hesabın var mı? giriş yap

  • --- spoiler ---

    05x14 yalın ve faraday benzerliğine de açıklık getirmiştir.

    eğer faraday annesinin sözünü dinleyip müzikten vazgeçmeseydi bütün bunlar yaşanmayacak ve faraday 2000'li yılların ikinci yarısında karşımıza yalın olarak çıkacaktı ve "bi bakmışın ben yokmuşum" diye çığıran bir insan olacaktı.

    --- spoiler ---

  • 5000 yıllık ata müziğimiz rap'le, ötüken folklörümüz hiphop'la kültür koruma savaşına girişmiş cengaver.

    dine sardıkça iyice kafası dumanlanmakta. allah sonunu hayretsin.

    (bu arada kendisi bir zahmet gavur icadı miladi takvimden hicri takvime geçsin, bir daha da 2000'li yılları ağzına almasın, çok rica ediyorum.)

  • --- spoiler ---
    açık açık söylediler dizinin konusunu. beğenirsin beğenmezsin ayrı ama durum belli. verildi cevaplar.

    dizinin konusu ve adanın olayı belli; ab-ı hayat.

    ada; ab-ı hayat'ın saklandığı yer.

    tarih boyunca bir çok kişi tarafından aranılan ab-ı hayat, adanın içinde yer alıyor. ab-ı hayat'ın özelliği insanlara sonsuz bir yaşam ve gençlik vermesidir. bu durumda önce jacob'ın sonra richard'ın içtiğini gördüğümüz şaraba benzeyen koyu renkli o sıvı, ab-ı hayat.

    jacob'ın elinde sınırlı miktarda bulunan sıvının kaynağı muhtemelen ışığın merkezindeki yer. kadını ışığa bakarak şöyle söyledi; bütün insanlar bu ışığın peşinde oysa hepsinin içinde biraz var ama kimseye yetmiyor, yaşam ve ölüm orada. bütün insanlık yüzyıllardı ölümsüzlüğün, sonsuz hayatın peşinde ve aslında gerçekten hepimizde biraz olan tek şey bu; hayat. var ama yetmiyor, fazlasını istiyor insanoğlu. bu ab-ı hayatın kaynağı bulunursa bulan insanlar insanlığı bitirir. pek çok inanç sisteminde inanılan şudur; tanrı, yaşam kaynağı, ışık demeti, evren artık hangisini seçerseniz; büyük güç, enerji, ışık, yaşam herkesin, her canlının içinde vardır.

    bizim hikayemizde bu ab-ı hayat bir adanın içine saklanmış duruyor. gelip geçen bulamasın, hiçbir insan sahip olamasın diye. fakat engellenmek istense de bir şekilde insanların yolu oraya düşüyor. bazen bir gemi kazası bazen bir uçak kazası. teknoloji değiştikçe geliş yolları değişiyor. işte bu insanlar adaya geldiği zaman ab-ı hayatı ele geçiremesinler diye bir bekçiye ihtiyaç duyuluyor.

    bu bekçide aranılan şartlar; tercihen adada doğmuş olması, ab-ı hayat içmiş olması, özünde iyi bir insan olması.

    jacob'ın ve isimsiz evladın annelerini öldüren kadın da aslında bir emanetçiden fazlası değil, öldüğü zaman teşekkür ediyor çünkü artık bu döngünün dışına çıkmış yerine vekil atamış durumda. ada artık o'nun ölmesine izin veriyor ve tıpkı richard gibi o da ölmeyi uzun zamandır istiyor.

    jacob'ın ve desmond'ın ortak bir özelliği var. ikisi de tam sebebini bilmedikleri halde adayı korumak için odaklanıyorlar. desmond 108 dakikada bir deli gibi butona basarken dünyayı kurtardığını düşünüyordu. jacob da, ab-ı hayatı saklarken dünyayı kurtardığını düşünüyor. ikisi de haksız sayılmaz.

