içerlerdi. doktorlar hastalarına reçete olarak ağır alkol özellikle de viski yazarlardı. 19. yüzyılda amerikalılar bugüne göre ortalama 3 kat daha fazla içki tüketirlerdi(yıllık 6-7 galon vs <2 galon). işyerinde içki içmek o kadar alışılmıştı ki sarhoş olmayanları ekibe uymadıkları için kovarlardı. işte, kilisede, halka açık idamlarda içmek oldukça normaldi.

    bunun normal olmadığını dile getiricek cesareti ilk toplayanlar kadınlar oldu. salonlara girmeyi bırak önünden geçmesi bile hoş karşılanmayan kadınlar; erkeklerin tüm gelirlerini alkole yatırmasına, alkolün aile hayatlarını ve işlerini yoketmesine karşı konuşmaya başladılar. salonları erkek olabildikleri güvenli bölgeleri, sorunlarından kaçtıkları ve kadınları/çocukları dinlemek zorunda olmadıkları kutsal mabetleri olarak gören erkeklerse bunu tabii ki hoş karşılamadılar. kadınların sesi her geçen gün daha da gür çıkmaya başladı derken bir gün aniden beklenmeyeni yaptılar. protesto etmek için sokaklara döküldüler.

    kadınların alkole karşı başlattığı haçlı seferleri ilk olarak ohio'dan başlayarak kısa sürede tüm eyaletlere yayıldı. sokaklarda pankartlı yürüyüşler yaptılar, şarkılar söylediler, sloganlar attılar ve en kötüsü de dua ettiler(komik ama erkeklerin en korktukları şey onlar salonda içki içerken dışarıdan gelen kadınların ürkütücü hayaletvari dua etme sesleriymiş). bir seferinde dizleri üstünde dua eden tehlikeli kadınları durdurmak için su sıksın diye itfaiye bile çağırılmıştır. bir başka seferinde ise bir bira evinin sahibi dua eden kadınları dağılsınlar diye top(cannon) kullanmakla tehtit etmiştir. ama kadınlar durmadı. 1874'de women's christian temperance union(hıristiyan kadınlar denge birliği)'ni kurdular. sarhoş kadınları dine davet ettiler, açık alanlara çeşmeler yaptırdılar, okullarda dağıtılması ve çocukların alkolden uzak durmaları için eğitici(!?) yazılar bastırdılar. kilise desteğiyle yazılan bu makalelerin bazılarında alkolün yanıcı olması ve insanın içeriden patlayarak havaya uçmasına neden olduğu bile iddaa edildi.

    kadınların bu ilk denemeleri ufak çapta başarılı olmaya başlamıştı. bazı dükkanlar alkol satışını durdurmuş, salonlar kapanmış, bazı erkekler alkolü bırakıp ailelerine bakmayı daha erdemli görmeye başlamıştı. erkekler bile moral olarak alkolün sosyal toplumda yerini sorgular olmuş ve daha çok kişi wctu lehine çalışmaya başlamıştı. bazı eyaletler hükumetten bağımsız olarak alkole karşı kendi yasalarını çıkartmaya başlamıştı. dikkate değer bir tanesi kansas: 1881'den beri alkolü temelli yasak ilan etmişti. yine de bir sürü yasadışı salon açık kalmaya devam etmişti. yetkililerin buna göz yummasına gıcık olan carrie nation isimli eli baltalı(bildiğimiz balta) deli bir teyze kanun benim diyerek harekete geçti. deli teyze kasaba kasaba dolaşıp hala açık olan yasadışı salonları bulup tek tek baltalamaya başlamış. içeri girer sarhoş kim varsa kafasını yarar, sonra da barı baltasıyla paramparça edip gidermiş. adını duyanlar salondan dışarı kendilerini zor atarmış. teyzemiz kansas'ta o dönem aranan en azılı suçlulardan birisi kabul edilir. kiowa, wichita, topeka'da barları haşat ederken bir iki kez tutuklanmış ama polis yaşlı teyzedir diyerek serbest bırakmıştır. wtcu yaptıkları karşısında şoke olmuş ve kendisini uyarmıştır ama teyzemiz kısaca ''bayanlar, yaptığımı yapmadan ne kadar keyif aldığımı bilemezsiniz'' demiştir.

