• batık olmasının en büyük sebebi 1982 de falkland savaşı ve 2001 krizidir. bir de buna rüşvet yiyip, ülke mallarını özelleştiren yöneticiler eklenince durum kaçınılmaz olmuştur.

    yalnız değinmek istediğim başka bir nokta var,
    bir kaç araştırmam sonucunda çok benzer iki ülke olduğumuzu fark ettim.

    şimdi bakıyoruz, arjantin 9 kere iflas açıklamış bir ülke. merkez bankası rezervinin dış borçlarına oranı %15 ki bu sayının normalde %70'lerde olması gerekir.

    peki türkiye'de bu oran nedir? %18.

    geri dönelim, 2021 yılında dolar karşısında en çok değer kaybeden ikinci para birimi nedir? arjantin pesosu.

    peki en çok değer kaybeden birinci para birimi nedir? evet, türk lirası.

    "yov griz varsa ergeşde araba var" denilen türkiyenin nüfusu 83 milyon 25 milyon araç var, yani nüfusun %30'u, bu avrupa ülkelerinde %50-60, amerika'da %85 civarında.

    gel gelelim arjantin'in nüfusu 45 milyon ve 15 milyon araç var. yani nüfusun %30'u araç sahibi. aa. halbuki ekonomisi iyiymiş arjantin'in.

    bitti mi? bitmedi.

    dış borcun milli gelire oranında arjantin başı çekiyor, hemen ardından şaşmaz takipçisi türkiye geliyor.
    3. güney afrika
    4. meksika
    5. endonezya

    bitti mi? bitmedi. düşük ve orta gelirli ülkeler arasında en çok borcu olan 6. ülke 440 milyar dolar ile türkiye, 279 milyar dolarla arjantin 8. sırada bizi takip ediyor.

    yani kendiniz öyle avrupayla falan kıyaslamayın. bizim kendimizi kıyaslamamız gereken ülkeler arjantin, brezilya, endonezya, güney afrika gibi ülkeler.

    edit: zaten morgan stanley'nin cari açık ve enflasyon oranlarının yüksekliği ve dış yatırımlara duydukları ihtiyaç dolayısıyla bahsettiği kırılgan 5'li de hindistan, brezilya, endonezya, türkiye ve güney afrika.

    o yüzden fransa'da şöyle, almanya'da böyle demeyin. onlar bizim rakiplerimiz değil. endonezya'da nasıl onu anlatın mesela.
  • bu aralar dünya kupası heyecanını yaşarken, özellikle arjantin-meksika maçında; ''turnuvada o kadar güney amerika ülkesi var ve hepsinin kadrosunda siyahi oyuncu varken neden arjantin'de yok?'' sorusuyla baş başa kaldım. tarihi bilgim çok iyi değildir ama bu konuyu bir araştırmak istedim ve çıkan sonuçlar şaşırtıcı ve gerçekten yıkıcıydı.

    şimdi bu afro-arjantinliler 18.yy'a kadar nüfusun neredeyse %50'sini oluşturuyor. 1778'de nüfusa oranı %37 iken, 1850'lerde bu oran %15'e kadar düşüyor. günümüzde ise bu oran %5 civarında ve bu oran tüm güney amerika ülkeleri arasındaki en düşük oran ve sporda, siyasette ya da medyatik olan herhangi bir branşta siyahi arjantinli görmek neredeyse imkansız. yani bu oran var ama ülkede hayalet gibi bir şeyler.

    olaylar aynen şöyle gelişmiş;

    1587'de afrika'dan ilk köleler brezilya'dan buenos aires'e gelir. 1580'den 1640'a kadar buenos aires'in ana ticari faaliyeti köle ticaretiydi. buenos'a gelen tüm ithalatın değerinin yüzde 70'inden fazlası köleleştirilmiş afrikalılardı. köleler, angola'dan ve afrika'daki diğer batı eyaletlerinden portekiz köle ticareti yoluyla öncelikle brezilya'dan gelir. yani 1700'lerin sonunda ülkenin iç kesimlerindeki nüfusun yaklaşık yüzde 50'si siyahtı ve buenos aires nüfusunun yüzde 30 ila 40'ı siyah veya melezdi.

