*

  • seviyeli bir ilişki mi yoksa "ayrı dünyaların insanı" olan iki kişinin imkansız aşkı mı bilinmez. ama yüzyılın magazin konusu bu.

    "özgürlük" deyince herkes kendi terminolojisine göre farklı şeyler algılayabilir.bu gayet doğal. bu sebeple "özgürlük" diye anılan ayrımları sorgulamaya ya da izah yapmaya ihtiyaç var. bunlardan bence önemlilerinden biri "siyasal" özgürlükler ile "ekonomik" özgürlükler arasında bir bağ olup olmadığı. yani insanlar, siyasal özgürlükleri savunduğunda , aynı gerekçelerle "ekonomik" özgürlüklere de yaklaşabilirler mi? ya da tam tersi.

    siyasal özgürlükler deyince genel olarak neyi kastediyoruz: örneğin dernekleşme özgürlüğü,siyasi parti kurma özgürlüğü,ifade özgürlüğü,belki kılık kıyafet özgürlüğü,medyanın özgürlüğü vs.

    ekonomik özgürlüklere ise yine kabaca şu örnekleri verelim:girişimcilik özgürlüğü, kazandığı parayı harcama özgürlüğü, malını istediği fiyata satma özgürlüğü, mülkiyetinde barınma onu istediği zaman satabilme özgürlüğü,hukuka uygun biçimde zengin olmuşsa tasarruf yapma,yatırım yapma özgürlüğü vs.

    siyasal özgürlükler konusundaki muhafazakarlar ile ekonomik özgürlükler karşısındaki muhafazakarlar aynı bakış açısından yaklaşan kişiler olabileceği gibi farklı bakış açılarından bakanlar da olabiliyor.

    örneğin sosyalist ama "siyasi özgürlükleri" savunan bir aydının (birikim dergisi tayfası mesela) ekonomik özgürlükleri(n tamamını), "özgürlük" olarak algılaması beklenemez. farklı şekilde ekonomik özgürlükleri savunan bir kemalistin başörtüsü serbestiyetini "özgürlük" olarak görmesi de beklenemez.

    şimdi bir deneme yapalım "siyasi" ve "ekonomik" özgürlükler arasında bir bağ kurmaya çalışalım.(kasalım.) tabii bunun zorlama bir benzerlik çabası olduğunu hemen belirtmek gerek. ancak ekonomik özgürlükleri ve serbest piyasayı savunanların dayanağı "gizli el" sistemidir. yani, ekonomik aktörlerin karşılıklı istekleri ile kendiliğinden dengeye gelen bir sistem. siyasal özgürlüklerde yaslanılan ise benzer şekilde düşüncelerin,inançların özgürce propaganda ortamında yer almasıyla o düşünceyi seçecek kişilerin hür bir tercih yapabilmesinin önünün açılacağı varsayımıdır. ve devletin, yatırımcılar arasında taraf tutmasıyla veya yatırımcılardan herhangi birinin fazladan avantajlara sahip olmasıya "haksız rekabet" oluşabileceği gibi, devletin bazı ideolojilere destek olması, bazılarınaı "potansiyel tehdit" olarak algılaması da bir tür "haksız rekabet" sayılabilir. bu bile basit bir benzerliktir.

    örneğin; bir sosyalistin "reklam sektörü" ile alakalı bir reklam hakkında "tüketiciyi yanıltıyor,insanlar saf bir şekilde kandırılıyorlar bu reklam yasaklanmalı" dediğini varsayalım. ve hemen bir kemalistin "şu tarikat saf insanları dini duygularını kullanarak kandırıyor,o tarikatın kapatılması gerekir" iddiasının varlığını hayal edelim. buradaki benzerlik, reklamda "yalan" ifade varsa o reklama karşı hukuki bir yaptırım yapılması gereğinden ve bir tarikat insanları "yalan" söyleyerek kandırıyorsa buna karşı yapılabilecek o tarikata özgür irade ile bir daha gitmeme gibi hallerden bağımsız, her ikisine de özünde aynı "koruma" anlayışıyla karşı çıkılmış olunmasıdır. bir reklamın sizi ikna edebilmek için kullanmak isteyeceği serbest ifade alanı ile bir tarikatın dindar bir insanı saflarına katmak için kullandığı yöntem alanı içerik olarak değil yöntem olarak benzer. bu noktada insanların serbestliğini ve tutarlı özgürlük anlayışını savunan taraf, her iki özgürlük arasında bir bağ kuran taraftır. bu noktada "ama insanların bilinç düzeyi düşük olursa" gibi bir itirazın her ikisi için de söylenebileceği ancak özgürlük savunuculuğunda bu itiraza kulak asılmayacağını belirtmek gerek.birinde birey, diğerinde "bireyi kendinden korumak isteyen otorite" ön plandadır.

