hesabın var mı? giriş yap

  • yunan halkıdır. bundan sonra da kimse "yunanlarla biz çok benziyoz, sadece din farklı" diye ötmesin. belli ki adamların iq ortalaması bizimkini üçe katlar.

  • bugün habertürk köşe yazarının dinlediğini söylediği kayıtla birlikte kesinleşmiş olay. veyis ateşin de ortadan kaybolmasıyla birlikte bütün taşlar yerine oturmuş durumda.

    süleyman soylu belirli insanlardan yüksek miktarlarda rüşvet almak karşılığında devletin adaletini "satıyor".

    hala görevde olması utançtır. türk devletine yakışmaz. acilen görevden alınıp yargıya teslim edilmesi gerekiyor.

    ses kaynağı: https://www.youtube.com/watch?v=n4x9l1jxzic

    edit: kaynak soran arkadaşlar var. köşe yazısı zaten şuan bütün medyada yayılmış durumda. ses kaydı gelince buraya ekleyeceğim. bir iki gün veriyorum kaydın çıkmasına

  • “fıkra değil... gerçek
    osmanlı dönemi... herkes rüşvetten şikâyetçi.
    sadrazam (başbakan) koca yusuf paşa... bürokrasinin tepe isimlerini toplamış:
    - rüşvet almayanlar yemin etsin.
    herkes... yemin etmeye başlamış.
    salonda... dönemin ünlü şairi... nüktedan... haşmet de varmış.
    sadrazam, haşmet'e dönmüş:
    - haşmet, sen de önemli görevlerde bulundun... yemin etmeyecek misin?
    - efendimiz...
    halk arasında yaygın bir inanç var... yalan yere yemin eden çarpılır... bekliyorum... salondakilerden kimse çarpılmazsa ben de yemin edeceğim.”

    debe editi: debe editi'ne karşıyım.

  • zihnin çalışma mekanizmalarına ışık tutan, okurken sizi gündelik hayatın koşuşturmacasından alabilecek potansiyele sahip, fakat günlük koşuşturmaca sırasında küçük aralıklarla okunmasının mümkün olmayacağı, zihnin gün içinde maruz kaldığı dikkat dağıtıcı uyartılar varken okunması oldukça zor olan, müzik, matematik, fizik, nörobilim, moleküler biyoloji, bilgisayar bilimleri ve daha birçok alanda yetkin olan veya araştırma isteğiyle yanıp tutuşan zihinlerin anlayacağı, daha doğrusu anladığını sanacağı, tek bir okunuşta anlatılan her şeyin sindirilemeyeceğini düşündüğüm, kitaptaki her ara başlıkta anlatılanlarla insanı derin düşüncelere daldıran, insanın düşünce sistemini baştan sona değiştiren, evrenin anlamını bulmasını sağlayan, şu ana kadar okuduğunuz bilinç, nörobilim ve yapay zeka okumalarına anlam katan, bütün her şeyin sırrını çözmüşsünüz gibi hissetmenizi sağlayan formalite gereği kitap dediğimiz, aslında kendisi başlı başına başka bir şey olan, geb'dir. hayır! kitap değil, geb.

    diğer herkesin yazmış olduğu gibi tuğla olan bir geb'dir. geb, sekiz yüz küsur sayfadan oluşan, oku oku bitmeyen ama oku oku bitirmek de istemediğiniz ve çevrenizde "2 aydır aynı kitabı okuyorsun, bir bitiremedin şunu" söylemlerine bir tarafınızla gülmenize sebep olup tekrar doğruca geb'e geri dalmanıza sebep olan bir geb'dir.

