• zamanında nato'ya üyelik başvurusunda bulunup, red cevabı almış devlettir. olay 1954'de stalin'in ölümünü (1953) takip eden sene olmuş. 1955'de ise varşova paktı resmen kurulmuş. çok ilginç. bu rusların troll bi millet olduğunu biliyordum ama kendisine karşı savunma amacıyla kurulmuş (veya saldırı da olabilir) bir örgüte üyelik başvurusunda bulunmak, bu artık başka bir seviye.

    kaynak, guardian.
  • genellikle acı ve keder dolu taraflarından bahsettiğim için sözlüğün heyecanlı dimağları tarafından sovyet düşmanı olmakla itham ediliyorum. eh, pek hazzetmediğim doğrudur lakin düşmanlık fazla iddialı. o yüzden dedim ki; yıkıldığında henüz doğmamış, hakkında hiç bir bilgisi olmadan romantik romantik öven kitleye biraz pozitif bilgi vereyim.

    malumunuz tatlı su solcusu kitlemiz, sovyetlere dair; kargadan başka kuş, tarkovskiy'den başka yönetmen bilmezler. onun da baskılar yüzünden sscb'den kaçarak hayatının son yıllarını avrupa'da geçirdiğini bilmezler. bilseler de o konuya pek girmezler. neyse, dedim ki bu sefer hem sovyet film endüstrisi hakkında bilgi vereyim hem de bir kaç güzel film önerisinde bulunayım. belki bir kaç kişinin ilgisini celbeder.

    hatta iyi idrak edebilmeniz için dönemlere bölerek anlatayım ki kafalar bulanmasın.

    sovyet öncesi rus sineması

    çarlık döneminin son demlerinde sinema oldukça yeni bir alandı. buna rağmen ekim devrimine değin çuvalla film çekilmiştir. ilk stop motion filmler, ilk çizgi animasyonlar, ilk uzun metraj denemeleri hep bu döneme denk gelir. rus sinemasının mucidi olarak da vasiliy gonçarov kabul edilir.

    çarlık halkı sinemayı hızlıca kabul etmiş ve çok sevmişti. ülkeye bu nimet batıdan geldiği için almanca sinematograf anlamına gelen kinematograph'ın kısaltması kino da hızlıca rusça sözlüğe girmişti. ilk sinema dergisi olan kino da aynı senelerde yayın hayatına başlamıştı. o dönem petersburg nüfusunun hatırı sayılır kısmı hali hazırda avrupa kökenliydi. bu potansiyeli dünyanın ilk sinema şirketi sayılan gaumont ve yine ilklerden olan pathe kaçırmayarak ellerindeki filmleri rusya'nın büyük şehirlerine kiralamaya başlamışlardı.

    birinci dünya savaşı başlarında ise çarlık, sinemayı bir propaganda aracı olarak kullanarak sadece 1914'de 500 civarı kısa film çektirmiştir ki aynı dönem avrupasının total üretimi bu kadar değildi. tabi ki bu dönemde sinema ile ilgilenebilmek için hem para hem de teknik bilgi, entelektüel ilgi vs. lazım. bunların bulunduğu kişiler ise tabiatı ile aristokrat kesime mensuptu.

    aristokratların bir çoğu ekim devrimiyle birlikte başka ülkelere kaçtılar veya tutuklandılar. o yüzden sovyet öncesi döneme dair anlatılabilecek hikayeler sınırlı. ilginç bir anekdot olarak sinemanın ilk kez halka tanıtılma sürecini anlatayım. henüz sinema salonları icat edilmemişken halka bu yeni mucizeyi tanıtabilmek adına gösterimler tiyatro salonlarında başlatılmış. her oyunun sonunda kısa filmler gösterilerek halkın ilgisi celbedilmiş ve talep yüzünden rusya'da hala sanatın atan kalbi olan st. petersburg'da ilk sinema salonu hizmete girmiş.

    savaşa kadar sovyet sineması

    lenin bir çok çağdaşı gibi sinemanın ne kadar değerli bir enstrüman olduğunu idrak etmiş hatta bir keresinde coşayazarak bir umut sarıkaya karakteri gibi; bütün sanat dalları içerisinde en önemlisi sinemadır! demiştir. sinemanın sovyetler birliğinde endüstrileşmesine de ön ayak olmuştur. sinemayı kuvvetli bir propagada aracı olarak kullanmayı akıl eden ilk lider de desem abartmış olmam. tabi ki sinema da sscb elindeki diğer sanat dalları gibi kontrol altındayken güzeldi. kendi eşini bu yeni endüstrinin başına atamıştı ki bunlar sovyet sinemasının en serbest yıllarıydı. sonrasında işler stalin ile birlikte kontrolsüz güç, güç değildir kıvamına geldiğinde nice değerler heder olacaktı.