    peki nereye gittiler? sorusuna gelelim...

    arjantin, 1810 ile 1816 yılları arasında ispanya'dan bağımsızlık için savaşırken afro-arjantinli kölelerin, birleşik eyaletler meclisi kararıyla ithalatı resmen yasaklanır. yani cepheye adam lazımdır. hatta, international business times'ta haziran 2013'te yayınlanan "karanlık: arjantin, afrikalıları tarihinden ve vicdanından nasıl ayırdı" başlıklı bir makalesinde palash ghosh, ülkede yaklaşık 1853'e kadar kölelerin olduğunu yazar.

    "bir dizi latin amerika ülkesi ırksal beyazlatma politikaları izlese de arjantin bu alandaki başarısı ile öne çıkıyor." işte bu durum siyah nüfusun ön saflara yerleştirildikten sonra ağır kayıplar verdiği, ülkenin savaştığı 19. yüzyıl savaşlarına bağlanır. cepheye gitmeyenler ise kaderlerine terk edilerek kolera ve sarı humma gibi salgın hastalıkların siyah insanlar üzerindeki yıkıcı ve orantısız etkilerine ve ayrıca ülke dışına diğer güney amerika bölgelerine göçe zorlanırlar. hatta, eski arjantin devlet başkanı carlos menem bir açıklamasında: ''arjantin'de siyahlar yoktur, bu brezilya'nın sorunudur'' demiştir.

    1895'lere gelindiğinde arjantin'de o kadar az siyah kaldığı bildirildi ki, dönemin hükümeti afrika kökenli insanları ulusal nüfus sayımına kaydetme zahmetine bile girmez. bunun yerine, arjantin'in nüfusunu, özellikle italya ve ispanya'dan gelen avrupa göçü yoluyla beyazlatmak odak noktası haline gelir.

    sonuç olarak arjantin'de daha fazla avrupalı göçmenle daha beyaz bir ülke hayalleri kurulur ve gerçekleştirilir. siyah nüfus beyaz göçleriyle zamanla melezleştirilir. tabii bunların hepsi avrupa kültürü ile büyük bir gurur duyan arjantin'in kurduğu planın kusursuz işleyip nihayete ermesi ile sonuçlanmıştır.

    daha geniş okuma için yararlanılan kaynaklar;

    kaynak1
    kaynak2
    kaynak3
  • hazır debe'de bir arjantin entrysi varken ve ben de turumu yeni tamamlayıp dönmüşken bir miktar arka çıkıcı eklemeler yapıyım.

    bu arkadaşlar hiç latin gibi gözükmüyorlar. kuzeyde bir miktar yerel görmüş olmakla birlikte (siyahi değil, kolonileşme öncesi dönemden kalma incaların akrabaları) geri kalan tüm nüfus beyaz. sokaklar avrupai, mimari avrupai, insanların tipleri de öyle ama öyle bi karışmışlar ki ispanyolu, italyanı, almanı, fransızı hiç özellikle şuradan bile diyemiyorsunuz. türkiye'deki o karışık gen havuzunun bir tık daha batı genleri ile yapıldığını düşünün. esmer sayısı düşük, sarışın sayısı yüksek. bu arjantinli diyebileceğin bir tip yok ortada. tanıştığım tek siyahi arkadaş haitiliydi zaten.

