hesabın var mı? giriş yap

  • insan sekilcilik... insan seklinin ya da özelliklerinin insan olmayan objelere/hayvanlara yakistirilmasi. sirket logolarindaki ya da çizgi filmlerdeki hayvanlar güzel örneklerdir... çogu iki ayak üstünde durur, gülümser, konusur falan. dikkat ediniz, köpekleri ya da kedileri sevimli bulan bir sahis, bu hayvanlarin yüzlerindeki "ifade"leri, davranislarini falan insan mimikleri/davranislariyla benzestirmekte ve bu yüzden durumdan keyif almaktadir... ve yine dikkat ediniz, hiç bi sekilde kendimizle benzestiremedigimiz yaratiklardan, misal boceklerden (suratlari bile yoktur bu yaratiklarin) lüzumsuz yere nefret ederiz.

  • bvb - madrid macinda sesini mesut ozil'e duyuramayinca, marcel schmelzer'e ''mesut'a daha seri olmasini soyler misin'' demis, naif insan marcel schmelzer de bu istegi yerine getirmistir. kendi oyuncusuna, rakip takimin oyuncusu araciligi ile taktik veren ilk teknik adam olarak da tarihteki yerini almistir.

  • önsöz: okuyacağınız entry bir deney safhasını anlatmaktadır, deney sonucunda hipotez reddedilmiştir. sonuçlar gerçek değildir ama dünyada yaşayan her canlıya saygı göstermemiz açısından düşündürücü ve bilgilendiricidir.

    büyüklerimiz hep bize çiçeklerinle konuş, onları sev derdi. pek inanmasam da onlarla ara ara konuşurdum. lakin okuduğum şu yazı beni hayrete düşürdü. paylaşmaktan büyük mutluluk duyarım.

    "amerikalı yalan makinesi uzmanı cleve backster'ın işi dünyanın her yanından gelen polislere ve görevlilere poligraf denen bu aygıtın kullanılmasını ve inceliklerini öğretmekti. 1966 yılında yoğun bir çalışma gününün sonunda backster odasında otururken yalan makinesinin elektrodlarını "deve tabanı" bitkisinin yaprağına bağladı. backster'in amacı bitkiye su verildiğinde yapraklarda bir tepkinin olup olmayacağını öğrenmekti. saksıya biraz su döktü, bir süre bekledi ama bitkide değişikliği gösteren hareketi poligraf cihazında saptayamadı.

    galvanometre yalan makinesinin bir parçasıdır. insanda galvanometre göstergesini sıçratacak denli güçlü bir tepki elde etmenin en etkin yolu, onun yaşamını tehdit etmektir. backster de bu düşünceden yola çıkarak vahşi bir saldırı yapmaya karar verdi. elektrodların bağlı olduğu yaprağı yakacaktı. kafasında yakma düşüncesini canlandırmasıyla birlikte yazıcı uçta bir hareket oldu. backster yerinden kıpırdamamıştı. peki ne olmuştu da yazıcının ucu hareket etmişti? acaba bitki aklından geçenleri mi okumuştu?

    kibrit almak için odadan dışarı çıkıp geri döndüğünde, grafik kağıdının üzerinde yeni ve ani bir dalgalanmanın kaydedildiğini gördü. daha sonra yaprağı yakacakmış gibi hamle yaptığında hiçbir tepki görmedi. acaba bitki gerçek ve yapmacık amaçları ayırt edebiliyor muydu?

    gördükleri bir rastlantı mıydı yoksa gerçek miydi? bu olay sayısız deneylerin başlangıcı olmuştu. benzeri deneyler, farklı poligraf aygıtlarıyla, otuza yakın bitki üzerinde farklı kişilerle yapıldı. hepsinde de benzer gelişmeler gösteren bu deneyler, yaşama başka bir bakış açısıyla bakması gerektiğini söylüyordu.

    bir süre sonra bitkilerin bellekleri olup olmadığını düşünmeye başladı ve bu yönde bir deney hazırladı. backster'in öğrencilerinden altısı, yapılacak deney için gönüllü oldular. bir odaya iki saksı çiçek ve bir kura torbası konuldu. denekler teker teker odaya girecekler ve ne yapacaklarını, çektikleri kurada öğreneceklerdi. kağıtlardan birinde, odada bulunan bitkilerden birini kökünden sökmek, ayağının altına alıp çiğnemek ve tümüyle öldürmek biçiminde bir talimat yazılıydı. cinayet tümüyle gizli işlenecekti. yani ne backster ne de öteki öğrenciler suçlunun kim olduğunu bilmeyeceklerdi. bunu yalnızca odada bulunan ikinci bitki bilecekti.