    şimdi başka bir örneğe geçelim; türbanın aileler tarafından genç kızlara zorla taktırıldığını ve dolayısıyla türbanın yasaklanması gereğini savunan bir görüşle, bir fabrikada işçilerin zorla düşük ücrette çalıştırıldıklarını ve maaşlarına devlet eliyle zam yapılması gereğini savunan bir görüşü kıyaslayalım. burada her iki görüşün varsayımı da doğru olabilir. örneğin çocuğuna zorla türban taktıran aile de vardır veya işçisine zorla/işçinin başka seçeneği olmadığı için düşük ücret verebilen işveren de. birinci örnek için "tüm ailelerin çocuklarını zorla kapattıkları" varsayımı yapılamayacağı için başörtüsü yasağını uygulamak "özgürlüğe ters" olabilecek iken, diğer örnekte de işçinin mecbur kaldığı için o işte düşük ücrete çalışmasının faturasını işverene kesmek ekonomik etkinliği bozacaktır. karşılıklı gönül ilişkisi var iken, alt sebepler ne olursa olsun, "zorla" kalıbını kabul etmek/niyet okumasını yapmak muhafazakar bir yaklaşımdır. burada "özgürlükçü" bakış açısının çok teorik kaldığı, özel olaylara karşı tek tip bir çözümü önerdiği düşünülebilir ancak 18 yaşını geçmiş bir bireyin hukuksal anlamda zorla olmayıp pratik olarak "zorla" tesettüre girdiği savunusu yasal bir engellemeye dayanak olamaz. aynı şekilde, diğer örnekte "başka bir seçeneği olmadığı için düşük ücrette çalışmak zorunda kalan" işçinin durumu da benzer şekilde bir yasal dayanak olamaz. başka bir deyişle, zorla ailesi tarafından tesettüre sokulan birey de, düşük ücrette çalışan birey de, birer "sebep" değil sonuçtur. özgürlükçü bakış açısı "siyasal" boyutta ve "ekonomik" boyutta etkinliğin serbestlikle oluşacağını öngörür.burada mücadele siyasi örnek için toplumsal bilinci arttırmakla,ekonomik örnek için de ekonomik etkinliği arttırmakla mümkün olabilir. bu örnekte ilginç olan bir taraf da şudur ki, "aileler çocuklarına zorla türban taktırıyorlar" diye türbanı yasaklasanız, yine gizli gizli türban takanlar olabileceği gibi, asgari ücret'i yükseltseniz kaçak çalışan işçi olacaktır.

    "bir şirket insanlar üzerinde olumsuz etkiler bırakıyor, ucuza kola satıp insan sağlığına zararlı olabilecek kolayı teşvik ediyor " diyen bir görüşle "falanca sivil toplum örgütü ermeni tezlerinin kabul edilmesine neden oluyor,toplumda bu tezin ciddiye alınmasına neden oluyor" iddialarını karşılaştıralım şimdi de. hukuksal olarak bir sorun olmadığı varsayımı altında, birinde karını düşünen bir firma, diğerinde ise inandığı görüşleri insanlara ulaştırmaya çalışan bir sivil toplum örgütü. ikisine karşı yasak talebi de farklı ama özünde aynı gerekçeye dayanabiliyor. örneğin birinde kendi doğrunuzu, yasal üstünlük durumu beklentisiyle "ermeni tezleri yanlıştır"ın devlet görüşü olduğunun diğerinde de fazla kola içmenin "yanlışlığının" devlet tarafından tasdikini bekliyorsunuz.özgürlükçü teoriye göre bireyler, özgür iradeleriyle ermeni tezlerinin yanlışlığını düşünebilir ya da kabul edebilir veya fazla kola içmenin zararlarını algılayıp önlem alabilir ya da almayabilir.burada "liberal" ve "demokratik" manevra alanı karşıt görüşler için "ilgili kolanın insan sağlığına zararını sivil eylemlerle halka anlatmaya çalışmak" veya "ilgili derneğin görüşlerini sivil ortamda karşıt görüşlerle çürütmeye çalışmak" olabilir.

