• en iyi erkek oyuncu oscarını hakettiği kesin ama metni malesef kötü. türk dizileri gibi vıcık vıcık dram pornosu olmasına gerek yokmuş yani. özellikle ikinci yarısında eeh dedirtiyor bi miktar. dram dozu ve repliklerindeki küçük emrah kıvamı azaltılsa güzel film olurmuş aslında, konu ilginç. zaten tiyatro oyunundan ve edebiyattan uyarlama galiba. morbid obez makyajı da aşırı başarılı, adamın görüntüsü gözümün önünden gitmiyor. yalnız izleyecek olanlar böyle burguyla delinircesine iç kıyıcı olduğunu göze alarak izlemeli.
  • izleyeceğim
  • (bkz: #149617015)

    şapka çıkarmalık bir entry olmuş.

    tanrı-şeytan gösterimini baba-kız üzerinden yapmak gerçekten zor bir iş. film çok ahım şahım olmasa da son 15 dakikası gerçekten çok kaliteliydi.
  • oscar kazanınca bir izleyeyim dedim ama daha 1dk'da gay sex var

    bende diyorum film güzel herhalde ondan oscar aldı meğersem gay woke akımı sayesinde almış

    yazıklar olsun
  • filmi izledikten sonra hakkında bir okuma yapmadım. belki üzerine konuşulmuştur, tartışılmıştır ama onlardan bağımsız olarak kendi yakaladıklarımı yazayım. alakası yoksa da “benim hüsn-ü kuruntummuş” der geçerim.

    baştan uyarımı yapayım. yazacaklarım spoiler içerir. mümkünse izledikten sonra okuyun bundan sonraki kısmı.

    ben charlie’yi amerika birleşik devletleri’nin sembolize edilmesi olarak düşündüm. zaten isim seçimi bile kendini ele veriyor. charlie amerikan askerlerinin telsiz kodlarında sembolik bir isimdir. daha uygun bir isim düşünülemezdi. sam diyebilirsiniz. o da olabilirdi belki ama charlie daha uygun gibi.

    obez, yedikçe doymayan, artık hareket kabiliyetini yitirme derecesine gelen ama bu “semirme” işinden vazgeçmeyen insanı bir ülke olarak düşünün. bunun geçmişte bir örneği osmanlı imparatorluğu’ydu. semirdi, semirdi ve bu “şişmanlığa” dayanamayıp bazı noktalarda aciz kaldı, yönetim kabiliyetini yitirdi, hantallaştı; duraklama, gerileme derken çöktü gitti. modern örneği de dünyanın en güçlü kapitalist ülkesi olan, yemeye doymayan, artık başka coğrafyalarda güç yarıştıran, büyümesinin sınırları olmayan; bunun getirdiği olumsuzlukları da başına bela eden amerika. the whale aslında charlie’nin bedeninde amerika. amerika’nın da bu büyümeye, genişlemeye damarları yetmeyecek, bir yerde nefesi kesilecek, kalp krizi geçirecek, bu anormal tansiyonu kaldıramayacak ama buna rağmen charlie gibi yemeye devam ediyor. bir nevi intihar bu. belki charlie’nin kusana kadar evde ne var ne yok yediği midemizi kaldıran bölüm, atom bombalarının ya da 11 eylül sonrası politikanın bir aynası olabilir.

    bana bunu düşündüren diğer nokta da misyoner çocukla charlie’nin kızı arasındaki çatışma. the whale/charlie/amerika bir yandan dinle diyalog/müzakeresini yürütürken diğer taraftan zamanında terk ettiği bilime kendini affettirmeye çalışıyor. kaynaklarını tamamen oraya aktarmaya çoktan karar vermiş zaten. charlie devamlı kızının ne kadar zeki olduğunu vurguluyor film boyunca. çevresi hatta öz annesi tarafından şeytan gibi görülse de gerçek “iyi”nin o olduğunu, kimsenin onu anlamadığını söylüyor. bu da din ile bilim arasındaki kavganın bir tezahürü. evrimciler ve yaratılışçılar gibi. mesihçiler ve astronomlar (veya biyologlar) gibi. hatta yönetmen de tercihini bilimden yana yapıyor sanki. çünkü misyoner çocuk hırsızlık yapmış. dincilerin ahlak normları olmadığını savunuyor.

