• sırbistan seyahatimin dönüşünde yaşadığım ilginç bir olayı paylaşmak istedim. belgrade havaalanında uçağı beklerken 3 kişilik bir bankın en ucunda oturuyordum yanımdaki oturma yerine de çantamı koymuştum tenhaydı ilk anlarda. boarding time yaklaştıkça salon da dolmaya başladı ve oturduğum yerin başında bir çift belirdi hanımefendi dövmeli, çakma sarışın, beyaz tenli, çilli de suratı olan birisiydi beyefendi de tamamen zıt dümdüz bir kişilikti ben de kendilerini yabancı sandım o sırada kulaklık falan da takılı bir şeyler de izliyordum biraz geç farkına vardım tepemde dikildiklerini kendileri de hiç oturma talebinde bulunmadılar ta ki ben onlara "i'm sorry, i couldn't see u, if u want u can sit in here" diyene kadar. biraz yüzüme baktılar sonra çantaları alınca "teeenk yuu tenk yuu" diyip oturdular. bir dakika geçti geçmedi kadın konuşmaya başladı, "utanmaza bak bir de bize bir şeyler demeye çalışıyor bu avrupalı insanlar tam hayvan hayır yani burnunun dibine kadar girmesek yer vermeyecek misin... vs.vs." ben şimdi duydum bunları ama gülmemek için de kendimi zor tutuyorum biraz sonra kalktım yanlarından gülümseyerek "iyi yolculuklar" dedim ama sanki ölü görmüşler gibi bir suratları vardı ki ömre bedel.
  • gün aşırı debe'de, karşıt fikirler beyan eden entryleri gördükten sonra hakkında tek bir "gözlemimi" paylaşmak istediğim ülke.

    kneza mihaila'daki avmde starbucks'ta oturuyorduk. mekandaki herkes kendi halinde, balkanların çoğunda tanık olabileceğiniz gibi, vakit geçiriyordu. ortamda yüksek sesle konuşan, hayvan gibi anıran ve kahkaha atan tek grup genç iki erkek ve bir kadından oluşan türklerdi. hepsi yurtdışına çıkmış olmanın verdiği elitlikle! çevresindekileri umursamadan ve küçümsercesine, güneş gözlükleriyle, etrafa rahatsızlık veriyordu. hoş, çok şaşırtmadı. hem balkanlar hem de orta ve batı avrupa'da, türkiye'den gelen çoğu turist benzer bir tavırda oluyor: "ben yurtdışına çıkabilecek kadar orta sınıfım, buradakiler fakir ya da ezik, hepsini paramla satın alabilirim, şimdi beni dinleyin ve benim için çalışın". az önce bahsettiğim hayvanlardan biri burada yazar bile olabilir. profil çok uyuyordu çünkü.

    sırbistan ve diğer ex-yu ülkelerinde gördüğüm en önemli insan özelliği, mütevazı olmalarıydı. zengini ya da fakiri hiç farketmiyor. türkiye'de büyükşehirlerde ya da tatil yerlerinde görebileceğiniz kendini beğenmişlik, tepeden bakma, karşıdakini küçümseme, en ufak bir obje ile hava atma vs. gibi çoğu davranış kalıbı buralardaki insanlarda yok. insanlar işinde gücünde, çalışıp hayatını devam ettirmenin derdinde. hatta özellikle kadınların iş hayatına katılma oranı çok yüksek seviyede, bu da takdir edilesi.
  • iş için defalarca ziyaret ettiğim en az diğer balkan ülkeleri kadar doğası hoş, şehirlerinin kendine has bir güzelliği mevcut, gelişime açık, fakirliğin hissedildiği, merkezi yerlerde dilenciye çokça rastlanan, sokak köpeği olmayan ama sahipli köpekten geçilmeyen bir ülke. insanı tamamen enteresan sanki bizm 60-70 lerde doğan abiler-ablalar gibi naif ve klas insanlar.

    biraz örnek vermem gerekirse?

