• özel üniversite üzerine konuşmak da diğer kompleks mevzular üzerine konuşmak gibi konuşmacıya yaftalanma riskini başından veriyor; troll de (ne demekse!) olmak var ucunda lümpen de, solcu da vs. ben açıkçası kendi adıma özel üniversite mevzusunu bir kitap gibi açtığımda; özel üniversitede okumamış biri olarak onu "türkiye eğer bilimsel anlamda ilerleme sağlayacaksa türkiye'deki istisnasız tüm üniversitelerin olması gereken haldir" diye tanımlayamıyorum. eğer bir özel üniversite mezunu olsaydım, muhtemelen yine aynı tanımlamayı yapamayacaktım (tabi şu anki kafa yapıma sahip olmam durumunda). zira özel üniversitelerin hanesine artı puan kazandırdığı söylenen nitelikler, doğal olarak devlet üniversitelerinin eksikleri oluyor. ötesi yok. kafası bunalanlar en nihayetinde zaten aynı vapurda yolculuk ettiğimiz prof.'ler bütünü. mesela "devlet üniversitesi denen ucube hiçbir zaman gerçek anlamda bilim üretememekte..." tabirinden hareketle şunu düşünmemiz isteniyor: "dünyayı bilmem ben, türkiye'de devlet üniversiteleri hiçbir zaman gerçek anlamda bilim üretememekte, buna karşılık özel üniversite üretebilmekte." bu düşünce biçimi başından savruk ve dengesiz geliyor. zira bilim'in ne olduğunu önce ortaya koyabilmemiz daha sonra ideal üniversitenin bu bilim anlayışı çerçevesinde neler yapması gerektiğini de dile getirebilmemiz lazım.

    bir kere "bilim"den kastın "pozitif ilimler" olup olmadığı müphem; zira ilahiyat ve edebiyat fakültelerini "bilim" kapsamında nereye koyacağımız belli olmalı. zira birinin işi tanrı-bilim, diğerininki ise sosyal-bilim. bu alanlarda türkiye'de kendilerini gösterme şansı yakalamış en saygın hocaların ilk adreslerine bakmak gerek. bir nevi adnan menderes ve takımın chp'nin içinden gelmelerine benzer; eğer teşbihte hata olmazsa. ancak sözlük yazarlarının "gerçek anlamda... bilim" arayışlarını tam anlamıyla sonlandırabilmeleri, nihayete erdirip ona göre bir devlet-özel üniversite karşıtlığını kurabilmeleri, ardından da kazananı açıklayabilmeleri gerek. örnekler lazım; türkiye'de hangi üniversiteler hangi yıllar arasında ne ölçüde akademik üretim içinde olmuştur, bunun iyice araştırılması gerek. ben de yanılgıya düşmemek adına "akademik üretim"in içini açmalıyım: bir kere akademik sayılan her çalışma, ideal metotları içeriyor demektir. akademik çalışma tıpkı felsefenin kendisi gibi, diyalog ve üstüne eklemeli gider. ve akademideki araştırmacının donanımlı olması gerekir; onun donanımını sağlayan da akademinin kendisidir. akademik üretimin en önemli unsuru olan akademisyenin bilimselliğini denetleyen kurum üniversitenin kendisidir. prof. dr. berna arda'nın şu sözlerine dikkatinizi çekerim: "bilim insanlarının toplumda, “seçkin” bir konumda bulundukları ve bu durumlarının uğraşlarından kaynaklandığı, en azından teorik düzeyde, söylenebilir. ama sadece “uğraşlarının erdemi” onların bu statülerini uzun süre güvenceye almaktan yoksundur. bu nedenle, bilim üretenler işlerinin doğası gereği özel sorumluluklara sahip olmalıdırlar. bu sorumluluklardan, burada vurgulanacak olan; “dürüstlük” ya da “bilim üretirken ve yayınlarken dürüst olmak” tır. bu kavram hem düşünsel, hem de davranışsal düzeylerde araştırma ve yayın etiği açısından merkezi bir konumda bulunmaktadır. "[*] ben şahsi fikrimi açıklamak istediğimde evvela şu hususun gözüme battığından başlarım: "bilim üretirken ve yayınlarken dürüst olmak" tabiri için akademik metotları uygulamaya zorunlu, hapis olan bir akademisyenin belli bir vakıf veyahut patron altında gerçekten "dürüst" olup olamayacağını bilemem, bundan emin olamam. belki batı dilleri ve kültürlerinden herhangi bir bölümde büyük şairler, edebiyatçılara oranla kıyıda köşede kalmış, fikirleri hiçbir kesimde rahatsızlık uyandırmayacak, ömrünü aşk şiirleri yazarak tüketmiş bir adamla ilgili makale yazarkenki dürüstlük ile orman arazileriyle ilgili devletin veyahut kimi iş merkezlerinin birlikte çalışma talebi sunduğu üniversitedeki akademisyenin çalışmasındaki dürüstlük aynı oranda riski barındırmaz. ama tabi bu kaygı her yerde olabilir; nedir ki yani; en nihayetinde insandan insana bilgi alışverişinin merkez noktalarından birinde bir shakespeare yorumunun dahi "maksatlı" olduğu iddia edilebilir; bu zor bir şey değil: ne maksatlı olmak zor, ne de birinin maksatlı olduğunu iddia etmek!