    pizzacı çocuk film boyunca charlie’yle yani amerika’yla dışardan konuşuyor. bu çocuk amerika’da yaşamayan ama kendisine amerika’nın rüya gibi bir ülke olduğu dikte edilmiş üçüncü dünya ülkesi vatandaşlarını aynalıyor. dışardan konuşurken charlie bu çocuğun hayalinde ses tonunun da etkisiyle gayet karizmatik biri. ama filmin sonunda merak edip amerika’yı incelediğinde ya da amerika’ya taşındığında yani kapıdan çıkan o dev, çirkin adamı gördüğünde ülkenin gerçek yüzüyle karşılaşıyor ve hayal kırıklığına uğruyor. kafasındaki amerika rüyası bir anda kabusa dönüyor.

    the whale tedaviyi reddediyor, bu sonu bilinçli olarak tercih ediyor. yönetmen de belki amerika’nın bile isteye bu çöküşe doğru koştuğunu göstermeye çalışıyor. tüm bunları da bir asyalı göçmen olan liz’in yani dünyanın geri kalan milletlerinin şahitliğinde yapıyor. izliyor ama elinden bir şey gelmiyor. belki onun için en iyisinin bu olduğunu düşünerek müdahale etmemeyi tercih ediyor.

    belki yazdıklarımın hepsi benim saçmalamalarım olabilir. ben filmi böyle okudum sadece. balinayı amerika birleşik devletleri’ne çok benzettim. o irilik, çirkinlik, ağırlık. böyleyken böyle.

    rica üzerine debe editleri:
    normalde bu tip ricaları pek ciddiye almam ama depremzedelerin oy kullanma konusunda mağduriyet yaşamaması adına paylaşıyorum)

    (bkz: #150407389)
    (bkz: #150304206)
    (bkz: #150395884)
    (bkz: #150395880)
    (bkz: #150362358)
  • dün izlediğim etkisinde kaldığım amerikan yaşamının çarpıklığını güzel lanse etmiş film. kendi çapımda analizlerimle ve aldığım iki üç sinema dersiyle az buçuk laf etmek isterim.
    --- spoiler ---alt--- spoiler ---
    filmin ilk başlarında sıkıcı olacağını düşünmüştüm. param boşuna mı gitti yine lan diye. ama aslında baya dramlı ağlamalı insanların hayatlarındaki önceliklerinin ve seçimlerinin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. çekim hep charlie'nin apartman dairesinde gerçekleşiyor ve dikkat ederseniz son sahneye kadar hep camdan dışarı bakıldığında hava karanlık ve yağmurlu bu da atmosferi güzel yansıtmış. charlie bir hoca ve üniversite dönem bitiminde tanıştığı öğrencisiyle sevgili oluyor. bunun uğruna kızını ve eşini terk ediyor. charlie'nin partneri sonunda intihar ediyor. filmde din çok güzel işlenmiş. benim hoşuma giden kısmı filmin ilk sahnesinde otuzbir çeken charlie'nin otuzbir sonrası kalp krizi geçirirken eve gelen çocuğa moby dick okutmasıydı. filmin sonunda neden bunu okuttuğunu anlıyorsunuz. filmin sonuna doğru hayatımda tek doğru yaptığım seçim diyor ölmeden önce. orada o duyguyu harbici hissediyorsunuz.
    filmi izlerken yanımda 5 litre gözyaşı döken bir abla vardı. sağ olsun onun sümüklü ağlamasını çektim 2 saat boyunca. filmi izledikten sonra yemeklerden soğumadım değil. hele cipstir bilmem nedir. yani kısacası filmin bazı yerlerinde sıkıldım ama son 20 dakikasına değerdi. hele babanın kızına zorla moby dick yazısını okuttuğu sahne mükemmeldi.
  • filmde "gay sex" var diye oscar aldığını sanan vasıfsızları görmenizi sağlamış epic yapım.

    gay sex dediği de herif 5 sn porno izliyor sonra kapı çalınca donduruyor, olay bu...
    akademi sırf bu sahne yüzünden oscar verniş evet, bütün büyüyü bozdun amk.
  • izlediğim en duygusal filmlerden bir tanesiydi. başrol brendan fraser muhteşem oynamış.
    filmi hala izlemeyen ve merak edenler şu videoyu izleyin mutlaka.

    the whale
  • bu aralar izlediğim açık ara en iyi film. oscar toplamış diğer filmlerin aksine bittiğinde sizin kucağınıza verdiği ile bir süre koltuktan kalkmakta zorlanabilirsiniz. darren aronofsky' nin artık net bir şekilde yerini de çivilettirdiği eser olmuş. akıllardan zor çıkacak bir seyir ve performanslar zinciri.
  • --- spoiler ---

    başrolün hakkını verdiği ama genel olarak saçma bulduğum film. karakterler bana göre çok abartı(liz hariç). senaryonun sonu filmin ortasında belli oldu. oscarlık oyunculuk var mıydı ? bence evet. kaliteli bir film mi ? bence hayır.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap