• baştan notumuzu verelim; kılçıksız 8/10

    aronofsky baba, noah dışında kariyerine firesiz devam ediyor, 8. uzun metrajı ve 54 yaşında. bence bu karne onu top class yönetmenler sınıfına çıkarıyor. gerçekten büyük başarı.

    spoiler

    aronofsky yine yaratılış, incil temasından vazgeçmemiş. çok fazla yerde okumadım ama charlie bana kalırsa çok net bir tanrı metaforu, kızı ise şeytan.

    şeytan, tanrının insanları yaratmasına ve onları çok sevmesine katlanamaz. tanrının, insanları kendisinden daha fazla sevmesi ile karanlıklara çekilir. her şeye büyük bir öfke duyar.

    filmi bu çerçeveden izlemeye başlayınca birçok şey yerine oturuyor. zira herman melville de moby dick'i aslında bir tanrı olarak tasvir eder.

    kızın yazdığı kompozisyonun filmin tamamına bağlanması ise muhteşemdi. aronofsky bizi finale kadar zorluyor. klişe bir filmde şişmana üzülmemiz, ağlamamız gerekirken; aşırı obez, ezik ve gay bi adam olmasından dolayı ondan nefret ediyoruz. empati yapmaktan süreki uzaklaştırıyor bizi. ama sonunu öyle bir bağlıyor ki...

    film boyunca adama dair öfkemiz, üzüntümüz, onun zavallılıklarından dolayı kinimiz; kızının kompozisyonu ile dağılıyor. çünkü moby dick'in en sıkıcı kısımları balinanın detaylı tasvirleriydi, tıpkı charlie'yi iki saat izleyişimiz gibi. fakat yazarın/yönetmenin bunu yaparkenki asıl amacı, bizi gerçek acıdan korumaktı.

    kızının çektiği gerçek acıyla son karede yüzleştiriyor bizi. babasının ölmesini istemediği o an. ilk defa ağzından 'baba' kelimesi çıkıyor: 'dady please!'...

    ve beyaz balina son kez denizin yüzüne, tüm heybetiyle ahab'ı/kızını/şeytanı karşılamaya çıkıyor.

    film bitti ve ben koltuğa çivilendim. iyi ki sinema var be!
  • türkçe sitelerin çoğu aptalca bilgiler veriyor biz düzeltelim:

    brendan fraser, rol için baya kilo almıştır ancak tabi ki yeterli değil. rolü oynadığı sırada 136 kg'a ulaşmıştır. canlandırdığı karakterin kütlesi ise 272 kg'dır. bu aradaki fark cgi, makyaj ve protezler ile sağlanmıştır.

    protez kullanılmasının bir nedeni ise ağırlığı oyuncunun hissetmesi içindir. hatta bu onu çok yorduğu ve terlettiği için sürekli buz torbaları ile serinlemeye çalışmıştır. bazı sahnelerde üzerinde yaklaşık 100 kg'a kadar protez taşımak zorunda kalmıştır.

    kaynak: kendisi ile yapılan röportajlar

    merakla bekliyorum, baya akılda kalan bir oyunculuk performansı olacak gibi görünüyor. tam bir oscar hikayesi.
  • az önce sinemadan çıktım. koltuğa öylece mıhlanıp kalmak duygusunu yıllardır yaşamamıştım, gerçekten mıhlandım, bana bu duyguyu yaşatan bir film oldu.

    hiç de öyle konusunda yazdığı gibi " kendini kızına affettirmeye çalışan bir adam" görmedim ben. tam tersi, ben böyleyim, sen öylesin, o da öyle diyen bir adam gördüm. hatalarının farkında ama bunlar için ölümüne pişmanlık da duymuyor sanki. ışık, kareler, sinematografi falan umurumda değil. küçücük bir salonda geçen muazzam bir iş olmuş.

    hem bir baba, hem bir sevgili hem de onca kusuru olan bir insanı gördüm. çoğumuz gibi sıradan ama çoğumuzun yapamadığı şeyi yapan bir adam.
  • filmi izledikten sonra hakkında bir okuma yapmadım. belki üzerine konuşulmuştur, tartışılmıştır ama onlardan bağımsız olarak kendi yakaladıklarımı yazayım. alakası yoksa da “benim hüsn-ü kuruntummuş” der geçerim.