    ancak yine de belli bir patron ve vakıf altında "bilimsel niteliği olan çalışma gerçekleştirmenin" kimi devlet üniversitelerinde "bilimsel niteliği olan çalışma gerçekleştirme"den daha kolay olduğu da örneklerle açıklanabilir. ama bunu genele yayabileceğinizi de sanmıyorum; vereceğiniz örnekler çok fazla olmayacaktır. ancak ben devlet üniversitelerinden (t)onlarca çalışma çıkartırım ufuk açıcı!

    ayrıca türkiye gerçekten tuhaf bir ülke; çapı belirsiz insanların çapı belli, üreten insanlara yaklaşımının tuhaf bir şekilde kılıfının yine "bilim soslu" olduğu bir ülke. yani ekşi sözlük'te x profesör hakkında şu komik satırları yazmak mümkündür: "... (x kişisi) çok iyi bir akademisyen olmayabilir de. bunu x'i tanımadan bilemeyiz. (burada bu satırların yazarı x'in çok da iyi bir akademisyen olmayabileceğini işaret edebilecek 'sayısal' verileri bilerek geri plana itmektedir. nedir bunlar?uluslararası bilim camiasında pek izinin tozunun, kendisine yapılmış atfın filan görülmemesi; ne kadar ilahi olursa olsun, türkiye ülkesinde, yani bilim dünyasının taşrasında; üstelik de bu ülkenin, en birinci yöneticisi tarafından 'bu ulusun bu birlikteliğin bölünmez bütünlüğünü bozmak adına, bizi bir takım şeyleri yapmış gibi gösterip de dışarıdaki insanlara hoşgörülü, şirin gözükmek adına yapılanlar benim içime sinmiyor. orhan pamuk'u üniversitemde bu yüzden istemem, ders veremez.' şeklinde vizyon-tebarüz-ettirici bir beyanata konu edilen bir üniversitesinde faaliyet göstermesi." (kaynak: #11607310) çünkü bu ülkenin evladının bizzat kendisi en başta kendi çalışanını (bakın olabildiğince en düşüğe çektim sarf edilen emeği) "uluslararası bilim camiası" gibi ucu açık bir mengeneye sokmaya çalışmaktadır. düşünebiliyor musunuz, örneğimizden hareket edersek, istanbul üniversitesi'nin (ben umursamıyorum, kimi ilgilendiriyor onu da bilmiyorum ama buyrun: http://www.istanbul.edu.tr/…duyuru_icerik.php?1494=) başında bulunan bir zatın sadece bir husustaki yaklaşımından ötürü, bu üniversitede yer alan bütün çalışanların (bakın ünvan kullanmıyorum) kariyerine çizik atılmış oluyor. bunu yapan bizzat aynı havayı soluduğumuz, senin veya benim kapı komşumuz, süpermarkette karşılaştığımız ya da vapurda yan yana oturduğumuz biri. yani neresinden tutacaksınız "benim ideolojik saplantılarıma uymayan bir söz sarf etmiş olan bir adamın başında bulunduğu üniversite" kabulü bütün akademinin hunharca eleştirilmesine sebep olabiliyor. o vakit buna karşı çıkmayanlar, buna tepki göstermeyenler bugün gelip de burada devlet üniversitesi savunmasına girişmesin. çünkü bataklığın konumu aynı değilse de, nitelik olarak aynı: ideoloji bataklığı.