    geb'de her ara başlıkta anlatılan şeyler üzerine saatlerce düşünülebilir. geb düşünce sisteminizi değiştirebilecek türden bir geb'dir. bende yarattığı etki de böyle oldu. geb'de anlatılan şeylerin ne kadar doğru olduğunu gördüm. çocukluğumdan beridir farkettiğim fakat anlamlandıramadığım paradoksları anlamlandırdı. sık sık karşımıza çıkan garip döngüleri, kendi kendine referanslılık durumunu ve bu durum içindeki anlamsızlıktan aslında nasıl bir anlam ortaya çıktığı anlatılıyor. bütün bu teknik kısımları okurken aslında teknik kısmın sahip olduğu izomorfizmi görüyorsunuz. daha kolay açıklayabilmek adına: öğrendiklerinizi gerçek hayatta karşınıza çıkan en basit şeylere dahi uyarlayabilmenizi sağlıyor. örneğin: müzik, sistematik düşünme, sistematik öğrenme ve görsel sanatlar. buna ek olarak geb'de zeka, yaratıcılık gibi olguların da nasıl ortaya çıktığı da irdeleniyor ve bu sayede kendinizi daha kolay anlıyorsunuz.

    yazar geb'de anlatmak istediği şeyleri olabildiği kadar basit bir dille anlatmaya çalışmamış. popüler bilim kitaplarındaki gibi daha önceden bahsedilen fikirlerden tekrar tekrar bahsedilmiyor. bu sebeple okuduğunuz zaman o an anladınız anladınız anlamadıysanız okuduklarınız havada kalacaktır. bu sebeple zor kısımlarında elime kalem alıp, çalışma masamın başında matematik çalışıyormuşum gibi okumam gerekti. geb'i okumak benim için zaman zaman sıkıcı olmuş olsa da büyük bir kısmında oldukça eğlendim. diyaloglar aracılığıyla yazarın bir sonraki bölümde nelerden bahsedileceğine dair bir önbilgi vermesi, dolayısıyla da sizin "aneeeey neler okuyacağım ben bir sonraki bölümde" diye heyecanlanmanızı sağladığı için geb'i okuma isteğiniz daha da körükleniyor. yazar bunu yaparak anlamı da çok güzel bir şekilde pekiştirmiş. bütün bunlara rağmen okurken sakin ve dingin bir kafayla okumanız ve geb'e iyi odaklanmanız gerekecek. doğru ortamı sağlarsanız geb'de bahsedilen olguların ve bilincin fiziksel dünya ile olan bu sıkı bağlarının farkında olduğunuz zaman paradigma kaymaları, aydınlanmaların ardı arkası kesilmiyor.

    geb'i okuduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. geb'den öğrendiklerim bakış açımı değiştirdi. geb'i baştan sona mutlaka bir kere daha okuyacağımı düşünüyorum. ayrıca kitabı birçok şeye referans olarak kullanabileceğimi düşünüyorum.

    geb'den birkaç alıntı yapmak istiyorum. bunlar kitabın genel olarak bütünlüğünü bozmayan yani "spoiler" olmayan alıntılardır. geb'le ilgili bir fikir vermesi amacıyla paylaşıyorum. ben geb'in ingilizce versiyonunu okudum. türkçe çevirisini de yetersiz bulduğum için alıntılarım ingilizce olacaktır:

    "this brings up a question which is a slight digression from al, but actually not a
    huge one. ıt is this: when you see the word "ı" or "me" in a text, what do you take it to be referring to? for instance, think of the phrase "wash me" which appears occasionally on the back of dirty trucks. who is this "me"? ıs this an outcry of some forlorn child who, in desperation to have a bath, scribbled the words on the nearest surface? or is the truck requesting a wash? or, perhaps, does the sentence itself wish to be given a shower? or, is it that the filthy english language is asking to be cleansed? one could go on and on in this game. ın this case, the phrase is a joke, and one is supposed to pretend, on some level, that the truck itself wrote the phrase and is requesting a wash. on another level, one clearly recognizes the writing as that of a child, and enjoys the humor of the misdirection. here, in fact, is a game based on reading the "me" at the wrong level."

