hesabın var mı? giriş yap

  • kıyafet devriminden önce gelen devrimdir, bundan* önceki bütün devrimler*****devlet yönetimi ile ilgiliyken ilk defa günlük hayata doğrudan etki eden köklü bir değişim başlatılıyordu. bu hareketin ilk köklü değişim olması önemlidir zira o günlerde fes takanlar bizden (türk/dost) sayılıyor, savaş zamanında başında fesi olana inanılıyor, güveniliyor, sıkıntısı varsa yardıma koşuluyor bunun karşısında başında serpuş** olanlar düşman sayılıyordu. onlardan hep fenalık görüldü, onlar yurdu elimizden aldılar diye düşünülüyordu. o dönemde sivil veya asker nerede şapkalı biri görülse halk canavar görmüş gibi oluyor ve uzak durmaya çalışıyordu. kısaca fesliler öz kardeş, yurttaş, dindaş, yoldaş muamelesi görüyor, şapkalılarsa sömürücü, zalim, kalpsiz, düşman katiller olarak görülüyordu.

    şapka nefret edilen, kızılan, kin duyulan, intikam alınmak istenen, düşman bellenmiş, "gavur" denenlerin sembolüydü.

    o dönemde dinci çevreler de şapkayı hakaret olarak kabul ederdi, başından fesi alınıp şapka konanlar, yere atar, üzerinde tepinerek ayaklarıyla çiğner ve şapkadan intikam alırdı. hatta kendilerine bu şakayı yapanı öldürebilirlerdi bile. şapka giyenin gavur olduğunu düşünürlerdi.

    halk tabakalarının şapkaya karşı olan tepkileri gözönüne alındığında aslında şapka devriminin çok önemli bir devrim olduğu ortaya çıkar.*

    halk tarafından şapkaya karşı gösterilen bütün bu tepkili ve aşırı davranışların yersizliği ve saçmalığı apaçık ortadadır. din ve iman sevgisi insanın içindedir, giyimiyle, hareketleriyle, konuşması ya da yaşama şekli ile en ufak bir ilgisi yoktur. yukarda bahsi geçen o dönemki bütün inanışların yersizliği ve batıllığı açıktır. herşeyden önce allahı seven peygamberi seven bir inananın başına şapka takması, onun müslüman olmasını, ya da iyi bir insan olmasını değiştirecek değildi. islamın şartları arasında şapkaya karşı birşey yoktu, yürekten inanmak yeterliydi. üstelik o dönem severek takılan fes yunanlılardan bize geçmiş bir şapkaydı esasen, yani bizim öz malımız da değildi.
    (fes de 19. yüzyılın ilk yarısında yapılan bir kıyafet devrimi ile ülkemize girmişti) (bkz: fes)

    külaha benzeyen, ibikli ve püsküllü bu başlığın yüzü ve gözleri güneşten ve yağmurdan koruyan bir siperi de yoktu üstelik.

    yakındoğu ve afrika milletleri " - efendiler, buna şapka derler !.." diyecek ve başlarındaki fesi çekip alacak cesur bir lidere sahip olamadılar. türk devriminin tümünü inceleyenler şapka devrim için "atatürk'ün en cesaretli hareketidir." demişlerdi.

    bahsedilen nedenlerden dolayı bu devrim, en güç olanlardan biriydi, ancak türk milletinin başka milletlere benzemediği, binlerce yıllık bir uygarlığın sahibi olan bu milletin büyük birikiminden aldığı şaşmaz "doğru olanı bulma" gücüyle devrimlerin hepsini benimsediği, kabul ettiği ve uyguladığını da unutmayalım.

    örneğin, atatürk devrimlerini ülkesi olan afganistan'da uygulamaya çalışan amanullah han, tahtından ve yurdundan kovulmuş ve canını gericilerin elinden zor kurtarmıştı.

