• tüm dinler tarihini, bilhassa isa'yı bilimkurguya indirgemek, dünyadışı zeki yaşamformlarıyla birleştirmek; bunu yaparken de baskıcı totaliter faşist hükümetleri işin içine harikuladeten katıp harmanlayarak, belki de yazılabilecek en iyi politik-bilimkurguya imza atmak.

    pkd işte. gerisi lafıgüzaf.
  • pkd'nin sanırım son kitabıdır bu. yazarlık kariyerinin uç noktasıdır belki de. uzun bir dönemi kapsayan amerika-rusya arasındaki soğuk savaşın izlerini de taşıyan romanda paranoya denen şeyi tamamiyle özümsetiyor yazar kişisi. mekan olarak bir pkd klasiği olan san francisco yerine orange county ve berkeley diye iki amerikan şehri ev sahipliği yapmış romana. uyuşturucunun yazarın hayatına olan etkileri, müzikle geçen yılları, dine ve tanrı kavramına bakış açısı gibi konularda fikir edindiriyor insana. philip dick'in belki de hayatını anlatmak istediği romandır diyesim geliyor. tutup da otobiyografisini yazmak yerine bu şekilde bir roman yazarak belkide tam da kendine uyan bir şekilde kendini anlatmak istemiştir. belkide romanda da benzer şekilde yer aldığı gibi bu romanı philip dick yazmamıştır.
    kitabın bir bölümünde ilk yazarlık dönemlerinde yazılarından etkilendiği heinlein'le* inceden dalga geçmeyi de ihmal etmemiş pkd.
  • her pkd romanı gibi okuyup çok sevdiğim daha sonra amsterdam'a gidip magic mushroom yedikten sonra valis'e bağlanmam kitapta tasvir edilen valis'e bağlı olmanın verdiği hisleri birebir tatmış olmamla birlikte ayrı bir sevdiğim bir kitap olmuştur.
  • philip k dick in yine 6 45 ten yeni cikan* oldukca leziz romanlarindan biri*... cocuk, dilencinin aslinda bir dilenci degil de dunyayi ziyaret edip insanlari kontrol eden dogaustu bir varlik oldugunu bilmiyordu - tam bir pkd cumlesi...
  • ".....

    "masumum" dedim.

    yargılama yalnızca iki gün sürdü. ellerinde, bir kısmı gerçek, ama büyük bölümü uydurma olan kocaman kutular dolusu teyp kayıtları vardı. itiraz etmeden oturdum, baharı ve ağaçların yavaş yavaş büyümesini düşünüyordum, spinoza'nın söylediği gibi: dünyadaki en güzel şeydi bu. yargılama sonucunda suçlu bulundum ve şartlı tahliye olasılığı bulunmaksızın elli yıl hapse mahkum edildim. bunun anlamı öldükten sonra serbest bırakılacağımdı.

    hücre hapsi ile "çalışma terapisi" dedikleri bir şey arasında seçim yapmam istendi. çalışma terapisi, amelelik yapmak için bir grup siyasi tutukluya katılmanız demekti. işimiz, los angeles'in kenar mahallelerindeki eski binaları yıkıp yerle bir etmekti. bunun için bize günde üç sent ödeniyordu. ama en azından güneşe çıkıyorduk. bunu seçtim; bir hayvan gibi kapatılmaktan daha iyi görünüyordu.

    kırılmış beton parçalarını kaldırıp götürme işinde çalışırken, nicholas, sadassa öldüler, ama ölümsüzler diye düşündüm, ben ölmemiştim ve ölümsüz de olmayacaktım. onlardan farklıydım. öldüğümde yqa da öldürüldüğümde içimde ölümsüz bir şey yaşamaya devam etmeyecekti. nicholas'ın çok sık bahsettiği ve onun için çok şey ifade eden yz operatörünün sesini duyma ayrıcalığı bana verilmemişti.

    "phil" diye bir ses aniden seslenip dalgınlığımı bozdu. "işe ara ver ve yemeğini ye; yarım saatimiz var." bu leon'du, yanımda çalışan bir arkadaş. kendi yaptığı bir tür teksirle çoğaltılmış bildirileri dağıtırken tutuklanan eski bir su tesisatçısı. yaptığı tek kişilik isyandı. benim düşünceme göre o, hepimizden daha cesurdu; bodrumundaki bir teksir makinasıyla kendi başına çalışan, ona talimat verecek ya da onu yönlendirecek iâhi sesler olmaksızın, yalnızca yüreğiyle çalışan bir su tesisatçısıydı.
    birlikte oturarak, bize verdikleri sandviçleri paylaştık. kötü değillerdi.

    "sen eskiden yazardın," dedi leon, ağzı salam, ekmek ve hardalla doluyken.

    "evet," dedim.

    "aramchek'in üyesi miydin?" diye sordu leon, bana doğru eğilerek.

    "hayır" dedim.

    "hakkında bir şey biliyor musun?"