    ------

    "one of the most severe of all problems of evidence interpretation is that of trying to
    interpret all the confusing signals from the outside as to who one is. ın this case, the
    potential for intralevel and interlevel conflict is tremendous. the psychic mechanisms
    have to deal simultaneously with the individual's internal need for self-esteem and the constant flow of evidence from the outside affecting the self-image. the result is that information flows in a complex swirl between different levels of the personality; as it goes round and round, parts of it get magnified, reduced, negated, or otherwise distorted,and then those parts in turn get further subjected to the same sort of swirl, over and over again-all of this in an attempt to reconcile what is, with what we wish were.

    the upshot is that the total picture of "who ı am" is integrated in some
    enormously complex way inside the entire mental structure, and contains in each one of us a large number of unresolved, possibly unresolvable, inconsistencies. these
    undoubtedly provide much of the dynamic tension which is so much a part of being
    human. out of this tension between the inside and outside notions of who we are come the drives towards various goals that make each of us unique. thus, ironically, something which we all have in common-the fact of being self-reflecting conscious beings-leads to the rich diversity in the ways we have of internalizing evidence about all sorts of things, and in the end winds up being one of the major forces in creating distinct individuals."

    -------

    "there is no reason to expect that "ı", or "the self"', should not be represented by a
    symbol. ın fact, the symbol for the self is probably the most complex of all the symbols
    in the brain. for this reason, ı choose to put it on a new level of the hierarchy and call it a subsystem, rather than a symbol. to be precise, by "subsystem", ı mean a constellation of symbols, each of which can be separately activated under the control of the subsystem itself. the image ı wish to convey of a subsystem is that it functions almost as an independent "subbrain", equipped with its own repertoire of symbols which can trigger each other internally. of course, there is also much communication between the subsystem and the "outside" world-that is, the rest of the brain. "subsystem" is just another name for an overgrown symbol, one which has gotten so complicated that it has many subsymbols which interact among themselves. thus, there is no strict level distinction between symbols and subsystems.
    because of the extensive links between a subsystem and the rest of the brain
    (some of which will be described shortly), it would be very difficult to draw a sharp
    boundary between the subsystem and the outside; but even if the border is fuzzy, the
    subsystem is quite a real thing. the interesting thing about a subsystem is that, once
    activated and left to its own devices, it can work on its own. thus, two or more
    subsystems of the brain of an individual may operate simultaneously. ı have noticed this
    happening on occasion in my own brain: sometimes ı become aware that two different
    melodies are running through my mind, competing for "my" attention. somehow, each
    melody is being manufactured, or "played", in a separate compartment of my brain. each of the systems responsible for drawing a melody out of my brain is presumably activating a number of symbols, one after another, completely oblivious to the other system doing the same thing. then they both attempt to communicate with a third subsystem of my brain-mv self'-symbol- and it is at that point that the "1" inside my brain gets wind of what's going on: in other words, it starts picking up a chunked description of the activities of those two subsystems."

    -----

    "
    a very important side effect of the self-subsystem is that it can play the role of "soul", in the following sense: in communicating constantly with the rest of the subsystems and symbols in the brain, it keeps track of what symbols are active, and in what way. this means that it has to have symbols for mental activity-in other words, symbols for symbols, and symbols for the actions of symbols.

    of course, this does not elevate consciousness or awareness to any "magical",
    nonphysical level. awareness here is a direct effect of the complex hardware and software we have described. still, despite its earthly origin, this way of describing awareness-as the monitoring of brain activity by a subsystem of the brain itself-seems to resemble the nearly indescribable sensation which we all know and call "consciousness".

    certainly one can see that the complexity here is enough that many unexpected effects could be created. for instance, it is quite plausible that a computer program with this kind of structure would make statements about itself which would have a great deal of resemblance to statements which people commonly make about themselves. this includes insisting that it has free will, that it is not explicable as a "sum of its parts", and so on. (on this subject, see the article "matter, mind, and models" by m. minsky in his book semantic ınformation processing.) what kind of guarantee is there that a subsystem, such as ı have here postulated, which represents the self, actually exists in our brains? could a whole complex network of symbols such as has been described above evolve without a self-symbol evolving, how could these symbols and their activities play out "isomorphic" mental events to real events in the surrounding universe, if there were no symbol for the host organism, all the stimuli coming into the system are centered on one small mass in space. ıt would be quite a glaring hole in a brain's symbolic structure not to have a symbol for the physical object in which it is housed, and which plays a larger role in the events it mirrors than any other object. ın fact, upon reflection, it seems that the only way one could make sense of the world surrounding a localized animate object is to understand the role of that object in relation to the other objects around it. this necessitates the existence of a selfsymbol; and the step from symbol to subsystem is merely a reflection of the importance of the selfsymbol', and is not a qualitative change."