    şapkanın giyilmesi:

    1925 yılında gericilik hareketlerinden belki de en önemlisi olan şeyh sait isyanı bastırılır bastırılmaz, atatürk şapka devrimini uygulamaya geçirmiştir. o dönemde kastamonu civarı çok mutaassıp bir bölge olarak bilindiğinden atatürk kıyafet devrimi için öncelikle bu ili seçmişti.

    atatürk 24 ağustos 1925 tarihinde iki arkadaşı ile ankara'dan yola çıktı, üzerinde gri keten elbise ve elinde panama şapkası vardı. çankırıdan geçilip, kastamonu'ya uğrandı ve inebolu'da karar kılındı. o'nu elinde şapkası, başı açık gören halk, başlarındaki fes, kalpak ve sarıkları çıkarır başları açık şekilde kurtarıcılarını selamlarlar.

    atatürk halkın arasında gezerken şöyle demeçler vermişti:

    "- biz, medeni insan olmalıyız. fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa değişmelidir. bütün türk ve islam alemine bakın, fikirlerini, zihniyetlerini, medeniyetin emrettiği değişikliğe ve yüksekliğe ulaştıramadıkları için ızdırap içindedirler. artık duramayız. medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar, mahveder. içinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yerimizi almalıyız. "

    atatürk halkın arasında dolaşırken sarığını eline almış olarak gezen kastamonu müftüsüne sorar:

    - islamda kıyafetin şekli nedir?

    müftü cevaplar:

    - islamda kıyafetin şekli yoktur. kıyafet menfaat ve ihtiyaca tâbidir. öyle ki eğer bir müslüman, bir kâfirden, bir mecusiden bir inek alır ve inek, yeni sahibinin kıyafetini yadırgayıp sütünü keser veya azaltırsa, müslüman, mecusi kıyafetine girebilir.

    27 ağustos günü atatürk üzerinde mareşallik rütbesini taşıyan askeri üniforması ve başında askeri şapkası ile inebolu'da halka hitap eder:

    sultanlığın kaldırılması, medreselerin sivil okullarla birleştirilmesi konularını açar ve halkın büyük desteğini alır daha sonra asıl amacına yönelir ve der ki:

    " - medeniyim, diyen, türkiye cumhuriyeti halkı, bunu, fikriyle, aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla göstermek zaruretindedir. medeniyim, diyen türk halkı, dış görünüşü ile de baştan aşağı medeni insanlar olduğunu göstermek zorundadır. şimdi sorarım, bizim kıyafetimiz medeni midir? millî midir ? beynelmilel midir ? "

    halktan " - hayır! asla!" sesleri yükselir.

    atatürk devam eder:

    " - o halde, kıyafetsiz bir millet medenî olur mu? siz böyle kalmaya, böyle vasıflandırılmaya razı mısınız? "

    halktan " - katiyen değiliz ! " sesleri yükselir.

    atatürk devam eder:

    " - öyle ise cevheri göstermek için çamuru atmak lâzım. çok cevherli olan bizim milletimize lâyık giyineceğiz. ayakta ıskarpin, fotin, bacakta pantalon, yelek, gömlek, kravat, yakalık ceket ve tabiyatıyla bunları tamamlamak için başta siper-i şems-li (güneş muhafazalı) serpuş. açık söylemek isterim: bunun adına şapka derler. buna caiz değil, diyenler vardır. bunlar cahillerdir. onlara sorarım: yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı giymek niçin caiz olmaz ?..."

    atatürk oradan kastamonu'ya geçer. orada kastamonu nutku olarak bilinen meşhur demeçlerini verir ve der ki:

    " - efendiler, ey millet, iyi biliniz ki türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. en doğru, en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır. "

    9 günlük yolculuğunun ardından atatürk ve arkadaşları ankara'ya dönerler, orada onu başlarında şapkalarıyla bir kısım arkadaşları karşılarlar. beraber resim çektirilir ve bu fotoğrafta yer alanların "ilk şapkalılar" olduğu zannedilmişken, ankara sokaklarında şapkalıların, feslilere oranla çoğunlukta olduğu görülür. işte türk milleti budur. devrimleri sorgular doğruluğuna kanaat getirir, benimser ve hayata geçirir.

    2 eylül 1925 'te memurların şapka giymesi zorunluluğunu bildiren ilk hükûmet kararı ilân edilir.

    15 kasım 1925'te "şapka giyilmesi hakkında kanun" çıkarılır.

    bu kanunun en güzel yanı halkın zaten şapkayı giymekte olduğunun kabul edilmiş olmasıdır. halkın giydiği şapkayı, memurların da giymek zorunda bulundukları yazılmıştır.

