hesabın var mı? giriş yap

  • otobüste pencere kenarında oturmaktayım... eda* kucagımda oturmakta. 3 yaş sendromu içinde camdan bakınmakta... yanımıza yaşlıca bir teyze oturur ve eda yı mıncırmaya başlar, oysa bilmez ki eda bundan hiç hoşlanmaz!

    teyze: senin adın ne bakiimmmmm

    eda dan ters bir bakış...

    ben: eda teyzesi [ayıp olmasın cevap verelim düşüncesi]

    teyze: ay benim torunum var senin kadar onun adı yaprak!

    eda dışarıyı seyrettiği camdan kafasını kaldırıp süzerek kadına bakar... iyice süzdükten sonra tekrar cama doğru döner... ve dışarıyı seyrederek kopartan cümlesini kurar!

    eda: biz yaprağı...[es] sarma yapar... [burada yüzü kadına doner] yeriz!

    budur!!

  • yer : karakoy/tramvay

    kahramanlarimiz bir kari-koca

    karakoy'den geciyor olmamiz sebebiyle bayan kisimizin aklina karakoy güllüoglu gelir ve olaylar gelisir:

    - off canim acayip baklava cekti tahsin...
    - gel alalim hayatim.
    - hic sevmem ki ben
    - ama canim çekti diyorsun ya...
    - tamam da sevmem biliyorsun tahsin
    - kafam almiyor hayriye... valla almiyor....

  • tanıdığım en baba, en azılı abazanların her birinin mazisinde en az bir adet dans kursu olduğunu düşünüyorum da, sanırım öküz haklı beyler.

  • babayla obsesif kompulsif kisilik bozuklugu hakkinda konusuluyor..

    - baba bugun eksisozlukte baktim bende galiba ocd varmis eskiden..
    + nasil bir seymis o?
    - mesela bazen bana cok fazla oluyor, basamaklari bi daha cikmazsam annem olcek, bagaj kapagini bi daha kapatmazsam babam olcek gibi. ama eskiden vardi simdi astim..
    + nasi astin peki?
    - bi kac kere "nolcak lan kapatmiyorum bagaj kapagini" dedim..
    + (gulerek) essoglessek nolur iki kere kapatsan kapagi!

  • hayatımızı şekillendiren takvimin oluşumu.

    dünyada en çok kullanılan miladi takvim aslen fiziksel olaylara göre oluşturulmuştur. papa xiii. gregory bakmış dünyanın kendi ekseni etrafındaki bir turu, yani bir gün, 24 saat. dünyanın güneş etrafındaki turu ise 365 gün 6 saat. bir de ay'ımız var tabii. ay da dünya etrafında 29 gün gibi bir sürede dolanıyor. demiş ki yılımızın içinde aylarımız olsun. ama kaç tane? hemen bölelim 365/29=12,5 hoop 12 ayımız hazır bile. 365/12=30,4. demek ki bazı aylar 30 bazıları 31 çekmeli ki 366'yı tutturabilelim. çünkü her 4 yılda bir, o 6 saatler birikip 1 gün oluşturuyor. bu da 365'e ekleniyor haliyle. bu sebepten 6 ay 31, 6 ay 30 gün olsun denmiş.

    o zamanlar yılın ilk ayı ocak değil mart. son ayı da şubat. neyse efendim aylara kimi tanrılardan, kimi liderlerden isimler konulmuş. o zaman roma'nın başındaki julius caesar, doğduğu aya kendi adını vermiş, olmuş julius. yani july. yani temmuz. daha sonra imparator olan augustus da durur mu, o da doğduğu aya kendi ismini vermiş. yani august. yani ağustos. ancak bakmış sezar'ın ayı 31 gün çekerken kendi ayı 30 çekiyor. karar verdim bu böyle olmaz demiş ve yılın son ayından bir gün alın benim ayıma ekleyin diye emir vermiş. şubat garibim son ay olduğundan 1 günü alınmış, kalmış 29 gün, ağustos olmuş 31. 4 yılda bir şubat 29 gün çekip diğer yıllarda 28 çekmeye başlamış o günden itibaren. temmuz ve ağustos da peşpeşe 31.

    gel gelelim haftalara. 7 gün olmasının sebebi hem o zamanlar 7 gezegenin tanınması hem de ayın bir evresinden diğerine geçişin 7 gün sürmesi. haftanın isimlerine de bu 7 gezegenin isimleri verilmiş. bazıları hala bugünkü ingilizce adlarına oldukça yakın.

