hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi

  • edit:

    gelen mesajlardan sonra anladım ki bu insanımsı varlıklara müstehak bir toplumuz. içimizdeki gerçekten iyi insanlar kusura bakmasınlar.
    bizim toplumumuz bu insanlıktan nasibini alamamış, görmemiş şempanzelere layık maalesef.

    diyorum ki su veren itfaiyenin hortumunu. pılımı pırtımı toplayıp en kısa zamanda defolup gideceğim buradan. aklınız varsa siz de yapın bunu.

    edit2: şunu da söylemeden gidemeyeceğim. "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" kafasıyla olmaz. o yılan döner bir gün sizi de ısırır.

  • "doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. işte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür." buyurmuşlar.

  • kanuni'den sonra tahta kim oturacak diye tahminler yapanların olduğu dizi. "favorim selim" diyen olmuş bir de. yok yok cidden bir deneyin parçasıyız millet olarak.

  • calikusu, sekiz-dokuz yaslarinda evde babamin eski ciltli, yer yer parçalanmis ve dili iyice arapçaya kaçan baskisini buldugum günden beri en cok okudugum, kimi yerlerini ezbere bildigim, hayatima damgasini çikmayacak bir sekilde vurmus bir kitaptir. o yüzden simdi bu satirlari yazarkenki zorlanmam.
    bir erkegin (bkz: resat nuri guntekin) bir kadinin içdünyasini bu kadar güzel anlatabilecegini, bu kadar ince, bu kadar hisli, bu kadar içten olabilecegini ben belki son olmasa da ilk defa çalikusu'nda gördüm.
    ve feride tüm zamanlar içinde en sevdigim roman kahramani oldu. tüm ele avuca sigmazliginin, içten coskusunun, çocuk nesesinin altindaki içliligi, kirilganligi, olgunlugu, eh, bunu söylemeden geçmek olmaz, idealistligi ve cesareti, bir de -doktor hayrettin bey'in de hakkinda söyledigi gibi- onu kavuran sevme sevilme ihtiyaciyla çok güzel, çok güzel demenin yetersiz kaldigi bir insan oldu feride benim gözlerimde. ve hatta nickimi lacrima'dan feride'ye çeviresim geldi simdi bir an, o raddededir. ben mi feride'ye benziyordum da o yüzden o kadar sevdim bu romani, bu kadini; yoksa bu kadar sevdigim için mi kitabi o kadar benzedim, ya da benzemek istedim feride'ye.. bilmiyorum. fakat itiraf edeyim ki, çocukluk yillarim dügünümden bir gün önce nisanlimin beni aldattigini ögreneyim de kendimi anadolu'ya vurayim, ögretmen olayim, isik saçayim gibi tuhaf fantezilerle geçti (aslinda bu hususta çok yalniz oldugumu da sanmiyorum, "feride'nin cumhuriyet kadinlari üzerindeki etkisi" ve benzeri birkaç yazidan okuduklarimi hatirlayinca).
    çok okudugumdan mi, yoksa resat nuri'nin içten tarzindan mi, yoksa ikisi mi bilmiyorum, ama bana kesinlikle fiction gibi, yaratilmis gibi, hayal mahsulü gibi gelmiyor anlatilanlar. gelmesinler.
    en sevdigim sahnelerse, ne bileyim, kamran'in at arabasiyla tekirdag'a yolculugu sirasinda enistesiyle feride hakkindaki konusmasi, feride'nin kamran'in evlilik fotografini gördügü an, "kalpsiz", uçar kaçar feride'nin aldatildigini ögrenmesinden hemen önce bir kayanin üzerine oturan kamran'in altina paltosunu serip "bundan böyle seni muhafaza etmek biraz da benim vazifem kamran" demesi, kamran'in buna "bunlar zannederim ki simdiye dek senden duydugum en güzel sözler feride" diye cevap vermesi, zeyniler köyündeki ölüm oyunlari, mühendislerin fransizca bilmedigini sanarak feride hakkinda fransizca konusmalari, müjgan'in feride'ye zorla kamran'i sevdigini söyletip sonra da "zannederim ki o da sana karsi lakayt degil feride" demesi, feride'nin müjgan'la kamran'in konusmasini duymamak için delice kaçmasi, sonra kiraz agacina çiktiginda yasli bir adamla yaptigi sohbet... bunlar saymakla bitmiyor.
    son olarak kitabin tüm güzellikleri yaninda dilinin ve üslubunun da hayranlik uyandirici oldugunu söyleyeyim, çalikusu'nun roman olarak tefrika edilmeden önce (sene 1922'dir) "istanbul kizi" adiyla bir tiyatro oyunu olarak yazildigini ve hatta feride isminin kitabin içerigine, mesajina da uygun olarak "basina buyruk, gururlu" oldugunu da ekleyeyim. kitap nasil bitiyorsa ben de öyle bitireyim bu feci bir his budalasi imaji çizdigimi düsündügüm entryimi: "yanlarindaki agacin dalinda bir çalikusu ötüyordu".

