• egemenlik millete aittir.millet kendisini oluşturan bireylerden ayrı ve onların üzerinde yer alan manevi bir varlıktır.
  • 17. yy'da 30 yıl savaşları'nı sona erdiren westfalya anlaşması ile doğar egemenlik kavramı. bundan böyle, belli sınırlar içindeki en üst buyurma gücü tek bir yere(kral ve gelecekte parlamento) ait olacaktır. hiçbir kral, diğer kralın sınırları içindeki olaylara müdahale edemeyecektir.

    dolayısıyla modern devletin doğuşunu westfalya anlaması'na dayandırır çoğu politika hukukçusu. sınır kavramına anlam kazandıran bir olaydır bu.

    bu gelişmeden sonra egemenlik ve insan hakları kavramları gelişmeye başlamakla kalmıyor, birbirlerine karşı da mücadele eder hale geliyorlar. zira insan haklarının bir tanımı da, "egemenliği sınırlayan bir numaralı etken"dir(genel kamu hukuku yüksek lisans mülakatında uydurduğum bu tanım mithat sancar'ın epey hoşuna gitmiş ve programa kabul nedenim olmuştu*).

    devlet zulmediyor, insanlar mücadele edip çeşitli haklar kazanıyor. devlet -daha önce bahsedilmeyen- başka bir takım hakları ihlal ediyor, hemen ardından yeni bir mücadele dönemi ve yeni insan hakları geliyor... bu gelişim böyle sürüp gidiyor uzunca bir dönem.

    ancak ne kadar çok hak kazanılmış olursa olsun, bu hakların dile getirilebileceği tek platform, ulusal koruma mekanizmaları oluyor. yani devlet, pozitif hukukça korunan haklarınızdan birini çiğnediğinde yapıp yapabileceğiniz tek şey yine o devlet tarafından kurulan mahkemelere gitmek oluyor. zira westfalya anlaşması hâlâ çok güçlü bir şekilde etkiliyor uluslararası ilişkileri. egemenlik kavramına aykırı bir is içine girmeye hiçbir hükümdar cesaret edemiyor, ileride aynı şekilde bir davranışa muhatap olmamak için. egemenler çok seviyorlar yani egemenlik kavramını. bu olgunun yara alması işlerine gelmiyor.

    sonra hitler ve onun nazileri sahne alıyor. insan haklarını adabıyla çiğneyen diğer iktidarların aksine, insan hakları ile egemenlik arasındaki görece dengeyi tamamen dağıtıp avrupa'daki ezberlerin orta vadede bozulmasına neden oluyorlar.

    ikinci dünya savaşı'ndan sonra, güvenilir ve akılcı olduğu sanılan modern devletlerin, gelişmiş bürokrasi ağı ve dışarıdan müdahale edilmesini imkansız kılan egemenlik anlayışı sayesinde holocaust gibi, daha önce şahit olunmamış bir insanlık suçu işleyebilir olduğu anlaşılıyor.

    bu olayın ardından, insan hakları uluslararası korunma imkanına kavuşuyor işte. bugün ap ve bm, üye devletlerin imza attığı insan hakkı ihlallerinde yargılama yapan organlara sahipler.

    türkiye, entelektüel birikimi düşük ve hukuk anlayışında ithalatçı bir toplum oldugu icin, bu gelişmeye daha ayak uyduramadı. bu nedenle, ülkedeki birçok söz sahibi kişi, milli egemenlik kavramını mitleştirebiliyor hâlâ. tarihten ve kendi anayasasında uluslararası anlaşmalara tanınan üstünlükten bihaber bir şekilde, milli egemenliğin en üst norm olduğunu sayıklıyor. gelecekten ve değişimden korkuyor, ezberleri bozulmasın istiyor.
  • millî egemenlik ilkesi anayasa’da açıkça ilk kez 1921 anayasası’nda yer almıştır.
  • "mutlak iktidarın, gücün kraldan millete intikali ile milli egemenlik teorisi ortaya çıkmıştır.

    milli egemenlik veya milli hakimiyet iç görünüşü itibariyle milletin kendi kendini idare etmesi , kendine hükümet edecek heyeti seçmesi anlamına gelir.

    iç görünüşü itibariyle milli egemenlik demokratik rejimi yani egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ifade eder.

    dış görünüşü ile milli egemenlik, milletin özgür ve bağımsız yaşamasını dışa karşı millet birliğini ve bütünlüğünü belirtir."

    kaynak: (bkz: atatürk ve milli egemenlik)**
  • milli egemenlik kavramı, iki ana devlet modelinden biri olan “cumhuriyet” modelini tanımlamak için de kullanılır. devlet modellerinin isimleri, egemenliği, yani en üstün söz söyleme yetkisini elinde bulunduranın kim olduğuna göre belirlenir. modern anlamdaki cumhuriyet modelinde egemenlik cumhurda/millettedir. buna göre bu modelin adı “cumhuriyet” olarak belirlenmiştir. diğer devlet modeli ise “mutlakiyet” olarak isimlendirilir. mutlakiyet modelinde egemenlik “mutlak” yani şartsız, sınırsız olan ve kendilerine kral, monark, sultan, padişah, hakan, kağan vb. isimler verilen hükümdarlardadır. buradan hareketle bu modelin adı “mutlakiyet” olarak belirlenmiştir. bu iki ana devlet modelinin arasında bir ara model daha bulunur: “meşrutiyet”. meşrutiyet modeli hem milletin hem hükümdarın birlikte söz sahibi olduğu ve hükümdarın “mutlak/ şartsız” değil, “meşruti/şartlı” olduğu bir modeldir. bu sebeple bu modelin adı “meşrutiyet” olarak belirlenmiştir.