    özel ve seçilmiş ölü bedenlerin yerini alan black smoke'un bir özelliği var. bedenine girdiği kişinin bazı hareketlerini ve sözlerini yaşatıyor. locke'un bana ne yapmam gerektiğini söyleme civarında bir lafı vardı ve black smoke, locke'un bedenine girdikten sonra bu sözü kullanmaya devam etti. sahil kenarında oturan ve anası isim vermeden öldüğü için isim açısından piç kalan eleman da, annesinin ve kendisinin sözlerini tekrarlıyor. insanlar gelirler yıkarlar...

    bu ab-ı hayat durumu bize, çok zengin insanların hani sayid'in dünyayı dolaşarak vurduğu insanların ve widmore efendinin aslında neyin peşinde olduğunu anlamamızı da sağlıyor. ilana gibi jacob'a bağlılığı ile bilinen insanlar widmore'un karşısında yer alıyorlar çünkü widmore'un o ışığı gördüğünü ve amacının adayı, jacob'ı kurtarmak değil de black smoke olayına girmeden o sıvının, ışığın kaynağına ulaşmak olduğunu biliyorlar. hatırlayın ilana ekibindekiler minibüste söylemişlerdi yanlış taraftasın diye... öyle değil mi ama bir düşünün tarih boyunca gerçekten çok zengin insanlar, krallar ve widmore gibiler yani elde edebilecekleri her şeyi elde eden insanlar neyin peşinde olurlar? ölümsüzlüğün.

    bu arada tamam jacob'ın yerine biri geçiyor ve o görev devrediliyor da arkadaş harbiden salaksınız ha bu kavuk olayı black smoke geleneğinde yok hala uyanamadınız. dumanın özelliği şu; o ışığı korumakla görevli kimseler ölürse onların bedenlerine yerleşebiliyor. deli teyzenin amacı neydi? adayı koruma görevini piçe vermek, aday o'ydu yani. o ölünce bedenine girebildi black smoke tıpkı, locke gibi bir başka seçilmiş aday ölünce bedenine girebildiği gibi.

    adadaki manyetik alanın özelliği falan filan hep aynı çünkü adanın içinde ab-ı hayat var ve bu enerji kaynağı çok güçlü...

    peki ölüler niye dolanıyor?

    hayatın ve ölümün kaynağı olan yerden bahsediyoruz. bilumum inanışa göre ölen ruh, enerji aslına rücuu eder yanı o kaynağa geri döner. o enerji ise bazılarının öldüğü halde işlerinin bitmediğine inanıyor ve içine almıyor. o kimseler serbest salınıma devam ediyor.

    --- spoiler ---

  • 18. yüzyıl sonunda düyaya yayılan milliyetçilik akımından bihaber dangalakların kendisine ulus devlet kurdu diye bok attığı aşmış insan.

    tek talihsizliği sömürgeleşmekten kurtardığı milletin bu kadar duyarsız, bu kadar sağır olmasıdır.

  • kim cikip da galatasaray'in son yasadiklari hakkinda korkmadan bir yazi yazacak diye bekliyordum kendisine rastladim. ayip oldu, yok oyle demesiydi gibi kivirtmayi birakip asil ozru hakedenin galatasaray oldugunu acik acik yazmistir.

    http://www.hurriyet.com.tr/…16787861.asp?yazarid=25

    ‘sokakta oynar, kaldırımdan destekleriz’

    “1 ekim 1905’te mektebin beşinci sınıfında edebiyat öğretmenimiz merhum ata bey’in dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek galatasaray’da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik.