    bildiğiniz üzere sinemanın yükselişinin sebeplerinden birisi bilim kurgu ve fantastik kurgu ile izleyenlerin aklını almasıdır. hareketli resimler iyi güzeldi lakin bir hikaye sunmuyorlardı. o nedenle le voyage dans la lune hala akıllarda kalan eserlerden birisidir. bu dönemde sovyet sineması da benzer bir yola başvurarak ilk bilimkurgu filmi olan aelita'yı gösterime soktu. şuradan tamamını izleyebilirsiniz.

    sscb, kendi coğrafyasının dört bir yanına sinema şirketleri, salonlar ve sinema okulları kurdu. ellerinde kalan iyi yönetmenlerle bir çok başarılı projeye imza attılar. gel gelelim sergei eisenstein gibi sürüyle insanı da it köpek etmekten geri kalmadılar. kendi başlığına bir göz atın. internetten biraz araştırın. bu adamın sinema adına ne kadar değerli olduğunu kolayca idrak edeceksiniz. zamanının ötesinde bir sinemacıydı. stalin ise eisenstein sırf avrupa ve amerika'ya gidip kendini geliştirdi diye yıllarca potansiyel ajan olarak göz hapsinde tuttu. yeri geldi tımarhaneye attırdı, yeri geldi kazakistan'a sürdü. filmlerine iki kere stalin nişanı vermeyi de ihmal etmedi. meşhur fıkradaki padişah gibi stalin hem 40 kese altın veriyor hem de 40 sopa atıyordu. zira sinema boş beleş adamların işiydi.

    andrei tarkovskiy bir röportajında; eğer stalin eisenstein'ın çalışmalarının özünü anlamış olsaydı ona asla baskı yapmazdı demiştir. stalin, bilindiği üzere bir çok konuda olduğu üzere sanat konusunda tam bir kara cahildi ama konumuz o değil.

    sovyet sinemasının dünya sinemasına etkisini daha iyi anlamak için eisenstein'i iyi irdelemek lazım. örneğin coppola'nın apocalypse now'da çektiği ilham verici sahnelerden tutun da de palma'nın the untouchables filmindeki kurgusuna kadar hepsi sergei eisenstein'ın potemkin zırhlısından inkar edilemez bir şekilde etkilenmiştir.

    eisenstein'ın sadece yönetmen değildi. birçok yönden olağanüstü derecede ileri görüşlü bir düşünürdü. entelektüel sinema ve meşhur entelektüel montaj fikri kendisinden çıkmıştır. sovyet sinema doktrinin büyük kısmı da kendisine aittir. mesela sinemayı içten yanmalı motora da benzetmişliği vardır. sizi bir yerden alıp bir yere götürürken yolun durumuna göre yavaşlar veya hızlanır. dinamiğini motorun içinde patlayan yakıta benzetir.

    diğer yönetmenlere de geleceğim fakat eisenstein gerçekten çok değişik bir adam. oktyabr/ekim filminin toplam süresi neredeyse dört saatti. öyle bir dönemde sessiz bir filmin bu kadar süre kendisini izletebilmesi dahi büyük başarıydı. gerçi hoş stalin yoldaş burada da troçki'ye atıfta bulunan sahneleri kırptırarak filmi kuşa çevirmiştir.

    savaşa kadar olan dönemde sovyet sineması propaganda dışında dünyada bir çok insana ilham oldu. örneğin dziga vertov hem kendi ailesine hem dünyaya bir çok sinemacı kazandırmıştır. 23 bölümlük kino-pravda belgesel serisi filmini çekerken, insanların günlük yaşamlarına odaklandı ve gündelik durumları kullandı. özellikle habersiz olarak filme almayı tercih ederdi. vertov'a göre, sovyet öncesi filmler burjuva odaklıydı. izleyiciyle daha yakın bir ilişki kurabilmek adına gerçekçilik gerektiğini iddia ediyordu.

    en ünlü eseri, kameralı adam, sinema sanatını gösteren, kendini yansıtan bir filmdi. onun ham film denemeleri daha sonra 1960'ların etkili fransız akımları cinema verite ve nouvelle vague'e ilham verecekti. hatta steve mcqueen, oskar alan 12 years a slave filminin ilham kaynağını vertov olarak göstermiştir. vertov drama ve aksiyonun burjuva eğlemek için çekilen maskaralık olarak görüyordu. teknik olarak belgesel janrasını yaratan adam da diyebiliriz kendisi için.