    15 aralık 1925'te hocaların sarık sarmak işi görüşülmüş ve din adamlarının ancak cami veya mescitte, dinsel ödevleri sırasında, sarık sarıp, özel kıyafetlerini giyebilecekleri, kabul edilmiştir.

    böylece şapka devrimi ve kıyafet devrimi gerekçeleri ile en güzel şekilde verildi, bütün devrimler türk devrimi başlığı altında incelendiğinde hepsinin gününün şartlarında yapılmış en doğru hamleler olduğunu ve hepsinin sürdürülmesi, günümüzde de uygulanması gerektiğini görürüz. gerekçelerini bilmeden, yapılış koşullarını, o günkü hayat tarzını bilmeden, devrimleri eleştirmek, eleştirirken yargıda bulunmak ve o günleri ve o günlerde yapılanları, bugünün koşullarında değerlendirmek, hatalı bir davranıştır. bugün yaşantımızda yanlış giden şeyler varsa, bunlar, devrimlerin bir kısmının uygulanmaktan vazgeçilmesi, ya da yanlış anlaşılıp, yanlış uygulanmasından kaynaklanmaktadır. eleştirilecek konu, devrimleri kendi istek ve çıkarları doğrultusunda değiştiren, ya da kullanımdan kaldıranların, yanlış tutum ve davranışları olmalıdır. bununla birlikte devrimlerin, hangi koşullarda, hangi gerekçelerle yapıldığının, eğitim hayatımız süresince incelenmemesi en büyük hatalarımızdan biri ve bunun sonucu olan, devrimlerin öneminin unutturulmuş olması, en büyük kaybımızdır.

    kaynaklar: tek adam, şevket süreyya aydemir, devrimler, aslan tufan yazman

  • gol sonrasi sevinci cok itici. evet. deplasmanda rakibi susturuyor ve ronaldo'nun hareketini aynen kopyaliyor.
    gozlerimiz 4-5 gol gerideyken deplasmanda gol atip rakibe sus isareti yapan pembe yanakli kezban tuncay sanli'yi ariyor.

  • steve jobs üzerinden gideyim ben de. abimiz sürekli mercedes-benz sl 55 amg kullanmıştır ve kullandığı aracın plakası yoktur. kaliforniya yasaları gereğince yeni alınan arabaya altı ay plaka takılmadan trafiğe çıkabilir. tahmin edebileceğiniz gibi abimiz her altı ayda bir arabasını değiştirmektedir.

    (bkz: zenginlik böyle bir şey işte)

  • eski bir osasuna'lı kalecinin evinde haklarında şöyle bir yazı bulunduğu rivayet edilir:

    1-eğer bir futbolcu kaleyi gördüğü zaman durmadan çalım atıyorsa bilin ki o c.ronaldo'dur. çalımlarının bitmesini bekleyin, bittiği zaman gidin ayağına çift dalın.

    2-eğer sadece kaleyi gördüğü zaman şut çekiyor, çevresi dolu olduğu zaman duruyorsa o messi'dir, kaçın ve canınızı kurtarın.

    3-eğer sizi gördüğü zaman seri çalımlarla ortadan kaybolmuşsa ve etraf sessizse bilin ki o şişman ronaldo'dur. merak etmeyin o sizi bulur...

  • sırf sayelerinde ptt 1. ligini seyretmemi sağlamış klüptür. kiminle oynuyorlarsa karşı takımı tutuyorum. zaten ben seyretmeye başlayalı 1. sıradan 4. sıraya indiler. benimle dalaşılmaya pek gelmez diyorum arkadaş.

