• farkında olmadan biz mi çok içselleştiriyoruz, yoksa kitap bizi mi yazıyor hakikaten?
    bu kitapta da geldi buldu bu soru. yalnızsanız, yalnızlığı tercih etmeye başlamışsanız, umursamıyor ve bilmediğiniz bir şeyi arıyorsanız.. nasıl desem? çok alıyor içine, sanki her gün haberleştiğiniz biri oluyor zemberekkuşu, hiç bitmesin istiyorsunuz. kimselere anlatmıyor, onunla başbaşa kalmayı özlüyorsunuz.
  • bir haruki murakami kitabıdır derin karakter analizleri içerir uykudan hemen önce okursanız rüyalarınıza girme riski büyüktür
  • --- spoiler ---

    murakami, okada'nın hemen hemen, her gün neler yaptığıyla ilgili detaylara yer veriyor. teğmen mamiya, kendi hikâyesini okada'ya anlattıktan sonra, okada bu anlatıdan etkilenip kitapçıdan çin-japon savaşıyla ilgili bir kitap satın almış. bunu sayfalar sonra okada'nın ağzından "bir ara almıştım işte." ye benzer bir cümleyle öğreniyoruz. nasıl yani? ne ara aldın oğlum? dişlerini fırçalamandan tut, edepsiz rüyalarına kadar her şeyini biliyoruz. yeme bizi!

    --- spoiler ---
  • ustaca koruduğu gizemle son sayfasına kadar merakımı ve heyecanımı
    ayakta tutmayı başaran, kuyulara bakış açımı değiştiren murakami romanı.
    keşke satoshi kon yaşasaydı da bu mükemmel hayal gücünü bir animeyle
    ödüllendirseydi.

    --- spoiler ---

    kısaca öz abisi tarafından enseste maruz bırakılan karısı tarafından yavaş yavaş
    terk edilen bir adamın bir kuyunun dibinde kendini araması diyebiliriz.
    bazı acılardan kaçmak için başka dünyalara ihtiyaç vardır.

    --- spoiler ---

    hırsız saksağan
  • kitap kurdu olan ben, bu kitabi bitiremediğimden dolayi vicdan azabi çekmektedir.

    aklimda kaldigi kadariyla en son kahramanimiz küçük kizla mektuplaşiyor, hayata karşi varoluş sorgulamalari üzerine yazışıyordu.

    bu noktadan sonra olani bir iki cumleyle ozetleyebilecek birisi var ise yesillendirsin de beni de edebiyat dunyasini da bu tugla romanindan kurtarsin.
  • okunmak üzere elimde bulunan kitap. tavsiye üzerine aldım. bitirince yazayım ben sana
  • sahilde kafka, imkansızın şarkısı ve sputnik sevgilim'den sonra okuma şansı bulduğum, bildiğin hukuk öğrencilerinin koltuklarında taşıdığı tuğlavari, 738 sayfalık enfes ve olağanüstü haruki murakami kitabıdır. / gerçi, 1q84 daha fazla ebatta bir kitap ama, sağolsun doğan kitap ben tek cilt halinde bin küsur sayfa sayılı basımını aldıktan sonra, insafa gelmiş ve 1q84'ü; 1 ve 2 olmak üzere iki ayrı cilt olarak basmış. /

    bir kaç şey yazmak elzem;

    murakami'nin eserleri hakkında, '' romanlarının sonu sanki eksik bırakılmış veya kasıtlı olarak tamamlanmamış gibi '' yaygın ve bana çok da akıldışı gelmeyen bir iddia var. özellikle sputnik sevgilim'de ben de böyle bir hisse kapılmıştım. lakin, zemberek kuşunun güncesi özelinde söylemek gerekirse ben bunu düşünmedim ya da fark etmedim.

    murakaminin, sade dil ve akıcı üslupla harmanlayarak zihninde kurguladığı gerçek veyahut gerçeküstü imgelemelerin inanılmaz biçimi; her kitabının ilk fırsatta bitirilerek rahat bir nefes alma ihtiyacı doğuruyor okuyucuya.