    sessiz sinema döneminin bir diğer kralı ise aleksandr dovzhenko'dur. ukrayna'dan çıkmış taşralı bir çocuktur. meşhur eseri zvenigora (1928), ukrayna tarihinin dört farklı evresinde geçen eski iskit hazineleri hakkında cesurca stilize edilmiş hikayelerden oluşur. arsenal (1929), devrimin ve iç savaşın ukrayna üzerindeki etkileri hakkında epik bir filmdir. zemlya (dünya, 1930), başyapıtı olarak kabul edilir. dünya, zengin toprak sahibi köylülerden (bkz: gulag) oluşan bir aile ile küçük bir ukrayna köyündeki kollektif çiftliğin genç köylüleri arasındaki çatışmanın hikayesini anlatır. ancak film bir anlatıdan çok doğumun, yaşamın döngüsel tekrarına gönderme yapar. doğum, ölüm ve aşkın insan hayatındaki etkisini irdeler. film bugün övülse de, gösterime girdiğinde stalinist eleştirmenler tarafından karşı devrimci olmakla suçlanmış. kısa bir süre sonra, aleksandr dovzhenko siyasi suçlu olarak sorgulandı. tutuksuz yargılandığı bu süreçte filmlerine hiç ara vermedi.

    savaş sonrası sovyet sineması

    ikinci dünya savaşı sonrası hayat abd dahil hiç bir ülke için çok iyi durumda değildi. haliyle fakir halkların eğlence ihtiyacını ucuza giderecek araçlar gerekiyordu. bu dönem öyle bir dönem ki bugün hala modern sinemanın kuralını kaidesini çizen yönetmenlerin neredeyse hepsi bu dönemde peydah oldu. hatta manga ve çizgi roman kültürünün en üst seviyeye çıktığı süreçte bu dönemdir. televizyonun internetin olmadığı bir dönemde insanların tek eğlencesi bu ürünlerdi.

    sovyet sinema endüstrisi de bu dönemde bir çıkmaza girdi. ilk yıllarda çok uzunca süre 1930'lu yılların filmlerini sundular. yetmedi özel izinlerle avrupa ve abd yapımı filmleri getirdiler. yapımcıların savaş sonrası ilk yaptıkları filmler de orijinal değildi. italyan ve amerikan filmlerinin kopyalarını yaptılar. bu arada sinemada sadece bugün anladığımız şekliyle filmler oynatılmıyordu. sinemanın seslenmesiyle çeşitli operalar, konserler ve diğer müzikal eserler de sinemalarda oynatılıyordu.

    malum savaş esnasında sinema ile ilgisi olan bir çok insan cephede can vermişti. yönetim ise talebi karşılamak için geçici bir süre yabancı yapımlara tölerans göstermişti. maliyeti üç kopeklik filmlerden yıllık milyonlarca ruble kazanmanın da etkisi büyük tabi. bu filmlerin sansürsüz yayınladığını düşünmeyin. bittabi ki yönetim buna da el attı. örneğin john steinbeck'in fareler ve insanlar kitabından uyarlanan filmde yoksulların toplumdaki konumu sovyet ideolojisi ile pek uyuşmuyordu.

    stalin sonrası dönem biraz rahatlama oldu. kruşçev bir çok konuda stalinist rejimin yasaklarını kıran başkan olarak bilinir. yine de dikta rejiminde ne kadar özgür olabilirse o kadar özgür kaldı yönetmenler. bu dönemde yurtdışına açılmaya izin verildi. örneğin 1957 senesinde gürcü asıllı yönetmen mikhail kalatozov'un mosfilm'de yönettiği letyat zhuravli(turnalar uçuyor) filmi 1958 cannes film festivali'nde altın palmiye kazandı. sonrasında ballada o soldate (asker balladı) cannes jüri özel ödülü ve oskar adaylığı kazandı.

    bu dönemde birliğin dört bir yanına film stüdyoları kuruldu. bir çok devlet kurumu gibi üzerinde çok düşünmeden hepsini bulundukları bölgelere göre isimlendirdiler. moskova film stüdyosuna mosfilm, leningrad stüdyosu lenfilm oldu. bazı ülkelerde sadece birer stüdyo ile yetindiler. o yüzden kazakistan film stüdyolarına kazfilm kısaltması verildi. bu stüdyonun kurulması ve geliştirilmesinde en büyük etkiyi yukarıda bahsettiğim eisenstein ön ayak olmuştur. stalin'in kafasına estikçe adamı sağa sola sürmesinin tek faydası gittiği stüdyolara ilham vermesi olmuştur.