  • 1930'larda abd ile kanada'nın büyük ovalar (great plains) adı verilen geniş bozkır ve çayır topraklarında görülen uzun süreli kum fırtınaları dönemine verilen ad. "kirli otuzlar" da denilen bu iklimsel felaketin temel müsebbibi insan ve insann ekolojik cahilliği. sabanla toprağın üstündeki canlı kısmı havalandırarak daha yüzeyden sürerken, traktörlü tarıma geçerek toprağın kalbini yararcasına derinden sürme ve toprağın canlı kısmını öldürme, toprağı tutan bitki köklerini tahrip etme çölleşmeye yol açmış ve toprak kendisini tutacak bitkiden yoksun kalınca rüzgarla birlikte milyarlarca ton çamur ve kumla havaya kalkmış ve şehirlerin üzerine yağmış. kayıtlara göre 1936 nisan'ında oklahoma'dan teksas'a 300 milyon kum ve toz sürüklenmiş. tabi sadece kum ve toz değil, insanlar da sürüklenmiş ve 2,5 milyon insan great plainslerden kıyılara ve özellikle de kaliforniya'ya göç etmiş. suriye'den türkiye'ye göçenlerin sayısının mayıs 2018 itibariyle 3,5 milyon olduğunu düşünürsek dust bowl'un etkisi daha net anlaşılır.
    bu arada dust bowl'un gazap üzümleri, suriyeliler için halen anlatılmayı bekliyor.

  • fenerbahçe'nin bu sene de şampiyon olamayacağının ipucunu veren tivittir. geçen sene de berbat oyunları yerine hakemleri konuşuyor ve sosyal medya baskısıyla kendilerine fayda sağlamaya çabalıyorlardı. aynı tas aynı hamam.

    galatasaray'ın doğrandığı maçtan hakemden şikayet eden yine fenerbahçe. ligin ilk yarısı havadan penaltı kazandıkları beşiktaş maçından sonra da şikayet eden fenerbahçe idi. hele hele başakşehir maçı hala hatırlarda...

    bu kafayla şampiyon falan olunmaz. devam edin böyle.

  • polonya'nın başına son zamanlarda bela olan, böyle giderse daha da çok olacak bir çocuk şiiri.

    şimdi bilmiyorum hala var mı, bizim çocukluğumuzda çocuklara okumayı öğretmek veya iyi alışkanlıklar edindirmek için böyle cin ali tarzı kitaplar vardı. kitaplar diyorum zira bunlar seriydi. büyükler küçüklere cin ali'nin topu, topacı, bisikleti falan gibi 10 sayfalık kitaplar alıyordu. onun üstüne bir de ayşegül serisi vardı ki girmiyorum. yani türkiye'de cumhuriyet tedrisatı tarihinde tüm çocukların okuyacaklarını tek bir kitap halinde ciltleştirmiş, her eve girmiş, türkiye'de çocuk olmanın yan ürünü haline gelmiş böyle tek bir kitap yok.

    ama polonya'da var.

    adı da elementarz (elementaj). ilk kez 1910 yılında marian falski tarafından çocuklara alfabe öğretmek için basılan bu kitap dünyada en uzun süre basımda kalan çocuk kitabı özelliğini koruyor. yani öyle bir kolektif kültürden bahsediyoruz ki dedenizin babasının dedenize aldığı kitabı siz bugün çocuğunuza alıyorsunuz. komünist idare zamanında (1945-1989) mesela ilüstrasyonlar değişse de içerik çok büyük oranda değişmeden kalmış. yani kitabın içeriğine kimse el atabilmiş değil. bu haldeyken elementarz kitabı polonya'da her evde bulunur, sokakta gördüğünüz her insan bunu mutlaka okumuştur. okumadım diyen yalan söylüyordur. dahası orada kalmayarak bunu alt nesillerine eşin dostun çocuğu okula gitme yaşına gelince de %99 empik dükkanından alıp hediye edeceklerdir.

    işte murzynek bambo bu kitaptaki şiirlerden bir tanesidir. 1935 yılında elementarz basımına girmiş ve o yıllardan günümüze hiç çıkmamıştır. şiir afrika'da zenci bir çocuk olan bambo'nun günlük yaşamını anlatır. bambo afrika'da bir okula gitmekte, çok çalışmaktadır. eve döndüğünde yaramazlık vs yapınca annesi de ona kızmaktadır. sonra annesi kendisine süt verdiğinde koşup ağaca tırmanacaktır. annesi gel seni yıkayayım dediğinde de "beyaz olmaktan" korkacaktır. şiirin son iki satırı da