    bu noktaya kadar başarıyla ilerleyen kadın haçlı seferleri maalesef yavaşlamaya başlamıştır. sebebi ise basitçe: kadınlar sokaklardayken evde ev işlerine veya çocuklara bakıcak kimsenin olmaması(erkeklerin kendilerine bile bakamaması). kadınların başlattığı bu görevi ise anti-saloon league adında yeni bir oluşum devraldı. wtcu'dan farklı olarak bu sefer sadece kadınlar yoktu hatta başlarında wayne wheeler adında politik olarak hükumete baskı yapabilecek pozisyonda olan güçlü bir adam vardı. kadın hakları, sağlık, işçi hakları gibi konuları tamamen es geçen bu grup tüm gücünü tamamen alkolle savaşmak için kullanmıştır. içki içenleri dini gruplara hedef göstererek linç edilmelerine sebep olmuş, işçilere alkolun kapitalist düzen tarafından gerçek sorunları görmelerine engel olmak için onlara dayatıldığını, patronlarına ise alkolün işçilerini tembelleştirdiğini, siyahilere alkolün onlara bakışı kötüleştirdiğini, alkolün suçu/cinayetleri/intiharı arttırdığını söylemiş. yani kısaca farkındalık adı altında korku ve kaos yaratmıştır. yine de bu durum çok önemli bir şeye sebep olmuştur. amerikan tarihinde ilk defa siyah, beyaz, kadın, erkek, işçi, patron tüm gruplar ortak bir düşmana, alkole karşı birlik olabilmiştir. wheeler bir siyasetçi olarak alkole yakın olan tüm rakiplerini kolaylıkla alt etme gücüne sahip olduğundan bunu kullanmış. sadece ohio'da 70 eyalet vekili artı popüler cumhuriyetçi valiyi kovdurtmayı ve kendi adamlarıyla değiştirmeyi başarmıştır. amarika'daki tüm siyasetçiler wheeler'dan korkar olmuş. özel hayatında içki içenler bile halka açık konuşmalarında alkolü kötülemek zorunda kalmış.

    1917'de birinci dünya savaşı ile işler bir anda değişti. amerika'nın almanya ile savaşta olması tüm alman ürünlerine bakışı değiştirdi. amerikada o dönem en büyük alkol üreticileri almandı(bira hype!). wheeler bunu bir fırsat olarak kullandı. alkol satın almanın direkt olarak almanlara yardım etmek olduğunu ve bunun vatana hainlik olduğuna halkı inandırdı. dönemin başkanı wilson buğdayın bira yerine ekmek için kullanılmasını sağlamak için geçici yasaklar getirdi. böylece alkole karşı nefret yeterince ilerlemiş, kalıcı bir yasanın çıkması için gerekli alt zemin hazırlıkları tamamlanmış oldu.

    ortada hala bir ciddi problem vardı. amerikan hükumetinin yıllık gelirinin neredeyse %40ı alkolden sağlanıyordu. ve hükumet bunu kaybetmeyi kabul edemezdi(özellikle savaş halindeki belirsizlikle). anti-saloon league alkolden gelen gelir yerine, hukümete amerikada daha önceden olmayan gelir vergisini getirmeyi teklif etti. bu sayede hükumet artık alkole bağımlı değildi. son problemin de ortadan kalkmasıyla 1913'de 18th amendment ile birlikte alkol yasağı direkt olarak yasaya girmiş oldu. 1917'de yasanın son hali 282'ye 128(senatoda 47ye 8) oy alarak kolaylıkla geçti. 1919'da da son hali yürürlüğe girmiş oldu. böylece özgürlüğe ve hürriyete çok önem veren amerikan halkı resmen gönüllü olarak özel hayatında alkol almamayı kabul etmiş oldu.

    yan etki olarak da amerikanın en büyük 5. endüstrisi olan alkol üretimi ciddi kayıplara uğradı, binlerce insan işlerinden oldu ve yüzlerce fabrika battı. aslında insanlar başlangıçta yasaya uyuyorlardı. alkol tüketimi ciddi miktarda düşmeye başlamıştı. wheeler'ın yazdığı yasaya göre 0.5%den yüksek alkollü içki satışı yasaktı. halbüki yasaya onay verenlerin çoğu sadece ağır alkolün yasaklanmasını ama biranın yasal kalmasını istiyordu. ayrıca yasada suistimale açık komik boşluklar bulunuyordu. bu sayede hala alkol kullanmak isteyenler binbir türlü yeni yöntem geliştirmeye başladılar. örneğin, alkolün üretimi ve satışı yasaktı ama içmenin yasak olduğu direkt olarak yazmıyordu(???). yani yasa çıkmadan önce satın aldığınızı ispat edebildiğiniz sürece alkol kullanabilirdiniz. bir çok bar, salon, restoran ve otel yasa çıkmadan hemen önce milyonlarca litre içki sipariş etti. bir başka örnek, doktorların ağır alkolü reçete olarak yazmalarına yasak gelmemişti. yani bir nevi doktorlar bir anda viski dağıtan barmenler olmuştu. bir başka örnek, kilise ve sinegoglardaki dini törenlerde dağıtılan alkollü içkiler serbest bırakılmıştı. tahmin edersiniz ki bir anda dindar sayısında ciddi artışlar olmuştur :) din adamlarının şişe şişe alkolü kilise adına sipariş edip dışarıda para için sattıkları raporlanmıştır. bu insanların çoğu yakalandıklarında bu parayı kilisenin ihtiyaçları için kullandıklarını söyleyerek serbest bırakılmıştır. son örnek olarak, amerikada o dönem en çok satılan ürünlerden bir tanesi suyu çekilmiş üzüm posasıdır. peynir ekmek gibi satılan bu vine-glo'ların alkol oranı yüzde sıfırdır ve satışı yasaldır ama üzerlerinde komik bir etiket yer alırdı: ''dikkat: ürünü suya temas ettirdikten sonra karanlık bir ortamda 20 günden fazla saklamayınız. bu süre sonunda ürün şarap haline gelebilir ve alkol oranı artabilir. bizden söylemesi ;)''.

    --------- part 2 ------
    yasayı ihlal edenlerin sayısı arttıkça insanların aklına bir soru gelmeye başladı. eğer herkes bir kanunu çiğniyorsa bu gerçekten bir kanun sayılır mı? hükumet uzun yıllardır muhafazakarlar tarafından yönetiliyordu. aynı muhafazakarlar hükumetin büyük paralar harcamasına da en karşı olanlardı. ironik bir şekilde polisin bu yasaya uyulmasını sağlaması için herkesi tutuklaması gerekiyordu ve bunun için gereken parayı da asla vermeyecekleri bir yasa yürürlüğe sokmuşlardı. sırf bu iş için alkol yasağı bürosunu kurdular. tüm ülkede yasaya uyulmasını sağlamak için 1500 ajan işe aldılar. o zamanın nüfusuyla her ajanın 70666 vatandaşın içki içmesine engel olması gerekiyordu ki bu gerçek dışıydı.

    insanların yasayı delmek için buldukları yasal açıklarsa sadece bir başlangıçtı. amerika alkol yüzünden devasa bir suç kaosuna sürüklenmek üzereydi. bir şeyin yasaklanmasının ona olan ilgiyi arttırdığını artık bilmeyen kimse yoktur. el altından alkole ulaşan insanlar kendilerini iyi anlamda kanun kaçağı gibi hissediyorlardı. çoğu vatandaşın hatta yasaya onay veren siyasetçilerin bile evlerine yasadışı damıtma cihazları(illegal moonshine still) girmeye başlamıştı. evinde damıtla cihazının bulunmasından çekinenlerin banyodaki küvetlerini bile alkol fermente etmek için kullandıkları söylenir. hükumet buna engel olmak için moonshine yapımında kullanılan bazı kimyasallara zehir karıştırdı ve bu yüzden çoğu kişi ciddi şekilde hastalandı ve ya hayatını kaybetti.

    ama alkol sadece evde yapılmıyordu. ülkenin kıta sahanlığının hemen açıkları rom gemileri ile dolup taşıyordu. denizin ortasındaki bu süpermarkete rum row(rom sırası) denilirdi ki ismini sıraya dizilmiş ciddi sayılardaki kaçak rom gemilerinden alır. yerli kaçakçılar gemileriyle bu bölgeye gider içkileri satın alır sonra da ülkeye getirip her yerde satarlardı. başkan harding bile kongrede ithal rom(yasadışı) dağıtırmış ki bu başkanın bile yasayı sallamadığını gösterir. bu işi yapan bazı kaçakçılar inanılmaz zengin olmaya başladı. örneğin, roy olmstead eski bir polis memuru kanada'dan seatle'a içki sokarak resmen bilyoner oldu. yasadışı alkol işi tamamen yolsuzluğun yaygın olması sayesinde başarılı olabiliyordu. içki kaçakçıları o kadar zengin olmuşlardı ki polise , askere, valiye, şerife hayatları boyunca göremeyecekleri kadar yüksek paraları rüşvet olarak vermek onlar için hiç problem değildi. polisler genellikle aile olarak içki içen ailelerden ya da mahallelerden geliyorlardı, ve kendi ailelerinden akrabalarını ya da aile dostlarını evinde içki yapıyor diye tutuklamak istemiyorlardı. sırf yasanın ciddi olduğunu kanıtlamak için bazı hakimler küçük davalarda bile müebbet hapis gibi ağır cezalar veriyorlardı ki bu yasanın daha da popülerlik kaybetmesine sebep oluyordu. aynı zamanda içki kaçakçılarının medyaya yedirdiği rüşvetlerle kendilerinin zengin hayatları ve kaçak içki işi ile ilgili özendirici haberler yapılıyordu. burda kaçakçılık için güzel bir örnek verelim, george remus eski bir avukat olarak kısa zamanda çok zengin bir kaçakçı oldu. avukatken kaçakçıların adalet sistemini rüşvetle nasıl elinde tuttuğunu çok iyi gözlemlemiş, adalet sistemini de avcunun için gibi bildiğinden bu işi ben de yapabilirim diyerek harekete geçmiş. normal kaçakçılardan farklı olarak bu adamın zehir gibi kafası vardı. ülkede yasa çıkmadan önce alınmış inanılmaz meblağlarda içki vardı ve sadece ama sadece devlet onayıyla ilaç firmalarına ilaç üretimi için satışı serbestti. remus kendi paravan ilaç şirketini kurdu ve resmi yazıları alarak içkiyi ilaç yapmak amacıyla satın aldı. sonra yine kendine ait taşıma şirketi ile taşımasını yaparken yine kendi ayarladığı adamlara kamyonları durdurtup kendine ait içkiyi yakalatıp çalınmış gösterdi. sonra da bu içkiyi yasadışı markette(sokaklarda, karaborsada) diğerlerinin yaptığı gibi sattı. normal kaçakçılardan farkı, yasal olarak ilaç yapıyoruz adı altında alkolü satın alabilen yani fatura kesebilen tek kaçakçıydı. bu da mal temin ederken hiç sıkıntı yaşamaması demek oluyordu. 3000'den fazla defa tekrarladığı bu yöntem maalesef rüşvet kabul etmeyen bir ajanın kendisini 2 yıl hapse atması ve kazandığı tüm parayı, hatta eşini elinden alıp kaçmasıyla son buldu(geleceğe kısa özet: dışarı çıkınca karısını bulup öldürdü, mahkemede delirdim dedi karısının aldatması hafifletici sebep kabul edildi ve jüri serbest bıraktı. muhteşem amerikan adalet sistemi)

    alkol yasağına geri dönelim. amerikadaki tüm şehirler gizli salonlar ve barlarla dolup taşıyordu. gizli denir çünkü girmek için kapıda parola sorulan, kapının 3 kere çalınması gereken, zili 2 uzun 1 kısa çalmadan girilemeyen yerlerdendi. o kadar gizliydi ki herkes nerde olduklarını bilirdi :) speakeasies dedikleri bu gizli(!) yerler 1920lerin en popüler mekanlarıydı. polislerin rüşvet yemeye devam ettiği bu dönemde bu mekanları kapatmak imkansızdı. gazetelerde reklamları bile basılırdı. bu mekanlardan o kadar fazla vardı ki insanlar zile basanlardan rahatsız oldukları için kapılarına ''burası gerçekten bar değil'' diye yazı asarlardı. izzy einstein isimli bir kanun adamı sırf merak ettiğinden eyalet eyalet dolaşıp kendisine birinin ne kadar kısa sürede içki teklif ettiğinin kayıtlarını tutmuş. new orleans'e vardığında ilk bindiği taksinin şöförü 30 saniye içinde ''bira içer misin'' diyip şişeyi kendisine uzatıvermiş. durum o kadar gülünçtü ki bizzat kongre üyesinin kameralar karşısında elinde bira şişeleriyle soruları yanıtlarken durup geçen polise beni ''tutuklar mısın'' denesine polis ''yok işim gücüm var'' diye karşılık vermiştir.

    daha önce de dediğim gibi bir şey yasak olduğunda ilgi çeker. yasağın bir diğer kötü tarafıysa yasal olarak kuralları belirleyemiyor olmak yani kontrolü kaybetmek demektir. örneğin; yasal içki içme yaşı, barların açılıp kapanma saatleri, kadınların içki içememesi(o zamanlar yasaktı), kadın erkeğin birlikte halka açık ortamda flört edememesi, vs gibi konular artık hükümet gözetiminde değildi. speakeasies'lerde farklı etnik kökenden insanlar bir arada içki içip eğleniyordu, kadınlar erkekler beraber takılabiliyordu. durumdan rahatsız olan wheeler daha çok insanı yakalatmış ve adalet sistemini çok yüksek sayılardaki içki davalarına boğarak tamamen kilitlenmesine sebep olmuştur. hakimlerse bu küçük içki davalarını okumadan serbest bırakarak cinayet gibi daha önemli davalara zaman ayırmak istiyorlardı.
    cinayet demişken, kaçakçılık yüzünden mafyanın palazlanmaya başlamasıyla ciddi suçlar da artmaya başlamıştı. silahlı çeteler şehirlerin göbeğinde bölgelenmeye sokaklarda birbirleriyle çatışmaya başlamıştı(okumak isteyenler için detroit purple gang, new england charles king solomon) rakiplerine ait içkileri çalmaya, rakiplerinin mekanları taratmaya, kısaca şehirlerindeki kaçak içki ticaretini ele geçirmeye çalışıyorlardı. (the godfather müziği çalmaya başlar) chicago'da bir gün güney italyan aile lideri sokakta yürürken portakalları koklarken silahlı saldırıya uğradı ve canını zor kurtararak new york'a kaçtı. yerineyse sağ kolu al capone geldi. gençken yüzüne aldığı bıçak darbesi yüzünden yaralıyüz(scarface) de dedikleri capone, snorky denmesini tercih ederdi. onu diğerlerinden farklı kılansa; çoğu çete lideri suç işledikleri, insan öldürdükleri için kendini ortaya atmaz, kameralardan uzak durur yani low profile takılırdı. capone ise farklıydı. yaptıklarını medyaya anlatır, gazetelere çıkar, halka onlara yardım etmek için diğerlerini öldürdüğünü bile söylerdi. aynı günün sabahında ölüm listesi verip rakiplerini yok eder, öğleden sonra ise hipodromda hayranlarına imza dağıtırdı. bir gün baseball sopasıyla adam öldürür, ertesi gün mahallenin okulunda noel baba kıyafetiyle çocukları eğlendirirdi. halk ona bayılıyordu, insanlar onun çete yaşamına hayranlıkla bakıyordu. başkan hoover durumdan rahatsız oldu ve capone'un yakalanması için harekete geçilmesini emretti. ancak italyan mafyasının meşhur capo rejimi sayesinde, işlediği hiç bir suç ona problem çıkartmazdı. her zaman ara adamlar vardı.

