• "hepimiz camur icindeyiz ama bazilarimiz yildizlara bakar" ve "insanlarin yuzde doksani yasamazlar, sadece vardirlar" diyerek olayi ozetlemis yuce kisilik.
  • "ben dehamı hayatıma, yeteneğimi yapıtlarıma koydum"

    oscar wilde'ın, kendisi gibi eşcinsel olan arkadaşı andre gide'e söylediği bu söz, adeta onu özetler niteliktedir. gerçekten de böyle yapıtlarından ziyade yaşamı üstüne konuşulan pek az yazar vardır. eşsiz zekası, alaycı mizahı, lady gaga tarzı dikkat çekici kıyafetleri, eşcinselliğini bu derece öne çıkaran belki de ilk modern kişilik olması ve elbette edebi yeteneği oscar wilde'ı döneminden günümüze değin süregelen en popüler kişilerinden biri yapmıştır. üstelik tüm bunları ingiliz toplumunun en katı ahlak kurallarıyla sarıldığı viktorya döneminde gerçekleştirmiştir. onunkisi bu tutuculuğa bir başkaldırı niteliği taşımış ve sonrasında modern edebiyat ve sanat anlayışının önünü açanlardan biri olarak kabul edilmiştir.

    ama oscar wilde'ın dehası tesadüfi değildi. hiç kuşkusuz, bu olağanüstü zekada ve sıradışılıkta genetik pay vardı. babası "sir" ünvanı alacak derecede tanınmış bir cerrahtı. o kadar önemli bir cerrahtı ki günümüzde bile kullanılan bir cerrahi yöntemi ilk kez uygulayan ve adını veren biriydi: wilde kesiği. yıllar sonra oğlu oscar wilde, tam da bu cerrahi yöntemle ameliyat edilecekti. annesi ise renkli kişiliğiyle çevresinde ün salmış biriydi. hatta annesi, yaşamının en değerli yanının günah işlemek olduğunu, insanların ancak günah işlemek uğruna yaşamaları gerektiğini söyleyecek kadar renkli bir kişilikti... tam wildesque bir söz. oscar, küçük bir çocukken bile annesi tarafından sürekli kadın kıyafetleri giydirilmiş ve bundan hiç de rahatsız olmamıştı. zira bu çocukluk provalarının, ileriki yıllarda kıyafetleri ve takılarıyla bütün salonlarda konuşulan ve hatta kadın dergisinde editör olacak derecede modadan anlayan biri olmasında payı olduğu yadsınamaz.

    wilde döneminin saygın okullarından trinity kolejde okudu. diğer öğrencilerden o kadar farklı bir yapıdaydı ki, döneminde herkes spor yaparken o tavuskuşu tüyü koleksiyonu yapıyordu. klasik yunanca ve latince dışında klasik edebiyatı çok seviyordu. bu derslerde hocalarının favori öğrencisi olmasına rağmen pek de çalışkan olduğu söylenemezdi. çünkü tembelliği o kadar çok seviyordu ki, bir kadın dergisinde editörlük yaptığı iki yıl hariç, hayatı boyunca hiç çalışmadı. hatta bu tembelliğini şöyle ifade etmişti: "bütün sabah bir şiirimi düzeltmek için uğraştım. sonunda bir virgülü şiirden atmayı başardım". bu tembelliğine rağmen zekası sayesinde girdiği sınavları kazanarak oxford gibi en köklü üniversiteye yerleşti. artık bu sıradışı irlandalı için ingiltere'yi fethetme vakti gelmişti. nitekim sadece birkaç yıl sonra, hiçbir edebi eser üretmemesine karşın ingiltere'nin en popüler figürlerinden biri oluverecekti.