    ilk girişimciler oyuna ve mücadeleye yönelik arkadaşlardan asım tevfik sonumut, reşat şirvani, cevdet kalpakçıoğlu, abidin daver, kamil gibi gençlerdi.
    okulda eğitim gören bulgar ve sırp öğrencilerden çevik ve kuvvetli olanlar da bize katılmışlardı. asım’ı muhasebeciliğe, cevdet’i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de reis olmuştum.
    asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakta mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. ben reisliği topu yağlayıp şişirmekle almıştım.
    topumuza evladım gibi bakardım. zaten varımız yoğumuz da toptu.
    mektebe gelirken domuz sokağı’ndan geçer, domuz yağı alırdım.
    topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni pabucumdan kesmiştim.
    bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla paye vermişlerdi.
    yani o zaman reisliğe ve diğer vazifelere payeyi en çok çalışan kazanırdı.
    cevdet de ikinci reisliği formaları yıkadığı için almıştı.
    maksadımız ingilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve isme malik (sahip) olmak ve türk olmayan takımları yenmekti.”
    (ali sami yen, galatasaray terbiye-i bedeniye kulübü kurucusu ve 1 numaralı üyesi.)
    * * *
    “özhan canaydın’ın karşımızda naif ve güçsüz duruşu dün gibi aklımda.”
    (erdoğan bayraktar, toki başkanı)
    * * *
    “elimizde 200 stat, 40 polis kamerasının görüntüleri var. incelemelerini emniyetle birlikte yapacağız ve bu insanları stadımıza sokmayacağız.”
    (adnan polat, galatasaray spor kulübü başkanı.)
    * * *
    şimdiii...
    başbakan erdoğan, bu stat için uğraş vermiştir, teşekkür ederiz.
    yuhalanması güzel olmamıştır.
    buraya kadar mutabıkız.
    fakat...
    “ya ne yapacaktınız? yüz milyonlarca dolarlık ali sami yen arazisinden çekildik, ihalesinden kalkacak para bütçeye, türk ekonomisine armağan olsun...” da demiyoruz ama galatasaray’a kimse “ezik” muamelesi yapamaz.
    kızgınım. öfkeliyim. kendimi zor tutuyorum.
    toki başkanı unvanıyla toplanan vergiden bina diken zatın rahmetli özhan canaydın’ın arkasından “atarlanması” için “terbiyesizlik etti” demekle yetinemem.
    galatasaray kim, sen kimsin?
    kimin malını kimin kafasına kakıyorsun?
    galatasaray’ın ölmüş başkanına laf edersen yuhalanırsın, nokta.
    al stadını ve çevre yolunu ve bağlantılarını
    ve metro istasyonunu kafana çal.
    telegol’e çıkıp “kimseden özür beklemiyorum” demiş bir de.
    pişkinliğin böylesi 7/8 hasan paşa fırını’nın leziz ekmeğinde, kekinde, mekiğinde görülmemiştir.
    sen çıkıp özür dileyeceksin galatasaray’dan.
    * * *
    bir taraftarın dediği gibi “sokakta oynar, kaldırımdan destekleriz...”
    ‘lise’nin bahçesine, doğduğu yere, grand cour’a döner, duvara tırmanıp seyredilir.
    o bürokrata özür diletemezse, galatasaray üyeliğini iptal edemezse adnan polat’a da yuh olsun.
    sen galatasaray başkanı olacaksın adnan polat, bina memuru, stat müfettişi değil.
    yapamıyorsan -ki belli ki yapamıyorsun- çek git.
    büyük camialar bedel ödemez, ödetir.
    galatasaray’a, fenerbahçe’ye, beşiktaş’a “ezik” muamelesi yapmak kimsenin yanına kalmaz.
    ölen başkanına laf ettirdin ya, çıkıp o adama “doğru söylemiş” dedin ya, yazıklar olsun.
    daha lafım var ama cem yılmaz’ın dediği gibi “kamera kaydediyor...”

    bunun gibi yazarlarin devamini bekliyoruz ya da en azindan galatasaray uzerinden baskalarina yaranmayi biraksinlar yeter.