    - almanya'da aç mısınız diye soran olmazken ziyaret ettiğim müşteriler sırbistan'da yedirir-içirir bir de memnun kaldın mı başka ne getirelim diye samimiyetle sorarlar.
    hatta memnun kalmazsan üzülürler.
    - bir ziyarette ben türkiye'den bir diğer şirket yetkilisi fransız bir zat fransa'dan geldi; ziyaret boyunca fransız beni işin sonunda nasıl ekeceğinin yolunu yaptı (uçağı kaçarmış, çok işi varmış, trafik zart zurt); hayatımda ilk ve son kez gördüğüm müşteri bu duruma içerleyip "iş bitsin belgrad'a sizi ben götürüp gezdireceğim" dedi ve yaptı.
    - yine bir gün bir müşteri; iş uzadıkça uzuyor bana refakatle görevli olmayan biri mesai bitmesine rağmen saatlerce benle kaldı, akşam eğlenmem için arkadaşının canlı müzik yaptığı lokantaya bıraktı ve arkadaşı ile tanıştırdı
    - türk olduğumuzu öğrenen garsonların biz istemeden domuz içerikli ürünleri işaretlemesine tek bu ülkede rastladım
    - börek başta olmak üzere 1.000 e yakın türkçe kelime kullandıklarını pek çok kişi mutlulukla beyan etti
    - ve en önemlisi artık bizde olmayan sokakta insanlar gülümsüyor.

    (bkz: nikola tesla) nın ülkesinden de aslında pek kötü bir şey beklemiyordum ama hem avrupa'lılar seni rus yanlısı bilsin, hem yüzlerce yıl osmanlı egemenliği'nde kal, hem türk-müslüman dünya tarafından vahşi tanın, hem hollywood seni barbar-cani tanıtsın ana gerçekte de bir o kadar insancıl ol enteresan umarım bozulmazlar.
  • adamlarda turistin altına yatma kültürü yok, biraz da mizaçları sert olay bu. saçma sapan tavırlarla ben de karşılaştım, mc'donalds'ta bomboşken 15 dk sipariş almadılar önce buraları süpürecem diye, değişik bir kafa yapıları var ama bize özel bir şey olmadığını da net gördüm. aksine türk olduğumu öğrendiklerinde ekstra bir samimiyet gördüm herkesten.

    yerellerin takıldığı bir restoranda garson ben istemeden benim için içinde domuz olmayan yemekleri işaretleyip menüyü geri getirdi türk'üm diyince. toplu taşımada kaçak bilet kontrolü yapan görevli, türk'üm diyince yanıma oturup bodrum marmaris very good last year falan diyerek yarı sırpça yarı ingilizce 10 dk muhabbet etti benle. şehirlerarası otobüste en ön koltuktaki eşyaları boşaltıp yer açtılar arkası havasız diye.

    gözünüzü korkutmayın, gayet güzel bir tecrübe sırbistan.
  • 18-22 temmuz tarihleri arasında ziyaret ettiğim ülke. bu ülkeye gitmeyi düşünenler için kılavuz niteliğinde bir kaç cümle yazmak istiyorum.

    gidiş dönüş biletimi yaklaşık bir ay önce pegasus sabiha gökçen - belgrad nikola tesla havalimanları arası 1200tl ye aldım.

    havalimanında yurtdışı çıkış harcı otomatlardan kredi kartı kullanılarak 50 tl'ye alınabiliyor. sırbistana giderken herhangi bir vizeye ihtiyaç duyulmuyor.

    aşılarımı yaptırmıştım ve hes uygulaması üzerinden "aşı karnesine" sahiptim fakat tam açıklayıcı bir bilgi alamadığım için 250tl ödeyerek ayrıca pcr testte yaptırdım: hiç gerek yokmuş.

    belgrad'da kalacağım yeri hostels.com dan seçtim. tek başıma kalacağım için hostel ortamının yeni insanlarla tanışmak için avantajlı olacağını düşündüm ve öylede oldu. çok samimi ve güzel dünyadın dört bir yerinden insanlarla tanıştım. 6 kişilik oda için günlük yaklaşık 150tl gibi bir para ödedim ve kahve, mutfak kullanma, dışarıdan bira alıp muhafaza edebilme gibi imkanlarım oldu. ayrıca hostelin konumundan da çok memnun kaldım. kaldığım hostel için: belgrade soul hostel

    belgrad'da nikola tesla müzesini çok beğendim. bobinler falan var: çok elektirikli bir yerdi. çok fazla detay vermek istemiyorum müzede yaşanacaklar için spoiler olmasın.

    belgadre old town güzel, taksimdeki eski binalara benzeyen bir mimarisi var. nehir kenarında ve doğası harika. ama şehir dışında aşırı çirkin sovyet mimarileri görebiliyorsunuz. bir yazar bu şehir için "dünyanın en güzel yerindeki, en çirkin şehir." gibi bir laf etmiş, doğru da demiş aslında.