    böylece 1874 yılında, wilde henüz 20 yaşındayken oxford kentine üniversite okumaya gelir. ilk başlarda etrafta patavatsızlığı ve gösterişe düşkünlüğüyle dikkat çekti. üstelik irlanda aksanından henüz kurtulamamıştı. sonunda kendisine iki seçenek sundu. ya edebi yanıyla ünlü olacaktı ya da bir şekilde ünlü olacaktı. yani ille de ünlü olacaktı, bunu kafasına koymuştu. hatta onun kendi sözleri bunu daha iyi özetliyor: "i will be famous, and if not famous, i will be notorious" . bu hedef doğrultusunda önce aksanını düzeltti. sonraki yıllarda william butler yeats gibi en saygın eleştirmenlerin şaşkın bakışları arasında ingiliz dilinin en kusursuz hatiplerinden ve yazarlarından oldu. aksan işini hallettikten sonra göğsü bol dekolteli, karnı açık, gösterişli takılar ve dikkat çekici kıyafetler giymeye başladı. amacı farklı olmaktı. bu nedenle giyimine özel önem veriyordu. hatta üniversite yıllarında bir arkadaşına şöyle demişti: "eğer ıssız bir adada tek başıma yaşasaydım, yine de yemek vakti özel olarak giyinirdim". ancak wilde modadan nefret ederdi. modaya uymazdı, kendi çizimlerini terziye diktirir ve onları giyerdi. hatta bence moda hakkında söylenecek en güzel cümleyi dile getirmiştir: "moda, öyle tahammül edilemez bir çirkinliktir ki, bu çirkinlik biçimini her altı ayda bir değiştirmek zorunda kalıyoruz".

    oxford yılları boyunca kültürünü ve görgüsünü geliştirmesi meyvelerini verdi ve davetlere sık sık çağırılır oldu. işte çocukluktan beri süregelen ünlü olma hayali bu davetler vesilesiyle gerçekleşti. henüz basılı tek bir kitabı bile olmamasına rağmen davetlerdeki nükteli, alaycı ve keskin mizahı ve elbette abartılı kıyafetleri sayesinde birdenbire ünlendi. insanlar, karşısındaki kim olursa olsun laf sokmadan duramayan, kıyafet ve takılarına özel önem veren kişinin sohbetine bayılıyorlardı. ayrıca sanat, güzellik ve edebiyat üstüne sözleriyle de döneminin ilk estetlerinden biri oluvermişti. diğer bir deyişle wilde, estetik akımı başlattı. o kadar ünlendi ki henüz 27 yaşındayken ünü, dünyanın öte yakasına, yeni dünya amerika'ya kadar varmıştı. nitekim "güzellik" kavramı üstüne konferanslar vermek üzere davet edildi. hem de en ücra eyaletlere kadar...ünlü olmayı kafasına takan oscar wilde için bundan daha iyi bir şans olamazdı. dolayısıyla bu teklifi hemen kabul etti ve amerika'ya 27 yaşında ayak bastı. amerika halkı derin merak içerisindeydi. taa avrupa'dan gelen bu uzun saçlı, abartılı kıyafetleri ve kadınsı tavırlarıyla dikkat çeken irlandalı estet acaba neler diyecekti? nasıl giyinecekti? meraklarını herkesten önce gidermek isteyenler newyork limanına onu karşılamaya koştu. tabii gazeteci ordusu da peşlerinde... wilde şaşkındı. insanlar etrafını sarmış ondan özlü söz bekliyordu. bir gazeteci bu şaşkınlığı delen bir soru sordu:

    - atlantik okyanusu hakkında ne düşünüyorsunuz?

    wilde bir kez daha şaşırdı. bu tip sorulara alışkın değildi. en azından avrupa'da böyle sorular sorulmazdı. sonrasında aklına ilk gelen şeyi söyledi:

    -"atlantik okyanusu beni hayalkırıklığına uğrattı" diyebildi. ertesi gün new york times gazetesinde kendisi hakkında yazılanları görünce tam da istediği tarzda bir ülkede olduğunu düşündü:

    "atlantik okyanusu bay wilde'ı hayalkırıklığına uğratmış." bu başlık ona tebessüm ettirmişti. ama iki gün sonraki new york timesta okur mektupları köşesinde şuna rastladı:

    "bay oscar wilde da beni hayal kırıklığına uğrattı" imza: atlantik okyanusu. bu ironi ona kahkaha attırmıştı. amerika'daki konferansları beklediğinden fazla ilgi gördü. ama onu konferanslarından daha çok mutlu eden bir buluşma gerçekleşti. kendisi gibi eşcinsel olan döneminin en büyük amerikan şairi walt whitman ile iki saatlik bir görüşmesi oldu. iki edebiyatçı arasındaki konuşmanın detaylarını bilmiyoruz ancak wilde, sonraki yıllarda öpüştüklerini söyleyecekti. wilde genel olarak amerika gezisinden gayet memnun kalmıştı. hatta bu gezi sırasında bir bar tabelasında asılı "lütfen piyanisti vurmayın, elinden geleni yapıyor" adlı yazıyı, hayatı boyunca duyduğu tek mantıklı sanat eleştirisi addedecekti.