    hoover'ın başı aynı zamanda pauline sabin isimli zengin ve hükümete baskı gücü olan bir kadınla beladaydı. bu kadın cumhuriyetçilere propoganda için para sağlamada yardım etmişti ve hoover'ın başkan olmasında büyük desteği vardı. kendisi yasağa onay vermiş olsa da suç makinelerinin şehirleri savaş alanına çevirmesinden epey rahatsızdı. içki yasağının bu sefer kaldırılması için yeni bir kadın oluşumu başlattı. women's organization for national prohibition reform. yasanın reforme edilmesini istiyorlardı. 2 yıl içerisinde 1.5milyon kişinin desteğini aldı. wtcu'nun tüm kadınları temsil ettiğini söylemesinden nefret ediyordu ve artık onlardan 5 kat daha fazla üyesi de vardı. başkan hoover'a onun seçilmesi için gereken parayı kendisinin biriktirdiğini ve şimdi söz dinleyip yasayı kaldırmasını söyledi(çok ciddi bir şekilde) tam bu sırada tüm ülkeyi sarsan bir şey oldu, 14 şubat 1929'da al capone adamlarına chigago'da bir başka çetenin üyelerini polis kıyafetleriyle kamofile olarak tarattı. sevgililer günü katliamı olarak kayda geçen bu olan insanları çıldırttı. amerikan mafyası çizmeyi aşmıştı. insanlar içki yasağının ülkeyi daha da kötüye götürdüğünü görmeye başlamıştı. başkan hoover'a olan baskı giderek artıyordu. hoover al capone'u vergi kaçırmaktan tutuklattı(konuyla alakası olmadığı için uzun yazmıyorum ama komik bir olay. adam suç makinası ama vergi vermemekten tutuklanıyor) capone jürinin ailelerini rehin alıp tehtit etmiş ancak son anda mahkemenin jüriyi değiştirmesiyle tutuklanmış. 11 yıl ile vergi kaçırmaya amerikan tarihinde verilen en ağır hapis cezasını alan capone artık ortalıkla olmasa bile sokaklar hala kan gölüydü. bu da yasağın kalkması ya da biranın yasal olması şeklinde reforme edilmesi için olan protestoları daha da arttırdı.

    yasağın kalkmasını sağlayan son darbe ise 1929'un ağustos ayında geldi. 3 farklı cumhuriyetçi amerikan başkanının yakın takibinde 10 yıldır ciddi yükselişte olan amerikan borsası bir anda çöküşe geçti(büyük buhran 1929-1933). her 5 işçiden 1'i, yaklaşık 15 milyon insan işinden oldu. ülkedeki bankaların yarısı battı. evini, birikimlerini kaybedenlerin yaşamaları için geçici evsiz kampları kuruldu. bir anda çok çok az insan içki yasağını düşünebilecek haldeydi. içki içemiyor olmak öncelikler listesinde ilk onda bile değildi. hükümet ise içki yasağı ile ilgili yeni fikirler geliştirmişti. bira gibi bazı içkilerin serbest bırakılması yeni üretim tesislerinin açılmasını sağlayarak iş olanağı oluşturabilirdi. biranın satışından gelen vergi de hükümetin krizden çıkmasına yardım edebilirdi. ama başkan hoover yasayı hala destekliyordu ve kriz ortamında bile yasanın kalkmasını istemiyordu. seçimlerde demokratların adayı franklin d. roosevelt, hoover'ın bu tavrını kendi lehine kullandı. daha önceden cumhuriyetçilere para toplayan pauline sabin ve yakın takipçisi yeni oluşumun 1.5 milyon üyesi roosevelt için çalışmayı kabul ettiler. seçimleri ezici üstünlükle kazandılar. daha ofisi bile devralmadan 21st amendment için içki yasağının düzenlenmiş halini sundular. roosevelt'in ilk işi yeni yasa hala onay sürecindeyken 1933'de bira izin kanunu(beer permit act) oldu. 1933 itibariyle de içki yasağı kaldırıldı. barlar ve tavernalar dolup taştı, wheeler öldü(1927'de böbrek yetmezliğinden. olayla alakası yok yani) kutlamalar muhteşemdi. yasak sırasında amerikan kültüründeki değişiklikler ise hala devam ediyordu. salonlarda olmasa da bar ve tavernalarda kadınlar erkeklerle birlikte içki içebiliyorlardı. suç çeteleri ise içki işinden çekilip uyuşturucuya geçiş yapmışlardı. bazı eyaletler yasağı tamamen kaldırmadı, oklahoma mesela içki yasağını 25 sene sonra 1959'da kaldırdı. bugün bile tamamen olmasa da yasağın bazı maddelerini hala yürürlükte tutan eyaletler var.
    ----------------- part 2 end -----------

    eksik, yanlış yerleri iletirseniz düzeltirim. konuya kesinlikle hakim değilim, ben de okurken öğrendim çoğu şeyi ve ilgimi çektiği için paylaşmak istedim.
  • roma imparatorluğu'nun sadece 5 senesinde imparator olan ve tüm dünya'yı yeniden düzenleyen yüce aurelian'ın hayatı kesinlikle öğrenilmeye değer bir konudur. aşağıdaki yazılarda kronolojik olarak roma'nın nasıl bir kahramana ihtiyaç duyduğunu okuyabilir, hatırlayabilirsiniz.

