• 1967 senesi, ingiltere için inanılmaz psychedelic bir yıldır. the who hariç hemen hemen tüm grupların albümlerinde lsd triplerine girip rüya gördüğü bir dönemde pete townshend hippi rüyasına bir alternatif olarak mastürbasyonu anlatmış pek de iyi etmiştir.
  • bu nadide eserde görünenden fazlası vardır.

    pete beyefendi, görünüş olarak bir tür japon hıyarını (hadi kibarlık edelim - salatalığını) ve bir rock yıldızında ziyade sınıfın arka sırasında uyuklarken ağzından salyalar sızan, bir yazda boy atmış ergenleri andırsa da işte görüntünün yanıltıcılığına dair deliller bütünü olarak arz-ı endam eylemektedir. velhasıl önyargılı olmayalım (yazarın kendine notu).

    uzatmayalım daha çok sözümüz var. pete beyefendi bu eserde ne yapmış ona bakalım en iyisi. çocukluktan delikanlılığa, ergenliğe adım atan her erkek evladının karşı karşıya kaldığı sorunlar yumağına şahane bir bakış atmıştır. akşam olur, yatma saati gelir. ergen kardeşimiz, duvarlarla ve ilk kez banyo yapar iken keşfettiği, nedensiz bir kabartıyla başbaşadır. hele ki internet, her boku bilen arkadaşlar, yardımcı olacak tecrübenin sesi gibisinden acil durum kollarının olmadığı, el yordamıyla yaşanan dönemlerde bu kabartı başlıbaşına problemin kendisidir. sokaklarda burundan ve göbekten önde giden bir şişkinlikle dolanan ergenler gelsin gözünüzün önüne, otobüste giderken vibrasyon etkisiyle aniden yükselen kan basıncı ve basıncın üstüne basınç katan kitapla-defterle gizleme denemeleri, durağı kaçırmayla sonuçlanan utanç ve çaresizlik, ne oluyor bu dünyaya bakışları.

    işte pete beyefendi tüm bu sorunlara ışık tutan eserinde, aklı selim bir babanın içi kavrulan, kanının son damlasına kadar küçük bir et parçasına hücum etmesiyle şaftı kayan bir delikanlıyı içine düştüğü kör kuyulardan nasıl çektiğini anlatır. uygulamalı dersler de vermiş midir bilemiyoruz tabii, babayla oğul arasına girilmez ama manidar olan kısım, babanın oğluna kendi repertuarından, vaktiyle minarenin de mihrabın da yerinde olduğu çoktan toprak olmuş bir afetin resmini vermesidir. demek ki baba da tarihin bir yerinde saplanıp kalmış, karısından yüz bulamadığı zamanlarda ateşli gençliğine göz kırpmak, kendini yeniden dinç hissetmek için nostalji hastalığına tutulmuş gibi geçmişine ve geçmişinin dilberlerine dönmüştür. oğlunu da akmakta olan zamandan bir afet yerine, kendi dönemine mahsus bir dilberle oyalama yolunu seçmiştir. böyle yaparak olay örgüsüne bir açılım getiren baba, masum ergenin düşlerinin sınırsızlığını öngörememiştir elbette.

    göremezsin babalık, zira dönem senin 1900 başları değil artık, dönem ortalıkta fıkır fıkır cinsel özgürlük diye dolananların devri. kat kat içliklerle desteklenmiş elbiselerin, boğaza kadar tırmanmış yakalarıyla kadını lahanaya çeviren giysilerin devri değil. körpe bedenlerden utanmayı reddeden, babadan, anadan kalma paçavralar yerine kendi zevklerine göre giyinen gençlerin devri. ah babalık hiç mi haberin yoktu, kadınlar sutyene hayır, memelere özgürlük diye sutyenlerini çıkarıp yakarlardı o dönem. senin oğlun ne yapsın? bir yanda ikide bir uç veren pipisi, bir yanda özgürlüğe uçan, tombul ingiliz memeleri. coşacak, kendinden geçecek, hayallerinde harem kuracak tabii. vermişsin oğlanın eline cemaziyülevvelden kalma bir resim, ne olacaktı yani, aşık olacaktı tabii. bilmez misin ki sen ey dünyadan bihaber gafil, erkekler bütün samimi aşk potansiyellerini, en masum ve samimi hissiyatlarını rötuşlu fotoğraflara bakarken yaşayıp tüketirler, büyüyünce geriye kala kala yenmiş mısır koçanı gibi bir kalp kalır? niye? çünkü gerçek hiçbir zaman masum ergen hayalleri kadar tatmin edici değildir. bilemezdin elbet o 1900 model kafanla ama bu cehalet pahalıya patlamış işte. oğlan hatuna aşık olmuş, peşine düşmek için gemileri yakmayı göze almış. ilerde adına şarkılar yazdırmış. o hatun ki geceleri neverland'de karşısına çıkıp cihanda bulamadığı saadeti rüyalarında yaşatmış. adını sayıklatır olmuş. oğlan unutamamış, unutmamış. niye unutsun ki. ilk öpücüğü unutamayan insanevladı, ilk farazi cimasını unutur mu hiç. ah babalık ve bu adam gibi çocuklarını ateşe atan binlercesi, sizlere sesleniyorum, bu şarkıyı ezan niyetine beş vakit dinleyiniz, oğlanların çenesi, alnı, kıçı başı değişip irin yüklü kalpleri pırpır etmeye başladığında. sabahları doğudan doğan güneşin altında her gün ışıldayan bu yeryüzünde aşkı siz öldürdünüz.

    pete amca bunları anlatmak istemiş ama eserinin el verdiği imkanlar dahilinde anlatmak istediklerini bağlama gömmek zorunda kalmış. yoksa balad falan yapması gerekirdi ki ona da herhalde şartlar elvermemiş o dönem. neyse ki ben büyüdüm de derin manayı çıkarıp aldım uyuduğu kuytudan. hadi bakalım geleceğin babaları, yazdıklarım boşa gitmesin.
  • aynı zamanda just shoot me! yedinci sezon onuncu bölümünün adı.
hesabın var mı? giriş yap