  • turkiye'de silah sahibi olmanin ne kadar da basit oldugunu bizlere tekrar gosteren bir olayda yaralanan sarkici.

    bir de gun gecmesin ki hakkinda chain mailler yollanmasin;

    bir inşaat işçisi, ancak yasa dışı yollarla sıfırdan bu noktalara gelebilir.
    gazetelerden;
    - 1981'de izmir fuarında polise hakaretten tutuklandı.
    - 1990'da kokain operasyonu sanığı; 1994'te beraat.
    - 1990'da şehmuz iigin'le kaset yüzünden anlaşmazlık yaşadı.
    etilerdeki villası kundaklandı.
    - 1990'da maksim gazinosunda ayağından vurdular.
    - 1991'de urfadan bağımsız aday oldu. seçim kampanyasına havaya 5 el
    ateş açarak başladı.
    - 1995'te hasan heybetlinin sünnet düğününde "meskun mahalde ateş
    açmaktan" gözaltına alındı.
    - 1996'da urfada ahmet toptanla tartıştı. yeğeni fevzi tatlı'ya öldürttü.
    - 1998'de arabasını kurşunlayan hasan boranın adamı a.uçmak
    kurşunlanarak yaralandı.
    - eski menajeri hasan boranın müzik şirketi oğlu ahmet tatlı ve
    adamları tarafından basıldı.
    - 2000'de iki ruhsatsız tabanca için gözaltına alındı.
    - 2000'de pilot nusret ertürkü tehditten savcılığa ifade verdi.
    - 2002'de derya tuna bacağından vuruldu.
    - 2003'te asena bacağından vuruldu.
    - 18 yıl hapis isteği ile sauna çetesi üyeliğinden yargılandı.
    - yd: anımsadığım kadarıyla 7-8 yıl önce milliyet gazetesini alenen
    "yok ederim" gibi sözlerle tehdit etti. (savcı ve basın adeta sus
    pus..)

    biz böyle birini cumhurbaşkanı, başbakan, devlet ve türk medyası
    tarafından adeta kahraman ilan ederek, kimseye gösterilmeyen ilgiyi
    gösterdik.

    ve suçlarının ne olduğu bilinmeden yüzlerce gazeteci, bilim adamı,
    subay tutuklu... haberal, perinçek, balbay, özkan ve niceleri hücrede.

    avrupa, amerika, japonya dahil tüm dünyanın her konserini 15 dakika
    ayakta alkışladığı fazıl say ve muhalif "gerçek"sanatçılar adeta vatan haini..

    halka, gençlere ne güzel örnekler sunuyoruz..
    geleceğimizi ne güzel hazırlıyoruz.

    --- fin ---

  • geçen eşim tutturdu aya gidelim. peki dedim kıramadım atladık mekiğimize. normalde hep marsa gidiyoruz da benim hanım evlenmeden önce ailesiyle yazları hep aya gidermiş. neyse efendim aya indik. bir baktım her yer çekirdek. bizim hanım eğildi birkaçını topladı. dedi şimdi kafada faunus var, mekiğe dönünce yeriz. lan meğer ayçekirdeği bildiğin ay çekirdeğiymiş. yemin ediyorum aklım çıkıyordu.

  • 7000 entry sahibi, 600+ karması olan celebrity sözlük yazarlarının dahi başlık içinde ara butonunu kullanmaması, bu sebeple sözlüğün en popüler başlıklarının anasının sikilmesi. aferin valla, debe'ye de girmiş. bu başlığın 5 sene sonraki halini düşünemiyorum. penguenler ve gamzeler sevsin sizi!

    #21303865 / 26 aralık 2010 / tam 51 kez favorilenmiş bu entry. hatta başlığı şükela modunda incelediğinde dahi ilk sayfalarda çıkıyor. yapman gereken tek şey başlık içinde "gamzedeyim" kelimesini aramak.

    #30464433 / 5 ekim 2012 / bu arkadaş da aramaya inanmamış. bire bir aynı temalı 2. entry.

    #32154294 / 13 şubat 2013 / bu arkadaş da aramaya inanmamış. belki de bilmiyor, yol gösteren olmamış.

    #48406062 / 14 ocak 2015 / ve fakat sen diazepam'sın yahu, büyük düşün biraz! sen nasıl aramazsın arkadaş? yazık, bu sözlüğün ruhuna fatiha okuruz bir müddet sonra..