    roma imparatorluğu'nun 4 milyar pound'a satılması: (bkz: #112508110)
    zalim caracella'nın kardeşini katledip iskenderiye'de katliam yapması: (bkz: #112642029)
    tarihin en kanlı iktidar çekişmei- altı imparatorun yılı (bkz: #112956402)
    sassaniler'e yakalanarak esir düşen tek roma imparatoru valerianus'un hikayesi (bkz: #114185513)

    roma'nın tüm tarihin akışını etkileyen üçüncü yüzyıl krizini bitirmek için adımını atan imparatorun adı aurelianus'tur. üçe bölünenroma imparatorluğu'nu sadece 5 sene içerisinde yeniden tek vücut haline getirmiş ve ülke bütünlüğünü sağlamıştır. ama bunu nasıl başardı?

    aurelianus'un babası sirmium'lu bir köylüdür. askerliğe olan tutkusundan dolayı oğlunu orduya yazdırdı. oğlu kısa sürede başarılı oldu ve yüzbaşılık, müfettişlik, generallik görevlerinden sonra sınır dukalığına atandı. got savaşları boyunca süvarilerin lideri oldu, sayısız başarıya imza attı. yiğit ve korkusuzdu. sert bir disiplin anlayışı vardı. herşeyden önce kendisini romalı bir vatansever olarak tanımlıyordu. esir düşen valerianus, ona kızını verdi ve tahtını bıraktı. imparatorluğu sadece 4 yıl 9 ay sürdü ancak roma'nın çöküşünü yüzyıl daha ileriye attı.

    ilk olarak kuzeydeki tehdit olan alamanni'lerle savaştı. çünkü bu barbar ırk direkt olarak roma'nın üzerine yürüme cürreti gösteriyor ve barbar kabilelerine öncülük ediyordu. italya'yı işgal etmişlerdi ve roma'nın yanı başı işgal altındaydı. bu yüzden bu işgale bir son verilmesi gerekiyordu. bu planı için öncelikle orduyu disipline etmesi gerekiyordu. tüm orduya şölen, oyun gibi dikkat dağıtıcı unsurları yasakladı. ordunun haksız kazançlarını engelledi. halka zulmlerine karşı çok korkunç ceza biçimleri vardı. bir askere disiplinsizliği yüzünden verdiği ceza orduda ibret-i alem olarak kulaktan kulağa yayıldı. askerin kollarını ve bacaklarını birbirine eğilmiş iki ağaca bağlattı ve ağaçları serbest bırakınca askerin kolları ve bacakları koptu. bu ve bunun gibi cezalar orduyu çok kısa sürede disipline etti. disiplinli ordusuyla önce doçya'ya saldırdı ve cermen'lerle anlaşma sağladı. anlaşmaya göre cermenlerin tüm erkek çocukları ve kız çocukları roma kültürüne göre yetişecekti. tarlaları romalılar adına sürülecekti ancak doçya hala bir barbar toprağı olacaktı. bu çok akıllıca anlaşma sonrasında roma'ya geri dönüş yolunda farklı bir cermen kabilesinin saldırına uğradı. ancak aurelian akıllıydı ve işini şansa bırakmamıştı. üzerine gelen kırk bin atlıyı, ordusunun yarısını saklayarak tuzağa çekti ve onları alt etmeyi bildi. cermenlerin elçileri imparatorun ayaklarına kapandı fakat bir o kadar da küstah biçimde para istediler. imparator canlarının bağışlanmasını kafi gördü ama bir yandan da kaybetmiş bir topluluğun bu kibrinden tiksindi. uzun süre geçmeden cermenler anlaşmayı bozdular ve büyük bir orduyla, imparatorluğun ordusuna pusu kurdular. ölen romalı asker sayısı o kadar çoktu k;i italya'da asker hemen hemen kalmamıştı. ayrıca roma halkı korkudan titriyordu. ancak aurelian gerçek bir lider gibi ordusunu topladı, emekli askerlerden ve komşu bölge birliklerinden yeni bir ordu kurdu. cermenlerin üzerine bir daha yürüdü, cermenleri milano'ya doğru sürekledi. falan milano'yu talan eden cermenlerin davranışını üzüntüyle öğrendi. bunun için son bir defa daha cermenlerin üzerine yürüdü ve kabilelerin tüm ordusunu oracıkta imha etti. yüz bine yakın cermeni kılıçtan geçirdi ki bu o denli büyük bir sayıydı ki cermenler onlarca yıl savaşacak erkek bulamadı.