    baştan uyarımı yapayım. yazacaklarım spoiler içerir. mümkünse izledikten sonra okuyun bundan sonraki kısmı.

    ben charlie’yi amerika birleşik devletleri’nin sembolize edilmesi olarak düşündüm. zaten isim seçimi bile kendini ele veriyor. charlie amerikan askerlerinin telsiz kodlarında sembolik bir isimdir. daha uygun bir isim düşünülemezdi. sam diyebilirsiniz. o da olabilirdi belki ama charlie daha uygun gibi.

    obez, yedikçe doymayan, artık hareket kabiliyetini yitirme derecesine gelen ama bu “semirme” işinden vazgeçmeyen insanı bir ülke olarak düşünün. bunun geçmişte bir örneği osmanlı imparatorluğu’ydu. semirdi, semirdi ve bu “şişmanlığa” dayanamayıp bazı noktalarda aciz kaldı, yönetim kabiliyetini yitirdi, hantallaştı; duraklama, gerileme derken çöktü gitti. modern örneği de dünyanın en güçlü kapitalist ülkesi olan, yemeye doymayan, artık başka coğrafyalarda güç yarıştıran, büyümesinin sınırları olmayan; bunun getirdiği olumsuzlukları da başına bela eden amerika. the whale aslında charlie’nin bedeninde amerika. amerika’nın da bu büyümeye, genişlemeye damarları yetmeyecek, bir yerde nefesi kesilecek, kalp krizi geçirecek, bu anormal tansiyonu kaldıramayacak ama buna rağmen charlie gibi yemeye devam ediyor. bir nevi intihar bu. belki charlie’nin kusana kadar evde ne var ne yok yediği midemizi kaldıran bölüm, atom bombalarının ya da 11 eylül sonrası politikanın bir aynası olabilir.

    bana bunu düşündüren diğer nokta da misyoner çocukla charlie’nin kızı arasındaki çatışma. the whale/charlie/amerika bir yandan dinle diyalog/müzakeresini yürütürken diğer taraftan zamanında terk ettiği bilime kendini affettirmeye çalışıyor. kaynaklarını tamamen oraya aktarmaya çoktan karar vermiş zaten. charlie devamlı kızının ne kadar zeki olduğunu vurguluyor film boyunca. çevresi hatta öz annesi tarafından şeytan gibi görülse de gerçek “iyi”nin o olduğunu, kimsenin onu anlamadığını söylüyor. bu da din ile bilim arasındaki kavganın bir tezahürü. evrimciler ve yaratılışçılar gibi. mesihçiler ve astronomlar (veya biyologlar) gibi. hatta yönetmen de tercihini bilimden yana yapıyor sanki. çünkü misyoner çocuk hırsızlık yapmış. dincilerin ahlak normları olmadığını savunuyor.

    pizzacı çocuk film boyunca charlie’yle yani amerika’yla dışardan konuşuyor. bu çocuk amerika’da yaşamayan ama kendisine amerika’nın rüya gibi bir ülke olduğu dikte edilmiş üçüncü dünya ülkesi vatandaşlarını aynalıyor. dışardan konuşurken charlie bu çocuğun hayalinde ses tonunun da etkisiyle gayet karizmatik biri. ama filmin sonunda merak edip amerika’yı incelediğinde ya da amerika’ya taşındığında yani kapıdan çıkan o dev, çirkin adamı gördüğünde ülkenin gerçek yüzüyle karşılaşıyor ve hayal kırıklığına uğruyor. kafasındaki amerika rüyası bir anda kabusa dönüyor.

    the whale tedaviyi reddediyor, bu sonu bilinçli olarak tercih ediyor. yönetmen de belki amerika’nın bile isteye bu çöküşe doğru koştuğunu göstermeye çalışıyor. tüm bunları da bir asyalı göçmen olan liz’in yani dünyanın geri kalan milletlerinin şahitliğinde yapıyor. izliyor ama elinden bir şey gelmiyor. belki onun için en iyisinin bu olduğunu düşünerek müdahale etmemeyi tercih ediyor.

    belki yazdıklarımın hepsi benim saçmalamalarım olabilir. ben filmi böyle okudum sadece. balinayı amerika birleşik devletleri’ne çok benzettim. o irilik, çirkinlik, ağırlık. böyleyken böyle.

    rica üzerine debe editleri:
    normalde bu tip ricaları pek ciddiye almam ama depremzedelerin oy kullanma konusunda mağduriyet yaşamaması adına paylaşıyorum)

    (bkz: #150407389)
    (bkz: #150304206)
    (bkz: #150395884)
    (bkz: #150395880)
    (bkz: #150362358)
  • darren aronofsky'nin the wrestler'da mickey rourke'u küllerinden doğurmasından sonra, brendan fraser'a da aynı görkemli geri dönüşü yaşatacağı film.
  • --- spoiler ---

    orospu çocuğu pizzacı
    --- spoiler ---
  • bir darren aranofsky filmi.

    --- spoiler ---

    izlerken sürekli tiyatrosu olsa da izlesem dediğim film tiyatrodan uyarlamaymış zaten. iyi yazılmış bir tiyatro oyunu kadar beni tatmin eden az şey var bu hayatta. çok iyi kurulmuş çatışmalar içinde çok iyi işleyen bir metin bu da. ama moby dick ile metinlerarasılığını anlamadan çok eksik kalacağı açık. moby dick de yani öyle bir roman ki, her tür alt metin bulunabilir bünyesinde, her okuyan kendine has bir yorum yapabilir. hem de moby dick'te kitabın bir alegori olmadığı söylenmesine rağmen :)

    "önemli gördüğüm birkaç şeyden daha söz etmek için buradan iyi bir yer bulamam sanıyorum. bunlar basılıp kitaba girince, bu beyaz balina öyküsünün ve hele sonundaki yıkımın olağanlığına herkesin aklı daha iyi yatacaktır bana kalırsa. çünkü bu yürekler acısı olay öyle inanılmaz bir şeydir ki, doğruluğunu kanıtlamak için-sanki uydurmaymış gibi - ayrıca uğraşmak gerekir. karalıların çoğu, dünyanın en basit, en elle tutulur kimi harikalarından öyle habersizdirler ki, balina avcılığının tarihe geçmiş ya da geçmemiş birkaç olayını anlatmazsak, belki de moby dick'i korkunç bir masal, ya da daha kötüsü, bir düşünceyi anlatmak için uydurulmuş çirkin, canavarca bir allegori sayıp dudak bükerler bize."

    tabii bu paragraf da bana ister istemez fargo'nun bu filmde yer alan olaylar tümüyle gerçektir diye başlamasını hatırlatıyor. oysa tutunamayanlar aklıma gelmeliydi asıl. trenlerde yaşayan münzevi bir adamın kendisine verdiği notları yayınlıyordu ya gazeteci. neyse işte edebiyatçılar yapıyor bunları. moby dick bence de kendi kendine ne derse desin alegorinin en seçkin ve ilk örneklerinden biri, ki yine o balinanın ahab için ne ifade ettiğini yine moby dick'ten bir paragraf ile anlatmış mina urgan önsözünde:

    "ahab, çılgınlık nöbetleri arasında, bedeninde ve ruhunda duyduğu tüm acıları, balinadan ayrı düşünemez olmuştu. ahab için, yeryüzündeki tüm kötü güçler, ete kemiğe bürünmüştü beyaz balina'da. bu kötü güçler sanki ahab'ı kemirdikçe kemirmiş, yüreğinin ve ciğerinin yarısını yemiş bitirmişti. insanı aşan bu kötülük, dünya yaratılalı beri vardı. çağımızın hıristiyanları bile, dünyanın yarısını bu kötü güçlerin eli altında görürler. eskiden doğuda, onların heykellerini yaparlar ve şerlerinden kurtulmak için taparlardı onlara. ahab diz çöküp tapmıyordu bu kötü güçlere. tam tersine nefret ettiği balinada onları somut olarak görüyor; ve sakat bedeniyle üstüne saldırıyordu onların. insanı delirten, içini kemiren ne varsa; her şeyi derinliğine kurcalayan ne varsa; içinde kötülük bulunan hangi gerçek varsa; sinirleri bozan, beyni cendereye sokan ne varsa; yaşamda ve düşüncede iblisçe ne varsa, dünyada kötü diye ne varsa; çılgın ahab bunların hepsini moby dick'de gözle görülür, üstüne saldırılır bir hale getiriyordu, insanlığın adem' den beri duyduğu tüm öfke ve kin, sanki balina'nın beyaz kamburu içinde toplanmış gibiydi."