    szkoda, ze bambo czarny, wesoly
    nie chodzi razem z nami do szkoly

    ne yazık, siyah ama neşeli bambo
    bizimle beraber okula gelmeyecek

    olarak yazılmıştır. yani burada apartheid tarzı "farklı okullara gideceğiz" gibi değil de, afrikalı bir çocukla aynı okula gidilemeyecek olması şiiri anlatan çocuk öznede üzüntü falan yaratır. yani şiirin ruhu dünya çocuklarının kardeşliği gibi bir şeyi temel alıyor gibi görünse de lafzı bugünün dünyasında öyle anlaşılması zordur. dahası şiirin adı ve zenci çocuğa olan hitap "murzynek" şeklindedir. bunun etimolojik kökenine gidersek murzyn mağripli demektir. murzynek tam çevirisiyle "küçük mağripli" 'yi karşılar. yani fas cezayir tarafından olup ispanya'ya geçmiş olan zenciler leh dilindeki zenci stereotipini oluşturmuştur. leh perspektifinden baktığımızda bu öyle aman aman ırkçı / saldırgan bir terim de sayılmaz. yani genel olarak şiirin kötü bir niyeti ya da kastı olduğunu kimse söyleyemez ama değişen zamana ayak uyduramamıştır. 1935'te dünyanın afrikalılara bakışıyla 2020'li yıllardaki black lives matter ortamında dünyanın afrika kökenlilere bakışı arasında artık epey bir fark vardır. bunun bir benzer örneği mesela [(bkz: tintin au congo)(tenten kongo'da) çizgi romanında görülür. 1930'ların belçikalı gazetecisi tenten'in afrika macerası ve zencilerin takdimi vs günümüzde yayınlanamayacak kadar ırkçı addedilmektedir. belçikalı herge bu yüzden 2000'lerde bu sayıyı artık yayınlamayacağını belirtmişti.

    ama murzynek bambo leh kültürüne işte elementarz gibi bir kitapla çocuklara damardan zerk edildiği ve dedelerin babalarının zamanından bu güne kadar 4 neslin kolektif olarak kesişim noktasında bulunduğundan dolayı yayından öyle kolayca çıkartılamıyor. yani onlar da haksız değiller şiirde bambo'ya ya da zencilere doğrudan bir saldırganlık, aşağı görme, tenten sayısında olduğu gibi patlak dudaklarıyla ya da akli melekeleriyle ilgili komedik unsurlar yer almıyor. ancak günümüzdeki ırkçılık algısı 1930'lardan farklı olduğundan murzynek gibi ötekileştiren isimler, süt içersem beyaz olur muyum tarzı şeyler insanı biraz duraklatıyor.

    bu arada tekrar belirtmek gerekirse leh tarihinde zenciler vs yoktur. zencilere dair bir ırkçılık da var olacak koşulları hiç edinememiştir. yani ne bu şiirin yazarında, ne kitabı bir başkasına hediye alan amcada teyzede, ne de alınan kitabı okuyan çocukta zencilere karşı ırkçılık izleri aransa bulunamaz. adamların zenofobisi katolisizm kökenlidir ki o başka bir konu. nitekim polonya özellikle avrupa birliği'ne girdikten ve tabiri caizse biti kanlandıktan sonra bir miktar expat nüfusuna da ev sahipliği yapmaya başlamış ve tarihinde ilk kez demografisine zenciler eklenmiştir. buraya gelip beyaz yakalı olan amerikalı ingiliz afro kökenlilerin çocukları polonya ilkokullarına gittiklerinde mutlaka elementarz ve dolayısıyla murzynek bambo ile muhatap olmakta ve bu konu artan sıklıkla tartışmalara dönüşmekte ve millet birbirine facebook gruplarında ana bacı küfür edecek kadar ileri gitmektedir.

    gördüğüm kadarıyla zencilerin %100 kadarı bu durumdan rahatsızdır. "bu ne olm ben missouri'liyim bu şiirin ilk kıtasına biz şehri yakarız" ekolünden gelmektedirler. onlar için bu tür bir gösterinin ırkçılık dışında açıklanma şansı yoktur. bu adamların çocuklarına ilkokulda murzynek denilmesi falan gayet sıkıntılı şeyler. çocuğa zenci diye bir tür isim takılıyor, yani rengi kara diye öğretmenler dahil küçük mağripli diyorlar. ama bu ırkçı değil diyorlar. çünkü herkes kitapta öyle görmüş öyle yetişmiş. gerçekten ırkçılık hedeflenmiyor evet (yani isteseler daha ağır terimler var, mesela asfalt) ama renk farklı olduğu için takılan bir isimler yine var. beyazlara isim takılmıyor.