  • kendisi 6. filo eylemlerinde emperyalizme karşı eylem yapıp, abd askerlerini boğaza döktükten 4 yıl sonra idam edilmişken; aynı eylemlerde kendilerine saldırıp abd askerlerini çembere alıp koruyanlardan olan ve bunu inkar etmeyen abdullah gül 40 yıl sonrasında cumhurbaşkanı olmuştur.

    ne desem gg

  • siri'ye alarmı kurmasını söyledim. hangi güne kurmamı istersin? diye sorunca önce hafif bir tedirgin oldum. bu sabah saat 08:00 kur dedim. sonra ismimle hitab ederek, ''alarmın bu sabah saat 08:00'e kurulmuştur.'' dedi. yusuf yusuf titrek sesle teşekkür ederim dedim, o da bana rica ederim, yardımcı olacağım başka bir şey var mı? dedi. yok sağol dedim, o da bana iyi geceler dedi.

    bu saate kadar korkudan uyuyamadım amk, alarmı iptal ettim siri'yi de kapattım.

  • petrus... yquem... cheval blanc... mouton-rothschild... opus one... krug... bu isimleri duymak ya da onların şişeleriyle karşılaşmak, dünyanın hemen tüm tutkulu şarapseverlerini heyecanlandırır, kalp atışlarını hızlandırır. hele bunların tadına bakabilme şansına kavuşanlar, mutluluktan tam anlamıyla dört köşe olurlar... yeryüzünün şarap doruklarıdır, yukarıdaki isimler.
    ama bir isim daha var ki, onu sadece “bilenler bilir”... şarap dünyasının gerçek doruğu, dünyanın en değerli ve en büyüleyici şarabı, romanee-conti’dir. tanrı, burgonya’nın vosne-romanee köyündeki bu 18 dönümlük bağa öylesine özellikler vermiştir ki, bu bağın senede en fazla 5-6 bin şişe yapılabilen şarabı dünyanın en saygın, en çok aranan, müzayedelerde en çok el değiştirip en çok prim yapan şarabı olmuştur.

    romanée-conti fransa'nın bourgogne (burgonya) bölgesinde, burada çok iyi sonuçlar veren pinot noir üzümünden yapılır. senede sadece 500 kasa. yani yıllık şişe kapasitesi olarak petrus'ün onda biri. burgonya alt bölgelere bölünmüş ve bu bölgeler oradaki kasabaların adı ile biliniyor. beaune ve dijon şehirleri arasındaki vosne romanée kasabası civarındaki bağlar, pinot noir üzümünün dünyada en iyi sonuçları verdiği arazinin üstüne dikilmiş. bu bağların incisi de toplam 27 hektarlık romanée bağları.

    şimdi bu 27 hektar da altı parsele bölünmüş. iste her biri harika olan ve "grands cru" denen en tepe statüdeki altı burgonya kırmızı şarabı bu altı parselin adı ile anılıyor. romanée-conti, la tache, romanée saint-vivant, richebourg, grands echezaux ve echezaux. tabii ki bu parseller birbirine bitişik ve kil toprak ağırlıklı ama eğimleri ve toprak bileşimi ve de mineral yapısı ile bağların yaşı açısından aralarında farklar var.bu altı altın değerindeki parselin dört tanesinin çeşitli sahipleri var. ilk ikisi, yani romanée-conti ve la tache'ın ise tek bir sahibi var: romanée-conti firması. romanée-conti'nin şimdiki sahipleri de birbiri ile akraba iki aile: de villaine ve leroy aileleri.

    romanée-conti hem firmanın hem de şarabın adi. ama romanée-conti firmasının ürettiği tek şarap romanée-conti parselinden gelmiyor. kalan beş parselin hepsinden ve ayrıca dünyanın en muhteşem beyaz şarabı olan montrachet'den de şarap sunuyorlar piyasaya.