    bir diğer husus da şu, türkiye'de üniversitelerin her birinin çok büyük problemleri var; ben ismini vermek istemediğim bir üniversitede bilmemne dergisi için "kağıt bulunamadı" sorunuyla karşılaşmıştım mesela. bu okyanusta sadece damla belki; ama yine de güzel bir örnek. kağıdın en işlevsel olduğu yerde, olmaması; düşünebiliyor musunuz bunu? her neyse, devlet üniversitelerinin büyük problemleri var; ancak bu problemlerin çözümü onların patronlarını değiştirmek midir sadece? reform yolu tıkalı mıdır? yenileştirme ve iyileştirme bu durumda olmayacaksa, hangi durumda olacak? ve devlet üniversitelerini öğrencilerin müşteri görüldüğü bir sistemde eriterek, onları bir nevi; "yeterli hizmeti görmedikleri durumunda" paralarını geri çekme kılıcıyla yola getirmek mi doğru? bu, demokles'in kılıcı değildir. bu yapılan sözleşmelerin, altına atılan imzaların güdümünde kalan bir kılıç olur; hiçbir işlevi de olmaz. hasbelkader 2. sınıfa kadar gelmiş olan bir öğrencinin; bu sınıfta karşılaştığı tersliklerden ötürü para ödemeyip öğretimini kesmesi; bütün üniversitelerin paralı olduğu bir ortamda, söz konusu öğrencinin üniversitesi için herhangi bir caydırıcılık taşıyacağını mı sanıyorsunuz? bütün üniversitelerin özel olduğu bir ortamda, eğitim öncesi atılan imzaların geçerliliği gereğince paranı geri alamadığınla kalmaz; üniversiteyi yarıda bırakmış öğrenci olarak bir sonraki üniversite eğitimi denemen de en az birkaç yıl sonraya ertelenmiş olur. çünkü öğrenci-müşteri sisteminin güvenilirliği olamaz; çünkü satıcı/hizmet eden-müşteri/hizmet alan ilişkisinin doğasında hizmeti verenin hakları kuvvetlidir. bunun aptal solculukla veyahut ideolojik saplantılarla alakasının olduğunu sanmıyorum.

    nasıl bir üniversite? şuraya bir göz atalım derim:
    http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=157

    ve bertrand russell'dan dinleyelim:

    "eğer gerçek bilim, üniversitelerin amaçlarından biri olarak yaşamayı sürdürecekse, yalnızca boş zamanı olan az sayıdaki kibar insanın incelmiş zevkleri ile değil tüm toplumun yaşamı ile bağlantılı hale getirilmelidir... ingiltere'de ve amerika'da bu tür bilginin azalmasında etken olan asıl güç, bilgisiz milyonerlerden bağışlar koparma isteği olmuştur. buna karşı çare, sanayicilerimizin değerini anlayamadıkları konularda devlet parasını harcamaya hazır eğitimli bir demokrasi yaratmaktır... bilginlerimiz kendilerini zenginlere sığıntı olma eğiliminden kurtarabildikleri ölçüde sorunun çözümü kolaylaşacaktır... tabii, bilimle bilgin kişiyi birbirine karıştırmak da mümkündür. tümüyle hayali bir örnek vermek gerekirse, bilgin bir kişi organik kimya yerine bira yapımını öğreterek kendi durumunu iyileştirebilir; bu kişi kazançlı çıkar, ama zararlı çıkan bilim olur. eğer bilginde gerçek bir bilim sevgisi olsaydı, siyasal yönden, bu biracılık kürsüsünün kurulması için bağışta bulunan bira fabrikatörünün yanında yer almazdı. bu bilgin demokrasiden yana olsaydı, demokrasi onun biliminin değerini daha iyi anlardı. bütün bunlardan dolayı, bilim kuruluşlarının zenginlerin bağışlarına değil, devlet parasına bağlı olduğunu görmek isterdim."

    (kaynak: yukarıdaki link)

    not

    [*] prof. dr. berna arda (ankara üniversitesi tıp fakültesi , deontoloji anabilim dalı ), bilimsel bilgi üretiminde yayın etiği: http://www.ulakbim.gov.tr/…lar/sempozyum1/barda.pdf
  • eleştirenlerinin sorularını cevapladığım kurumdur:

    1-savunduğunuz kurumun bir ticarethane olduğunu biliyor musunuz?

    biliyorum hatta şöyle demiştim:

    ticarethaneymiş. ne güzel işte sen para veriyorsun, karşılığında bir şeyler alıyorsun. karşılığını alamadığını düşünürsen para vermeyi kesersin. ya devlet üniversitesi? devlet üniversitesine de vergi yoluyla okuyan okumayan katrilyonlarca lira veriyoruz. bu paraların karşılığını alamadığını düşünen öğrenci parasını alıp başka üniversiteye gidebiliyor mu?