  • nasil bir alt-kultur haline geldigini bbc nin belgeselinden izleyip ogrenmek beni kasar diyorsaniz sizi soyle alalim.

    avusturyali 3 genc adam, 80 lerin ortalarinda eglenmek icin prag seyahati yaparlar. genclerden bir tanesi bu seyahati kaydetmek icin ikinci el bir magazadan lomo compact automat satin alir. bu oyuncakimsi makineden cikan fotolar o kadar enteresan ve renklidir ki, viyanaya donuslerinde hem kamerayi hem de fotolari goren arkadaslari birer tane edinmek isterler fakat sovyet uretimi olan bu kamerayi her isteyene bulmak o donemler cok da kolay degildir. bulabildiklerini toplamaya, ese dosta satmaya, derken her sorana satmaya baslarlar. lakin bi takim prensipler koyulur ; hic bir kurala tabi olmaksizin fotograf cekilmeli, eger kullanilmayacaksa atilmamali mutlaka bir baskasina devredilmelidir, bir nevi kutsal emanet muamelesi yapilmalidir.

    sovyetlerin disa acilmaya basladigi 90 larin basinda ulkeye giris yaparlar ve kendilerinin de itiraf ettigi uzere illegal yollardan koli koli lomoyu avrupaya satmaya baslarlar. ilgi artmakta, bu ucuz makineden cikan rengarenk fotograflara hayran olanlarin sayisi cogalmaktadir. avusturyali genclerin prag gezisi hem kendilerinin hem de dunyanin kaderini bi sekilde degistirmistir.

    sovyetler dagilmis, st petersburg daki lomo fabrikasi zor donemler gecirmektedir. satis kaygisi gutmeyen, fiyat-pazar gibi kavramlardan uzak olan sovyet fabrika yoneticileri, dunya fotograf makinasi pazariyla bas edemeyeceklerini dusunduklerinden ve 2500 kisilik calisan kadroyu besleyemeceklerinden fabrikanin kapanmasina karar verirler. viyanali biraderler vakit kaybetmeden yanlarina kattiklari avusturya buyukelcisi, ticari atese gibi destek guclerle, sadece kendilerine makine uretme ve her ay 1000 kamera satin alma teklifiyle lomonun kapisini calarlar. lomo buna sicak bakmaz, verilen teklifin maliyeti kurtarmayacagini dusunduklerinden redderler lakin viyana tayfasi hemen pes etmez. o donem petersburg valisi olan vladimir putin in kapisini calarlar. lomography nin nasil bir tutku oldugunu, nasil bulasici oldugunu, coktan beridir bir alt-kultur haline geldigini ve tum dunyanin rus mali bir makinenin sevdalisi olacagini ve bunun rusya icin cok sahane bir prestij ve reklam firsati oldugunu usanmadan anlatirlar. putin bu sunumdan cok etkilenir ve lomonun fabrika direktorunu arayarak bu cilgin viyanalilara bir sans vermesini ve pisman olmayacaklarini tavsiye eder.