    1960 sonrası ise yeniden bir yükseliş dönemi oldu. sergei bondarchuk'un tolstoy'un meşhur romanı savaş ve barış'ın uyarlaması olan filmi en iyi yabancı film dalında akademi ödülü alan ilk rus filmi oldu. andrei tarkovsky, sergei parajanov, nikita mikhalkov gibi meşhur yönetmenler hep bu dönemde parladı.

    tabi ki bu dönemden en akılda kalan isim andrei tarkovskiy idi. tarkovskiy, kruşçev döneminde yaşanılan suni rahatlama dönemine denk geldiği için çok şanslıydı. çünkü o dönem sinema okullarında avrupa ve amerika edebiyatının, filmlerinin ve müziğinin sınırlı da olsa paylaşılmasına izin verilmişti. bu, tarkovskiy'nin italyan yeni gerçekçileri, (bkz: neo realismo) fransız yeni dalgası'nı (bkz: nouvelle vague) ve akira kurosawa , luis bunuel,ıngmar bergman, robert bresson, andrzej wajda gibi yönetmenlerin filmlerini izlemesine imkan verdi.

    tarkovskiy kariyerine ivanovo detstvo ile başladı ve ilk ödülünü de bu filmle aldı. sonrasında kariyeri sscb yönetimiyle kavga etmekle geçti. andrei rublev biyografisi olan filminin kaç farklı versiyonu olduğu belli değil. çünkü rejim, birliğin dört bir yanına dağıtılan filmleri kafasına göre kesip biçerek yayınladı. filmin bir versiyonu 1969'da cannes film festivali'nde sunuldu ve fıprescı ödülünü kazandı ama o versiyonun da ne kadar tarkovskiy'nin gönlünden geçen nüshası olduğu tartışılır.

    sonrasında kült olan solaris filmini çekti. stanislaw lem'in romanının bir uyarlaması olan solaris ile yine cannes film festivalinde ödüller aldı. tarkovski'nin sovyetler birliği'nde tamamladığı son filmi , arkady ve boris strugatsky kardeşlerin yol kenarı pikniği romanından esinlenen stalker'dı .

    okuldan yakın arkadaşı shavkat abdusalmov'a göre tarkovsky, japon filmlerinden, bilhassa kurosawa'dan büyülenmişti. ekrandaki her karakterin nasıl ince işlendiğine, kılıcıyla ekmek kesen bir samuray gibi günlük olayların nasıl özel bir duruma yükseltilip ilgi odağı haline getirildiğine çok şaşırmıştı. tarkovskiy ayrıca haiku şiir sanatına ve imgelerin kendilerinden başka bir anlam ifade etmeyecek şekilde yansıtılmasına olan ilgisini sıkça dile getirmiştir.

    tarkovskiy, sanatın daha yüksek bir manevi amacı olması gerektiğine inanan, derinden dindar bir ortodoks hıristiyandı. mizah ya da alçakgönüllülüğe bağlı olmayan bir mükemmeliyetçiydi: kendine özgü tarzı, dini temalar ve inançla ilgili konular üzerinde düşünen birçok karaktere sahip olan, ağır ve edebi bir kişilikti.

    biraz götelek olması ise ayrı konu. stanley kubrick'in mektuplarına ve övgü dolu röportajlarına verdiği çok da sikimdeydi tavırları beni hep kıl etmiştir. kubrick, sürekli ağzından düşmeyen yüksek sinemanın batıdaki tillahı olmuşken sana övgü dizmiş adam haysiyetsiz. bu kıskançlık değil de nedir.

    neyse, sovyetler sonrası kariyerinde yine ödüller aldı lakin bunlar biraz da siyasi ödüllerdi. 1986 yılında paris'de akciğer kanserinden hayatını kaybetti. röportajlarına girersek içinden çıkamayız. mukadderat. biraz daha fazla yaşasa neler başarabileceği veya çökebileceğini ancak hayal edebiliriz.

    1970'li yıllarda brilliantovaya ruka(elmas el), svet granata (narın rengi), beloye solntse pustyni (beyaz çöl güneşi), djentlmenı udaçi(centilmenlerin şansı), solaris gibi filmler bir çok ödül aldılar.