  • hababam sınıf'ının mahmut hoca'sı münir özkul'un milyarder filminde de mahmut hoca rolünün devamını oynadığı gerçeği.

    bugün denk geldiğim milyarder filmini izlerken geçen replik ile vay amuaa tepkisi eşliğinde kafamda şimşeklerin çakması sonucu tüme varım yaptığım olay.sonrasında merak ettim biraz araştırdım hababam sınıfı filmleri aşağıdaki tarihlerde çekilmiş.

    hababam sınıfı 1975

    hababam sınıfı sınıfta kaldı 1976

    hababam sınıfı uyanıyor 1977

    hababam sınıfı tatilde 1978

    hababam sınıfı dokuz doğuruyor 1979

    hababam sınıfı güle güle 1981

    milyarder filmi ise 1986 yılında çekilmiş.hababam sınıfı güle güle filmi aynı zamanda mahmut hoca karakterinin olmadığı tek hababam sınıfı filmi.ayrıca bu filmde hafize ana'nın nazlı adında bir kızı olduğunu bilgisini de cebe atıyoruz.milyarder filminde ise mahmut hoca ile boncuk sultan(hafize ana) evlenmişler ancak kızları ölmüş ama nasıl öldüğü bilgisi yok.bu ölümün getirdiği yıkım ile boncuk sultan yatalak olmuş ve konuşamaz durumda.

    son olarak aşağıdaki repliğe bakıyoruz.

    gazeteci1: milyarderle konuşamadık bari seninle konuşalım amca.adın ne senin?
    mahmut hoca: şey mahmut... mahmut hoca derler.
    gazeteci2: şu şapkanı takar mısın mahmut hoca. niye hoca diyorlar imamlıkta mı yaptın?
    mahmut hoca: yok oğlum yapmadım.biletçilik benim mesleğim değil.öğretmendim emekli oldum.biz evde iki kişiyiz.kızım vefat ettikten sonra hasta karımla birlikte yaşıyorum.ama bugünlerde emekli maaşı malum iki kuru başa bile yetmiyor.enflasyonda malumunuz.geçinemeyince bende bilet satmaya başladım.

    üzerinden yıllar geçsede yeşil çam filmleri(özellikle kemal sunal ve şener şen filmleri) izledikçe izlettirir her yaşımda farklı bir detay, farklı bir mesaj yada tespit yakalarım.gerçektende bazen okadar ince görmüşler ki insan hayret etmeden edemiyor.görünen köy klavuz istemez o nedenle bu konuda çok bıkbık yapmayacağım.sanatın özelliklerinden biride kalıcı olmasıdır.kendi adıma bize bu kalıcı eserleri bıraktıkları için emeği geçen tüm büyüklerimize teşekkür ederim.eyorlamam bu kadar.

    debe editi: aslında daha çok okuyucuyum. es kaza debeye girmişim bari bir işe yarasın. bugün sizde bir değişiklik yapın hayatınızda ki değer verdiğiniz insanlara sevginizi belirtin.sevindirin onları.

    iyi ki hayatımdasın güzel insan.seni seviyorum.

  • benim gibi tarihe meraklı, tarihi dizi hastası olanlar için derlediğim listedir.

    şimdi ilk başta dünya tarihinin ve medeniyetinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayan imparatorluğumuzun tarihine şöyle genel olarak bir bakalım.
    roma tarihinin önemli dönemlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.
    krallık öncesi dönem (m.ö. 753 öncesi)
    krallık dönemi (m.ö. 753 – 509 arası)
    cumhuriyet dönemi (m.ö. 509 – 27 arası)
    imparatorluk dönemi (m.ö. 27 – m.s. 476 arası)

    söz konusu diziler cumhuriyetin son önemlerinde başlayıp imparatorluk döneminin ortalarına kadar gidiyor.

    kronolojik sıraya göre tüm zamanların en iyi dönem dizisi spartacus ile başlayalım.
    dizinin birinci sezonu blood and sand olsa da başrol oyuncusu andy whitfield'ın hastalığından dolayı dizi geriye doğru gitmiş ve spartacus şehre gelmeden önceki olayların anlatıldığı gods of the arena çekilmiştir.
    dolayısıyla diziyi şu sırada izlemek gerekiyor.
    *gods of the arena (6 bölüm)
    *blood and sand (13 bölüm)
    *vengeance (10 bölüm)
    *war of the damned (10 bölüm)

    dizimiz, henüz imparatorluğa dönüşmemiş roma'da geçiyor. mö 73-71 yılları jül sezar ve devrin güçlü komutanı marcus licinius crassus var.