    bu istegi reddedemeyen direktor, yeni bir fiyat teklifi ile orta yolu bulur. lomo sadece lomographic society e makine uretecek, viyanalilar da bunun dagitimindan, satisindan ve pazarlamasindan sorumlu olacaktir. evlilik nihayet gerceklesir, lomo yeniden dogar.

    peki lomo kompakt automat i bu kadar degerli kilan nedir? hic suphesiz lensi. minitar 32mm lik essiz lensin basarabildikleri, bu kadar dusuk maliyetli, toy-like bir kamera icin siradisidir. renk skalasi, dusuk isikdaki becerisi, kolay tasinabilirligi, saglamligi ve tipik sovyet praktizmi ile yeni neslin eglencesi olmak icin bicilmis kaftandir, hala da oyle.

    yuksek uretim maliyeti, tasarimin ve lenslerin rusyada yapilip montajin tamamen cin de yapilma karariyla asilir. lomographic scoiety hemen kampanyaya girisirler, bir urunun en cabuk yayilacagi, moda olacagi ulkeye ; amerika birlesik devletlerine cikarma yapilir. sergiler, paneller duzenlerler, kapali kutu sovyetlerin bu kucuk mucizesi vasitasiyle iki halkin kaynasma fikrini new york- moscow sergisi ile ortaya koyarlar. yarisi moskova da yarisi new york da cekilmis 10 bin kare fotograf ile amerikalilar icin rusya, ruslar icin de bir amerika tanimi yapan devasa bir koleksiyon. sergi buyuk ilgi gorur ve goren herkes bunu beceren minik makinenin pesine duser. velhasil 1990 lardan bugune, dunyanin belli basli tum sehirlerinde klupleri olan, toplantilar yapan, lomo buyukelcilikleri kuran, sansli uyelerine hac ziareti muadili " lomo fabrikasi gezisi" sunan, devasa bir organizasyon sekillenir, dallanir budaklanir.

    vladimir putin in bu ruyaya inanmasini hic bir zaman unutmazlar, kendisine lomography nin vaftiz babasi unvanini verirler. ilginctir ki lomo ve putin in yukselisi hemen hemen ayni tarih surecine denk gelmistir, bu da enteresan bir noktadir kanimca.

    monopol olmanin getirdigi gucle, her sovyet vatandasinin zamaninda edinebilmesi icin uretilmis bir makinaya 250 dolarlik fiyat uygun gormeleri kacinilmaz tabi. gerek e-bay de gerekse kucuk dukkanlarda zor da olsa cok cok ucuza edinilebilecek bu kamerayi, luks urun sinifina sokacak fiyat politikasi elestirilmelidir lakin eger bu atilim ve hareket yapilmasaydi, bugun satin alacak kompakt automat da olmayabilirdi, kim bilir?

  • sosyal yardımı acun yapıyor, adaleti müge anlı sağlıyor. devlet de bizim gibi televizyondan izliyor galiba bunları..

  • 4 kişi adam dövmeyi marifet sanan arapların olayıdır. hayretler olsun ki türk vatandaşı bu olayda mal gibi dikilip izlememiş ve pilotu kurtarıp karşı saldırıya geçmiştir.

  • gitmeyin lan adamın üstüne adam her erkeğin isteyeceği şeyi delikanlı gibi söylemiş. sunucular olur mu öyle şey falan diyorlar aydemir abimiz "o da razıysa" diye ifadesini tamamlıyor.

    pedofili falan diyenler olmuş ama pedofili başka bir şey arkadaşlar. böyle şeylere pedofili derseniz bu kavramı meşrulaştırmış olursunuz.

    20 yaşında kızla evlenmek isteyen adama kadın düşkünü denir, zampara denir, kırkından sonra azanı teneşir paklar denir ama pedofil denmez. pedofili çok başka bi durumdur ve insanlık suçudur amk. olayları birbirine karıştırmayın.