    1980'li yıllarda yabancı film oskarı alan moskva slezam ne verit(aşk gözyaşlarına inanmıyor) filmine binaen idi i smotri gibi kült olmuş bir çok güzel film çekildi. bu dönemde ilk kez kholodnoe leto pyatdesyat tretego gibi stalin dönemini eleştiren filmler yayınlandı. pokayaniye gibi bir kaç film daha cannes film festivalinde çeşitli ödüller aldı.

    cannes demişken soktuğumun fransızları olmasa ne baskı döneminde ne serbest dönemde ruslar başka ödül alamayacakmış gibi geliyor insana. tamam, apolitik bir ödül otoritesi yok bu dünyada yalnız hem yılmaz güney'e hem de tarkovskiy'e aynı sahnede ödül vermek de nedir be kardeşim? ikisinde de dalyaraklık doğuştan ama tarkovskiy en azından mürekkep yalamış, sinemayı sindirip üç ayrı parça ve kıvamda sıçmış adam. yılmaz güney kim mnskym.

    hasılı kelam, 80'li yılların sonunda sscb de sineması da bitti ama adı kaldı yadigar. herkes döneminde kendine düşeni yaşayarak bir şeyler çekti. sinemaya damga vuran az ama öz bir dönem yaşandı. yine de bu üretkenlik author yönetmenler ve sinema endüstrisine yenilikler katma seviyesinde kaldı.

    sovyetler rakibi abd'e nazaran bollywood kadar dahi üretemedi. bütün sovyet tarihinde çekilen bilim kurgu filmleri parmakla sayacak kadar az. genelini toplasak hollywood'un bir kaç senelik üretimi kadar etmez. evet, diğer tarafta kapital, reklam, soft power var ama sovyetler tarafında da baskıcı rejimden başka bir şey yoktu. o yüzden bu kadar yazdıktan sonra izlediğim yüzlerce sovyet filminden önerebileceklerimi bir çoğunuz benden iyi biliyorsunuz.

    yine de üç beş güzel film tavsiyesi vereyim. meraklısının boş vakitlerini doldurur. idi i smotri, stalker veya beloe solnitse pustıni gibi klasikleri es geçiyorum. onları bütün listeleme sitelerinde bulabilirsiniz. zaten sovyet sinemasına meraklı herkesin ilk izlediği filmler bunlar oldukları için daha az bilinenlerden önereyim.

    tıpkı abd'de olduğu üzere sovyetlerinde belli başlı dönemlere has filmleri var. şimdi önereceğim film de böyle bir klasik fakat nedense tarkovskiy severler bu filme biraz burun kıvırırlar. fularlı entellikten olsa gerek. yine de bir yılbaşı klasiği olarak (bkz: ironiya sudby ili s legkim parom) gayet izlenebilir bir filmdir. özellikle dönemin büyük şehirlerinde sovyetler birliği yaşamını merak edenler için şahane bir örnek.

    filmdeki diyaloglar, espriler, klişe olmuş konusuyla sovyetler birliğinde yaşamış bir çok insan için inanılmaz nostaljik bir filmdir. hala yılbaşı arifesinde mutlaka bir kanalda denk gelebilirsiniz.

    belyy bim chyornoe ukho bir köpeğin hikayesini anlatan hüzünlü bir film. film oskar'a aday gösterilmişti fakat alamamıştı sanırım. bu filmin hikayesinden ziyade görselliği muhteşemdir. üstteki filmin renkli ortamından ziyade sovyetler mimarisini iliklerinize kadar hisseder, o gri binalar ve kendine has estetiği içerisinde kaybolursunuz.

    ivan vasilyevich menyayet professiyu sovyetler birliğinde en çok izlenmiş filmdir. resmi rakamlara göre gösterimde kaldığı süreçte 60 milyon bilet satılmıştır. bilim kurgu komedi olan filmde mühendis şurik evinde bir zaman makinesi yapmaya çalışmaktadır. bir deney esnasında kendisini komşusunu ve yan dairedeki hırsızı korkunç ivan dönemine ışınlar. klasik bir komedidir.

    o kadar vertov ve belgeselcilik dedikten sonra bunu paylaşmazsam olmazdı. şestaya çast mira yani dünyanın altıda biri adlı filmi çok fantastiktir. sanki a clockwork orange filmindeki alex gibi gözleriniz zorla açılarak izletilen bir yapıma benzer. filmde sovyetler birliğinin dünyanın 1/6'i olduğu vurgusu yapılırken çeşitli kültürlerden kareler yansıtılır. bu arada her geçişte bir mesaj ve bölgelerin isimleri yazılır. şuradan izleyebilirsiniz: https://youtu.be/pia7sxcgiu0

    çilavek amfibiya yine meşhur bir sovyet filmi ama fantastik örnek az olduğu için bunu da listeye ekledim. deniz biyoloğu olan dr. salvator evlatlığına çeşitli modifikasyonlar yaparak çocuğu bir tür aquaman'a çevirir. biraz kevin costner'in sea world filmindeki karakterine benzer zira hem suda hem de karada yaşayabilen insansı bir canlıdır ve karada çok uzun süre kalamaz. film bu gencin başından geçen aşk ve türlü maceraları anlatır. çocuğun canavar zannedilmesi, kaçış, aşk derken birazcık da frankenstein hikayesidir. man from atlantis hikayesine de benzer. yenilenmiş versiyonu zevkle izlenebilir. aslında bir tür sovyet tarzı b type movie diyebiliriz. izlemek için: https://youtu.be/vjqmwgfa4p8

    fantastik demişken yine bir gennadi kazansky yapımı fakat çocuklara yönelik olan starik hottabıç filmini önerebilirim. anlamı yaşlı gudubet olarak çevirilebilir sanırım. ufak bir çocuk yüzerken sihirli şişe bulur. şişenin içinden adı hassan abdurahman ibn khottab olan bir cin çıkar. buradaki isimde bir kelime oyunu var. khottabiç ingilizcedeki jinx benzeri uğursuzluk getiren, keyif kaçıran manasında kullanılan bir kelimedir. filmin adı ve karakterin soyadı bu kelimeye benzer. efektleri ve esprileri hedef kitlesine göre fena değildir. çocuğa ben bir cinim dediğinde, cin bir amerikan içkisi değil mi? gibi gudik ilkokul esprileri yapılır. dönemi düşündüğünüzde çocukları güldürdüğüne eminim.

    savaş üzerine en çok sevdiğim film dvadtsat dney bez voyny (savaşsız 20 gün) sanırım. uzun yıllar süren savaşta 20 gün nefes alabilen bir savaş muhabirinin o kısa sürede yaşadıklarını anlatır. bu filmle ilgili en sevdiğim şey diyalogların uzun ve boş olmamasıdır. dönemde yaşananları sovyet bakış açısıyla anlatır. aslında komedi kökenli ve komedi filmleriyle meşhur, vaktiyle sirklerde çalışmış bir aktör olan yuri nikulin başroldedir. izlemek için: https://youtu.be/xd8cptrlhm8

    şimdilik bu kadarla bırakayım. bir ara alt kısıma düzenleme yapar, bir kaç film daha eklerim.
  • yıkılması ile birlikte bu komünizm boyunduruğundan kurtulan tam 15 ülke kurtulmuştur.

    ---------------------
    doğu avrupa'nın (rusya, beyaz rusya, ukrayna, moldova) yanında baltık (estonya, letonya, litvanya,), kafkasya (gürcistan, ermenistan, azerbaycan) ve orta asya ülkelerinden (türkmenistan, özbekistan, kırgızistan, kazakistan, tacikistan1) oluşmaktadır ve rusya ardılı kabul edilir.

    ---------------------
    ilk ayrılan devlet litvanya
    ilk ayrılan türk devletleri özbekistan ve kırgızistan.
    son ayrılansa kazakistan'dır.

    edit: ilk ve son türki devletler konusunda uyaran yazar arkadasa tesekkürler.
  • (bkz: #143573317) şurada bahsi geçen muhabbet çok sıkıntılı. videonun tamamını izledim. celal hocayı çok severim ama yaşlı bezine yaklaştıkça zihninin su kaynatmaya başladığını üzülerek kabul etmek zorundayım. tam bir kahvehane muhabbeti çevirmiş. yaptığı mukayeseler çok sıkıntılı ve safsatalarla dolu.

    kendi içerisinde öyle çelişkili cümleler kuruyor ki insan üzülmeden edemiyor. ah be tontik hocam, bu internet ve populizm işleri çok bozdu seni. mesela semerkand'ı örnek veriyor. ruslar üniversite açmış oraya. semerkand'dan bahsediyor. şaka yapmıyor. dünya tarihi boyunca hiç yerleşimsiz kalmayan şehirler sıralamasında başlarda, orta asya sıralamasında en yukarıda olan, unesco dünya mirası listesindeki şehirden bahsediyor. hani asya tarihi boyunca hep medeniyet ve bilimin merkezi olarak anılan şehir. hocam af buyur ama büyük iskender bu şehire helen kültürü getirip sokaklarında bilim tartışılırken, slavlar mağarada götlerini taşa siliyorlardı.

    sonra irkutsk ve operadan bahsediyor. diyor ki kovboylar gibi yerli halkları öldürmemişler. onun yerine kültürlerini koruyup onlara opera binaları yapmışlar.