    kronolojik olarak ikinci sırada rome var;

    dizinin ilk sezonu mö 49 yılı civarında başlıyor. yani köle isyanları bastırılmış roma altın çağlarını yaşamaya başlamış. julius caesar (jül sezar) yönetimindeki roma'nın galya'da ve mısır'daki mücadelesinin ve aynı zamanda ülke içinde, özellikle senatoda yaşanan çekişmeleri anlatıyor. tabii biz bunları hem sıradan bir asker olan titus pullo ve lucius vorenus'un gözünden hem de ileride ilk roma imparatoru olacak olan gaius julius caesar octavianus nam-ı diğer augustus ve ailesinin gözünden görüyoruz.
    ikinci sezon ise sezar'ın varisi genç oktavius (gaius julius caesar octavianus) ve marcus antonius (mark antony) arasındaki güç mücadelesi, kleopatra vs işleniyor.

    evet gelelim üçüncü sıraya. sırada 1976 yapımı ı,claudius dizisi var.

    jül sezar’ın öldürüldüğü m.ö. 44 yılından caligula’nın öldürüldüğü 41 yılına kadarki olaylar ve sonrasında kekeme ve topal claudius’un -beklenmedik bir şekilde- roma imparatoru olması anlatılıyor. spartaküs ve rome'daki kadar cesur sahneler, savaş ve sevişme sahneleri, kalabalık figürasyon, geniş açılı çekimler gibi şeyler olmasa da, tiyatral havada sahnelenen entrikalar kendini izlettiriyor. tek sezon 12 bölümden oluşuyor. ilk imparator augustus ile başlıyor. sırasıyla tiberius, caligula ve son olarak claudius ile m.s. 54 yılında onun ölümüyle bitiyor. caligula'nın öldürüldüğü 9. bölümden sonra 10. bölüme geçmeden önce tinto brass tarafından 1979 yılında çekilmiş olan caligula filmini combo niyetine seyretmek iyi gelebilir.

    dördüncü sırada roman empire: reign of blood var.

    bence bu silsilenin en tırt halkası. ama seyredicez el mecbur. claudius'tan sonra bir çok imparator var olmasına rağmen dizisi çekilmemiş maalesef. (ya da ben bilmiyorum) m.s. 170 lere geliyoruz. filozof kral marcus aurelius dönemi ile dizimiz başlıyor. ve oğlu lucius ceionius commodus verus armeniacus'un saltanatıyla devam ediyor. meşhur gladyatör filminin geçtiği dönem. dizimizde yine entrikalar, yine suikastler, yine zalim romalılar.

    bu dizi ile birlikte benim tespit ettiğim roma imparatorluğu'nu anlatan diziler bitiyor. aslında arada boş bir dönem var. belki o dönemi de çekerler. hepsi bittikten sonra cila niyetine 6 bölümden oluşan antik romanın yükselişi ve çöküşü
    (ancient rome: the rise and fall of an empire) adlı belgesel diziyi seyredebilirsiniz.

    asla sıkılmayacağınız bir seri sizi bekliyor. iyi seyirler.

  • kurallara uymanın enayilik, kural tanımadan iş görmenin uyanıklık ve meziyet olarak görüldüğü ortadoğu bataklığında bir ülke.