    oscar wilde amerika dönüşünde kendisini dedikodular içerisinde buldu. bu derece muhafazakar bir dönemde eşcinsellik hiç de hoş karşılanmıyordu. dolayısıyla bir kadınla evlenirse bu dedikoduların son bulacağını düşünmüştü. böylece döneminin oldukça zengin bir kadınına evlenme teklif etti. ancak reddedildi. wilde bu reddediliş karşısında sakindi, çünkü zaten bu bir mantık evliliği olacaktı, aşık değildi. ve bunu da kendisini reddeden kadına şu cümlelerle dile getirdi:
    -"yazık, oysa sizin paranız ve benim zekamla çok şey yapabilirdik!" evlenme teklifi ettiği ikinci zengin kadın bunu kabul edince, wilde şehirde saygın bir konuma yükseldi. wilde için asıl zevk ü sefa günleri yeni başlıyordu. salonlardaki pratik zekası ve kıyafetleri nedeniyle ünlü olan wilde, artık bir şeyler yazmanın vakti geldiğine inanıyordu. dorian gray'in portresi adlı romanı yayımladığında yer yerinden oynadı. katı ahlakçılığın egemen olduğu viktorya dönemine başkaldırı niteliğindeki bu roman, kendisinin ününü ve yeteneğini pekiştirmesine rağmen ahlaki açıdan sakıncalı bulunmuştu. ama wilde kitabının tartışmalara neden olmasından da memnundu. en başta dediğimiz gibi, wilde için reklamın iyisi kötüsü yoktu. hatta bu sert eleştiriler karşısında şöyle bir şey dile getirmişti

    "ahlaka uygun bir kitap ya da ahlaka aykırı bir kitap diye bir şey yoktur. kitaplar ya güzel yazılmıştır ya da kötü yazılmıştır. işte bu kadar!"

    bu cümle, kendisinin "güzel"e olan tutkusunu çok güzel özetliyor. ama wilde elbette bu başarıyla yetinmedi. ardından ingiltere'yi sallayan oyunlar, masallar, denemeler birbirini kovaladı. en olgun, en üretken dönemindeydi. oyunları ingiltere'nin en büyük tiyatrolarında sahneleniyor, o ise kendisini görmek ve eşsiz muhabbetinden nasiplenmek isteyenlerce davetlerden davetlere çağırılıyordu. genç yazar adayları etrafını kuşatıp ağzından çıkacak bir cümleyle kendinden geçiyorlardı. diğer yandan evli olmasına rağmen, artık iyiden iyiye açığa çıkmaya başlayan eşcinselliği nedeniyle çevresi, onu baştan çıkarmaya çalışan zengin erkeklerce kuşatılıyordu.
    "şu dünyada direnemediğim tek şey, baştan çıkarılmak" demişti bir keresinde. işte bu dirençsizliği neticesinde, bu parlak dehanın çöküşü de böyle zirvedeyken gerçekleşti. hem de öylesine sert ve hızlı bir çöküş yaşadı ki, bunun farkına, kendisi paris sokaklarında sağdan soldan dilenirken varacaktı. evet, bu aileden soylu ve zengin asil, bu salonların en çok aranan ismi, bu dönemin en popüler ve en beğenilen yazarlarından biri ve en önemlisi de bu kibir ve gurur timsali wilde, en tepeden en dibe sadece birkaç senede düşecekti.

    dorian gray'in portresi yayımlandığında ingiltere'de yer yerinden oynadığını söylemiştik. nitekim, bu derece büyük sansasyonu, yıllar sonra james joyce ulysses adlı romanıyla yaratacaktı. kitabı okuyanlardan biri de dönemin zenginlerinden olan lord alfred douglas idi. ön adından anlaşılacağı üzere kendisi oldukça soylu bir aileden gelmeydi. defalarca okuduğu ve bazı kısımlarını ezberlediği bu romanın yazarıyla tanışmak için can atan biriydi. maalesef bu dileği gerçekleşti. yüz küsür yıl sonra bir hayranı olarak ben de bu buluşmanın, edebiyat tarihinin gelişimini erteleyecek derecede önemli olduğunu düşünüyorum. eğer bu buluşma hiç gerçekleşmeseydi, belki de katı kurallarla ve sınırlarla çevrelenmiş viktorya döneminin zırhı çok daha çabuk delinebilir ve bugün "modern" olarak gördüğümüz dönemin başlangıcı önceye çekilebilirdi. bilmiyorum, belki de olaya çok romantik yaklaşıyorum. her neyse konumuza dönecek olursak, işte bu lord bir yolunu bulur ve wilde ile tanışır. kendisi için küçük ama edebiyat için daha küçük olan bu tanışma faslı beklediğinden daha kolay gerçekleşir. wilde bu çılgın, oldukça yakışıklı ve zengin delikanlıya pek çabuk aşık oldu. salonlarda birlikte görünmeye başladıklarında devreye tam da viktorya dönemi ahlak anlayışını özetleyen biri girdi: lordun babası queensbury markisi. bu sert mizaçlı baba, aynı zamanda boksördü. hatta günümüz boks kurallarını ilk belirleyen kişiydi. bu derece itibarlı olan baba, oğlunun salonlarda bir erkekle düşüp kalkmasından rahatsızdı ve okulu bitirememesine sebep olarak wilde'ı suçluyordu. wilde kariyerinin zirvesinde bu tip hakaretler duymaktan bıkmıştı ve daha da önemlisi aşık olduğu adamın gazlamasıyla markiye dava açtı. bu düpedüz akıl tutulmasıydı, çılgınlıktı. çünkü tahmin edeceğiniz üzere, öylesi ahlak kurallarının olduğu bir dönemde hiç kimse bir eşcinseli haklı bulmazdı. bunun farkında olan arkadaşları onu uyarmasına ve davayı geri çekmesi üzerine ısrarlarına rağmen, wilde'ın kulağı sadece lordunu dinliyordu. dava beklendiği gibi wilde aleyhne sonuçlandı. ama asıl yıkım bundan sonra başlıyordu. marki hemen karşı dava açtı. wilde bu kez sanık sandalyesindeydi. sonucu tahmin etmek zor değildi. arkadaşları bu kez de dava sona ermeden yurtdışına kaçması yönünde görüş bildirdiler. ama nafile. wilde tatlı diline güveniyordu. ama mahkeme wilde'ı suçlu buldu ve iki yıl ağırlaştırılmış kürek cezasına çarptırdı. wilde yıkıldı. şaşkındı. yenilmişti. dünya tarihindeki kılık kıyafetine belki de en çok özeni gösterenlerden olan wilde artık turuncular içerisinde hapiste yatacaktı. hapis yılları boyunca lord ortalarda görünmedi. wilde ise en önemli yapıtlarından olan "reading zindanı baladı" adlı uzun şiirini yazdı. yaratıcılığı körelmemişti henüz. ancak gururu ve onuru yerle yeksan olmuştu.

    hapisten çıktığında, o dönemin edebi karmaşası içerisinde çok çabuk unutulmuştu. kimse bu "düşmüş" yazar için artık sempati beslemiyordu. paris'e gitti. bir zamanlar kendisinin oyunlarında rol alan bir oyuncuya rastladı sokakta. ama aradan sadece birkaç yıl geçmesine rağmen oyuncu oscar wilde'ı tanıyamadı. wilde kendisini hatırlattıktan sonra hayatının en utanç verici şeylerinden birini yaptı ve ondan para istedi. çünkü artık en ufak meteliğe bile muhtaç durumdaydı. zaten dostlarının yardımlarıyla idare ediyordu. eski aşkı lord alfred douglas'a para isteme amaçlı yazdığı tüm girişimler de boşa çıktı. lord ona bir daha dönmedi. karısı zaten hapisten çıktığı yıl ölmüştü. oğullarını görmeye izin yoktu. işte böylece wilde, en dibi de yaşamış oldu.

    oscar wilde yeni yüzyılın ilk yılı 1900'de, pariste bir arkadaşının evinin tavan arasında besleme gibi yaşamaya direnirken bile mizahını ve estetiğe düşkünlüğünü elden bırakmamıştı. nitekim, işte bu yüzyıl başlarında hasta yatağında iken "bu odanın duvar kağıtlarından nefret ediyorum. buradan ya ben giderim ya da onlar gider" demişti. bunlar son sözler oldu. kendi gitti çirkin duvar kağıtları kaldı yadigar.

    not: değerli badim tronador'a ithafen yazılmıştır. * *
  • "ilk modern insan"
  • "hayatlari boyunca sadece bir kez seven insanlar geri zekalidir. onlara sorarsaniz bunu sadakatleri ve dogrulukları ile izah ederler. bana kalirsa, tembellikleri ve hayalgucu yoksunluklarındandir."

    "erkekler kadinlarin ilk aski, kadinlarsa erkeklerin son aski olmak isterler."

    "sadece aptallarin ciddiye alindigi bir dunyada yasiyoruz. o halde “beni anlamiyorlar” diye uzulmek niye?"

    "yaslilar herseye inanirlar..
    orta yaslilar herseyden kuskulanirlar.
    gencler de herseyi bilirler."

    "erkek yoruldugunda kadin ise merakindan evlenir, sonunda her ikisi de duskirikligina ugrar."

    "dusen bir cigda, hicbir kar tanesi, kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz."

    "evlilik, ustunde butun kadinlarin anlastigi butun erkeklerin de anlasamadigi bir konudur."
  • "gençlik güzel şey, ne var ki gençlerin elinde heba oluyor"
  • "güzel, iyi ve zeki bir kadını arayan, gerçekte bir değil, üç kadını arıyordur."
  • kendimi yeterince tanımadığımı düşünmüşümdür hep. lise ve üniversite yıllarında, bu düşünce - daha doğrusu bu gerçek, beni hiç rahatsız etmezdi. çünkü insanın kendini keşfetmesi zaman alıyor. iyi ya da kötü - bir şeyler yaşadıkça tanımaya ve keşfetmeye başlıyorsun kendini. yıllar geçti ve ben hala kendimi yeterince tanımadığım düşüncesinden kurtulamamıştım. 50-60 yaşına gelince mi tamamiyle tanıyacağım kendimi diye düşünüp dururdum. oscar wilde'ın bir sözüne denk geldim sonra.

    "yalnızca sığ insanlar kendilerini tanır."

    kendime bakış açımı biraz da olsa değiştiren adamdır.
  • oscar wilde'ın çoğu özdeyişleri, paradokslar üzerine kuruludur. herkesçe benimsenen görüşe tamamiyla aykırı bir görüş ileri sürmek, onun başlıca marifetidir. örneğin, herkes, eşler arasında karşılıklı anlaşma ve sevginin, evliliğin yürümesinin temeli sayar. wilde ise, bunun tam tersini savunur: “evliliğe gerekli tek temel, karşılıklı anlaşmazlıktır” ya da “bir erkek, onu sevmedikçe, herhangi bir kadınla mutlu olabilir” der.

    herkes doğal davranışlardan yanadır. wilde ise, “yaşamda ilk görev, elinizden geldiğince yapay olmaktır” der. herkes, her şeyin öğrenilebileceğini savunur. wilde, “ögrenilmeye değer hiçbir şey öğretilmez” der.

    herkes oldugu gibi görünmeye inanır. wilde ise, maskelere inanır: “ona bir maske verin, gerçeği söyler o zaman.” herkes içten duygulara inanır, oysa wilde “bütün kötü şiirler içten duygulardan kaynaklanır” diye düşünür. herkes ingilizlerin sağduyusunu beğenir; wilde, bu sağduyunun ingilizlerin "kalıtımsal ahmaklığından" geldiğini söyler.

    herkes misyonerlerin olumlu işler yaptıklarına inanır, wilde ise bu görüşü alaya alır: “misyonerler, tanrısal güçlerinin yamyamlara sağladığı besindir. yamyamlar açlıktan ölmek üzereyken, tanrı'nın sonsuz merhameti, onlara güzel tombul misyonerler gönderir.”

    herkes yanılgılarından pişmanlık duyar; wilde, “insan ancak yanılgılarından asla pişmanlık duymaz” der. herkes başkalarının kendi görüşlerini paylaşmasını ister; wilde, “benimle aynı şeyi düşündükleri zaman, yanıldığım duygusuna kapılırım hep” der.

    herkes sanatın yaşama öykündüğünü düşünür; wilde ise tam tersini: “yaşam sanatı taklit eder. aslında yaşam aynadır; sanat ise gerçektir.”

    herkes gençliğimizi yitirdiğimiz için, wilde ise gençliğimizi yitirmediğimiz için yaşlılığımızda mutsuz olduğumuzu söyler: “yaşlılığın tragedyası insanın yaşlı değil, genç olmasıdır.”

    herkes dostlarını seçerken insanın özen göstermesi gerektiğini; wilde ise, düşmanlarını seçerken bu özenin gösterilmesini ister: “bir insan düşmanlarını seçerken ne denli özen gösterse, gene azdır.”* *
  • "ikinci bir aşk bulmadan, birinciyi unutamazsınız" diyen yazar.

    (bkz: haklı olmak)
  • "evlilik, hayalgücünün zekaya karşı zaferidir. ikinci evlilik ise umudun, tecrübeye karşı zaferidir." sözünün sahibi. fazla lafa hacet yok.
hesabın var mı? giriş yap