    tarih boyunca hukukun/devletin/egemenliğin kaynağı üç kategoride kabul edilmiştir:

    1-) tanrısal irade kuramı (tanrı yasaları: din devletleri)

    2-) beşeri irade kuramı (şahıs yasaları: krallıklar/hanedanlıklar)

    3-) genel irade kuramı (millet yasaları: milli egemenlik esaslı devletler)

    auguste comte’un “teolojik evre”sinde, egemenliğin, yani iktidar gücünün kaynağı olarak “tanrısal irade kuramı” kabul edilmiştir. burada iktidar gücü ilahi bir odağa dayandırılır. comte’un “metafizik evre”sinde ise “beşeri irade kuramı”na geçilir. beşeri irade kuramında egemenliğin kaynağı ilahi bir güce değil, bir beşerin/ insanın iradesine dayandırılır. mutlak monarşiler beşeri irade kuramının örnekleridir. ne var ki beşeri iradeler de nihayetinde bir ilkeye dayanmak mecburiyeti hisseder ve metafizik unsurlar yine devreye girer. dolayısıyla bu aşamada da henüz comte’un “pozitif evre”sine geçilmemiştir. beşeri irade kuramından sonra ise en nihayetinde egemenliğin kaynağı artık tam olarak halka dayandırılmıştır. bu durum hukukun/devletin/iktidar gücünün kaynağının artık “genel irade kuramı”na dayandırılması demektir. burada artık gözle görülmeyen aşkın unsurlar ve birtakım imtiyazlı kişilerin beşeri iradeleri egemenliğe kaynak olarak gösterilmekten vazgeçilmiş, egemenliğin kaynağı sadece millet olarak kabul edilmiştir. dolayısıyla bundan sonra iktidarların meşruiyet kaynağı gözle görülen, elle tutulan fiziki bir unsur olarak belirlendiği ve metafizik unsurlar tamamen reddedildiği için, bu aşama auguste comte’un “pozitif evre”sine karşılık gelir. o halde milli egemenlik kuramı, auguste comte’un teorisine göre insan beyninin evrildiği son ve en mükemmel aşamanın tezahürüdür.

    milli egemenlik kuramı ilk kez fransız ihtilali döneminin önemli yazarlarından malby ve daha sonra sieyes tarafından dile getirilmiştir. kuram, fransız ihtilali’nin en önemli çıktısı olmuştur. gerek fransız ihtilali bildirgesinde, gerek 1791 fransız anayasası’nda milli egemenlik ideali açıkça belirtilmiştir: “her egemenliğin temeli, esasen millettedir. hiçbir kuruluş, hiçbir birey, milletten kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz” (1789 fransız insan ve yurttaş hakları bildirgesi 3. madde); “egemenlik, bir, bölünmez, devredilmez ve zamanaşımına uğramaz, millete aittir; halkın hiçbir zümresi, hiçbir birey onu kullanamaz. (...) kendisinden bütün iktidarın kaynaklandığı millet, onları ancak temsil yoluyla kullanabilir. fransa anayasası temsilidir” (1791 fransız anayasası). her ne kadar ingiliz ve amerikan devrimleri ile milli hakimiyet (halk egemenliği) siyaset literatürüne girmiş olsa da, milli egemenlik teorisi’nin en etkili şekilde sesini duyurduğu devrim fransız devrimi olmuştur. bu devrimden sonra milli egemenlik ilkeleri hızla dünyaya yayılacak ve ülkelerin siyasi ideallerinde hakim paradigma olacaktır.
    milli egemenlik kuramı’na göre millet bölünmez bir bütündür. millet iradesini “genel irade” temsil eder ve genel irade tek tek bireylerin iradesinden oluşmuş ve fakat artık kendine mahsus bir irade, müstakil bir kişi olmuştur. buna göre egemenliğin kaynağı millet, ilkesi ise milletten oluşmuş genel iradedir. genel iradeyi yansıtacak unsur ise millet içinden tespit edilmiş görevlilerdir. millet, iradesini kullandırmak için bu görevlileri kendisi seçim yoluyla belirler. seçim yoluyla belirlenen millet temsilcileri bir meclis oluşturarak soyut bir kavram olan genel iradeyi burada somutlaştırır. bu meclise “yasama meclisi” denir. yasama meclisi milletin iradesini temsil eder. meclise hiçbir makam emir veremez. hiçbir makam meclisin üzerinde olamaz. çünkü kolayca anlaşılacağı üzere meclisin üzerinde bir makam olması milli egemenliği çelişkiye düşürecektir. o halde meclis tek ve yegane devlet merkezidir, yani devlettir. buradan hareketle, devlet, meclis; meclis, genel irade ve genel irade de millet olduğuna göre, devlet: millet; millet: devlettir. işte kültürel ya da siyasal homojenlik unsurları gösteren bu millet kişisinden oluşmuş ve toprak sınırları belirli olan bu teritoryal devlet modeline de “ulus-devlet" denir. fatih serkan azizata. osmanlı'dan cumhuriyet'e milli egemenlik, s. 13-14, 72-74.
hesabın var mı? giriş yap