hesabın var mı? giriş yap

  • müzik tarihinde 1600-1750 yıllarını kapsayan ve kendi içinde gelişen çağa ‘barok’ denir. barok, ispanyolca’dan fransızca’ya geçmiş bir kelimedir. anlamı; ‘biçimsiz inci‘dir. 18. yy sanatçıları bu dönemdeki eserleri fazla karmaşık, aşırı süslü, abartılı, düzensiz ve zevksiz olarak küçük düşürmek adına ‘barok‘ nitelendirmesini kullanmışlardır. bu dönemde soyluların ve burjuvazinin rönesans sebebiyle gelişen toplumsal ve ekonomik hareketliliğe, değişime karşı, sanatsal anlamda egemenlik sağladığını görüyoruz. ayıca ‘milliyetçilik‘ düşüncesi ilk bu dönemde ortaya çıkmıştır.

    saray sanatı diyebilmemizin sebebi, mimariyle ortaya çıkması ve kralların gücünü sergilemeyi amaçlamasıdır. barok dönemde amaç şaşırtmaktır. rönesans’taki denge arayışının aksine gösteriş ve abartı görülür. heykeller, havuzlar, mimari yapılar çok süslü ve abartılıdır. bu akım o kadar etkindir ki, elbiseler, saçlar bile süslüdür. tüm dünyada güzellik algısını etkilemiştir. ayrıca, ülkemizde de barok dönem etkilerini dolmabahçe sarayı, nurosmaniye camii ve ortaköy camii gibi yapıtlarda görmek mümkün.

    ısaac newton, galilleo gibi bilim adamları bu dönemde yetişmişlerdir.bir de ilginç bilgi olsun; insanların bu dönemde vaftiz suyunu kaybetmemek adına yıkanma alışkanlıkları olmadığı için, peruk kullanımı çok yaygınlaşmıştır.

    barok dönemde çok önemli besteciler yetişmiştir ; jean bapsite lully , george friedric handel , johann sebastian bach , antonio vivaldi, arcangelo corelli gibi.

  • akp kongrelerine çıtını çıkartamayan özel hastane sahibinin yine halkı suçladığı bilmem kaçıncı masal.
    "evin içinde bulaş artmış", bak sen şu işe, virüs eve nereden gelmiş olabilir ki? bir düşünelim bakalım. biraz daha sıkışırsa "evde covid virüsü üretiyorlar" diyecek herhalde.

    pardon özel hastane demişim, özel hastaneler olacaktı.

    gece editi: 84 milyon dediğine göre ülkeye doldurdukları milyonlarca mülteci ve özellikle suriyelilere yine toz kondurmamışlar yine.

  • bugünlerde iyiden iyiye kafama takmaya başladığım mesele. bu başlığın karşıma çıkması da bir başka mesaj olsa gerek.

    öyle çok derin bir adam değilimdir ama çocukluğumdan beridir uzaya, evrene, galaksilere, gezegenlere filan amatör bir ilgim var.

    geçenlerde de ayıptır söylemesi 500 m2'lik bir arsa aldık. (buton filan aramayın şimdi. az bi durun lütfen.)

    eşim "oh ne güzel yatırım yaptık" modunda, bende ise biraz burukluk var. "n'oldu?" diye sorunca:

    "ne olacak yahu. şu sonsuz denilen evrende sayısız galaksiler içinde sayısız gezegen var. bunların bir tanesinde hayatın sürebileceği koşullar oluşmuş. ve bu durum milyarlarca yıl sürmüş.
    öte yandan bir sürü yumurtanın içinden bir tanesi milyon sayıdaki spermlerin biri tarafından döllenmiş ve biz bu dünyada yaşama şansı bulmuşuz.
    böyle bakınca milli piyangodan yılbaşı ikramiyesi çıkma ihtimalinden binlerce kez daha az olan bir ihtimal gerçekleşmiş.
    bu imkan bize milyarlarca yıl yaşı olan bir evrende sadece ve sadece 80-85 yıl için sunulmuş.
    biz ise bu yılların yarısından fazlasını 500 m2 arsa almak için harcamışız.
    ve buna sevinmemi bekliyorsun."

    dedim.

    "haklısın ama ne yapsaydık" dedi.

    "arabayı değiştirseydik" dedim.

  • kimse de demiyor ki, biz neden altınımızı, paramızı size veriyoruz? savaş mı var, kıtlık mı oldu? yoksa aç çekirge sürüsü ülkenye musallat oldu da tüm kaynakları tüketti, sıra halkın evindeki birikime mi geldi? kimse sormuyor.

  • oruçlunun açlıktan akli melekeleri kaybetmesi sonucunda iskender satılan bir mekana gitmesi sonrası karşısındaki müşterilerin yaptığı eylem.
    oruçluyken ne işin var kardeşim iskender satılan,yenen yerde.

  • -eee yetti be dokuz ay dokuz ay kafama kakıp durma gel bakiim buraya
    -indir beni yere derhal
    -olmaz dokuz ay taşıyacam başka türlü susmayacaksın sen

  • başlık: anneme verdiğim akıl almaz ayar

    1. - ben dışarı çıkıyorum
    -çıkamazsın,
    -izin istemiyorum ki, haber veriyorum.

    babam: ooooo şakşakşak

    5. baban niye 31 çekiyo lan uluorta

    -----

    ahaha
    yarım saattir salak bir tebessümle bakıyorum etrafa.

  • öncelikle --> http://www.kivahan.com.tr/…um/showthread.php?p=3697

    bu da tıpkı bunun bir başka versiyonu olan brazil jacu bird kahvesi gibi bu hayvanların kahve ağaçlarına dadanması ve mahsulü talan etmesi ile ortaya çıkmıştır. yani basitçe anlatmak gerekirse. bugday ektiniz, 1/4'ünü kuşlar yedi büyük zarardasınız. sonra bir gün bir baktınız ki tarla ve civarı buğday tanelerinden örülmüş kuş pisliği ile dolu. dörtte bir zarar mı yoksa bunları ayıklayıp diğerlerine karıştırıp satmak mı? yoksaaa...

    - bok oldu mahsül bok!
    - abi üzülme bi çare buluruz..
    - lan nerde çare bulucaz bok oldu diyorum sana! tam anlamıyla bok! aha bak bok! cıvık afedersin...
    - abi celallenme, biz bunu allayıp pullayıp 100 katına bile satarız
    - bok kokusu ovalardan önce burnuna yayılıp aklını aldı senin heralde
    - abi bana güven.
    - ne güvenicem sana lan!? korkuluk dikelim dedim gerek yok dedin. bok ye ulan!
    - abi benim de planım o zaten. dinle şimdi.....

    ve böylece kopi luwak ile jacu bird coffee doğar. insanın tükettiği herhangi bir maddeye hayvan dilini uzatmayagörsün, allah gelecekte kahve yemeye niyetlenen tüm hayvanları korusun zira öyle bir patladı ki bu saçmalık, bu kedileri kafeslere tıkıp, daha iri, daha yağlı, daha çok foie gras elde etmek için boğazlarından aşağı boruyla mısır tıktıkları kazlar gibi bunları da kafesliyorlar artık --> http://img59.imageshack.us/…59/7837/attachmentr.jpg

    haa pazarlama açısından başarı mıdır? şöyle düşünüldüğünde başarıdır, endonezya kahvesinin (sumatra, sulawesi, java vs) diğer kahvelere oranla fiyatı daha düşüktür. tatsal açıdan topraksı ve çamurludur, asiditesi yok gibidir gövdesi oldukça güçlüdür. benim şahsen en babasını bile sevmekte zorlandığım bir kahvedir endonezyadan gelen kahveler. bu kahveleri bu fiyata satmayı başarmaları için anca bokun içinden ayıklamaları gerekiyordu.

    bir tarafta da şöyle bir gerçek var. bu hayvanlar kahveyi yediklerinde, tıpkı bizim ve diğer canlıların çekirdekli herhangi bir bitkiyi yemelerinde olduğu gibi, çekirdeği bozulmadan olduğu şekilde dışarı atmaktalar. yani kahve meyvesinin kiraz kısmı sindiriliyor, bizim tükettiğimiz çekirdek kısmına gelene kadar üzerinde parşomeni ve pelerini kalmış oluyor (bkz: çiğ çekirdek kahve) pelerin* zaten kavurma sırasında atılır ve ısı ile çekirdek yuzeyinden ayrılan zar gibi ince bir kabuktur. parşomen ise çok daha kalın bir kabuktur, çiğ çekirdek kahve çuvallara konulmadan önce bu kısım ayıklanarak atılır. daha net anlatmak gerekirse, bu hayvanlar çekidekleri ile beraber kabak yiyor diye düşünün, sonra kabak çekirdekleri dışkı ile çıkıyor, üreticiler bunları topladıktan sonra kabak çekirdeklerinin kabuklarını ayıklıyor atıyor kabak çekirdeğinin içini ya çiğ paketliyorlar yada kavurup paketliyorlar. bundan farklı değildir kopi luwak yada jacu bird kahvesi. yok o lab testiymiş bu lab testiymiş, gerçekten bir fermantasyon oluyor muymuş o kısımları bilemem, çekirdek yapısı düşünüldüğünde oldukça zor geliyor bana zira tüm bitkilerin çekirdekleri kendilerini erozyona karşı maksimum korumaya programlıdır. yine de dediğim gibi net ve emin konuşamıyorum zira belkide kahve ile ilgili daha detaylı araştırmayacağım tek şey bu hayvan kahvesi (ve elbette tüketmeyeceğim de)

    kopi luwak ve jacu bird benim gözümde tıpkı çocukken dinlediğimiz o masalda olduğu gibi, içinde daha altın yumurta var mı diye kesilen tavuktur.