    monday - moon day
    tuesday - mars day
    wednesday - mercury day
    thursday - jupiter day
    friday - venus day
    saturday - saturn day
    sunday - sun day

    artık yıllarda ise şöyle bir problem var. şimdi biz bu 6 saatleri 4 yılda bir toplayıp 1 gün yapıyoruz fakat aslında bunlar tam olarak 6 saat değil ki. 5 saat 49 dakika 16 saniye. aradaki bu fark nedeniyle her 100 yılda bir fazladan 1 gün oluşuyor takvimde. bu sebepten dolayı 100 yılda bir, normalde şubata eklenen 1 gün, eklenmez. ama yine yeterli değil, bu sefer de 400 yılda bir yine eksik 1 gün ortaya çıkıyor. evet işler karman çorman oldu ama toparlamak gerekirse: biz her 4 yılda bir şubata 1 gün ekliyoruz ama eğer yıl 100'e bölünüyorsa bu 1 günü eklemiyoruz ama eğer yıl 100 ile birlikte 400'e de bölünüyorsa yine o 1 günü şubata ekliyoruz. bu sebepledir ki 2000 yılında şubat 29 çekerken, 1900'de 28 çekmiştir.

  • hababam sınıf'ının mahmut hoca'sı münir özkul'un milyarder filminde de mahmut hoca rolünün devamını oynadığı gerçeği.

    bugün denk geldiğim milyarder filmini izlerken geçen replik ile vay amuaa tepkisi eşliğinde kafamda şimşeklerin çakması sonucu tüme varım yaptığım olay.sonrasında merak ettim biraz araştırdım hababam sınıfı filmleri aşağıdaki tarihlerde çekilmiş.

    hababam sınıfı 1975

    hababam sınıfı sınıfta kaldı 1976

    hababam sınıfı uyanıyor 1977

    hababam sınıfı tatilde 1978

    hababam sınıfı dokuz doğuruyor 1979

    hababam sınıfı güle güle 1981

    milyarder filmi ise 1986 yılında çekilmiş.hababam sınıfı güle güle filmi aynı zamanda mahmut hoca karakterinin olmadığı tek hababam sınıfı filmi.ayrıca bu filmde hafize ana'nın nazlı adında bir kızı olduğunu bilgisini de cebe atıyoruz.milyarder filminde ise mahmut hoca ile boncuk sultan(hafize ana) evlenmişler ancak kızları ölmüş ama nasıl öldüğü bilgisi yok.bu ölümün getirdiği yıkım ile boncuk sultan yatalak olmuş ve konuşamaz durumda.

    son olarak aşağıdaki repliğe bakıyoruz.

    gazeteci1: milyarderle konuşamadık bari seninle konuşalım amca.adın ne senin?
    mahmut hoca: şey mahmut... mahmut hoca derler.
    gazeteci2: şu şapkanı takar mısın mahmut hoca. niye hoca diyorlar imamlıkta mı yaptın?
    mahmut hoca: yok oğlum yapmadım.biletçilik benim mesleğim değil.öğretmendim emekli oldum.biz evde iki kişiyiz.kızım vefat ettikten sonra hasta karımla birlikte yaşıyorum.ama bugünlerde emekli maaşı malum iki kuru başa bile yetmiyor.enflasyonda malumunuz.geçinemeyince bende bilet satmaya başladım.

    üzerinden yıllar geçsede yeşil çam filmleri(özellikle kemal sunal ve şener şen filmleri) izledikçe izlettirir her yaşımda farklı bir detay, farklı bir mesaj yada tespit yakalarım.gerçektende bazen okadar ince görmüşler ki insan hayret etmeden edemiyor.görünen köy klavuz istemez o nedenle bu konuda çok bıkbık yapmayacağım.sanatın özelliklerinden biride kalıcı olmasıdır.kendi adıma bize bu kalıcı eserleri bıraktıkları için emeği geçen tüm büyüklerimize teşekkür ederim.eyorlamam bu kadar.

    debe editi: aslında daha çok okuyucuyum. es kaza debeye girmişim bari bir işe yarasın. bugün sizde bir değişiklik yapın hayatınızda ki değer verdiğiniz insanlara sevginizi belirtin.sevindirin onları.

    iyi ki hayatımdasın güzel insan.seni seviyorum.

  • özellikle 2010'dan sonra giderek artan sosyokültürel değişimin yeni bir ekonomi yarattığı ülke: honconomy (yalnızlar ekonomisi diye türkçeye çevrilebilir.)

    honjok kelimesi, hon (yalnız) ve jok (toplum/grup) kelimelerinin birleşmelerinden oluşuyor. bu kişiler, bilinçli olarak aktivitelerini tek başlarına yapıyorlar. bu aktiviteleri destekleyecek hizmetlerin sayısı da giderek artıyor.

    hon-bap: bu terim, yalnız yemek yeme aktivilerini kapsıyor ve restoranlar giderek daha fazla sayıda yalnız yemek yiyenler için çözümler üretiyor. dokgojin bunlardan biriymiş.
    hon-bap konseptine uygun olarak hizmet veren restoranda tüm masalar tek kişilik. görsel

    yapılan bir araştırmada, insanların yalnız yemek yemeyi tercih etmelerinin sebepleri olarak şunlar gösteriliyor: tanıdıklarının olmadığı bir bölgede işleri olduğu için (%36,8), diğer insanlarla yemek yiyecek vakitleri olmadığı için (%35,6) ve tek başlarına yemek yerken rahat hissettikleri için (%23,8) yalnız yemek yedikleri belirtiliyor.