    "iki arkadaşım üyesiydi."

    "öldüler mi?"

    "evet" dedim.

    "aramchek ne öğretiyor?"

    "bir şey öğretip öğretmediğini bilmiyorum," dedim. "neye inandığı hakkında az çok bir şeyler biliyorum."

    "anlat biraz" dedi leon sandviçini yerken.

    "onlar," dedim, "bağlılığımızı insan hükümdarlara vermememiz gerektiğine inanıyorlar. bize yol gösteren en yüce liderin, gökyüzünde, yıldızların ötesinde olduğuna inanıyorlar. bağlılığımız sadece ama sadece ona olmalı."

    "bu siyasi bir düşünce değil," dedi leon bezgince. "aramchek'in siyasi ve yıkıcı bir örgüt olduğunu sanıyordum."

    "öyle."

    "ama bu dini bir düşünce. dini inancın temeli. bu konu hakkında beş bin yıldır konuşurlar."

    onun haklı olduğunu kabul etmek zorundaydım. "işte," dedim, "aramchek bu. göksel yüce liderin yol gösterdiği bir örgüt."

    "bunun doğru olduğunu düşünüyor musun? buna inanıyor musun?"

    "evet," dedim.

    "hangi kiliseye bağlısın?"

    "hiçbirine."

    "ilginç bir adamsın" dedi. "aramchek topluluğu bu yüce lideri duyuyorlar mı?"

    "duyuyorlardı" dedim. "bir gün yeniden duyacaklar."

    "sen hiç duydun mu?"

    "hayır. duymayı isterdim."

    "yönetim onun yıkıcı olduğunu ve fremont'u devirmeye çalıştığını söylüyor."

    başımı sallayarak onayladım. "bu doğru" dedim.

    "onlara bol şans dilerim" dedi leon. "onlar için bazı teksir edilmiş bildiriler yayınlamak bile isteyebilirim." kısık bir sesle gizlice konuşarak kulağıma mırıldandı. "bildirilerimin bazıları yaşadığım evin arka avlusunda saklanmış olarak duruyor. büyük bir açalyanın altında, bir kahve tenekesinin içinde. adaleti, gerçeği ve özgürlüğü savunuyorum. gözlerini dikip bana baktı. "bu konuyla ilgileniyor musun?"

    "hem de çok" dedim.

    "ama elbette" dedi leon, "ilk önce burada çıkmalıyız. bu işin zor kısmı. ama bu konuda çalışıyorum. bunu halledeceğim. aramchek beni aralarına alır mı dersin?"

    "evet. sanırım seni zaten almışlar" dedim.

    "çünkü" dedi leon, "tek başıma hiçbir şeye ulaşamıyorum. yardıma ihtiyacım var. beni zaten aralarına aldıklarını sandığını mı söylüyorsun? ama hiç ses duymadım."

    "yüyıllardır duydukları ve yeniden duymayı bekledikleri o ses" dedim, "senin kendi sesin."

    "pekala" dedi leon. hoşuna gitmişti bu. "buna ne demeli? daha önce kimse bunu söylememişti bana. teşekkürler."

    .....
    "

    üşenmedim yazdım evet. yukarıya bir parçasını alıntıladığım nefis bir finali vardır. roman boyunca insanı gırtlaklayan şizofrenik atmosferin bulutlarını şöyle bir dağıtır phil abi. çogzeldi.
  • philip k. dick'in kafayi siyirip intiharlara filan kalkistigi o deli dolu günlerinde kagitlara karalalan deli sacmlarindan sonradan derlenen kitap. ucuk kacikligi sebebiyle insani yazarinin yaraticiligina hayran birakan kurgunun aslinda yazarin harbi dünya görüsünü temel almasi gibi bir paradoks sebebiyle insanin sinirini ziplatan bu roman, 6. 45 yayinlari tarafindan basilmishtir, basilmaktadir, dünya döndükce de basmasi beklenmektedir.
  • hayatımda okuduğum en sağlam bilimkurgu romanlarından biri. philip k dick yine kendisini aşmış. bu kitabı ikinci kez okumaktan ayrı bir zevk aldım diyebilirim. philip ustaya özgü kurgusu ile roman bence bir numara.
  • imdb'ye göre 2009 yılında(19 gün içinde?) gösterime girecek film.ilginçtir ki sylvia rolünde alanis morissette var.
  • yenice severek okudugum kitap. yukarida birisi ferris fremont karakterini mccarthy/nixon'a benzetmis. fakat bende okurken trump izlenimi birakti. yine philip k dick'in ileri goruslulugu diyelim.

    bir de su var.

    --- spoiler ---

    uzaydan sinyal var

    --- spoiler ---
  • 6 45 yayinlarindan cikmi$ philip k dickin olumunden sonra ortaya cikan son kitabi henuz okuma firsati(parasi) bulamasamda kalitesinden emin oldugum kitap.
hesabın var mı? giriş yap