    2-savunduğunuz kurumun kadrolu olmayan genç (doktora öğrencilerinden oluşan dev bir topluluk) çalışanlarına nasıl davrandığını biliyor musun?

    biliyorum ve bu durumdan memnunum, mit'de stanford'da da asistan olmak da kolay değil. zaten özel üniversitenin güzelliği burada harcadığı paranın karşılığını söke söke alıyor. devlet üniversitesi ise benim paramı hoyratça dağıtıyor. beğenmeyen buralarda doktora yapmasın.

    3-içlerinden birinin 1. sınıf tarım toprağına (kanuna göre imara açılamaz) birinin bildiğin ormanın içine kurulduğunu da mı bilmiyorsun?

    biliyorum. ama bu konunun özel üniversite/devlet üniversitesi tartışması ile hiç bir alakası olmadığını anlayacak kadar mantık da biliyorum.

    4-sermayeyi elinde bulunduranın (hele ki türkiye gibi bir ülkede ) elinde tutuğu ayrıcalıkları kaybeymesine neden olacak bir yapının oluşmasına izin vereceğini mi? sanıyorsun.

    sermaye/ayrıcalık/izin... ne diyon dayı?

    5-mevcut devlet üniversitelerini savunduğumuzu da nereden çıkardın. ulan bu üniversitelerin birçok hocası, kariyerini 12 eylül'e borçlu be. yuh sana.

    bunu da şöyle cevaplamış idim:
    farklılık türkiye'nin özel durumundan filan kaynaklanmıyor. farklılık bizatihi özel üniversitenin özel olmasından, özel üniversitelerin müşteri kapabilmek için öğrenciye iyi davranmasından, özel üniversitelerin müşteri kapabilmek için eğitim standartlarını yükseltmeye çalışmasından, özel üniversitedeki öğretim üyesinin sözleşmesini uzatabilmek için götünü yırtmasından, özel üniversitedeki asistana verilen paranın sonuna kadar kendisinden çıkartılmasından, özel üniversitede daha az yolsuzluk olmasından, özel üniversite yöneticisinin başarılı olup olmama kriterinin siyaset olmamasından kaynaklanıyor.

    "devlet üniversiteleri düzgün yönetilse..."
    hiç anlamıyorsun, anlamayacaksın. devlet üniversitesinin düzgün yönetilememesi, verimsiz olması, öğrenci odaklı olmaması zaten devlet üniversitesi olmasından kaynaklanıyor. ıslah edilememesi de devlet üniversitesi olmasından kaynaklanıyor. bunları ıslah etmenin en kestirme yolu hepsini özel üniversiteye çevirmektir. bunlara aktarılan kaynakla da burs verirsin / temel bilimleri desteklersin olur biter. belli bir miktardaki parayı özel teşebbüsün her zaman devletten daha verimli harcayacağını akletmek için friedman okumaya gerek yok. ya da var bilmiyorum.

    forumsal edit:
    3- tarım arazisine üniversite yapılması özel üniversite/devlet üniversitesi tartışması ile ilgili değil. eğer bu yanlış ise, yanlışlık özel üniversite kavramına değil, söz konusu özel üniversiteye ya da izin veren hükümete aittir, aynı kaçak kamu binalarında olduğu gibi. devletin hiç bir tarım arazisine üniversite yaptırtmadığı bir özel üniversite sistemi kurmak da fevkalade mümkündür.

    "bu okulların mevcut sistemi yeniden ve yeniden inşaa ettiğini söylemek istiyorum"
    yeniden inşa etmek belki biraz iddialı bir söylem olabilir ama neyse.
    burada önemli olan inşa ettiği şeyin iyi ya da kötü olması. her inşa faliyeti kötü değil.

    "son olarak stanford veya başka bir üniversitede asistanlara kötü davranılması bu davranışı meşrulaştırmamaktadır."
    ben stanford ya da mit'de asistanlara kötü davranıldığını söylemedim. bu üniversitelerde asistan olmak master/doktora yapmak zordur, çalıştırırlar adamı. fakat iyi bir üniversite olabilmek için, iyi mezunlar verebilmek için bu şarttır ve kötü bir şey değildir.
  • yoksul ya da orta düzey bir ailenin çocuğunun zehir gibi zeki de olsa, burslar içinde de okusa asla girmemesi gereken kurumlardır. bu üniversitelere gelen zengin çocukları iyi giyimleri ile bursluları her zaman ezmeye çalışırlar. ayrıca siz "akşam yemeğine param kalır mı acaba? ay sonu nasıl gelecek?" diye düşünürken yan masadaki çocuk bir şeye sinirlenip bin ytllik telefonu gözünüzün önünde kırar, bakakalırsınız. aynı çocuk ertesi gün yeni telefonuyla okula gelir.
  • tembel - zeki olmayan zengin cocugunun ayni sifatlardaki fakir cocugundan ayrildigi noktadir, ben isterim ki fakir kardesimiz de gidebilsin...
  • kendisini elestirenlerin bu elestirilerini dunyaya yaymak icin kullandiklari ag sunucularinin belkemigi sun microsystems'in yaraticisi. (sun = stanford university network)
    o satirlarin yazildigi elektronik belleklerin atasi da kucagindan cikmistir (mit)
    ilk acik kalp ameliyatlarindan biri burada yapilmistir (jefferson medical)
    quark'lar burada kesfedilmistir. (stanford/mit)
    immun virusu hiv-2 burada bulunmustur (harvard)
    kimyasal baglarin kesfedildigi yerdir (caltech)
    deprem siddeti olcumu ilk kez burada yapilmistir (profesor charles richter, caltech)
    falan filan...

    neyse ki burada bilim yapilmamaktadir. bir de yapilsa ne olurdu kimbilir.

    lockheedhalliburtonenronexxonblackwater (bunu bir avuc sersem bagira bagira orgazm olsun diye yazdim. konuyla alakasi yok.)

    "mevcut sınıfsal yapının yeniden ve yeniden kurulduğu bir alan" denilen laf salatasini umursadiklarini sanmiyorum. umursayan varsa kendisi gocunabilir. ben de mesela kelebek ekindeki astroloji yorumlarini umursamiyorum, ama kalkip da bu nedenle tayland'daki hapisaneleri elestirmiyorum. sinif minif, madem kendi kendinize oyunlar icat ediyosunuz kendi aranizda oynayiverin iste pasa pasa, baskasina bok atmaya ne luzum var?

    neyse neyse, firsat varken ben de kamu kaynaklarindan beslenen (beslenme lafi onemli, besleme olmak iyidir) bir sey olmak istiyorum lutfen. ataslardan origami yapicam sanat icin, sinekleri kavanoza kapaticam bilim icin. belki karli falan degil ama olsun, bilimdir sanattir yani. zaten bu essolessek neoliberallerin de bana is verecegi yok, daha gecen gun haydaroglu holding'te "kadrolu yorumcu ve antifasik uzman proleter" olarak ise girmek istedim, "siktir git" dediler. devlet baba acisin da para versin bana. o verecegi parayi merkez bankasi basar nasil olsa.
  • piyasaya imanın tetkik ve tayin edildiği öğretim yuvaları. aslında yegane yerler buralar değil, ama aynı zihniyetten çıkanlar gelip piyasanın sağladığı olanaklar sayesinde sıcak evinizde internete giriyorsunuz geyiği yapabiliyor. milliyetçilerin ve liberallerin kurguladığı bu konformizm gerekliliği diskuru, ihtiyaç için değil parası için çalıştıkları, "boş zaman" denilen kavramı sadece ertesi hafta daha verimli çalışabilmek için ortaya koyan bir sistemin sözümona "birey"leri tarafından ortaya koyulduğunda iyice ironik hale geliyor.

    sanat, kültür, -sanayinin işine yaramayan- bilim; bunlar gereksiz şeyler, bizim piyasamız var, pazarımız var. doğal kaynakları daha çok kar için economy of scales doğrultusunda fazladan sömürerek, tüketimi körülüyoruz. yiyip yiyip sıçıyoruz, ne de olsa bireyiz. pazara katkısı olmayan bilimle sanatla benim ne işim var?

    trivia: kavanoza sinek koymanın, genetik ve kalıtım deneyleri için azami önem taşıdığını biliyor muydunuz?
  • "piyasasi olan", dolayisiyla doğal kaynakları somuren , yiyip yiyip sıçan insanlarin universitesidir.