    hon-nol: insanların tek başlarına film izleyebilecekleri ya da karaoke yapabilecekleri aktiviteleri kapsıyor. jetonla girilen karaoke kabinlerinde kişiler, başkalarıyla muhatap olmadan özgürce şarkılarını söyleyebiliyorlarmış.

    hon-sul: tek başına içme aktivitelerini kapsıyor. büyük çoğunluk (%85,2) evinde içerken, %7,2'si barlarda, %5,2'si ise restoranlarda içmeyi tercih ediyormuş.

    bu yaşam tarzının giderek yaygınlaşmasında pek çok faktör rol oynuyor haliyle: bunların arasında belki de en önemlisi, kore'de tek kişinin yaşaması için inşa edilen ev ve stüdyo dairelerin sayısının artması. 1990'da tek kişilik evlerin oranı sadece %9'ken, bu oran 2010'da %24'e çıkmış. 2020'de ise %30'a ulaşması bekleniyor.
    (türkiye'de de özellikle nef, bu yaşam tarzını destekleyen projeler yapıyor.)

    diğer neden ise insanların iletişim kurmaktan vazgeçmesi, toplumdaki artan rekabet, iş bulma zorluğu ve diğer yaşadıkları zorluklar, kişileri yalnızlığa itiyormuş.
    güney kore'de bulunmadım ancak hong kong'a gittiğimde ve hong konglu insanlarla çalıştığımda fark ettiğim bir şey var: gerçekten rekabet inanılmaz düzeyde ve çocukların "mükemmel" olmaları yönünde korkunç bir baskı var.
    ileri okuma: (bkz: oğlu soruyu çözemeyince kalp krizi geçiren anne/@ug tek)

    bir başka neden ise algının değişmesi olarak gösteriliyor, 2015'te yayınlanan bir araştırmaya göre, 15 yaşından büyük korelilerin yarısından fazlası (%56,8) boş vakitlerini yalnız geçirmeyi tercih ediyor.

    diğer neden ise, yalnız yaşamanın "öcü" gibi gösterilmemesi. yalnız yaşayanların sayısı arttığı için medyada da bu konuya eğilen yapımların sayısı artmış. tek başına yaşayan ünlülerin hayatlarının yayınlandığı reality-show'lar tv'lerde gösteriliyormuş.

    18 yaşından itibaren yalnız yaşayan biri olarak oldukça ilgimi çeken bir konu oldu. bundan sonra tek başına sinemaya gitmek konusunda yalnız olmadığınızı bilin minnoşlar.
    yalnız değilsiniz, değiliz.

  • eşin babası.

    benim gibi şanslıysanız eğer, bazısı sizi tanıdığı günden itibaren artık sizin de babanızdır, eşinizden boşansanız da babanızdır, sizi evladı beller.

    dün gece kadıköy'de çok uzun süre taksi beklediğim için eve epey geç geldiğimi duyunca kızdı bana. "telefon ne işe yarıyor, kapıda araba var o ne işe yarıyor, ben evde ne işe yarıyorum seni gece iki adım yerden gelip almayacaksam, sokaklarda taksi bekliyorsun" diye surat astı bana. oğlunun dört sene önce boşandığı, 40 yaşında, kazık kadar kadınım ben. ama benim medeni halimin ve yaşımın önemi yok. o sağ olduğu sürece ben onun kol kanat gereceği, müşkül durumdan kurtaracağı evladıyım. ha ben gece ikide 70 yaşında adamı arayıp "baba beni gelip al" demem elbet, ama arasam alacak olduğunu bilmek yeter de artar zaten.

    babacanlık başka bir şey, kan bağıyla filan da zerre alakası yok.

  • siz şimdi depremden sonra oturup bunu düşünüp fetva mı verdiniz?

    milyarlarca lira bütçeli diyanetin aldığı paranın hakkını verdiğinin kanıtı olan fetva.

  • finlandiya'ya gittiğimde ofiste ilk gün türkiye'nin hangi şehrinden olduğum sorulmuştu. sadece finler değil, almanlar ve amerikalılar da sormuştu. tipik insan merakını sadece türklere özgüymüş gibi düşünen ve bunun üzerinden milletini aşağılayan salaklara ne desem az. memleket nere diyen insan seni merak ediyordur. senle iyi veya kötü bir bağ kurma arayışındadır.

    debe editi: duygularıma tercüman olmuşsunuz diye bir sürü arkadaş yazdı. hepsini buradan ricalarımı iletiyorum. eskiden osmanlı sarayındaki devşirme tipler türkleri aşağılarmış, senelerdir de ab ve abd'den fonlanan batı köpekleri yapıyor bunu. kendinize, emeğinize, ülkenize sahip çıkmanız dileğiyle.