    roma şehrinin imparatorluğun kalbi olduğunu gören aurelian, eğer şehir işgal edilirse imparatorluğun çökeceği gerçeğini gördü ve finansal merkez olarak roma'nın tüm gücünü altı farklı italya şehrine dağıttı. buna izin vermek istemeyen senatörler ve bu paradan beslenen, yolsuzluk yapan içi çürümüş bürokratlarla roma'da yüzleşti. isyan çıktı. üç haftalık sürenin sonunda onlarca senatör katledildi, bir o kadar bürokrat da ya sürgüne gönderildi ya da ibret-i alem olarak roma'da yok edildi. roma'nın en büyük sorunu olan yolsuzluğu bitirerek, roma'nın para değerini yükseltti. evet, yolsuzları kılıçtan geçirdi ve cezaları çok sertti. yine 271 yılının sonuna doğru roma'nın 7 tepesine 23 mil uzunluğunda estetik bir duvar ördü. bu duvarları bugün hala görebilirsiniz. bu duvarlara aurelian duvarları adı verildi. ancak bu duvarlar, roma imparatorluğunun bir çöküş belirtisiydi. bir zamanlar sınırlarını istediği şekilde belirleyen imparatorluk üçüncü yüzyılın sonuna doğru başkentini korumak amacıyla bir baskına karşın duvar örüyordu...

    aurelian, barbar tehlikesini bitirdiğinde ve yolsuzluğa karşı zafer kazandığında 272 yılıydı. aynı yıl içerisinde ordusunu yeniden topladı. ülkesindeki tüm tecrübeli askerleri, bilgin generalleri topladı ve gotlarla savaşan kahramanlara rütbeler vererek üçüncü yüzyılın en büyük ordusunu kurdu. bu sefer ikinci büyük sınavı olarak doğu'da ankara'ya kadar şehrini büyütmüş olan isyancı palmyra şehrini yeniden zaptedecekti; çünkü imparatorluk doğunun vergisine ve zenginliklerine muhtaçtı. palmyra şehrinin kraliçesi zenobia adında baş alıcı güzelliğe sahip bir kadındı. zenobia halkına iyi davranıyordu ancak sertti de; bunun yanı sıra şehirlerini de iyi koruyor ve iyi besliyordu. iskenderiye'de büyük bir tahıl stoğuna sahipti, komşusu sassaniler'den yardım alıyordu. elindeki bu güçlerle roma'yı kıtlıkla tehdit ediyordu. aurelian, roma'dan topladığı ordusuyla ankara'ya ulaştı. ankara'dan itibaren palmyra'nın büyük şehirlerini teker teker ele geçirdi. en sonunda sıra palmyra'ya geldiğinde şehri dikkatlice kuşattı. "bir kadınla savaşmaktan tiksinti duyan" aurelian yine de zenobia'yı hafife alma gafletine düşmedi ve en sonunda kuşattığı şehri halkla barışarak ele geçirdi ve şehri bozmadan yağmalattırdı çünkü aurelian, palmyra halkının da romalı olduğunu düşünüyordu. zenobia'yı esir aldı ve roma'ya döndü. fakat palmyra halkı uslu durmadı ve isyan baş gösterdi. aurelian tüm ordusunu hışımla roma'dan aldı ve uçarcasına palmyra'ya tüm öfkesiyle saldırdı. taş üstünde taş bırakmadı ve tüm halkı kılıçtan geçirdi. işte doğu'nun suriyesi o zenginlikten bugünkü kuraklığa bu şekilde geldi.

    doğu sorununu çözen aurelianus, 14 yıldır bağımsız takılan galyalıları ve britanya'yı yeniden topraklarına katmak için isyancı general tetricusa aynı gücüyle saldırdı. fransa sınırından itibaren istediği her şehri ele geçiren aurelian sadece 3 ay içerisinde tüm galya'ya ve ingiltere'ye yeniden hakim oldu ve roma topraklarına kattı. aurelianus yeniden roma imparatorluğunun toprak bütünlüğünü sağladı. kendisine dünyayı yeniden düzenleyen adam ünvanı verildi.

    aurelianus kazandığı bu büyük üç zaferle roma'nın en görkemli imparatorlarından birisi haline geldi. iskenderiye'ye bağlı kalan roma tarımında reformlar yaptı, finans merkezi olarak altı farklı şehir belirledi, yolsuzluğun kökünü kazırken aynı zamanda orduyu disipline etti. tüm bunları yaparken üç büyük savaş kazandı ve iki büyük rakibini ezerek ünlerine son verdi.

    4 senenin sonunda yaptıığı zafer töreni görülmeye değerdi. antın en önünde palmyra şehrinden getirdiği altınlar, gümüşler, mücevherler vardı ve parıldıyordu. hemen bunları sassanlerin armağan ettiği değerli taşlarla sarılı bir savaş arabası takip ediyordu. savaş arabasının arkasındaysa tüm güzelliğiyle bir deveye zincirlenmiş zenobia vardı. zenobia'yı vahşi hayvanlar takip ediyordu; aslanlar, aygırlar, filler, kaplanlar, zürafalar... tüm bu vahşi hayvalarıysa parıl parıl bir zırh giydirilmiş ancak bir ata zincirlenmiş tetricus takip ediyordu. tetricus'un arkasındaysa galya şehirlerinden getirilen değerli altınlar, mücevherler ve değerli madenler vardı. tören dillere destandı, hükümdarın sayısız ünvanı vardı. düşmanlarına hakaretler ettirdi ama asla kötü davranmadı. hem tetricus hem de zenobia iyi bir hayat sürdüler, bazı akşamlar imparatorun masasına ziyaretçi oldular. çocukları soylularla evlendi ve roma'ya şükran duymaları sağlandı.