    arz çok kısıtlı ve talep fazla tabii ama tarihi sebepler de var. bir kere romanée-conti fransız krallarının tercih ettiği şarap olmuş. ikincisi, eski sahipleri çok koklu bir aile. conti ailesi. bourbon dinastisinden ve kökleri çok eskiye dayalı bir aristokrat aile. bu aile 18 temmuz 1760 tarihinde aynı bağda gözü olan ve kral 15. louis'nin gözdesi meşhur madame pompadour'u sollayarak romanée'yi satın almış

    bu bağı "soylu" kılan bir diğer neden ise sadece iki hektarlık bu bağın kokunun menşei açısından katıksız "fransız" kalan tek kök olması koca ülkede. şöyle ki, 1860-90 arası phylloxera denen ve amerika'dan gelen bir miniskül böcek fransa'daki bütün bağları tarumar etmiş. buna panzehir olarak yeni kökler monte edilmiş bağlara ve phylloxera'ya dayanıklı bu kökler amerika'dan ithal edilmiş. bir tek romanée-conti bağları kurtulmuş bu amerikan ihracı illetin elinden. fransızlar için bu çok anlamlı tabii. bu şarabı içerken kendilerini "kral" gibi hissediyorlar.

    evet, petrus'ten çok daha pahalı. örneğin 1990 senesi 14 bin dolar. 2010 seneleri yeni piyasaya çıkıyor.
    muhteşem aroma. siyah trüf ve yabani mantar. aroma devamlı değişiyor ve yavaş yavaş oryantal baharatlar ön plana çıkıyor. inanılmaz lezzet damakta. hem çok derin ve zengin, hem de rafine. ipek gibi.

    bir şarap yazarının, “ondan bahsederken şarabın dili yetmiyor, şiirin diline sığınıyorum” dediği, bir başkasının “bu şarabı ifade edebilecek bir kelime yok!” diye hayıflandığı romanee-conti, çok az kişinin tadabildiği, üreticisinin deyimiyle bir “hayalet şarap”.

    burgonya’nın tam kalbinde yer alan ama bir sır gibi saklanan, hiçbir yerde levhası bile olmayan şarap yapımevini domaine de la romanee-conti
    tanınmış şarap profesyonelleri dışında ziyaretçi kabul etmeyen, dışa son derece kapalı bir yerdir drc’nin kapıları.

    fransa’nın ortadoğu kesiminde yer alan, lyon ile dijon şehirleri arasındaki burgonya bölgesi, ülkenin en saygın şarap bölgelerinden. ama çok eski bir liman şehri ve ticaret merkezi olan bordo tüm dünyaca tanınırken, fransa’nın içlerinde kalan burgonya şarapları daha iddialı olduğu halde bordo kadar tanınmıyor. bunun bir nedeni ihracat pek yapamaması, diğer nedeni de bordo’nun yarısı kadar şarap üretmesi. o yüzden iyi burgonyalar fransa’nın dışına kadar çıkamadan hemen fransız şarapseverlerce “kapatılıyor”, kimi zaman paris’e kadar bile gelemiyor..

    “vosne-romanee bir jeolojik mucize. burası alp dağları’ndan akan nehirlerin eski yatağı. alüvyonların oluşturduğu toprak mineralce çok zengin, bu da burada pinot noir üzümüne diğer burgonya bağlarından daha zengin tatlar veriyor.

    bugün 60-70 yıllık romanee-conti’ler bile tadıldığında, yudumlayanları yoğun lezzetleriyle şoke ediyor. rus derisinden bulgar gülüne, katrandan trüf mantarına, yaban çileğinden portakal marmeladına, kayısı kurusundan gül yaprağına doğanın en cazibeli ve güzel kokuları bu şarapta yakalanabiliyor. üstelik “eser miktarda” da değil, burnunuzda adeta patlayan güçlü tonlarla... damakta ise yudumladığınız şarabın dokusu kadifeye mi benziyor, ipeğe mi, karar vermekte zorlanıyorsunuz.

    romanee-conti öyle her parayı bastırana satılan bir şarap da değil, hatta fiyatı bile yok. çünkü tek başına satılmıyor, drc’nin hepsi de apelasyonun en üst basamağı olan “grand cru” statüsündeki diğer şaraplarından richebourg, romanee-st. vivant, grands echezeaux ve echezeaux’larının 2’şer, la tâche’ın da 3 şişesinin bulunduğu “assortiment” denilen bir ahşap sandığa ikramiye kabilinden bir şişe konuyor. bu 12 şişelik sandığın fiyatı, 8-10 bin avro civarında.

