*

  • (bkz: tribun) dergisinin hedesi
  • "endüstriyel futbola karşı; üç korner bir penaltı"
    http://www.halkintakimi.com/
  • (bkz: fc united)
  • elbetteki biraz ütopik bir talebin sloganlaşmış halidir. ama biraz nefes almaya, biraz gülümsemeye, başımızı onca hengamenin işin gücün paranın pulun yarının derdi tasasından sıyırıp taa içimizde olupta o uğruna bir türlü birşey yapamadığımız hayallerimize yaklaşmamıza yardım ettiğinden dolayı -en azından benim için- çok önemli bir slogandır.

    futbol, don kişot misali tek başına birisinin çıkıpta ben bunun endüstrileşmiş haline karşıyım falan diyebileceği bir şey olmaktan çıkalı bir hayli zaman oluyor. aslında karşı olmasına bende karşıyım ama içimden söylüyorum, millet götüyle gülmesin diye. peki bu "karşı" olma durumu nasıl tezahür ediyor, gerçekçi bir kılıfa sokulabilinir mi, veya tribün kültürü neden endüstriyel futbola karşı oluyor gibi soruların cevabı aranabilir.

    tribün kültürü sosyal ihtiyaçlarını tribündeki varlıklarıyla gideren insanların refleksleriyle oluşur. grup olma bilincine dayalı davranış benzerlikleri gösteren kitlelerin, belirli bir süreçte aynı hareketleri tekrarlamasıyla oluşan ve tribünden tribüne ayrılıklar taşısada genelde benzeşen bir kültürdür. ancak hemen belirtmek gerekirki tribün kültürünü numaralı veya vip tribünü oluşturmaz veya uygulamaz, benimsemez. bunu söyleyerek yüksek gelir düzeyine sahip insanlara o fakir ama mağrur delikanlı bakışı ile inceden dokundurma falanda yapıyor değilim, açıktır ki işin doğası gereği bu böyledir. ortada görece düşük gelir seviyesine sahip insanların oluşturdukları adı çarşı olan, ultraslan olan, genç fenerbahçeliler olan,texas olan, gecekondu olan tatangalar olan tribün gruplarının, gırtlaklar acıyana kadar bağırarak, zıplayarak, kilometrelerce uzak deplasmanlara giderek meydana getirdikleri bir büyük tribün kültürü vardır. ve işte endüstriyel futbola karşı olabilecek olanlarda bunlardır.

    tribün kültürünü oluşturanlar tribün gruplarıdır dedik. burada bir parantez açmalı ve bir noktaya değinmeliyiz; bazı tribün gruplarının bazı kafa adamları, veya içlerinden bazıları tribünün varlığı üzerinden geçmişten beridir çorbacılık yapmaktadır. yönetimle sıkı fıkı ilişkiler içerisinde olup kendisine buradan maddi çıkar sağlayan insanlar olmuştur ve olacaktır. ancak bu noktadan hareket edip tribünün geneline endüstriye paraya kurban gitmiştir muamelesi yapılamaz. zira tribün o birkaç kişinin tekelinde değildir ve hiçbir zaman olmayacaktır. binlerce insanın hiçbir çıkar beklemeden varolan takım aşkı buraya yöneltilen eleştirilerle hiçe sayılamaz. haklı eleştirileri hedefinden saptırmamaya dikkat etmek gerekir.

    tribünde bulunmamış birisine (bazen kimi bayanlara anlatmakta oldukça zorlanıyorum) oradaki heyecanı, eğlenceyi, üzüntüyü, sevinci açıklamak çok zor. hani sahnenin tozunu yutmak diye bir laf var ya, işte sanırım öyle bir şey. o tribünün atmosferini bir defa yaşadığınız zaman aklınız hep orada kalıyor. bir daha gidip hiç tanımadığınız insanlarla birlikte omuz omuza zıplamak, gol olduğunda sarılmak, takım kaybettiğinde herkes sessizce ve ağır ağır stadı terkederken yan yana oturup kafanızı ellerinizin arasına almak, ama asla vazgeçmeyeceğinizi bilmek istiyorsunuz. tribün kültürü takımınıza olan bağlılığınızı kat be kat arttırıyor. iş artık ayan beyan bir aşka dönüşüyor. bir tarafta siz varsınız, karşınızda milyon dolarlar. işte tribün kültürü ile endüstriyel futbolun karşılaşması içinize o aşk düştüğü an başlıyor.

    bu aşkı gerçek hayattan birkaç örnekle açıklamaya çalışalım;
    stadyum girişi, kuyrukta 17 yaşlarında bir çocuk elinde de bir çiçek buketi var, belli ki tellerin arkasından takım kaptanına vericek. sıradan birisi bağırarak soruyor "lan doğru söyle hiç annene çiçek verdin mi?" çocuk biraz düşünüp mahçup bir ifadeyle "yok be abi" diyebiliyor. az sonra içerde çiçeği verirken bütün tribünden bir alkış kopuyor. çocuk dünyanın en mutlu insanı oluyor.
    tribünde hemen önümde bir adam, konuşmasında ve hareketlerinde bir aksaklık var. ne olduğunu anlayamadığım bir hastalığı/rahatsızlığı olduğu belli. cebinden takımın önceki hafta antep deplasmanına ait biletini çıkartıyor yanındakilere gösteriyor. gidiş-dönüş otobüsle dünyanın yolu dünyanın parası, birde orda maç bileti parası. "toplam ne kadara patladı amca" diyorlar, "x lira" diyor. "oooo çokmuş be amca" diyorlar, amcanın gözleri biraz endişeli ama daha çok sevinçli, "çok" diyebiliyor başını öne sallayarak. sonrada dudaklarından zar zor çıkan kelimelerle hafif kekeme "ne yapayım" diyor, "çok seviyorum".
    bir diğeri yemin billah ediyor, "sevgilin mi takımın mı deseler, takım derim bak allah çarpsın takım derim" diyor. bakıyorsunuz, gerçekten takım diyeceğine inanıyorsunuz. hafifçe gülümseyip bu soruyla karşılaşmak zorunda kalmamayı diliyorsunuz.
    ve bunun gibi daha binlerce örnek. sizin içinizde yanan aşk tribünde birlikte zıpladığınız herkesin içinde var. bunu biliyor bunu yaratan tribün kültürünün bir parçası olduğunuz için gurur duyuyorsunuz.

    çok seviyorsunuz be abi.

    peki sahada o çok sevdiğiniz, uğruna nelerden vazgeçebileceğiniz hatta vazgeçtiğiniz takımınızın formasını giyenler? işte o soru içinizi kemiriyor. onlarda o formayı benim kadar çok seviyorlar mı diye merak ediyorsunuz. cevabın aslında hayır olduğunu içten içe hissediyorsunuz ama bunun tersine inanmaya hazırsınız. yüzmilyarlarca, trilyonlarca para kazanan futbolcuların aşkınıza karşılık vermesini bekliyorsunuz. haliniz aslında çok acıklı. endüstriyelleşmiş futbolda milyon dolarlarla dönen piyasalarda takıma alınan futbolcunun sizin hissettiklerinizi hissetmesi için elinizden geleni yapmaya hazırsınız. bir tekmeye kafa uzattığında gözleriniz ışıldıyor. gol attığında formasını öperse "aslanım benim be" diyiveriyorsunuz. taca çıkacak bir top için ciğerleri patlayana kadar koştuğunu görürseniz "helal lan sana" nidaları yükseliyor hemen. aşkınıza karşılık olduğuna inanmaya hazırsınız işte. en küçük bir hareketi hemen ona yoruyorsunuz. transfer dönemi yaklaşırken sakatlanmamak için sahada gezinen futbolcu gözünüzün önünde ihanet ediyor size. veya "para" için bir başka takıma giden futbolcu tarafından aldatılmak ağrınıza gidiyor. klubünüzün daha fazla paraya daha iyi futbolcu alabilmek için bilet fiyatlarını yükseltmesine hadi ses çıkartmıyorsunuz ama takımı ticarethaneye çeviren yöneticilerin varlığı sizde garip bir sıkıntı yaratıyor. futbolcuda biraz taraftarlık istiyorsunuz ama endüstri buna izin vermiyor. halbuki o futbolcu o tribüne bir girse, o atmosferi bir yaşasa biliyorsunuz ömrünün sonuna kadar aşık kalacak. ama o futbolcu o tribüne gelmiyor artık. o futbolcu tribüne niye gelsin, villası var oraya gider. o tribünde üzerindeki formaya aşık binlerce göz var oysa.

    tribün kültürü endüstriyel futbola neden karşı? işte karşılık bulamadığı bu aşk için karşı. tribün kültürü aşkına karşılık arıyor sadece. ama bula bula paranın oyuncağı haline gelmiş bir sevda buluyor. kendisinin kullanıldığını hissediyor biraz. gocunuyor. elinden de bir şey gelmiyor ki ne yapsın. arada bir şöyle okkalısında sövüyor ama ağız dolusu. belki birilerinin kulakları çınlar diye.
  • “çocukluğumda fakir bir ailenin çocuğu olarak, denizde yüzüyordum, kumsalda geziyordum, özgürdüm, organik meyve yiyordum. bugün ekonomik durumu iyi olan bir baba olarak çocuğumu yüzmeye götüremiyorum, organik meyve yediremiyorum. ben 15 yaşına kadar şehirden ayrılamadım. çocuklarımız dünyayı gezdi, ama hangimiz mutlu hangimiz değil? bilemiyorum.” “ben hiç kaleci eldiveni giymedim. yoktu da giyemedim. zonguldak maden işçilerinin eldivenleriyle toprak sahada antrenman yapıyordum. dolayısıyla malzemesi olmayan bir kaleci olarak milli takım kaleciliği yaptım. geçmişe baktığımız zaman eğitim, tesis, iletişim, teknoloji yok. ekonomik zorluklar var. hatta zaman zaman mafyanın, kara paranın girdiği dönemleri de yaşadık ama amatör ruh vardı, profesyonellik gelişmemişti. bakış farklıydı. kısıtlı imkanlar vardı, kendimize güvenimiz yoktu. şimdi ise kendimize olan güvenimiz arttı, ama birbirimize olan güvenimiz sarsıldı.eskiden biz antrenmanda çorap alabilmek için yalvarıyorduk, vermiyorlardı. sayılı olarak geliyordu. şimdi sponsorlar her şeyi veriyorlar, ama biz kullanamıyoruz. özellikle bir şey vurgulamak istiyorum. eskiden fakirler oynuyordu, zenginler seyrediyordu. yani açlar oynarken, toklar seyrediyordu. şimdi ise toklar ve zenginler oynuyor, fakirler seyrediyor.”

    şenol güneş (tsyd’nin antalya’da düzenlediği 48. yıl sporun zirvesi semineri)
  • kurumsal taraftarlıktan butik taraftarlığa geçiştir. aynı zamanda bilanço taraftarlığından stad girişi köftecisi taraftarlığına geçiştir.
hesabın var mı? giriş yap