    hükümdar bir halk adamıydı. her şeyden önce askerdi ve mor erguvanın altındaki kalbi halkı için atıyordu. bu yüzden parayı halkına vermeye çalıştı; cumhuriyet soyundan gelen soyluları öldürdü, lejyonerlere ve pretoryanlara sert cezalar verdi. devleti ordu yönetir gibi yönetmesi asla büyük bir koalisyon sağlamadı. fetih hakkından gelen tüm ününü sistemi değiştirmek ve reformlarını daha da köklü hale getirmek için kullandı ve haliyle düşmanlar kazandı. verdiği cezalar ve kırdığı kalemler tüm generalleri üstünde tutuyordu.

    aurelinus'un hükümdarlığı çok ilginç bir biçimde bitti. büyük bir talihsizlik ve kadersizlik içinde yaşamına son verildi. bu yüce hükümdar tarihin karanlık sayfalarına haketmediği bir sonla kaydedildi. 275 yılında tüm ordusunu toplayarak costantinapole'e doğru yola çıktı. utkusunun ne olduğu bilinmemektedir ancak tarihçilerin birleştiği nokta bir önceki imparator valerianus'un öcünü almak için sassaniler'in üzerine yürümek olduğu yönündedir. aurelianus ordusuyla birlikte çorlu'da duraksadı. bu esnada yardımcılarından birisinin yolsuzlukla adının anıldığını, başka bir yardımcısına anlattı ve cezalandırılıcağını söyledi. (belki de yardımcının, yardımcıya attığı bir yalandı, bunu asla bilemeyeceğiz.) korkuya kapılan ve yolsuzluğunu düşünen bu yardımcı, imparatorun el yazısını taklit etti ve bir liste hazırladı. listede o esnada kampta bulunan önemli generaller ve bürokratlar vardı. onlara bu listenin "imparator tarafından hazırlanmış öldürülecekler listesi" olduğunu söyledi. listede adı bulunanlar telaşlandı ve işin doğruluğunu asla sorgulamadılar. aynı gece bu yüce imapratoru katlettiler. aurelianus tahta çıktıktan 4 yıl 9 ay sonra, 71 yaşında lejyonerler tarafından öldürüldü.

    fakat yardımcısının yalanı kısa sürede ortaya çıktı. yardımcısının komplosunun piyonu olanlar bu adamı çırılçıplak ortamda bir ağaca astılar ve dirir diri vahşi hayvanlara yem ettiler.

    aurelianus'u öldüren bu askerler içli bir mektup yazdılar ve tören alayının önünde bu yanlış anlaşılmadan dolayı üzgün olduklarını belirten katiller göz yaşı döktüler. senatodan af dilediler ve bir sonraki imparatorluk erguvanını giyecek olanın bir senatör olması gerektiğini söylediler. senato bunu kabul etmedi. askerler yalvardı. senato yine kabul etmedi ve roma 8 ay başsız kaldı; roma fetret devrine girmişti. kimse mor erguvanı giymek istemiyordu. senato "kimi seçersek seçelim zaten öldürülecek" diyor, askerlerse biz bunu haketmiyoruz diyerek alçakgönülülük gösteriyordu.

    çok ilginç değil mi? roma imparatoru olmak ve dünya'yı yönetebilmek için bir aday çıkmıyor, imapratorluk tahtının laneti yurdun üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanıyordu. aurelianus gibi bir hükümdar bile resmen bok yoluna gitmiş, bu kudretli reformcunun sonu hiç hakmediği biçimde sevdiği bir generalin elinden gelmişti.

    üçüncü yüzyılın sonu çeyreğine girilirken imparatorluk çökmeye ara vermişti ancak başında kimse yoktu. kimse mor erguvanı giymek istemiyordu çünkü roma imparatorluğu yavaş yavaş ölüyordu.
  • öğrendiğinizde ufkunuz iki katına çıkmaz belki ama özellikle küçük çocuklu ebeveynler için faydalı olabilir...
    düğme pil olarak bildiğimiz( kol saati pilleri) tükürük salgısı ile bir araya geldiğinde insan dokusuna zararlı asit salgılar. bu nedenle bir çocuğun boğazına kaçtığında iki saat içerisinde yemek borusunu yakarak ameliyat olmasına sebebiyet verip, aylarca tüple beslenmek ya da yaşam destek ünitesine bağlı kalmak zorunda bırakabilir. o yüzden böyle bir durumla karşılaşılması halinde hiç vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurmak hayati önem taşıyabilir.

    bu tip piller yukarıda zararlı etkilerinden dolayı; çocuklar açısından sağlık problemi oluşturmasını önlemek adına çocukların sadece makas kullanarak açabilecekleri çift katlı koruma ambalajları ile piyasaya sürülür.
  • sinan engin’in instagram adresi
  • bazen acı istatistiklerdir.

    aralık ayında, her gün ortalama 2.379 amerikalı covıd-19 nedeniyle ölmüş. pearl harbor'da 2.403 kişi ve 11 eylül saldırılarında ise 2.977 kişi ölmüş.
hesabın var mı? giriş yap