    yani moby dick melville ne derse desin, istese de istemese de alegoriktir. the whale de açıkça ortaya koyduğu gibi bir bakıma alegorinin alegorisidir. eskiden balinaların yağını evleri aydınlatmak için kandillerde yakarlarmış . :) the whale'de ellie'nin sosyal medya postunda charlie'nin fotoğrafı altına "o yanmaya başladığında cehennemde bir yağ ateşi olacak." yazıyordu.

    moby dick'teki kaptan ahab'ın bacağını koparıp kendisini sakat bırakan moby dick adlı beyaz balinaya duyduğu kin, 8 yaşındayken kendisini terkedip ruhsal açıdan sakat bırakan ellie'nin babasına duyduğu kinin aynısı. kaptan ahab'ın nefreti, kibri, gururu, özgüveni, patronluk taslayan halleri aynı ergen ellie'ninkiler. ama balina charlie sadece kendi aşkının (eşcinsel olması bir şey değiştirmez bence) peşinden giden iyi bir edebiyat öğretmeni ve kızının yazdığı moby dick ödevine aşık. çünkü kızı moby dick tasvirlerini çok sıkıcı buluyor ve bu tasvirlerin kitapta bulunmasının tek nedeni yazarın okuyucusunu çok daha acıklı olan kendi hikayesinden korumak istemesi. charlie kızının hakaretlerinden, nefret dolu tasvirlerinden, babasından duyduğu utançtan memnun, çünkü onu kendi acıklı hikayesinden koruyor. hatta belki thomas'ın da acıklı hikayesinden thomas'ı koruyor.

    ayrıca ahab her ne kadar aksi, kendini beğenmiş, hırstan gözü dönmüş biriyse de, ayn rand'ın "heroic being of humankind" dediği türde, tanrılardan ateş çalan prometheus'a, tanrının sözünü reddedip, ondan kaçabileceğini düşünüp, dev bir balık tarafından yutulan hz. yunus'a benzer bir karakter. moby dick'te de hz. yunus kıssasına atıf var zaten. yani charlie de bir arkadaşımın oğlu için söylediği gibi düşünüyor: "oğlum sümsük olacağına, arıza olsun, ben razıyım."

    ve charlie, moby dick gibi kendisine kin güden ahab'ın gemisini batırmıyor, aksine kızı için kendi hayatından vazgeçiyor. üstelik bunu kızını suçlu hissettirmeden, kendini sevdirerek, ilham verici bir biçimde yapıyor. 120 bin dolar da cabası.

    bunlar dışında daha çok şey anlatılabilir ama hepsi bu filmden ziyade moby dick hakkında olur. bu film ise çok dokunaklı, metinlerarasılığın dibine vurmuş, çok katmanlı başka bir hikaye.

    edit: @bom tombadil yeşillendirdi, daha fazla yazmamı istermiş film üzerine. ona yazdığım cevabı da ekliyorum altına, okumak isteyen devam etsin.

    hayatta sana en çok zarar veren kim?

    intikam almayı düşünüyor, planlıyor musun?

    yenmek isetdiğin bir şeyler var mı hayatında?

    mutluluğuna mani olduğunu düşündüğün bir şeyler var mı?

    bu hayatta bir amacın var mı, hayatın anlamı nedir sence?

    bu felsefi sorulara cevap vermek istiyor musun?

    bu sorulara verdiğin cevaplara göre değişir moby dick'in anlamı, ki moby dick de aslında efsanelerde, destanlarda, mitolojilerde, kutsal kitaplarda anlatılan hikayelere dayanıyor. leviathan'lar, goliath'lar, tepegöz'ler, nemean aslanları, ejderhalar, loch ness canavarları, hatta van gölü canavarı ... :) modern canavarlara gelirsek, emperyalizm, kapitalizm, faşizm, komunizm, matrixteki makineler vs. vs. senin mutluluğunun önünde engel gördüğün neyse moby dick alegorisi ona göre anlam kazanır.

    ya da dersin ki, bu ahab ne menem bir şeydir, hayat bu adanmışlığa değmez. hoooop moby dick yeniden başka anlamlara bürünür.

    başına gelen bir felakete nasıl tepki verirsin? onlara gün yüzü göstermeyeceğim mi dersin, allahlarından bulsuınlar mı dersin, kaderine mi küsersin, kaderine razı mı olursun?

    moby dick (ve/veya benzeri tonla mitoloji) öyle bir kitaptır ki, yukarıdaki sorulara verdiğin cevaplara göre senin nabzına şerbet verir.

    charlie ise, kızının o hikayeden çıkmasını istiyor. başka hikaye mi yok? al sana 120 bin usd de başlangıç bonusu, bak intikamını da aldın, balinayı öldürdün, artık kendi acıklı hikayeni mutlu sona dönüştür diyor.