    deney tamamlandı. önce backster ve sonra teker teker deneye katılan öğrenciler içeri girdiler. öteki beş öğrenciye hiç tepki vermeyen bitki, gerçek suçlunun her yanına yaklaşışında, yazıcının ibresini çılgın gibi oynatıyordu. demek ki bitkilerin duyguları algılama ötesinde, geçmişi de anımsayan bellekleri vardı."

    ben inanıyorum ki eski insanlar böyle deneyler yapmadan da bitkilerin onları duyduğunu ve anladığını biliyorlardı. yoksa amerikan yerlileri niçin ihtiyaç duydukça ormana gidip, kollarını iki yana açıp, sırtlarını çam ağaçlarına yaslayıp , ağacın enerjisiyle kendi güçlerini tazelesinler? ya da neden solomon adasındaki yerliler kesmek istedikleri ağaçları balta ile kesmek yerine etrafında halka olup kötü sözler söyleyip, lanet etsinler? bu yöntemle bir kaç güne kalmadan ağacın yaprakları dökülür, ağaç kuruyup gidermiş. ya da neden anneannemin en sevdiği çiçeği her gün daha bir aşkla şevkle açıyor, odanın ortasında prenses gibi kasılıyor?

    ama benim esas derdim bitkilerin bunu hissetmesinden ziyade biz insanoğlunun yaşadıklarımız karşısında neler hissettiğimiz. insan haricindeki canlılar bile bu tür durumlardan ciddi manada etkileniyorsa biz ne durumdayız kim bilir?

    edit: işbu entry başkent üniversitesi kültür yayınları dergisi 2004 eylül sayısından aktarılmıştır. bu deney bilimsel metodlara uygun yapılmamış, üstelik sürekliliği de yokmuş yani tekrarlanınca farklı bulgular elde edilmiş. dolayısıyla hipotez reddedilmiş. kaynaklar için şöyle;

    [http://www.skepdic.com/plants.html http://www.skepdic.com/plants.html]

    [http://sniggle.net/science.php http://sniggle.net/science.php]

    [http://www.vegansoapbox.com/what-about-plants/ http://www.vegansoapbox.com/what-about-plants/]

    [http://www.newyorker.com/…/23/the-intelligent-plant http://www.newyorker.com/…/23/the-intelligent-plant]

    destekleri ve düzeltmeler için, ealtin, lecagot, malmazel nickli arkadaşlara teşekkür ederim.

    bir yanlış anlamaya mahal vermişsem, herkesten özür dilerim.

  • dün akşam fenerbahçeyi 3-2 yendiğimiz maçtan sonra pederimi aradım. telefonda kutlaşalım diye. sonunda şeytanın bacağını kırdık bıbıcığım dedim. ne bacak kırması, hamuğa goyduk bıraktık dedi kısık sesiyle. mario dedim. gomez dedi. siyah dedim. beyaz dedi. nartallo dedim. mrklea dedi. kısa süren bir seansla kemoterapi uyguladık birbirimize. sonra kapattık telefonları. oturduğum yerde 3-5 saniye sessiz bir şekilde dururken mutfaktan hanım bağırdı ;

    - yalnız iyi koyduk haa.

    limited edition : debe listesine 10.sıradan girmişiz. ilginiz için teşekkürler.

  • bana hediye alınmasından pek hoşlanmadığım gibi başkasına hediye almayı da pek sevmem. ama sevgili eşimin ve oğlumun hediyeleri hayatımın bir parçası olduğundan bundan kaçış yok maalesef.

    hayatımın en ilginç hediyesini oğlumdan aldım. yıl 2015 ama bana 2009 yılı beşiktaş ajandası almış. hediye

    sayfalarına bir şeyler yazmış. yazılar

    hadi gelin beraber okuyalım. önce birinci kısım. bölüm 1
    tercümesi : beşiktaş takımına ezik derler. ben inanmam. en iyi takım o. fenerbahçe galatasaray bana göre ezik. bizim takım beşiktaş.

    sırada ikinci kısım var. bölüm 2
    tercümesi : bjk güçlü. gs fb ezik. hava atmayın lan. yoksa statta gollerim sizi.

    devam ediyoruz. bölüm 3
    tercümesi : 1903'te kuruldu beşiktaş. atatürk'te o takımdan. severdi çocukları sevdiği gibi beşiktaş takımını.

    ve final. bölüm 4
    tercümesi : kara kartal uç, gagala, çiz fb'nin gs'nin kürkünü. golleri bas kaleye ve kazan. ez onları.

    belli ki arkadaş çevresi ona beşiktaş'ın ezik olduğunu ifade etmiş o aralar. o da "ben inanmam" diyor. bizim takım güçlü diyor. hava atanları "gollemekle" tehdit ediyor aynı zamanda. görüyoruz ki tam bir atatürk sevdalısı. atatürk'ün istediği gibi saldırmış beşiktaş. ve finalde "gagala, çiz" diyor kara kartala. golleri kaleye basalım istiyor. sevgili oğlum te 600 km öteden bana hayat ışığı olmaya devam ediyor.