    ülkeyi, insanlarını, kültürünü, doğasını hasta olacak seviyede sevsem de ırkçı yanları da var ama farkında değiller asjkhnd sen hiç türk'e benzemiyorsun cümlesini defalarca işittim. kafalardaki türk imajı dizilerden geliyormuş bu arada. türk'ün neye benzediği hakkında pek fikirleri yok. nereliye benziyorum dedim, buenos aires'in high society grubuna cuk oturursun, hafif ispanyol hafif italyan havan var dediler. iyi bir şey söylediklerini düşündüklerinden dolayı ve benim de tartışmaya ispanyolcam yetmeyeceği için gracias diyip geçtim.

    ingilizce seviyesi türkiye'den kötü bir ülke gördüğüm için içimi derin bir sevinç kapladı desem yalan olmaz bu arada. bizde en azından turistik bölgelerde ingilizce sorunu yaşamazsınız. burada ispanyolca bilmiyorsan buraya niye geldin gardaş muamelesi görüyorsunuz resmen.

    sabah 6.30da uyanıp hostelde tanıştığım irlandalı biraderimle sokağa çıkıp halkın arasına karışıp dünya kupası maçı izleyelim dedik. suudi arabistan'ın bunları düdükleyeceğini kimse beklemiyordu tabi. benim ispanyolcam orada da yetmedi fakat irlandalı brotherım marcus maç sonu kısmen çeviri yaptı bana, maçı izlediğimiz yerdeki hanım ablalar maç boyu arabistanlı topçulara nahoş ifadeler kullanmış. çöl maymunu, çölüne dön, futbol sizin neyinize, develer gibi gibi.

    bize karşı sıcaklar. turcoları seviyorlar. hatta dedesi suriyeden göçmüş nene ile tanıştım, kendisi bana torununu ayarlamaya çalıştı. 2 torunu varmış buenos aireste yaşıyorlarmış, biri veteriner diğeri avukatmış. kızlar da güzeldi valla ama durumumuz yok işte. tek sıkıntı ermeni lobisi. zamanında ermeniler de gitmiş, hatta büyük çoğunluğu tehcir zamanı gitmişler. bsas'in en gözde semti palermoda büyükçe bir diaspora binaları, kiliseleri, caddelere adını verecek kadar lobileri var. bir tane büyük nenesi ermeni olan elemanla tanıştım kafası baya güzelken geç saatte hostelde. nenemin yaşadıklarına çok üzülüyorum falan diyip yumruklarını sıkıyordu. benim sorunum değil diyince haklısın new generation falan diyip saçmaladı, gidip alman bi kızı zorla öpmeye çalıştı.

    ekonomisi bizden kötü olsa da hatta ekonominin kötü olması standart bir uygulamaya dönmüş olsa da insanların keyiflerinin olması, hayatın tadını çıkartabilecek kadar yaşayabiliyor olmaları kendi ülkemin insanını düşününce beni biraz üzdü. et ve şarap çok ucuz. hemen her evin balkonu, terası veya bahçesi var ve orada asadosu var. hemen herkes haftada 2 ya da 3 gün ya kendi evinde ya da arkadaşının evinde grup halinde toplanıp mangalı yapıp saatlerce muhabbet sohbet eşliğinde et yiyip şarap içip muhabbet ediyorlar. bunu ne kadar özlediğimi unutmuşum. bundan ne kadar eksik kaldığımızı da. gelen ya bir parça et getiriyor ya şarap getiriyor, direkt oturuyor masaya. hemen hepsi hayvanın neresi neresidir biliyor. hayvanın hemen hemen her yerini yiyorlar. baharat kültürleri yok. bazı restoranlarda karabiber bile bulamadım. bir de bana sizin ya etinizin tadı kötü ya da nasıl yapacağınızı bilmediğiniz için baharat ekliyorsunuz, etin tadını niye baharatla bozmak isteyesin ki yoksa dediler aksnja

    paylaşmayı seviyorlar. mate bardağından 10 kişi dönüp mate yudumluyor, plastik pet şişeden yapılan bardaktan fernet yudumlanıyor. biralar 1 litre. corona bile 700lük üretiyor oraya özel. niye böyle dedim alkol tek içilmez beraber içilir, küçük şişe de hemen bitiyor dediler. küçük şişe de var ama özellikle belirtmediğiniz sürece restoranlarda gelmiyor, marketlerde de sayıca az.