    nehir kenarında bir sürü club var. ben açıkcası pek beğendiğimi söyleyemem. marmaristeki gece cluplerine çok benziyor. dj setler yarı sırpça pop yarı 20 yıl öncesi pop şarkılardan oluşuyordu. içerisi çok kalabalık, cluplara girmeniz için rezervasyon sahibi olmanız gerekiyor. herkesin bir masası oluyor ya da bar kenarında içkinizi içebiliyorsunuz. hatunlar aşırı seksi ve güzel giyiniyorlar fakat çok kolay "düşürülebildiklerini" söyleyemem. 2 muhteşem gece belgraddan sonra 1.5 mesafede yer alan novi sad'a geçtim.

    novi sad'ı çok beğendim, belki de, birlikte zaman geçirdiğim insanlar sayesindedir hissettiklerim. daha easygoing, cittaslow bir şehir. nehir kenarında şehirden kolaylıkla ulaşabileceğeniz neredeyse ücretsiz bir "beach" e sahip.

    market alışverişleri türkiye göre daha pahalı, yeme içme de öyle. club ve publarda bira içmek türkiye fiyatında.

    para birimleri dinar ben tl ye çevirirken 11 de birini alarak hesaplıyordum.
    örnek: 330 dinar bir bira yani 30tl gibi.
  • milletin sayfalarca deneyimini anlattığı ama yine yine ve tekrar tekrar deneyim sorulduğu ülke.
    insan bazen hayret ediyor. soracağınıza okusanıza oğlum evladım.
  • aşırı derecede pahalılaşmaya başlamış ülke. kimsenin sesi çıkmıyor, ilginçtir ki.

    covid 19 döneminde, bir şanssızlık eseri türkiye’de mahsur kalınca *, belirsizlik ortamı düzelene kadar 1.5 yıl civarı uzak kalmıştım, evi falan kapatıp türkiye’ye yerleşmiştim.

    temmuz 2021’de geri döndüğümde fiyatlar ve aylık giderler, 2019 ile aşağı yukarı aynıydı. şehir merkezinde, dorcol dolaylarında 25 metrekareye 300 euro’ya, modern olmasına rağmen mağaramsı bir daire tutmuştum**. konumdan ötürü her yere yürüyebilir noktadaydım, bu mağarada evden çalışıyor olsam bile keyifliydi.

    bir müddet böyle devam etti, aylık giderler (kira, fatura ve ev alışverişi) aşağı yukarı 600-650 euro ile karşılanabilir düzeydeydi, ki evin yapısından dolayı soğuk mevsimde faturalar çok yüksek gelirdi.

    sonra rusya-ukrayna savaşı patlak verdi. birinci dalga, bu ülkelerdeki savaştan ve yaptırımlardan kaçmak isteyen insanların ülkeye akın etmesiyle başladı. kira fiyatları çok kısa sürede ciddi oranlarda arttı. kız arkadaşımın ailesinin, 10 yıldır aynı kirayı ödedikleri dairelerinin sahibi, ilk defa kiraya zam yaptı. bütün eşe dosta ciddi kira zammı geldiği haberlerini almaya başladım, başladık.

    benim aç kurt ev sahibi de, kiramı 500 euro’ya çıkardı, ‘take it or leave it’ noktasına getirdi olayları. ben kabul etmeyince, anında bir rus göçmen buldu eve (aşağıda belirttiğim şartlarla hem de).

    ev arama macerasının yoruculuğunu satırlar yazsam anlatamam, lakin bu kadar fiyat artışına rağmen belgrad’da kiralayacak ev bulamıyordunuz! rus ve ukraynalı göçmenler bütün daireleri kapış kapış tutuyor, 6 aylık peşin kira + depozitoyu gözleri kapalı ödüyorlardı. bırakın bir expat olarak beni, buranın yerli halkı bile ev bulamıyordu, ev sahiplerinin çıkarcılıktan gözü dönmüştü.

    100’den fazla ilana başvurduk, yalnızca 2 tanesinden olumlu dönüş oldu. olumlu dönüş dediğim de, “ev halen tutulmadı, gelip bakabilirsiniz”. fakat ikisine de korkunç talep vardı nitekim. çok şükür birini, ev sahibinin kız arkadaşımın uzaktan akrabaları çıkması sebebiyle tuttuk (torpilcilik *) ki evsiz kalmaktan kurtuldum. fakat günlerce dayak yemiş gibiydim.

    ikinci dalga ise market fiyatlarına yansımalar ile oldu. sırbistan hükümeti %20 civarında enflasyon açıklasa da, ben en azından markette %80-90 hissediyorum bu gıda enflasyonunu. 2021 temmuz ayında 90 sırp dinarına aldığım ufak aç bitir ayarındaki salam, artık en ucuza 170 sırp dinarına bulunabiliyor. haftalık market harcamam 30 euro civarıyken, artık aylardır en az 60-70 euro harcıyorum. fakat gıda ve hayat kalitemde hiçbir değişiklik yok.