    toru okada'nın, noburu vatayanın kayboluşundan sonra yaşadığı tuhaf olaylar zinciri içerisinde ben en gereksiz olarak, teğmen mamiya nezdinde anlattığı; japon tarihini söyleyebilirim. bu bölümler biraz fazla zorlama olmuş gibi geldi. gerçi, japonya'nın ulusal tarihine verdiği bu ayrıcalıklı atıflar; belki de bunun kendi ülkesi nezdinde gördüğü itibarın da kaynağıdır, mümkün. tabii bu tarihsel olaylara verdiği önem, okuyucuya japonya mançurya / ve asyada yaşanan genel / savaşının etkilerini, sosyal sorunlarını da okuma ve bilme şansı yaratıyor.

    kitabı bitirdikten sonra, iyi günler ilerde anneanne şiirinde geçen şu mısraların ardından; mançurya'nın da kahrolması gerekliliğini kanıksadım;

    '' kahrolsun amerika deriz sonra
    kahrolsun fransa çin ve mançurya
    kahrolur biz böyle deyince
    devr-i daim düzeniyle dönen dünya

    mançurya da kahrolur
    niye kahrolacaksa ''

    ...

    murakami'nin kendine has olarak, romanlarında yazdığı şarkılardan kendinize güzel ve seçkin bir playlist yapmak da mümkün, bu kitapdan da şunu seçtim;

    the beatles - eight days a week
  • ''ben daha çok, gerçekçiyimdir, bilirsin. ancak ve ancak, gözlerimle gördüğüme inanabilirim. mantık oyunları, övünmeler, hesaplar, ideolojiler, kuramlar, tüm bunlar, gerçeği gözleriyle gözlemlemeyi bilmeyenler içindir. ve şu gezegende yaşayanların çoğunluğu da bunu yapamaz. neden bilmem, ama böyledir. kim olsa, biraz iyi niyetle başarabilir oysa ki.'' (sayfa - 398)

    zemberekkuşu’nun güncesi, murakami’nin eşsiz üslubuyla 2005 yılında yayımlanmıştır.

    tokyo’nun mahallerinden birinde yaşayan genç toru okada, karısının kayıp kedisini aramaktadır. toru, çok geçmeden tokyo’nun kendi halindeki yüzeyinin alt kısımlarında gizlenmiş bir dünyada karısını da ararken bulur kendini. toru’nun arayışları birbirleriyle kesişirken toru okada, burada tuhaf bir grup müttefikle ve kötü karakterle karşılaşır: psişik güçlere sahip bir hayat kadını, kötü kalpli fakat medyatik bir politikacı; 16 yaşında marazi bir kız ve japonya’nın ikinci dünya savaşı sırasındaki mançurya seferi’nde yaşadığı son derece berbat deneyimler yüzünden kalıcı hasar almış yaşlı bir gazi...
  • roman anlayışım "konu paramparça ilerleyebilir ama bi şekilde toparlanabilmelidir de" olduğu için sanırım yanlış bir beklentiyle başlayıp sonunda hayal kırıklığına uğradım çünkü tam anlamıyla daldan dala her şey ve bi yerlere bağlanmıyor. ben son sayfaya kadar tüm bunlar nerede birleşecek diye düşünerek keyfine varamadım sanırım. bunun da kişisel bir tercih olduğunu kabul ettiğimizde zaten kitabın güzelliği gölgelenmemiş olur herhalde. onun dışında çeviriden tekrar çeviriyle kaybettikleri de var sanırım ancak
    yazarın diğer kitaplarını merak ediyorum daha benlik olanları var mıdır diye çünkü adamın öyle bir anlatımı var ki sıcak yaz gününe dair bir şeyler tasvir ettiği kısımlarda gerçekten kış günü bile sıcaktan bunaldığımı hissettim.
    kitaptan:
    "ne zaman kafamı bir şey kurcalasa, hemen gömleklerimi ütülemeye başlarım. eski bir alışkanlıktır bu."
  • anneniz sutlac yapmis. ama oyle boyle degil. yorgun bi gun sonu mutfak masasina oturup keyfini cikariyorsunuz bu lezzetin. o kadar keyif veriyor ki her lokmasi, cabucak bitmesin diye elinizdeki tatli kasigini kenara birakip cay kasigiyla yemeye devam ediyorsunuz. off nasi bi lezzet, nasil bi keyif. o anda abiniz gelip "naber lan?" diyerek sutlac kasesini elinizden alip kalan sutlaci midesine hupletiyor.
    ıste boyle bir kitap.
    demem o ki, yedi yuz kusur sayfanin hepsinin hakkini vererek okuyun. çat diye bitiveriyor cunku.
hesabın var mı? giriş yap