    bahsettiği irkutsk ve halkını gelin size ben anlatayım. hani bugün rusların ukrayna işgaline zorla gönderilip cephede öldüğü, slav gençleri sapır sapır kaçarken ülkeden çıkmaya parası olmayıp tekrar tekrar cepheye sürülen halkları var ya. hah bu şehir onlara aitti. şehrin adı dahi buryatça. buryatlar tıpkı kalmuklar gibi köken olarak moğollarla aynı soydanlar. gel gelelim bugün gidip irkutsk da buryatça konuşarak bakkaldan ekmek bile alamazsınız. ne kültürlerini ne dillerini ne de tarihlerini biliyorlar. yerli halkın büyük kısmı zaten ortodoks. şehirde okuldan çok kilise var. hani hoca bunlar da (ruslar) hristiyan ama halka zarar vermemişler yahu keh keh diyor ya.

    buryat halkı bugün slav gibi yaşamayı başarı sayıyor. şehir yönetiminde ruslar var, büyük bütün kurumları ruslar yönetiyor. bu halklar çarlık döneminden beri iş ve eğitim eşitsizliğine maruz kalıyorlar. haliyle savaşta vurulanların üzerinden nutella ve üç kuruşluk elektronik cihazlar çıkıyor. medeniyet görmüş, eğitimli adamı başka bir ülkeye gidip insan öldürmeye ikna edebilir misin? hadi ettin eğitimli insanlar köyünde görüp almaya gücü yetmediği üç kuruşluk çikolatayı çalarken vurulacak kadar sefil halde olabilir mi?

    beni bu ülkenin entelijensiyasının yüzeyselliği öldürecek bir gün. hocam gitmiş orada bir kaç ay tatil yapar gibi balı böreği gömüp dönmüşsün. rusça bilmiyorsun, altay dillerinden hiç haberin yok. şaman gördüm şaşırdım diye anlatıyorsun. ruslar pozitif bilime nasıl eriştiler? prusya dolayısı ile avrupa özellikle fransa çok etkiledi. peki bu halklar sonrasında her gittikleri yere medeniyet mi götürdüler? hayır. fransızlar kuzey amerika dahil her yere el attılar. almanlar az daha dünyayı yok ediyorlardı. bırak donsuz kabileleri, bizzat bütün avrupada her milletten insanı katlettiler. ruslar da aynısını yaptılar. hala da yapmaya devam ediyorlar. tarih tekerrürden ibarettir. bugün kendi kanından olan ukrayna'ya bomba yağdırıyorlar.

    bahsettiği şehirlerdeki binalar oranın yerel halkı için değildi. hala da değil. nüfusu baskılamak ve asimilasyona uğratmak için yerleştirilen slavları mutlu etmek için yapıldılar. dertleri medeniyeti yükseltmek olsa önce bölgedeki aydınları kurşuna dizmezlerdi. bahsettiği bölgede çarlık döneminden ikinci dünya savaşı sonuna kadar onlarca isyan çıktı. binlerce insan katledildi. rinchingiin elbegdorj ve jamsrangiin tseveen gibi buryat hareketinin lideri aydınlar halkın gözü önünde infaz edildiler. bugün hanginiz bir tane buryat kimliği ile tanınmış meşhur ilim bilim adamı tanıyorsunuz?

    çok ironiktir, hocanın yok şamanlara vs. dokunmadılar dediği yerin az ötesindeki moğolistan'da soykırım müzesi var. bir çoğu budist ve şamanist din adamları olan insanların hala toplu mezarları bulunuyor. insanlara zorla rusça öğretilen, fikir hürriyetinin olmadığı, inancın yasak, bireyselliğin yok edildiği yerde ne medeniyeti. benim en çok canımı sıkan hocayla konuşan gençlerin de bilinçsizlikten ölüyor olmaları. bunların oturdukları semtin her bir sokağının caddesinin adı ruslar tarafından infaz edilen türk aydınlara ait. hocam af buyurun ama sikeyim kanla gelen medeniyeti diyememişler.

    tarih bilinci bizden daha iyi olan azerbaycanlı bir genç olsam şu lakırdı dönerken hocam orada bir duracaksın derdim. bakın bugün ayın 28'i. iki gün sonra yani 30 ekim günü bütün eski sscb ülkelerinde insanlar, siyasi baskı ve zulüm sürecinde kaybettikleri şehitlerine ağlayacaklar. en acısı da azerbaycan milli marşının sözlerini yazan şair ahmed javad, şair mikail muşfig, fikir adamı yusuf vezir çemenzeminli gibi nice aydınlarımızın mezarları bile yok. kafalarına sıkılarak kimsenin yerini dahi bilmediği çukurlara atıldılar. mehmet akif'in, halide edip'in böyle bir vahşete maruz kaldığını tahayyül dahi edemiyorum.