    işin en trajikomik yanı, net asgari ücretin 310, ortalama maaşın 500 euro civarında olduğu bir ülkede yaşanıyor bunlar ve kimsenin gıkı çıkmıyor. insanlar nasıl hayatta kalıyorlar merak ediyorum.

    bazen buradaki durum türkiye’den kötü diyorum, ama almancı dayı muamelesi görüyorum*. fakat cidden daha kötü olduğunu düşünüyorum. alınan maaşlar türkiye’yle aşağı yukarı aynı, fakat fiyatlar 1.5-2 katı daha fazla.

    geçen bir örneğe denk geldim. kutudaki yazılarına kadar türkçe olan bir ürün, maxi market zincirinde satılıyordu, gözüme çarptı. siz de şuradan bakabilirsiniz.

    290 sırp dinarı, yaklaşık 45 tl ediyor. aynı ürünün migros fiyatı ise burada. 25 türk lirası.

    tabii doğrudan daha temel ürünler ile bir kıyas yapma şansım olmadı ama, sırbistan’da durumlar hiç iyiye gitmiyor. zamlar da minik minik ekleniyor, ama durmuyor. nereye kadar böyle gidecek hiçbir fikrim yok, cumhurbaşkanı vucic de bu konulara katiyen değinmiyor. sonuçlarını acı bir şekilde deneyimleyeceğiz, gözüken bu.

    debe edit: debelenmişiz. podcastimize bekleriz *
  • sırbistan seçimlerinin özeti olabilecek şekilde şunu anlatayım;
    öncelikle aleksandar vucic politik olarak bizdeki asrın liderinden pek bir farkı yok; hatta çoğu uygulaması, demeçleri, hareket tarzı da direkt örnek aldığı karakter olarak şahsım'ı andırıyor.

    vucic, aklında tek bir hedef olarak gücü elinde tutmak olan, gayet ahlaksız, ideolojisiz bir siyasi bukalemundur. vucic tarafından kuşatılan ve başarılı bir şekilde sabote edilen muhalefet partileri, uluslararası baskı ve hatta mali yardım olmaksızın, hem yerel hem de uluslararası toplum tarafından görünmez olmaya devam ediyor.
    bununla beraber, vucic rejimi altında zaten devletin her yerine kök salmış şekilde adam kayırmak, şantaj yapmak, rüşvet vermek, baskı yapmak normalleşmiş durumda. insanların kendilerine oy vermeye zorlamak için mümkün olan her türlü yasal ve yasadışı yöntemi kullanıyor. tabii arada gönlünden kopuyor, halka 100-200 euro ateşliyor. otobüslerle bosna-hersek içerisindeki iki entitesinden biri olan sırp cumhuriyeti'nden bile seçmen taşıyor. seçim galibiyetini açıklarken, arkasında milorad dodik de duruyordu misal. belgrad'daki büyük mitingde de aynı şekilde sırbistan'ın her yerinden otobüslerle insan taşındı ve "belgrad'a hoş geldiniz şeklinde" başlandı. gelenlere birer sandviç ve bin dinar veriliyor. kimi memurlar için katılım zorunlu, hele ki sözleşmeli öğretmenler, doktorlar için katılmaktan başka bir yol yok.

    vucic tüm ulusal medya kuruluşlarını ve neredeyse tüm basılı medyayı, özellikle de geleneksel olarak popüler olan günlük gazeteleri ve tabloidleri kontrol ediyor; dolayısıyla toplum onun "başarıları" hakkındaki acımasız propaganda altında bırakılıyor. yancısı medya patronu olan svetislav milicevic'in ya da yalnızca kendi kontrolü altındaki tv kanallarına önceden hazırlanmış sorularla çıkıp konuşurken, diğer muhaliflere pek yer verilmiyor.
    bir de sosyal medyada binlerden oluşan troll ordusuna sahip.
    vucic'in partisi (sırp ilerleme partisi-sps) kırsal kesimdeki nüfusu, az eğitimli ve kolayca boyun eğmeye yönlendirilen işsizleri hedef alıyor. kişiliğini parlamento seçimleri veya yerel yönetim seçim kampanyaları sırasında bile sürekli kullanarak, bu tür toplumsal gruplarda inançlarının veya sosyo-ekonomik statülerinin tamamen kendi siyasi “hayatı”na veya başarısına bağlı olduğu izlenimini yaratıyor. yani ben olmasam sırbistan olmaz izlenimi, tanıdık geldi mi?

    sırbistan'daki muhalefet partileri, acı bir şekilde bölünmüş, bölündürülmüş, bilgisiz, ideolojisiz, hedefsizler. seçimin ikincisi olup %25'e yakın oy alan srbija protiv nasilja(sırbistan şiddete karşı) koalisyonu vucic karşıtı olması dışında bir ideolojisi var mı pek anlamlandıramadığım bir konu misal. %7 oy ile seçimin üçüncüsü olan ivica dacic'in önderliğindeki üçlü oluşum ise sözde sosyalist ama bir önceki dönem vucic'i destekliyordu.

    nitekim, vucic'in de bu erken seçime girilmesindeki neden, kendisinin aylardır süregelen protestolarını susturma ve muhalefetin bir araya gelmesini engelleyecek şekilde bir seçim galibiyeti ile neticelendirme arzusuydu.

    sonuç olarak siyasi hayata ya da herhangi bir şeye katılmaya isteksiz gençlerin ve siyasi dürüstlük ile geçim arasında bir seçim yapmaya zorlanan yetişkinlerin olduğu kayıtsız bir toplum konumunda sırplar. ve vucic buna karşı karşıya olduğu için bayağı şanslı. gerçi bir bakıma kendi politikaları neticesinde bu sonuç da ortaya çıktı şeklinde de özetlenebilir.

    edit: imla
  • valla garip bir yer. balkanları dolaştım, istisnasız gittiğim her ülkede aman sırplara dikkat edin, şöyle kötüler böyle pisler dediler. türk olduğunuzu söylerseniz başınıza iş açarsınız falan filan. gel gör ki adamlardan hoşgörüden başka bir şey görmedim. türk olduğumu her söylediğimde adamlar ortak tarihimizden, ortak kelimelerimizden bahsedip durdular. anlaşılan devlet politikalarıyla halkı birbirinden ayırmak gerek. ayrıca hırvatistan'ın aksine sınır kapılarında hiç bir soru sormadılar. pek tabi ki kızları güzel ve de insanları oldukça kalıplı. 1.92'lik biri olarak boy kompleksine girdim, o derece. adamların basketbolcu konusunda niye sıkıntı çekmedikleri ortada. erkeklerin benden uzun olması pek sorun çıkarmıyor da, benden kalıplı kızları görünce o çok koydu işte.
  • çok afedersiniz ama amına koyayım ben böyle ülkenin.

    çok sevdim çok da güzel karşıladı beni belgrad, elinde avucunda ne varsa verdi. planlasan gidip izleyemeceğin derbisini tuttu önüme koydu izlettirdi, kazandırdı. çok ucuza dünyanın içkisini içirdi, dünyanın yemeğini en pahalı restoranlarında yedirdi. çok güzellik yaptı.

    ama..ben bu ülkeden ana sınır kapısını kullanarak macaristana girmeyi iki kere denedim. ikisinde de sınırı yürüyerek geçtim, gümrük görevlilerinden dünya kadar kınayıcı bakış, acayip acayip sorular, katilmişim gibi davranışlar gördüm. o sınır kapısı var ya, oranın ben amına koyayım işte. gitmesi kolay dönmesi zor ülke benim için. içi seni dışı beni yakıyor şerefsizin.

    trenleri dökülüyor. 6 saat yol gidiyosun, allahın siktir ettiği yerde duruyo 1 saat. neden diyosun, tren kazası var diyolar. ulan dünyanın umrunda değil. tren kazası olmuş ama mesela. trenleri görseniz, sürekli kaza yapmamaları çok şahane bi mucize zaten. inanmayan adamı allaha inandırır. o derece. sonra küfür edince küfür etti oluyor. 40 kilometre yolu taksiyle gidip sınırı yürüyerek geçtim lan. nası küfür etmiyim. daha önce tecrübem olmasa o sınır kapısından otobüs kalktığını bilmesem, sittin sene gelemezdim geri. bi daha gitmem dedim ama giderim. fakat tren otobüs kullanmam. uçakla giderim. 40 sene sonra özel uçağımla giderim. gene o kapıyı yürüyerek geçersem, o zaman sırp prensini öldürür 3. dünya savaşını çıkarırım. yeter ulan.

    edit: macaristandan daha az milliyetçi olan ülke. macarlar daha milliyetçi bilin de öyle gidin bu güzelim ülkeye. sınırını da sikeyim geçersiniz bi şekilde.
hesabın var mı? giriş yap