    2 aile düşünün 90larda bir şehire geliyorlar, birisi boş bulduğu araziye yasak olduğunu bile bile gecekondusunu dikiyor, diğer aile aman kurallara uyalım diyip bütçesine göre kiraya cıkıyor.
    ilk aile bir kaç yıl sonra seçimler öncesinde verilen sözler ile çöktüğü arazisine tapusunu alıyor. diğer aile maaşının yarısını ev sahibine vermekle meşgul kıt kanaat geçiniyorlar.

    ilk aile gecekondunun sokağa bakan kısmına kendi dükkanını açıyor, diğer aile 8-5 iş bulup her gün işe gidiyor. ilk ailenin beyan ettiği toplam yıllık vergi 8-5 çalışanların nerdeyse bir aylık verdiği vergiyle aynı miktar oluyor.
    ilk aile o küçük vergisini de ödemiyor, hatta hiç birşey ödemiyor. ve sonunda devlet baba af çıkartıyor. vergi borçları daha maaşını almadan kesilen enayi ailelerden paralar toplanıyor zaten.

    birkaç yıl sonra ilk ailenin kaçak evleri yerine kentsel dönüşüm adı altında rezidans yapılıyor ve burada bir kaç daireleri oluyor. diğer kurallara saygılı enayiler de hala kirada oturuyor... *

    ve bugün oluyor bu ailelerin çocukları olmuş, üniversiteyi kazanıp öğrenim kredisi almışlar. sonrası malum zaten. "enayi misin amk niye ödüyorsun?!"

    evet durum ne yazık ki böyle: devlete para ödeyen herkes enayidir!

    vergi borcun mu var? ödeme! nasıl olsa af çıkar, yapılanma çıkar, bir şey çıkar... enayiler ödesin :)

  • aidiyet

    ekonomik krizler, siyasi skandallar, sınıf çatışmaları ve etnik kırılmalar; seçmenin yönelimini etkileyen başlıca unsurlar.
    ancak mevzubahis ülkemiz olduğunda oy verecek bireylerin kararında kayda değer bir ağırlığı olan, duygusal tabanlı bir faktörün daha devreye girdiğini görmekteyiz, yani aidiyet duygusu.

    her toplumun kendi değerleriyle paralellik gösterecek şekilde sahip olduğu bir hikayesi vardır ve kimi topluluklar yapıları itibariyle "hikayelerini" benimseye ve yüceltmeye daha yatkın olurlar. ülkemizin de bu gruba müdahil olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.

    mevcut iktidar da, cumhuriyet tarihimizde sıklıkla örneklerini görebileceğimiz gibi (demokat parti, anavatan partisi) yukarıda bahsini geçirdiğimiz ahvali analiz ve etüt etmiş; bu doğrultuda ana fikri, beyaz türkler olarak tabir edebileceğimiz sınıf tarafından hakir görülmüş ve zulme uğramış maneviyatı güçlü anadolu insanının küllerinden doğuşu, hakkını geri alışı olan bir hikayeyi topluma sunmuş ve bu hikaye hitap ettiği kitle tarafından yüceltilmiş ve benimsenmiştir. binaenaleyh mevcut iktidar ve "seçmeni" arasında duygusal bir bağ yani aidiyet duygusu hasıl olmuştur.

    bu hikayenin sınıfsal maddi temellerini oluşturan dinamikleri tek bir cümle ile özetleyebiliriz; "iyi günde, kötü günde."

    bu bağlamda söz konusu kitle yani mevcut iktidarın seçmenlerinin ekserisi, bir ahlaki yüceltmenin parçası olarak, gerekirse kuru ekmek yerim diyerek "erdemli bir davranış" sergilediğine ikna olmuş durumda.

    ülkemizin içinden geçtiği ekonomik cendere ve sosyal krizler doğrultusunda ortayan çıkan ahvali rasyonalizm ve diyalektik düşünce üzerinden değerlendiren insanlar ise iktidarın "zamanında anlattığı masalın" artık maddi temellerini yitirdiğini düşünüyor ve iktidara oy veren seçmen kitlesinin bu gerçek ile yüzleşmesini istiyor.

    tabi ki yaşanan toplumsal sarsıntılar, iktidarın hikayesinin yıpranmasına ve gözle görülür bir oy kaybı yaşamasına neden oldu ancak yukarıda da bahsettiğimiz nedenlerden mütevellit yani özetle "aidiyet" duygusundan dolayı iktidarın, seçmen kitlesinin kemik oylarıyla, yani tabanıyla radikal bir kopma yaşadığını söyleyemiyoruz.