    zenci olmayan expatlar ile polonya dışında bir süre yaşamış lehlerin tepkileri "hmm evet zor bir durum" sınırını nadiren aşıyor. genelde taraf olmak istemiyorlar.

    polonyalıların alayı ise "orada ırkçılık mı var lan gündüz feneri mi demişiz asfalt mı demişiz, istersek derdik. demediysek polonyada ırkçılık yoktur olmaz" eşiğini zor geçiyorlar.

    bütün bunların üstüne geri adım atmak bir yana polonyalı ilkokul öğretmenleri (bakın öğretmen bunlar) çocuklar günü (dzien dziecka) vesilesiyle murzynek bambo'yu yüzlerini kahverengiye boyayarak tribal kıyafetler giyerek sahneleyip youtube'a koyabiliyorlar. bu zamanda büyük cesaret. buyrun ileri sara sara izleyin, yakında bunu silmek zorunda kalırlar gerçi hala izleyebiliyorken izleyin.

    ben cancel culture/alaşağı kültürü'nden zerre hazzetmem. zira tarihte olmuş herhangi bir olayı veya kitabı yayını şiiri her neyse o dönemin konjonktürü ve koşulları göz önüne alınarak incelemezseniz romalıları falan günümüzün ahlak anlayışıyla falan yargılayıp direk mahkum edersiniz. bunu hakedip haketmedikleri o bir saniyelik hükümden çok daha fazlasını gerektirir. bu şiir de bence 1930'ların polonyasında gayet normal iken günümüz koşullarında rüzgarda sallanan yaprak gibi kalmış ama leh kültürüne de öyle bir tutunmuş ki düşmüyor. lehlerin bu mevzuya yaklaşımı ve çocukken okudukları kitabı canhıraş savunmaları da sosyolojik olarak incelense oradan güzel doçentlik tezi vs çıkar bence.

  • arama nedeninizi birkaç kelimeyle söyler misiniz? diyen telesekreterler var ya... işte onlarla uğraşmadan uzun uzun tuşlamalar yapmadan müşteri temsilcisine bağlanmak için "beni aramışsınız" demeniz yeterli. hemen müşteri temsilcisine yönlendiriyor

    edit: artık olmuyormuş. bu entrymi gören firmaların önlem aldığını düşünüyorum. bu kadar da önemli biriyim işte:) ama siz yine de her işiniz düştüğünde bir deneyin. umudumuzu yitirmeyelim. o müşteri temsilcisine bağlanacağız kardeşlerim!!!

  • sözde yaptırım uyguladıkları rusyaya verdikleri ret oranı bile türkiyeye verdikleri retten daha düşük olan ülke.
    gri pasaportla insan kaçakçılığı yapan malum parti ilçe teşkilatı yöneticilerinin yediği bokların acısını yine ülkenin okumuş orta direği çekiyor!

  • asıl sorun nusretin o an sahada olabilmesidir. nasıl girdi, kime kaç riyal akıttı bilen var mı?
    edit: fifa başkanı gianni infantino nusretin kankitosuymuş. insan böyle hayırlı dostlar biriktirmeli işte.

  • koyu bir galatayasaraylıyım, bütün hafta kendimi bu maça hazırladım, yeri geldi fenerbahçeli arkadaşlarıma takıldım, yeri geldi bu maç için iddiaya girdim ama bu arapların bir kez daha yaptığı kahpelikten sonra, maçmış kupaymış zerre umrumda değil.

    helal olsun sana fenerbahçe helal olsun sana galatasaray.
    helal olsun size atatürk'ün evlatları.
    aramız bozuk olabilir ama kanımız bozuk değil.

    atatürk bu ülkenin birleştirici gücüdür, selam olsun atatürkçü fenerbahçeli kardeşlerime, selam olsun atatürkçü galatasaraylı kardeşlerime.

    artık maçın türkiyede oynanmasına bile gerek yok, bir yarısı galatasarayın bir yarısı fenerbahçenin olsun.