    güvenlik olarak bir sorun yaşamasam buenos aireste gördüğüm tüm apartmanların dış kapısı içerden veya dışardan kilitle açılıyordu. güvenlik tedbiri olarak yapmışlar bunu. evinize misafir mi geldi? aşağı inip kapıyı açmanız gerekiyor. gidiyor mu, onunla aşağı inip kapıyı açmanız gerekiyor. biraz zor bir uygulama ama eğer evde toplu bir etkinlik varsa sisteme bindirmişler, son gelen yeni gelene kapıyı açıyormuş lol. böyle bir sistem olmasa kimseyi evime çağırmazdım herhalde.

    uyuşturucu legal değil fakat kimsenin saklayarak ot içtiğini görmedim. girdiğim her kulüp benzeri mekanda püfür püfür koku geliyordu burnuma.

    neyse şimdilik bu kadar. baya da karışık yazdım. keşke biraz toparlayabilseydim de güzel bir rehber olsaydı.
  • insanları jorge luis borges tarafından şu şekilde tanımlanmıştı; arjantinliler; ispanyolca konuşan, ingiliz olmak isteyen ve fransa'da yaşadığını zanneden italyanlardır.
  • orta-güney amerika için tüm ülkelerde geçerli bir şey, bu ülkede sokakta ingilizce bilen insana rastlamanız, tamamen kadir gecesi doğmuş olmanıza falan bağlı bir şey. (beyaz yaka kesim illa biliyordur belli bir derece, eğitimli insanı da vardır, sokaktan caddeden gündelik yaşam akışından bahsediyorum.) "fransa'da kimse ingilizce konuşmuyor" falan, latin amerika'da bir bulunun, fransa size tahmin ediyorum commonwealth ülkesi gibi gelecektir.

    kıtada orta-güney amerika toplamı 26 ülke var, bunların 22'sinin resmi dili ispanyolca. kültürel anlamda o kadar büyük bir coğrafya ve öyle büyük bir nüfus ile ortaklık halindeler ki (portekizce konuşan brezilya'yı çıkarınca bile 400 milyon kişiden fazla bir toplamdan bahsediyoruz), yabancı dile ihtiyaçları olduğunu düşünmüyorlar bu yüzden. kıta dışından gelecek azınlık turist ile iletişim sorununu da dert etmedikleri için, ihtiyaçları yok da gerçekten. çünkü kültürel anlamda dünyanın kalanından kopuklar, umurları da değil. yani sizin orayı burayı merak ettiğiniz, takip ettiğiniz kadar, oradan buradan okuduğunuz kitaplar, dinlediğiniz şarkıcılar kadar, onlar avrupa'yı, afrika'yı, avustralya'yı, hatta amerika'yı sallamıyorlar. kendi devasa kıtaları kendilerine fazla fazla yetiyor.

    (türkiye ile rusya'yı çıkarınca) aynı nüfustaki, hatta onların yarısı kadar yüzölçümüne sahip avrupa'da konuşulan resmi dil sayısını düşünün. ufak ufak değil, her biri majör dilleri:
    ingilizce, almanca, fransızca, italyanca, ispanyolca... daha portekizceye, doğu avrupa dillerine gelmiyorum. bu adamlarınsa "hepsi" tek dil konuşuyor. ispanyolca. yani sen ingilizceye "şart, çünkü ortak dil" diyorsun, adam zaten doğuştan kendi evreniyle ortak bir dil konuşuyor.