    çocuk olmak çok güzel dimi ekşi ?

    debe edit: hiç yapmadığım bir şey. en azından bir çıkar uğruna yapmadığımı belirteyim bu editi. çok sayıda güzel mesajlar aldım. herkese teşekkür ediyorum ilgi için. ama aynı zamanda olumsuz eleştiriler de aldım. sadece beşiktaş üzerinden sürekli edebiyat yaptığımı düşünen arkadaşlar var. onlara tavsiyem beni engellemeleri. bu işin çözümü budur. ama bilinmesini isterim ki benim hayatım gerçekten beşiktaş. haybeye yazdığımı düşünen arkadaşlar için : peder 1 ~ peder 2

    özellikle ikinci resimde gördüğünüz saha, şeref stadı ve orada baba diye bahsi geçen adam ise hakkı yetendir. diyeceğim şu ki benim pederin beşiktaş aşkının bir yansımasıdır burada yazdıklarım. beni böyle yetiştirmiş. yazdıklarım debe ya da fav için değildir. yukarıda yazdım. çok basit. engellersin olur biter. oğlum üzerinden keşke daha çok şey yazabilsem. ama o başka yerde ben başka yerde.

    son olarak, perşembe günü lokomotif moskova'yı gagalayıp, golleyip, kürkünü çizerek galip gelmek ümidiyle.

    video edit : beşiktaş canavarı
    güzel çalışması ve emekleri için latimera teşekkürler.

    limited edition : debe listesine 11.sıradan girmişiz. ilginiz için teşekkürler.

  • kurtuluş savaşı yılları. o dönemlere kadar dedemin ailesi senelerce devlet için haznedar olarak çalışmış, çerkesya'da görevler yapmış, ahıska bölgesine yerleşmiş ve kuşaklarca (kuşaklarca? aslında sadece 45 sene kadar. ne düşünüyordum da kuşaklarca demişim, ben de bilmiyorum) orada yaşamışlar. savaş başlamış, ortada ne vazife kalmış, ne beylik ve dedemin babası ruslara esir düşmüş. zengin bir rus soylusuna köle olarak satılmış ve kaz çobanlığı yapmış. adam bey iken kendini bir anda kaz çobanı olarak bulmuş yani. yıllar yılı, yanında çalıştırıldığı bu zengin rus'un karısı dedemin babasına aşık olmuş ve istanbul'a kaçması için bir yük gemisini ayarlamış. bu esnada savaş bitmiş ama dedemin babası kendi ailesini ülkede bir türlü bulamamış.
    yeniden evlenmiş ve dört çocuğu olmuş.
    bu birkaç satıra sığdırdığım olaylar aslında bu kadar hızlı, bu denli acısız yaşanmıyor. sadece ben sadete gelmek için kısa kesiyorum.

    bu dört çocuğun en küçükleri benim dedem. dedemin doğumundan bir sene sonra babası vefat ediyor. beylikten, zenginlikten ellerinde hiçbir şey kalmamış, kalan bir iki tarla.
    abisi gibi köy enstitülerine gitmek ve öğretmen olmak istiyor. abisi ise annesine kardeşinin okula gitmesinin, kalan tarlalarla ilgilencek kimse kalmayacağı için uygun olmadığını söylediğinde, dedemin annesi oğluna "ben bir oğluma onur bey dedirtirken, ötekine zafer dedirtmem" diyor. evet, hikayedeki zafer benim dedem... dedemin okula yazılmasına önayak olan bir başka isim ise, amcasının eşi.
    onların hikayesi ise apayrı. dedemin amcası zengin bir rus kadınıyla evlenmiş ancak savaştan sonra türkiye'ye dönmeyi istememiş. stalin'in tüm işletmelere el koymasından sonra işyerini kaybedince kafası atıp türkiye'ye dönmüş. işte bu rus kadın, ki kendisi muhteşem piyano çalan, bale eğitimi almış, yabancı lisanı olan bir kadın ve dolayısıyla eğitimin öneminin farkında; dedeme maddi olarak tüm desteği sağlayacağını söylüyor. lakin tek ricası bir enstrüman çalmayı da öğrenmesi.
    sülalesi kuşaklarca sefa içinde yaşamışken, dedemin annesi çocuğunu okutabilmek için gece vakti -20 derece soğukta, tarlaların başında, ekinleri ayılar yemesin diye nöbet tutuyor.
    en sonunda annesi, dedemi okula yazdırması için bulup buluşturduğu parayı, dedemi de yanına alarak, bir öküz arabası sırtında bu kadının yanına gidiyorlar ve dedem cilavuz köy enstitüsüne kaydını oluyor.

    "ve inanırdık, yurdun efendisi olacaktı köylü. ne kadar aldanmışız. ne kadar aldanmışız! ah ah!"
    muazzam bir hüzünle yıllar sonra bu sözleriyle o günleri yad eden talip apaydın, dedem gibi, birçoğunun da duygularını dillendiriyordu.

    size çok uzun ve belki köy enstitüleri hakkında çok da açıklayıcı gelmedi belki bu hikaye. lakin, bu hikaye ve bunun gibi hikayeler çok önemliler. o çocuklar, savaştan sonra belki kimi kimsesi kalmamış, bin bir yokluk içinde yaşayan çocuklardı. bugün devlet, sosyal devlet vazifesini yapmaz ve her okuluna aynı imkanları sunamazken, her gün ayrı bir okula yardım kampanyası düzenlendiğine tanık olduğumuz şu günlerde, 1940'lı senelere bakıyorum ve köy enstitüsünde arıcılık, marangozluk, ciltçilik, kayak, fransızca, mandolin ve vals öğrenen dedemi düşünüyorum.
    sonra bugün "halk oyunu zinadır" diyen, çocuklara tecavüz eden, "alevilik günahtır" diyen insanımsıların öğretmen olduğu; eğitim müfredatını bilal'in belirlediği; pozitif bilimlerin öldürüldüğü; 12 sene boyunca çocuğa tek kelime ingilizce öğretemeyen bu sistemi düşünüyorum.
    kaçınız bugün bir enstrüman çalabiliyor ve duvar örebiliyorsunuz?
    kaçınızın şehirli çocukları bugün vals yapabiliyor ve fidancılık biliyor?
    önüne fırsatlar serilen kaç çocuk bugün çok iyi düzeyde yabancı dil konuşup kayak kayarken, arıcılık, ipekböcekçiliği, dokumacılık gibi hayatın kendisini öğrenmiş?

    yıllar sonra neden mi hala köy enstitüleri özlemle anılıyor?
    ülkenin bu seviyesizliğinden işte.
    ülkeyi, eğitim kurumlarını, öğretmen kalitesini bu duruma düşürmeyi başardıkları için köy enstitüleri yıllar sonra bile eşine rastlanmaz derecede önem arz ediyor.
    bir çerkes atasözü der ki: "öküz tahta çıkarsa padişah olmaz ama saray ahır olur".
    bu kokuşmuş zihniyeti eğitim kurumlarına öğretmen kisvesi altında yandaş diye doluşturursanız, onların yetiştirdiği toplum kalitesi de bugün bu kadar oluyor işte.

    köy enstitülerinin kuruluşunun 76. yılında cılavuz köy enstitüsü öğrencileri ve öğretmenlerinin aziz hatıralarına saygıyla; onların çocuklarına, torunlarına ve yetiştirdikleri nesillere sevgiyle...

  • deplasman tribununde 8 kisi var. farkli yerlere oturmuslar. lan insan bari sohbet eder sen kiev'in neresinden diye

    debe editi: senin anıtkabirin olmayacak, her sene öldüğün gün ve saatte saygı duruşu olmayacak sen sadece öleceksin.. daima yaşasın mustafa kemal atatürk ilke ve inkılapları.

  • bu mağara adamının ergenekon kumpası sürecinde, tv'lerde böğürerek tsk komutanlarını tehdit etmesi gözümün önünden gitmiyor. fetö tetikçiliğinin tillahını yapmış herif için "tamam siyasi görüşüne karşı olabilirsiniz, ama ..." şeklinde cümle kurabilen tiplere diyecek bir şey yok.

    sizi bu hayatta daha çook s.kerler gençler. aynen devam.

  • beşiktaşlıyım. adımı bile efsanelerimizden birisinden aldım.

    okur okumaz aklıma gelen ilk şey "mahalle yanarken bazılarının yaptığı şeyler" oldu.

  • yüzyılın rezilliği.
    fenerbahçe tarihinde kapkara bir leke olarak kalacaktır şu olay.

    oyun ilk durduğu anda takımı çekeceklerdi, onu bile beceremediler.
    çocukların artık galatasaraylı olmasını geçtim, bu gece binlerce çocuk takım değiştirdi, geçmiş olsun.

    şahsen mutlu değilim, ezeli rekabetin olmadığı yerde futbol kalitesi düşer, uzun vadede türk futboluna büyük zarar verir.
    tff bütün kurullarıyla birlikte istifa demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
    ali koç istifa demek bize düşmez, fenerbahçe'nin bu hallere düşmesini sindirebilen taraftarlara allah sabır versin.