    en saçma kısmı ise konunun amerikan yerlilerine bağlanması. hocanın kafasında orta asya'da yaşayan halklar amazonların balta girmemiş ormanlarında mızrakla balık avlayan kabilelere eş. aklına hiç altınordu, cengiz, iskitler gibi dünyanın en büyük imparatorluklarını kurmuş olan medeniyetler gelmiyor. ruslar hala mağarada yaşarken o bölgede hüküm süren, altın işçiliği ile meşhur halkları yaban ile bir tutuyor. yahu amerika'nın keşfi ile kovboylar arasında koca beş yüz sene var. ilk dönemden bahsediyor desem kim kime medeniyet götürecek. bir tarafta götünde yaprakla gezip piramit tepelerinde yüzlerce insanın kafasını kesip yuvarlayan inkalar. diğer tarafta meydanlarda cadıdır diyerek diri diri kadın yakan ispanyollar var. bunların ikisi de medeni değil ki kim kime ne verecek ne alacak. en fazla patates alıp incil vermişler işte. geri kalanı kan revan.

    kovboyluk derken amerikan iç savaşı döneminden bahsediyorsa o daha da kötü. beş asırda birbirinin içine geçmiş öyle karışık bir vaka var ki orada. kimin kimi kopardığı belli değil. ortada zaten henüz bir ülke, medeniyet, oturmuş bir yapı yok. ne üniversitesi ne operası. karambolde avrupalının elindeki güçle baldırı çıplak yerlinin canına malına çökmesi başka bir konu. rusların asırlarca hükmü altında kaldıkları halklara güç ellerine geçtiğinde kan kusturması bambaşka. hocanın medeniyet getirdiği dediği çarlık, kazak hanlığının son hanı olan kenesarı han'ın kesik başını müzede sergiliyor. bu mevzu çok uzun zamandır rusya-kazakistan arasında gerilim konusu. sultan vahdettin'in kafasının yunanistan'da bir müzede sergilendiğini düşünün. bu mu amk medeniyet?

    neden böyle kıllı konulara girersin ki be hocam. otur ilber hocayla mis gibi çayını püskütünü yerken bilim konuş. fatih altaylı'ya ekranda elinde sopayla ptolemaios anlat. durup dururken kendini seven insanların gözünden düşüyorsun.
  • adını duyduğumda aklıma hep bu görsel gelir. hafiften gülümsetir.
  • sscb karşıtı propaganda ile ilgili bir konuşmayı çevirerek hazırlanmış yazı dizisini aşağıda bulabilirsiniz.

    yazı 1

    yazı 2

    yazı 3
  • ilkokul 4 te iken duvardaki haritada kocaman sscb yazardi. ögretmenimiz o dagildı derdi.
  • propaganda olarak mimarisi ile dalga geçilen, ama kapitalizmin insanları kutu gibi 50 m² evlere hapsettiği, et yerine böcek tüketin ögütleri verdiği, herkesin mutsuz olduğu günümüz dünyasında, önemi iyice anlaşılan eski ülke. çalışma koşulları vb. kazanımların tümünün, sscb'nin varlığı sayesinde elde edildiği ortada. çünkü günümüz dünyasında, gün geçtikçe yaşamak zorlaşıyor; sürekli çalışman gerek, çünkü tüketmen gerekiyor. yoksa eleniyorsun. şöyle ki, her tüketim malı bir statü göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. karşındaki insanın sana nasıl davranacağını dahi bu belirliyor.

    ama maalesef ki, all rightcılık ve liberalizm popülizm ile kendisine kitle bulmaya devam ediyor. ironik kısım ise, kendisine liberalim diyen ve bu sistemin işleyişinden memnun olan insanların, ekonomik olarak bulundakları konumların alt gelir düzeyi olması. insanlar bireyselliği kanıksamış, kolektif bir şekilde hareket edip, herkes için koşulları iyileştirmek ve bu düzenin işleyişini sorgulamak yerine, kendilerini yukarıda konumlandırmak istiyorlar. kısacası, 10 sene sonra haftada 7 gün çalışıp, ufak bir kutuda yaşamak zorunda kalabilirsiniz. dünya buraya doğru gidiyor. çünkü sscb yok. evet.
  • dünya tarihinin en büyük hayali olarak başlamıştır karşısında olduğu sistemle aynı oyunu oynamak istemesi nedeniyle kaybetmiş ve o gittiğinden beri dünya dahada seçeneksiz, çölleşmiştir
  • teoride değil pratikte çökmüştür.

    zalim ve diktatör rus liderlerin elinde heba olmuştur.

    başarısız bir projedir.
hesabın var mı? giriş yap