    "amerikadan gelen bir dernek kültürümüzü tahrip ediyor,gençler noel kutlamaya başladı" diye serzenişte ve/veya yasak talebinde bulunan bir görüşle,"lüksemburgtan gelen banka paramızı götürüyor,ekonomik bağımsızlığımız tehlikede" diyen iki görüşe bakalım şimdi de. birinde siyaset algılayışı ile ilgili diğerinde ise ekonomik görüşü ile ilgili olsa da yine muhafazakarlık görüyoruz tabii ki.(özelleştirilecek firmayı "ermeniler" almasın ile "ermeni derneğe" izin vermeyelim örneklerinde de bu gözükebiliyor) birinde "kültür korumacılığı" dayanak iken diğerinde "ekonomik korumacılık" dayanak oluyor.( ben "yabancı düşmanlığı" için değil "ekonomik etkinlik için ermeni bankaya kaşıyım" da diyebilirsiniz tabii,saygı duyulması gerekir bu görüşe de)

    "evini satmak isteyen bir adam"ı düşünelim şimdi de. devletin bu insanın ev satışından yüzde 25 vergi istediğini veya bir tavan fiyat koyup o fiyatın üstünde evi satamayacağını söylediğini varsayalım. ve şimdi de üniversitede "marksist düşünce kulübü" kurmak isteyen bir grup öğrenciye devletin "gençler marksist diye kuramazsınız, sosyalist düşünce kulubu adı altında kurun" dediğini düşünelim. burada da evini satmak isteyen bir adam, haliyle,istediği fiyata evini satma özgürlüğüne sahip olması gerekirken,devlet tarafından parası tırtıklanmaya çalışılıyor. ikinci örnekte de "mal" yerine "düşünce" geçmiş durumda ve devlet ona müdahele edip hizaya getirmeye çalışıyor. her iki müdahalenin de özünde aynı gerekçelerle olduğu söylenebilir.

    "sosyal adalet sistemi ile gerekirse zenginden alınıp fakire verilmesi gereğini savunan görüş"ü irdeleyelim. bu görüşün altyapısı olarak da "çünkü zengin insan haksızlık yaratıyor,süper bir yaşam sürüyor fakir insanları sömürüyor" dendiğini düşünelim. peki buna karşılık olarak da demokratik bir toplumda çoğunluk gücüne yaslanmış "siyasi" partilerin pozisyonunu düşünelim şimdi de. buradaki benzerlik birinin ekonomik genişliği sebebiyle yaşadığı avantaj durumu, daha çok yatırım yapabilme, daha rahat bir yaşam sürme vs.
    diğerinin ise siyasi çoğunluğa yaslanmış olması sebebiyle bir avantajı (istediği kanunları çıkarabilme vs.) söz konusu. "sömürmek"e gelince, örneğin "din sömürüsü" laflarını da duymuşuzdur. yani bir siyasi partinin- demokratik düzende- halk çoğunluğu tarafından takdir edilmesini muhafazakar bir bakış açısıyla "sömürü" olarak da yorumlayabilirsiniz ama bu özgürlükçü bir bakış açısı olmayacaktır. aynı şekilde, hukuk tesis edildiğinde bir girişimcinin çok para kazanmasını da "sömürmek" olarak yorumlayamazsınız.hukuk devletinde,bir firmanın kar etmesi demek, insanların o firmayı tercih etmiş olduğu gerçeğine dayanır. bir siyasi partiye oy verilmesi demek de "kötünün iyisi" şeklinde verilmiş olsa bile, o partiyi hükümet yapabilir. yani burada hukuk dışı yollarla zengin olmuş bir işveren veya hile/şiddet yolu ile başa geçmiş bir siyasi iktidar yoksa doğal avantaj halleri legaldir.