    kimi şarap kavları bu sandıkları bozuyor ve romanee-conti’yi ayırarak tek şişe olarak fiyatlandırıyor. tabii en az 5 bin avro olmak kaydıyla... genç rekolteleri bu fiyatlara alınabilen romanee-conti’ler yaşlandıkça müthiş prim yapıyor çünkü 5 bin şişenin bir bölümü de bu arada içilmiş oluyor, şarap daha da nadirleşiyor. bu eşsiz şarapta fiyat rekoru, hong konglu bir dolar milyonerine ait. 12 şişe 1990 için tam 252 bin dolar..

    dünyanın bu gelmiş geçmiş en değerli şarabının sırrı, sadece bağında mı? tabiki “hayır”. kısa pantolonlu bir çocukken dedesinin bağında büyüyen, son 34 yıldır da bağların başında olan aubert de villaine, 46 yıl mahzeni yöneten babasının ölümünün ardından onun görevini devralan ve 23 yıldır da “mahzen şefi” olan bernard noblet, bağın asmalarını adeta bahçesinin güllerini budar gibi budayan, babadan oğula, anadan kıza onlarca yıldır bağa emek veren bağ işçileri ve diğer isimsiz kahramanlar... romanee-conti’yi romanee-conti yapan, biraz da bu devamlılık, bu “hanedan”... zanaatı sanata dönüştüren, belki de dünyanın en hayırlı hanedanı. bizde olmayan..

  • fenerdeki ilk iki macindaki performansina bakilirsa, turk vatandasligina gecirilip milli takimda oynatilsa kimse "siz napiyonuz" demez. dusunsenize bu terminatorun milli takimda pasor caprazi oldugunuahahaha hem mansete falan da girebiliyor bayagi cok yonlu bi oyuncu. hem o zaman fenerin bi yabanci alma daha hakki olur hahaha.
    tanim: iyi sinyaller veren genc voleybolcu.

    edit: bu sporun kitabini yazmadiysak usengecligimizden.

  • evlilik bir çok işlevi olan bir kurum. hukuki, sosyal ve psikolojik yönlerden insanların belirli ihtiyaçlarını karşılıyor.

    evlilikle kastım nikah değil elbette, kast ettiğim şey hayat arkadaşlığı. insan insanla yatışır, temasla, iletişimle, sevgiyle...
    insanın evlenmesindeki temel psikolojik motivasyon yatışmaktır.

    aşk evliliği de yapsanız, ömür boyu aşık kalmayacaksınız ama sağlıklı bir ilişkide sevgi devam eder. zaman zaman birbirinize tekrar aşık olursunuz. bazen uzaklaşırsınız. güvenli bağlandıysanız bunlar sizin için sorun teşkil etmez. birbirinizi yatıştırmayı bilirsiniz.

    insan yalnız ölmeyeyim diye evlenmez ancak yaşlandığınızda, çevrenizde insanlar azaldığında eşinizle yanyana olacağınızı bilmek güzel bir düşünce. iyi bir evliliğiniz varsa, zor zamanlarınızda yanınızda olacak, hastalandığınızda sizin için çorba yapacak, ameliyat olsanız kapıda bekleyecek birisi olduğunu bilirsiniz ve bu sizi yatıştırır.

    ölüme gelince...
    ölümün ne zaman ve nasıl geleceği belli olmasa bile şu kesin, yalnız öleceksiniz, siz ölürken elinizi tutan biri de olsa bu yolu yalnız yürümek zorundasınız. yine de bir ömrü birlikte geçirdiğiniz adam/kadının o sırada elinizden tutuyor olması hayatınızın son anlarında yaşamak isteyeceğiniz bir güzellik doğrusu.

  • öyle leş bir ülkede yaşıyoruz ki insanın aklına her türlü ihtimal geliyor. umarım çocuklar bileğinin hakkıyla almıştır da ülkeye faydalı bireyler olurlar.