    bunu o kadar içsel, içten, doğal yaşıyorlar ki, birinin ispanyolca bilmemesini garip buluyorlar, yavaş yavaş tane tane söyleyince anlayabilirsin gibi düşünüyorlar, ispanyolca bilmediğinizi söylediğinizde, bunu açık net anladıklarında bile sizinle ispanyolca konuşmaya devam ediyorlar. havaalanından çıkmamıştım daha, bir telefon kartı almak istedim, sekiz on kişinin bulunduğu bir araç kiralama standına yaklaştım, bütün sorduğum bir telefon operatörü nereden bulabileceğim, anlaşamadık. gayet de basit ve kibar biçimde "içinizde hiç ingilizce konuşan yok mu" diyecek oldum sonunda, dayak yiyordum. her biri bir ağızdan (anlayabildiğim tahmin edebildiğim kadarıyla) "ingilizceymiş, yok neden konuşamıyormuşuz, sen ispanyolca konuşabiliyor musun, konuşamıyorsun, ben neden ingilizce konuşmak zorundaymışım, siktir, yürü git" ne laf varsa yedim. düşünün, hepsi kalburüstü bir şirketin, iyi giyimli, ve allahaşkına ya, havaalanında ulan, havaalanında çalışan personeli! ve 1 tanesi ingilizce bilmiyor. işin acayibi, tabii bize acayip geliyor, bunu bir eksik noksan gibi algılamıyorlar, aksine ispanyolca bilmediğin için asıl sen cahilsin şeklinde bakıyorlar olaya.

    entry arjantin'den çok hispanic dünyanın ispanyolcaya bakışı üzerine oldu fakat diyeceğim şu, ispanyolca bilmiyorsanız latin amerika'nın hemen hemen tamamı gibi, arjantin'de de işiniz kolay değil. elinizde telefon, her anınız translate üzerinde geçiyor, emin olun çevirinize bile oflaya puflaya bakanı var.

    bunun dışında, zaten herkes yazmış. yok et yiyin, şarap için, maradona, messi. bir daha yazmanın alemi yok bilmiş bilmiş. ev kiralayıp on gün cadde sokak gezdim buenos aires'i, girmedik çıkmadık delik bırakmadım, özelden yazarım bilgi isteyene. tek cümlelik bir özet olarak, nefis bir ülke, kısa zamanda ispanyolcalarını da öğrenir, imkan olsa bir güzel yaşarım hayatımın sonuna kadar.
  • resmi olmayan sonuçlara göre dünyanın ilk liberteryen başkanını seçmiş ülke.
    (bkz: javier milei)

    bu ülkede insanlar ekonomik problemlerden o kadar daralmışlar ki, üniversitelerdeki en popüler bölümlerden birisi ekonomiymiş. tv programlarında ekonomi modelleri falan tartışıyorlar.

    ve bugün, radikal fikirleri olan, ideolojik yaklaşan bir adamı lan bir de bunu deneyelim diye seçtiler. javier millei arjantinde bir başarı öyküsü yaratabilirse bu tüm dünya'ya örnek olabilir.

    sadece arjantin için değil, dünya için de önemli bir gelişme bu.

    ilk kez gerçek manada liberteryenizme inanan bir insan eline güç geçirdi.
  • doğusudan batısına, kuzeyinden güneyine dolanırsanız dünya üzerinde görüp görebilecek en güzel ülkelerden biri oldugunu anlayacağınız; insanıyla, doğasıyla, etleriyle muazzam bir ülke.

    arjantin seyahati yillardir hayalini kurdugum ve sonunda gerceklestirdigim; hayatımda aldığım en güzel kararlardan biriydi. roma aktarmali ıstanbul - buenos aires seklinde acaip ucuza bir bilet yakalayip tek basima sirt cantam ve 20 günlüğüne basip gittim. anlatacak o kadar çok şey var ki.. biraz not geçeyim olabildiğince siz kendinize pay çıkarsınız:

    + ben buenos aires'e indim ertesi gün doğrudan otobüsle rosario'ya geçtim. bir kaç gece orada kaldım. rosario'dan asıl üç destinasyonumdan biri olan cordoba'ya geçtim. 5 gün orada ve çevresindeydim. doğa tutkunu biriyim. eğer sizde vadi, ova, dağ, tepe, göl, at vs isterseniz cordoba muhteşem. eğer gidecek olursanız çevresinde çok deli köyler ve beldeler var. bu beldelerin isimlerini ilgilenene iletebilirim. cordoba büyük bir şehir. şehir merkezi güzel, görülmeye değer, ama cordoba asıl çevresindeki köyler kasabalar ile cevher bir yer. buranin daglarinda, ovalarinda baya bir expedition olayina girdim.

    + daha sonra yıllardır en çok merak ettiğim şehirlerden biri olan (malbec şarap tutkunu bir adam olarak) mendoza sehrine gectim. ne diyeyim abicim her şeyiyle muhteşem bir şehir. doğası, yeşilliği, şehir planlaması, konserleri, etrafını sarmayalan ant dağları, ve tabiki o efsane dünyanın nadir üzümleri malbec'ten yapılan şarabi, ve tabi şarap yapılan yerleri.. burada ben bisiklet ve scooter kiraladım çevreleri gezmek için. 7 gün kaldım. at turları var onu yaptım. mendoza arjantin e benim için imzasını atmış bir şehir oldu. tabi mevsim de sıcak, yazın ortası öyle olunca başka güzeldi burası.

    + daha sonra arada baska bir kac köyde konaklaya konaklaya buenos aires'e geçtim. elbette çok dehşet bir yer. yani gezmeniz lazım; çok büyük. çok cool neighbourhoodları acaip bohem yerleri var.. buenios aires'teyken arjantin de çok yapmak istediğim skydiving olayını yaptım. buenos aires in güneyinde 1 2 saat uzaklıkta bir yerde yapılıyor sabahtan çıkıyorsun. çok ucuz tr'ye göre. ilgilenirseniz detayları paylaşırım. tango izleyin bol bol lütfen. bunun için biçilmez kaftanı olan bir muhiti var sehrin. insanlara sorun söyler. ispanyolcam cok temel duzeyde oldugu icin hatirlayamadim simdi. orada insanlar normal evlerinin önünde günlük bir seymiş gibi tango yapıyor. bol bol yürüyün buenos aires'te parkları çok güzel; her yer güzel.

    + genel olarak lütfen bol bol bol bol et yiyin. hayatımın en orgasmic deneyimiydi buradaki etler abicim. öyle böyle değil, her yerde et dehşet. ben gündüzleri çok bohem yaşadım ama geceleri restorant ve yemek konusunda hiç kısmadım. yediğim etleri unutamıyorum. parilla diye bir olayları var yemek için onu mutlaka deneyin bizim mangal gibi ama etlerin lezzeti dehşet. tabiki bu etlerin yanında malbec şarabi için. benim için de.

    + insanlar sorunca arjantin'i dediğim hep şu: ülkenin güzelliği, insanların muhteşemliği her bir güzel şeyi bir kenara bırakırsam, arjantine üç şey için yeniden gideceğim (1) et yemek için (2) ocak şubat ayında mevsim shiftini yaşamak için (yani yaz) çünkü bu çok başka bir deneyim, (3) kesinlikle yıllardır aklımda olan ve o tüm arjantinlilerin bahsettiği kuzey - güney rotasını (jujuy to patagonia) yapabilmek için.

    + ingilizce bilmiyorlar abi. yok denecek kadar az. o yüzden sözlük götürün, hele ki ücra kasabalarda kimse kimse ingilizce bilmiyor. telefonlarıza sözlük falan indirin.

    + kredi kartı bir çok yerde geçmiyor. öyle yemek yedikten sonra biz kredi kartı ile ödeneyeceğiz derseniz yok geçmiyo diyolar ve ne yapacağını bilemiyosun. nakit lütfen. yanınızda nakit götürün. orada da bozdurabilirsiniz ara ara.

    + buenos aires ya da diğer büyük şehirlerde merkezlerde herkes "cambio cambio" diye bağırıyor olacak. bunu diyen kişiler gelin döviz bürosuna gitmeyin biz size daha iyi bir komisyonla döviz - arjantin pesosu verelim diyorlar. güvenli değil. ofis bulup ofislerden bozdurun paranızı. galeyana getirebiliyorlar.

    + kesinlikle otobüs yolcuğulu yapın bol bol.. manzalaralar çok güzel olabiluyor. otobüs arjantinden en rahatı. trenden de rahat. koltukları tamamen yatabiliyor. o yüzden ben hep şehirlerarası otobüsle gittim her yere.

    + geçebiliyorsanız bir ya da iki gecelik buenos airesten feribotla uruguay'a geçin. çok uzun sürmüyor. dehşet sahilleri var.

    + ben biraz graffiti ve sokak sanatı takip ediyorum. bunun için en iyisi mendoza ve buenos aires. ilgilenirseniz süper seyler gorecekseniz arka sokaklarinda.

    + ben hep hostellerde kaldım çok ucuzdu, çok temizdi, bir çok solo seyahat eden insanlar tanıştım. yalnız çıktığım bu seyahatta bana baya eşlik etmiş oldular günlük turlarımda. yani hostel öneririm arjantinde çok yaygın.

    + pahalı mı vs? bak bu turu 20 günde kredi kartımı sıfırlayarak gittim yaptım döndüğümde 4200 tl harcamıştım. ama yemekten ve akşamları eğlenceden hiç kısmadım. buna hostel, otobüs, yeme içme, skydiving her şey dahil. bence dünyanın öbür ucundaki bir ülke için gayet ucuz.

    velhasıl ben yalnız başıma kimeseyi tanımadığım dilini çok az konuştuğum bir ülkdede doğu-batı hattından sırt çantamla baya bir backpacking yapmış oldum-şehirde dağda bayırda. kesinlikle oneririm. ama en azindan iki hafta kalin ve ne olur sadece buenos aires yapip donmeyin. arjantin buyuk bir ulke ve her yeri bambaska guzel.

    biraz alelacele yazdım. aklıma gelenler şimdilik bunlar. yardım edebileceğim başka bir şey olursa, yaziniz dostlar.
  • acikcasi buraya ilk gittigimde begenmedim. daha dogrusu off supermis demedim.

    fakat zaman icinde diger latin ulkeleri + madrid i gorunce aralarindaki en iyi ulke burasi geldi.

    ispanyayi cok gezemedim bi madrid bide ibizayi biliyorum. bask a barcelona ya gitmek te gerekir.

    fakat simdilik sunu soyleyeyim:

    ulke nispeten diger ispanyol ulkelerine gore daha temiz.

    daha da guvenli. evet buenos aires bana gore madrid den daha guvenli.

    ucuzluk olayina girmeyeyim, zaten herkes biliyor. yeni baskan ekonomiyi duzelticek mi gorecegiz.

    bi ingilizce konusunda ispanya'dan den daha kotu.

    yemek olarak ispanya ile yarisir ama daha ucuz. tekrar diyorum bask ve barcelona ya gitmedim. belki buralar cok daha iyi arjantin den.

    steak konusunda begenmedim maalesef. abd, avustralya ve japonya da daha iyi steak var (4-10 kat daha pahali tabi)

    ha bide plaj olayi kotu. yazin dahi sicak yuzulecek yeri yok.

    bunlara ragmen $1500 falan pasif geliriniz varsa rahat emekli olunur.

    mesela buenos aires te 1 sene once rastgele bir yerde kocaman 2 parca dana milenase (latin schnitzel i) yemistim. 3 veya 4 dolardi.

    1 gunluk yemegi rahat bir sekilde 10 dolara cikarirsiniz. 20 dolara falan hafta sonu steak yersiniz. 40 dolara luks mekanda giris + buyuk steak + peynir + tatli + sarap + cay/kahve ziyafeti cekersiniz. ortalama ayda 500 dolara krallar gibi yersiniz.

    iyi bir muhitte 80 metrekare 2/3 odali daireyi de 750 dolara kiralarsiniz.

    geriye kalan 250 dolarda faturaniz + bindiginiz uber e gitsin (ki uber asiri ucuz sefer basi 3-5 dolar falan)

    bu dedigimin benzerini madrid de falan yapmaya kalksaniz daireye sanirim 2000 euro kira + yemek olarak ise x2.5 euro yani 1250 euro yapiyor. fatura ivir ziviri da yine 250 euro yapalim 3500 euro eder.
  • türkçe sürümü için (bkz: gümüşhane)
  • burdan şöyle güclü bir şekilde çivi caksan orada "anam ayagima bir şey batti" diyebilecekleri bir yerde, daha kısa ve net olabilirsek dünyanin tam öbür ucunda göbeğimizin birlikte kesildigi bir yerdir arjantin. türkiyede yaşanan ne varsa ya önce ya sonra orada yaşanmıştır.. adamlar komşu ülkelerden halterci kaçırıp halter şampiyonu bile olmuşlar diyeyim de düşünün gari..

    ama bunlarin en garip dönemlerinden birisi 1970lerde yaşanır. dünya çiçek cocuklar ayağağına cenabet bir şekilde dolanırken, her tarafta beatles şarkıları çalınıp devrimden bahsedilirken dünya bir sabah israil'in filistin'e dalması ile uyanmış, bunu gören arap ülkeleri de "nah size petrol" diyerek 1973 petrol krizini baslatmislardir.. bu petrol üreten 6-7 devletin opec adindaki bir sendikaya üye olmasi, ve o sendikaya "aidatlar yüksek" diyerek katilmayan arjantinin yolunu açmıştır. her ne kadar ancak kendilerinin ihtiyaclarını karsilayan bir petrol miktarina sahip olsalar da basmislardir hortumlara.. o zamanlar 60 milyar dolarlik ihraçat bir senede 600 milyar dolar olmuş ve başta amerika olmak üzere bir çok ülkenin gözleri parlamistir..

    sonrasinda birden işler değişmiştir. orta sınıfın yüzde 40 orani ile var olduğu bir cografyada birden sendikalar delirmeye baslamis "daha yüksek maaş" diye tutturmuşlardir.. donemin hamisi peronlar da ne yaptilarsa grevlere, fabrika kapamalara ve akabinde gelen sokak catismalarina mani olamamislardir. bir de üstüne troçkistlerle liberaller kavgaya tutuşmuşlardir. o harala gürele içerisinde eva peron'dan sonra sayin peron'un nikahli eşi olan isabel peron ne yapacagini bilememis ve en nihayetnde 1976 yilinda ordu yonetime el koymustur.. general videla ve beraberindekiler ekonomi bilen insanlar degildirler.. yüksek enflasyon vardir ülkede, ama illaki arjantin lirasinin degerini yüksek tutmaya calisirlar "mavi beyaz memleketimin hic bir seyi degersiz olmaz" diyen videla enflasyonun daha fazla artmasini bir kenara birakin, ithal ürünlere ragbetin artmasini saglamis boylelikle yerli üretimi yüzde 20 oraninda düşürmüstür.. "o zaman şöyle yapalim dışa kapanalim daha konsarvatif olalim?" diyen videla, bir yandan da 30 bin kişiyi atlantiğe atmış, bir 6-7 sene sonra gelecek türk darbesine "yapilacaklar ve yapilmayacaklar" mesajini net olarak vermiştir..

    üstüne bir de falkland savasini kaybedince yonetimde duramamis yogun baskiyla 1982 yilinda demokrasiye geri dönmüştür.. ha o arada bir dünya kupasi da acaip şaibeli bir şekilde kazanılmıştır..

    dönemin yazarlari "önce ekonomiyi beceremediklerini gösterdiler, sonra devlet yönetmeyi beceremediklerini, falkland'i da kaybettikten sonra savaşamadiklarini bile gördük" demiştir cunta yönetimi için.
hesabın var mı? giriş yap