    şimdi de bir buluş yapıp,haliyle o ürünün satışını gerçekleştirdiğinde tekel olacak bir girişimciyi düşünelim. devletin, bu girişimcinin tekel malına karşı "temkinli" yaklaştığını bir sürü vergi almak istediğini,hatta ek olarak o ürünün ikamesi olabilecek ürünü üreten firmaların devlete baskı oluşturarak ürünün çıkmasını engellediklerini düşünelim. hatta bu buluşu yapan firmanın amerika ile bağlantısı olduğunu varsayıp örneği dramatize edelim. ve şimdi de yeni bir din bulan,iddia eden,ortaya koyan bir kişinin karşılaşacağı özgürlük problemlerini düşünelim. hemen "sahte peygamber" muamelesi göreceğini ve hatta hapse girebileceğini tahmin etmek zor değil.(kütahya'da "sahte paygamber"'in yardımcı doçent kocasının üniversitede ders verme hakkı elinden alınmıştı)

    "mülkiyet"e yönelik eleştiriler var mesela. geçenlerde, #10971656 a karşı şunu yazmıştım: #10971774

    "mülkiyet hırsızlıktır" lafı herkesin kulağına gelmiştir. ama "vergi soygundur" lafını pek duymadım. "mülkiyet" ile ilgili eleştiriler bireylerin özgür iradeleriyle yaptığı mübadele değişikliklerinin özünde "zorla" gerçekleştirildiği ön kabulüne yaslanıyor olmalı. peki bireylerin yaptığı siyasi,dini,ailevi tercihlerin ne şartlar altında alındığını ölçebilir miyiz? örneğin "kara çarşaf garabetinin özgürlük olduğu safsatası" adlı hararetli bir başlık açılmıştı. burada haklı olarak bir çok birey, insanların bir çok alandaki tercihlerinin "ne derece özgür" olabildiğini sorgulamış, bunu ölçmenin bireylere haksızlık olduğu söylenmişti. teorik varsayımla insanların özgürlüklerinin kısıtlanamayacağı belirtilmiş idi. yani ekonomik tercihlerde de benzer şekilde "tam özgür" bir seçenek durumunun oluşması ekonomik gücün/güçsüzlüğünün bir sebebi değil sonucu. insanların ekonomik ve siyasal olarak hakları genişledikçe onlara özgür bir tercih için daha fazla alan yaratılmış olur. ha bireyler buna uyabileceği gibi uymamayı da tercih edebilir. yani tam özgür bir toplumda yine çarşaf takan olabileceği gibi, evini piyasa fiyatının altına satan veya piyasa fiyatının çok üstüne satabilen kişi de mevcut olabilir. bu,onların takdiridir. "ekonomik" güçlülüğünün bir "baskı grubu" olacağından çekiniliyorsa, siyasal çoğunluk halinin de bir baskı unsuru olacağından da çekinilebilir. her iki durumda da hukuksal yoldan engel olmadıkça bu durumun normal olacağı aşikardır. zaten "siyasal etkinliğin" de ekonomik özgürlüklerle birlikte sosyalist pratiklerde nasıl engellenmeye çalışıldığı örnekleri bize bir fikir verebilir yahut kapitalist pratiklerde siyasi özgürlüklerin engellenişi.. ancak, mevcut sosyalist pratikler kıstas alındığında, kapitalist pratiklerde siyasal özgürlüklerin daha fazla tesis edilebildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. bunun sebebi yine "özgürlükler"in bir bütün olarak algılanışındaki teamül olabilir. ya da zaman farkı.

    siyasal özgürlüklerdeki sınır durumu; katılımcılık,oy kullanma zorunluluğu, demokratik ve devletin değiştirilemez maddelerini değiştirememek iken ekonomik özgürlüklerde "vergi" diye bir kavram söz konusu. (bu da özünde kollektif harcamaların finansına dayanıyor) bu noktada da siyasi ve ekonomik özgürlüklerin ne derece geniş olduğunu bu iki sınırlara bakarak tahmin etmek sanırım yanlış olmaz. nasıl ki devletin sizin siyasal düşüncelerinizi budamaya hakkı yoksa, sizi ilgilendirmeyen harcamalarla ilgili sizin yasal kazancınızın bir kısmına el koyma hakkı da tartışılmalıdır. işte bu noktaya "siyasal özgürlüklerle ekonomik özgürlükler arasındaki ince çizgi" diyorum.
    örnek ilişki:
    din sömürüsü ; emek sömürüsü

    ahlaki çöküntü yaşıyoruz, ne olacak bu gençlerin hali ; satın bakalım daha neyi satacaksınız

    ve manidarca; (bkz: işçi partisi)
hesabın var mı? giriş yap