    --- spoiler ---
  • sürekli ters köşe eden tek mekan film. gözüme çarpan birkaç tanesi sayayım.

    --- spoiler ---

    misyoner çocuk film boyunca hatta sonuna kadar adamı kurtarmak istiyor sonunda dolaylı olsa da adam sayesinde kendisi kurtuluyor.

    filmin en optimist düşünen güler yüzlü bireyi evet başrolümüz ama kahkaha atmaya başlayınca her defasında kalbi sıkışıyor ve o komik an kendisine zehir oluyor.

    başrolümüzün uğruna evliliğini bitirdiği sevgilisiyle bir ömür boyu mutlu mesut yaşadığını düşünürüz yaa tam tersi intihar etmiş sevgilisi.

    kendisi obeziteden vefat ederken sevgilisi son zamanlarda hiçbir şey yemediği için bir deri bir kemik kalmıştır.

    karısının kızını ona ceza olsun diye gorusturmedigini düşünürüz film boyunca, oysa kızını ona layık iyi biri olarak yetiştirmediği için utanıp uzak tutmuştur.
    --- spoiler ---

    filmin yönetmenini bilmeden izleseydim - ki yok öyle bir şey onun için izledim zaten ama son sahnede bu darren aronofsky işi derdim. ben gibi onu takip edenlerin de aynı şeyi söylecegine eminim.
  • gerçek duygularını anlayabilmek ve dile getirebilmek, yani açık olmak, üzerine güzel ve bir film. sonu çok dokunaklı, film boyunca durumuna üzülerek ve kendisine acıyarak baktığın karakter için son bölümde kendinden de birşey bularak kahroluyorsun.
  • dün gece tromsø film festivali kapsamında izlediğim film. festivalde görevli olduğum için az çok tüm filmleri izleme şansı yakaladım. the whale’den önce de gün içinde üç farklı film daha izlemiştim.
    eh artık yeter derken the whale’le beraber film izleme aşkım tekrar alevlendi.

    aradan geçen 12 saate rağmen, düşündükçe tüylerimi ürpertiyor bu film. darren aronofsky’nin yönetmenliğini, requiem for a dream den beri getirdiği nokta muazzam. benim gönlümde lars von trier’in tahtına artık ortak oldu. yaşayan en büyük iki auteur yönetmenden biri. ışık kullanımı, karakter yönetimi, oyuncuların duygu geçişleri, senaryo (film tiyatro uyarlaması), ve brendan fraser.

    off. brandan fraser… o kadar hype‘a rağmen, izleyince bir hayal kırıklığı bekler insan değil mi? o hayal kırıklığı beklentiniz bir çırpıda yok olacak. ilk yarım saatte sizi kendi dünyanızdan alıp, onun hayatına ortak edecek. küçük bir idaho kasabasında, bir eve hapsolacaksınız, the whale la beraber. kendisi ile beraber tüm oyuncuları başka bir boyuta taşımış fraser. oyunculuk ve oyuncu yönetimini bilmeniz gerekmiyor anlamak için, izleyince sizin için tam bir çita/ benchmark olacak bu film.

    benim son 20 yılda izlediğim en iyi film değilse, izlediğim en iyi filmlerden biri. yazacak çok şey var. ama şuan sadece düşünmek istiyorum.

    filmle ilgili ayrıntı da vermek istemiyorum, film yavaş yavaş kendini açıyor, her sahne hikayeye başka bir katman ekliyor. 1 saat 57 dakika içinde, sizi bir insanın ömrüne tüm gerçekliğiyle ortak ediyor.

    izleyin

    --- spoiler ---

    "ın the amazing book moby dick by the author herman melville, the author recounts his story of being at sea. ın the first part of his book, the author, calling himself ıshmael, is in a small seaside town and he is sharing a bed with a man named queequeg..."

    "and ı felt saddest of all when ı read the boring chapters that were only descriptions of whales, because ı knew that the author was just trying to save us from his own sad story, just for a little while."

    "…this book made me think about my own life, and then it made me feel glad for my--"

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap