hesabın var mı? giriş yap

  • demem o ki, 107 yıllık şanlı kung fu hocalığımda rastladığım en kızgın vites değişikliği üniversite yıllarıma dayanır. bilenler bilir, bilmeyenler bilmezler; yurtlar bölgesinden binilen dolmuşun, çıkış kapısına varmasına kadar kampus içerisinde bir miktar yol alınır. işbu güzergahın süresi, dolmuş şoförünün o anki halet-i ruhiyesine göre değişir. hiç unutmam, aydınlık bir cumartesi akşamüzeriydi, henüz kahverengi kuşaktım ve ağır bir kung fu çalışmasını yeni bitirmiştim. maksadım kuğuları beslemek üzere tunalı'ya gitmekti. tabi serde gençlik ve kung fu'ya açlık da var olduğundan, biraz da 'yüzen kuğu tekniği' çalışırım diye dolmuşa bindim. hatıralarım beni yanıltmıyorsa, en arka koltuk sağdan ikinci sırada oturan civan mert bendim. araç hareket ettiğinde hepimiz neşe içerisinde dolmuş ücretlerimizi bizatihi takdim ettik. ağır ağır ilerliyorduk çamlar ve bölümler arasından. kısacası mes'uttuk. şoför, o yüzyıldaki her dolmuş şoförünün yaptığı gibi alışılagelmiş sorusunu sordu: "parasını veremeyen, parasının üzerini alamayan var mı?" bizler helal süt emmiş insanoğulları ve kızları olduğumuz için "aa bidakka hocam, ben paramın üzerini almadım" demedik. sergüzeşt yolculuğumuza devam ettik. derken, alışılagelmemiş bir şey oldu ve kaptanımız para alışverişini ilgilendiren sorusunu tekrar etti. garip bir titreşim yayıldı dolmuşun içinde. ense kökümüz ilk kez karıncalandı. galiba bunun nedeni biraz da şoförün sorusuna kattığı belli belirsiz sertlikti. bizler, yani kemal yekun 13 kişi kendi hallerimize rücu etmek üzereydik ki, aynı soru bu kez daha şiddetli bir tazyikle dayandı kulak kepçelerimize. susuştuk. “parasını veremeyen 2 kişi” lafzı şoförün ağzından patlak verince ise, ense kökümüzdeki tuhaf karıncalanma kuyruk sokumumuza doğru ilerlemeye başlamıştı bile. ince bir telaş kapladı hepimizi. dolmuşun kubbesini bu telaşla yapılan mırıldanmalar dolduruyordu artık. birbirimize bakıyorduk. bila ücret hareket eden o iki kişiyi tespit ve tenkide çalışıyorduk. ama nafile. galiba hepimizde güzel poker yüzleri vardı. “parasını iki kişi vermedi, versin” gürlemesi üzerine, orta sıralarda oturan volkmen kulaklığı takmış saf bir arkadaşımız “ha?.. ne… ne oluyor?” diyerek ayağa sıçradı. yediği naneyi anlamışçasına özür dileyerek parayı uzattı. ona kızsa mıydık, teşekkür mü etseydik bilemedik. çok karmaşık duygular besliyorduk hançeremizde. ama yarı yarıya da rahatlamıştık. geriye kalmıştı bir. artık onun peşindeydik. herkes birbirinin kulaklarına bakıyordu. başka volkmenli yoktu. takriben birkaç dakikalık kampus içi seferi adeta birkaç asırlık kabusa dönüşüyordu. öyle ki, ücreti peşinen takdim ettiğim halde o bir kişi yerine tekrar dolmuş parası vermeyi bile düşünmeye başlamıştım. lakin kefenin cebi olmadığı gibi kung fu elbisesinin de cebi yoktu. kuşağı vardı. üstelik iki tam dolmuş parası almıştım yanıma ve o dönüş parası da çorabımda mukimdi. vazgeçtim. ancak bu arada, ben böyle düşünürken de, şoförle dikiz aynasında göz göze geldiğimizi fark ettim. aslında herkes o aynaya bakıyormuştu. sadece gözler vardı kadrajda. adeta carl leone-sam peckinpah karışımı bir vahşi batı düello sahnesinin tam ortasında idik. sahneler, bir çift gözden başka bir çift göze kayıyordu sürekli. “parasını vermeyen o bir kişiiiiiii, parahısını versiiinnnnhhh” infilakıyla birlikte bel hizasındaki vitese hamle yapan şoför vitesi öyle bir kızgınlıkla değiştirdi ki, o koca demir yığını, adeta asfaltla hemhal olup meşke gelmişçesine sarsıldı. tanrım o ne sarsılıştı. tabi bilemiyorum, taklit yapmış da olabilir ama, tüm organlarımız ayrı sarsıldı. kampus çıkışa iyice yaklaşmıştık ve bazılarımız camlarda mevzi alıp çıkış kapısındaki görevlilere “kurtarın bizi bu manyaktan” diye bağırmak üzere kendilerini hazırlıyorlardı. ben kung fu’nun bana verdiği yetkiye dayanarak serin kanlıydım. (nefesimizi tutabildiğimiz, çivilere yatabildiğimiz gibi, kalp kapakçıklarımızı 3’e, 2’ye hatta 1’e indirebiliyorduk.) derken çok sert şekilde vites küçültüldü. durma noktasına geldik ve durduk. şoför el frenini çekti. şahadet getirenler vardı aramızda. önce, şoförün kendi kapısından çıkıp bizim dolmuşa giriş yaptığımız fıslayan kapıdan gireceğini ve allah ne verdiyse sunacağını düşündüm. ama sonra bu düşüncenin çok safdillilik içerdiğine kanaat getirerek, şoförün kısa yoldan, vites üzerinden atlayıp torpido gözündeki levye ile harikalar yaratacağı sonucuna vardım. mamafih ikisi de olmadı. o, baş seviyesindeki dev aynasından bizlere bakarak “parasını vermeyen o bir kişi var ya…” girizgahını beyan etti. arkasından gelecek sinkaflı kelimeler hepimizi ürpertiyordu. her ne kadar kısa bir es verilmiş olsa da cümle başlangıcına, zaman çok ağır ilerledi. sert bir esinti dolmuşun topraklı zemininde bir iki çalıyı önümüzden sürükledi. dolmuşun kepenkleri çarptı. bir anne çocuğunu eve soktu. kimileri gözlerini kapadı, kulaklarını yumdu. ben, elim abanoz saplı mınçıkamda, hasmımı bekliyordum. derken, cümlenin sonu geldi: “parasını vermeyen o bir kişi var ya…. işşallah sınıfta kalır!”
    kim sınıfta kaldı bilemedik hiç. ben kuğuları besledim. ve o sene çok ‘kızgın vites’ yaptı.

  • dur hemen yok diyip kestirip atma zira var böyle bir şey sevgili sözlük. herhangi bir konu hakkında bir rakam vermemiz gerektiğinde hele de bu rakam doğruluğu hiç bir zaman kanıtlanamayacağı gibi yanlışlığı da kanıtlanamayacak olan muğlak bir değeri ifade edecekse direkt olarak 10,100,1000 gibi yuvarlak sayılar vermek yerine uyanıklık edip 52.6, 88.4, 45.007 gibi mümkün mertebe küsuratlı hatta ancak long integer'la ifade edilebilecek rakamlar vermek tamamen işkembeden salladığmız iddialarımıza hem bilimsel hem de ciddi bir hava katacaktır.bi deneyin siz de memnun kalacaksınız çevrenizde iddiaları itibar gören muteber bir insan olacaksınız, ha olmazsanız da gelin beni bulun ben inanıcam her söylediğinize.valla...

  • ilk 2 filmin "fairytale" havasına tokat gibi bir "realistic" yaklaşımda bulunan, kadın-erkek ilişkilerini (haddime mi bilmiyorum ama) woody allen'dan bile daha gerçekçi sunan, bence harika bir kapanış filmi. hani günümüzün ergenleri soruyor ya "nedir bu kadın-erkek ilişkileri" diye, bu üçlemenin ilk iki filmini izleyip uzun bir ara versinler, sonra before midnight'ı izlesinler. o zaman çözülmeyecek sorun kalmayacaktır. tam anlamıyla serinin olgunluk filmi diyebilirim.

  • çözümü bizdedir.

    fransa'ya iyi niyet adına hemen bizim sokak kedilerinden büyük bir ekip yollayalım. hem paris havası almış olurlar, hem de karınları bir güzel doyar :)

  • windows uygulamaları:

    (bkz: one quick)mağaza sayfası
    linux'tan aşina olanlar vardır, ekran köşelerine eylemler atamanızı sağlıyor. ilk başta çince bir sayfa gelecek olsa da hemen üst kısımda görünen language kısmından ingilizceye çevirmek mümkün.
    (bkz: quick look) mağaza sayfası
    windows gezgini'nde bir dosyayı açmadan önce boşluk tuşuna basarak önizlemenize yardımcı bir eklenti.
    (bkz: power plan switcher) mağaza sayfası
    güç seçeneklerini, görev çubuğuna açtığı program simgesiyle üzerinden ayarlamanızı ve profiller arasında değişim yapmanızı sağlıyor.
    (bkz: pin files) mağaza sayfası
    başlat menünüze dosya, ağ sayfası gibi bir ton şey sabitlemenize yarıyor.
    (bkz: newsxpresso) mağaza sayfası
    güzel bir rss uygulaması. hazır bağlantıları ve başlıklarıyla birlikte youtube kanalı ekleyebilmeniz de ince düşünülmüş. ancak bilgisayarımı sıfırladıktan sonra verilerime ulaşamamıştım.
    (bkz: xpo music) mağaza sayfası
    resmi spotify uygulamasından daha hafif, daha bol seçeneği olan spotify uygulaması.
    (bkz: poe) mağaza sayfası
    yazarken hiçbir şeyin dikkatinizi dağıtmaması için tam ekran siyah, beyaz ya da gri renkte kuzgun "antetli" sayfa açan ve .txt kaydetmesiyle artı puan alan bir uygulama.

    arama uygulamaları:

    (bkz: panterbars) mağaza sayfası
    tarayıcıda, uygulamada metin seçtiğinizde küçük bir çubuk açıp istediğiniz ağ sayfasında arama yapmanızı sağlayan çok hoş bir uygulama. vikipedi, netflix, reddit vb. birçok site var. olmayanlar için eklenti indirebiliyor ya da bağlantı ekleyebiliyorsunuz
    (bkz: one search) mağaza sayfası
    birden çok arama motorunda tek sorguyla arama yapabilmenizi sağlıyor.

    e kitap - pdf:

    (bkz: bookviser) mağaza sayfası
    epub dosyalarını kitap sayfalarında açan e-kitap okuyucu.
    (bkz: xodo pdf) mağaza sayfası
    pdf sayfalarını siyah renge ya da sepyaya döndürerek okumanıza imkan veren, ayrıca ücretsiz haliyle pdf dosyası içerisinde değişiklikler yaptırabiliyor.

    sözlükler:

    (bkz: tureng sözlük) mağaza sayfası
    gönlünümüzde ayrı yeri olan tureng'imizin, eskilerden izler taşıyan uygulaması.
    (bkz: sidebar dictionary) mağaza sayfası
    (bkz: sesli sözlük)mağaza sayfası

  • - sayma fasulyeleri gerçek fasulyeydi.
    - fişlerle okumayı söktüler.
    - sert plastikten beslenme çantaları vardı renk renk. bir dilim ekmek, bir dilim peynir ve 5-6 zeytin fiks menü. en zengin beslenmede sarma olurdu, öğretmene bile ikram edilirdi. bir de beslenme çantalarına kumaş peçete konurdu. selpak mı vardı?
    - 1 lira harçlık alırlardı çok şanslılarsa babalarından.
    - bakkaldan un kurabiyesi alırlardı tenefüslerde.
    - basmalı kalemleri yoktu. kurşun kalem ve sivretgeç kullandılar hep.
    - arı maya'lı silgiler çıktığında ilkokulu bitirmişlerdi.
    - 23 nisan'larda ront oynamak için bir örnek ront elbiseleri diktirirlerdi. bayram gerçekten bayramdı.
    - kedi merdiveni yapmayı iyi bilirlerdi.
    - pazartesileri mendil ve tırnak kontrolü yanında bit kontrolü de olurdu.
    - ünite dergileri ilkokulu bitirmeye yakın çıktı, renkli renkli ne güzellerdi.
    - tebeşirler kare idi, yuvarlak tebeşir bile yoktu.
    - müzik dersinde flüt ve melodika çalmayı, çok iyi mandolin çalan öğretmenlerinden öğrenmişlerdi.
    - beslenmeye muz koymak ayıptı, muz herkesce ulaşılabilir bir meyve değildi çünkü.
    - karnelerini hala saklarlar.

    - şimdi korkarım ki "orta yaşta" diye anılıyorlar.

  • araktır: http://i39.tinypic.com/iefptx.png

    --
    tinypic'e yüklediğim için küfretmeyin. gençler hatırlamaz, 2012'de fazla alternatif yoktu ve tinypic günümüzdeki kadar insanı ifrit etmiyordu.

    bazen linkin kurbağa olduğuna dair mesajlar alıyorum, sanırım dns ile alakalıymış. ama zaten espriyi araklayan araklayana: "south park adile teyze" diye arama yapmanız kafi, karşınıza bir sürü kopyası çıkıyor.

    merak edenler için: espri ilk bu entry'de yapıldı, benden çıktı, en birinci benim. emin olabilirsiniz.