    halbuki bu universitelerin zihniyetine karsi olanlar cok sukurdur ki vucutlarina entegre gunes pilleriyle enerji almakta, kendi sularini kendileri damitmakta, fotosentez ile beslenip dogaya oksijen vermektedirler. yiyip yiyip sicmazlar, es kaza sicsalar da findik kadardir.

    bir de piyasalari olmasa yasadik, asil o zaman dogal kaynaklar bayram eder. mesela piyasasi olmayan sovyetler'in dogal guzellikleri sahanedir, baykal golu'ne kamis dayayip likir likir icilebilir, cernobil nehri'nde bici bici yapilabilir. aman efendim ne guzel yenir.

    halbuse piyasa olursa olmaz bu guzellikler, agzina sicilir afedersin. o yuzden bence piyasa olmasin, gezegen kurtulsun. kamu kaynaklarindan beslenelim hepimiz keyfimizce. sahane.

    tiriviri: genetik ve kalitim deneylerinin sinek de degil fil boku kadar piyasa degeri oldugunu biliyor muydunuz? gerci "sinegin iki kanadini da kopardim. "uc" dedim, ucmadi. demek ki kanadi kopunca sagir oluyo bu sinekler" tadindaki arastirmalarin piyasa degeri pek yok. olsun uzmeyin tatli caninizi, o arastirmalari da kamu kaynaklarindan besleriz.
  • görüldüğü gibi savunucuları tarafından da belirtildiği üzere geçerli, gerekli bilimin ne olduğunu piyasa üzerinden tanımlayarak, neyin araştırılıp araştırılmaması gerektiğini piyasaya göre belirleyen kurumlardır.

    gerçekten, geçmişi en az iki bin yıllık geçmişi olan, özgür düşünce ereğiyle kurulmuş üniversite denilen kurumu, 250 yıllık piyasaya kurban etmeliyiz. neden? çünkü piyasa yarışmacılığı kendinden muktedirdir.

    not: artık sürrealleşen bu tartışmadan bıktım. aethewulf debil indeksine göre, piyasanın kendinden menkul varlığının bilim denilen şeyin yegane nedeni olduğunun iddia edileceğini tahmin ediyorum. hatta biz varlığımızı paraya borçluyuz, çünkü para olmasaydı insanlar evlerinde oturup interneti icat etmezlerdi, biz de bu entryleri giremezdik. nasıl ki varlığımızı atamıza borçluysak, internetteki varlığımızı da piyasaya borçluyuz. çünkü insanlar tembel, pis varlıklar, evlerinde oturup mastürbasyon yapmaktan başka bir şey yapmak istemezler.

    misyon vizyon: genetik, kozmoloji, atom altını incelemeyelim; türkülerimizi söylemeyelim, tiyatro oyunları yazıp, yazın eleştirisi yapmayalım. danışmanlık piyasasındaki verimlilik diverjanslarını inceleyelim, çalışanlar arasında sinerji gerekliliği anketleri yapalım.
  • bilim yapma işini de, öğrenci yetiştirme biçimini de piyasaya göre belirleyen kurumlardır, doğrudur. fakat devlet üniversitelerinin de bu bakımdan özel üniversitelerden bir farkı kalmamıştır. yeni kuşak öğretim görevlileri piyasa gerekliliklerine göre hareket etme eğiliminde daha çok. özelde olsun, devlette olsun çalışmalarını veya derslerini piyasadan bağımsız yürüten çok az eski kuşak hoca kalmıştır. onların yaptıklarını kutsayıp, piyasa gereklerini hesaba katanları lanetlemeye hacet yok. her iki grup da kendine göre belli standartlara sahip bir öğretim anlayışını güdüyor ve hangisinin doğru olduğu konusunda açılacak bir tartışma bitmez. hele devlet üniversitelerinin belediyeyle çalışan mühendislik bölümleri, başbakanımızın deyimiyle piyasacılığın daniskasını yapmaktadır. yine devlette sosyal bilimciler, çeşitli fonlarla desteklenen güncel araştırmalarda bulunuyorlar. bunlar da çoğunlukla araştırılan konunun geçmişinden bahsetmeyen, tarihselleştirilmemiş çalışmalar. bu fon işlerinden çıkan ekmek, akademik niteliğini gittikçe yitiriyor.
hesabın var mı? giriş yap