hesabın var mı? giriş yap

  • şu geleneksel yılbaşı hediye çekilişlerinde kişiye şirketin patronu çıkması olayı. adeta bir beşiktaş'ın kura şanssızlığı, adeta bir ölüm grubuna düşme bahtsızlığı. ceo da tam bir kapalı kutu, ne bir tanışmışlığımız var, ne bir mail'leşmişliğimiz.
    bir de adamın kendi parasıyla ona hediye alıyormuşum gibi bir his var.

  • 6. sinifa kadar okudugunu belirtmis zaten kendisi. bu yüzden herkes yerine herkez yazmasina takilmamak gerek.
    türkiye genelini gectim - eksi sözlük; üniversite bitirmis, yüzlerce kitap okudugunu iddia eden ve dahi anlamindaki de´leri ayiramayanlarla dolu.

    cok duygulandirdin be ali...

  • annemin bir dayısı var, ekrem dayı, biz bildiğimizden bu yana bekar, kendi halinde takılan, sessiz sedasız bir adam. izmir'de yaşıyor ama ne zaman başka birilerinin evinde kalması icap etse, evlerde öyle pek de istenmeyen bir adam oluyor. sebebini çok sonraları, vefatının ardından annemden öğrendim.

    ekrem dayı, yakışıklı bir adam, bakınca gençliği hızlı geçmiştir diyeceğiniz insanlar var ya, onlardan. saçları beyaz ama hala gür, güzel güler hatta keyfi yerindeyse şöyle bir kahkaha savurur, sağlam içer. gençliğinde bir kadına aşık olmuş, evliyken ve çocuklarına rağmen. hani hep öyle gelir ya insana, çocuk olunca gönül işleri bitirilmeli gibi, ya da çocuklar büyüyene kadar bu işler ertelenmeli, doğrusunu böyle bildik hepimiz. ekrem dayı, bildiklerine öğrendiklerine rağmen aşkının peşinden gitmiş, sonra da kavuşmamışlar hiç kadınla. günahı boyunlarına ama kadın da biraz şeymiş diyorlar, bilirsiniz, kötü kadın işte. bu lafı duyunca da kötülük mevzusunu bir kere daha masaya yatırası gelir insanın.

    sonrası beklenen son, sevdiğine kavuşamayan, hani hiçbir zaman o eskisi gibi olamayan insanlardan ekrem dayı da. kavuşamadıkça içmiş, içtikçe işinden olmuş, işinden oldukça içmiş, içtikçe yalnızlaşmış. insanların evinde olmasından rahatsız olacağı, çocuklara kötü örnek bir adam olarak kabul edilmiş çoğusu tarafından.

    mevzunun sonunda, yani benim aklım onu tanıyacak kadar erdiğinde, kimseye bir zararını görmediğim, neden arkasından öyle kısık sesle konuşmalar yapıldığını anlamadığım, az gülen ve az konuşan bir adamdı. kulübeden hallice bir yerde yaşıyormuş ve ölümünden önce, o kadar parasızlık çekmiş ki, cebine para koyan uzaktan akrabaları kanser olan babalarını ekrem dayının sırtında taşıtıyormuş hastane odasına kadar.

    ekrem dayı, bir sanayi sitesinde, eski arabasını yaptırıp dönerken tamirci çırağının yaptığı kaza sonrası vefat etti. kazayı duyanlar, ilkin, alkollü araba kullandığı için sonunda kendini öldürdüğü yakıştırmasını yapmış da gerçeği öğrenip evine gidence, yalnızlığını ve yoksulluğunu anlatıp durdular. ölünün arkasından yalnızlığa, vefasız akrabalara, hayırsız çocuklara, hayattayken nasıl da kıymet bilinmediğine ağıt yakmak bizde bir cenaze ritüelidir zaten. öldüğünde o derme çatma kulübeye gitmişler ya, "bir tane çürümeye yüz tutmuş mandalina varmış masanın üstüne, tabağın içinde" dedi annem, başka da yiyecek hiçbir şey yokmuş.

    nasıl bazı yerler bazı insanları, bazı kokular bazı anları hatırlatır. mandalina da bana hep ekrem dayı'yı hatırlatır ve ağır roman'daki o sözler gelir aklıma:

    "savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın. nüksederken raksına mahallenin maşallahı, eyvallahı; güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın. şimdilik, ölümüne kadar hayattasın..."

  • başlık: türkiye'de oynayan çok ünlü bir futbolcuyum.

    1. kendimi ifşa etsem yer yerinden oynar

    yakında olacak...

    bekleyin...

    3. sabri bence.

    4. batuhandır kesin amk
    boş işlerle uğraşmak onun işidir.

  • nasıl yani suriyeli kardeşlerimiz ülkesinin para biriminin tl'den daha değerli olduğunu göremeyecekler mi?

  • karizması yapımının çok zor olmasından ileri gelen kılıç.

    günümüzde ateşi tek bir hamleyle yakabiliyoruz, geçmişte de daha kolay yöntemleri mutlaka vardır ancak japonya ve uzak doğu'daki demir ustaları bir demirin ucunu döve döve kor haline getirip öyle yakıyorlarmış ateşi.

    bir katananın kalitesi tamamen dövülüşünden geçiyor. günümüzde hidrolik sistemlerle çok kolay olsa da geçmişte, yani sadece el gücüyle yapılan dönemlerde bayağı uzun sürüyormuş.
    tamahagane kor olana kadar ateş içinde ısıtılıyor, sonra dövülerek içindeki cevher çıkarılıyor. bu bayağı uzun ve zor bir işlem olduğu için tırnak kadar parçalar bile önemli oluyor, "aman bundan ne kadar çıkar, atayım gitsin" yok yani. daha sonra elde edilen parçalar kawagani ve shingani olarak ayrılıyor, shingani'ye kılıcın kalbi, kawagani'ye de kılıcın bedeni (ceseti) de deniyor. bu parçalar çekiç yardımıyla kırılıp düzgün parçalara ayrılıyor ve kılıcı oluşturacak parçalar bunlar.

    kırılan parçalar (kawagani) düzgün bir biçimde erime noktası daha yüksek bir temel üstüne diziliyor. üstüne tamahagane'den artan köpüksü demirler koyuluyor, ıslak bir kağıtla örtülüp üstüne sulandırılmış kil dökülüyor. bu kil parçaların düşmesini engelliyor. ayrıca ortamdaki oksijenin karbonla etkileşime geçmesini engelliyor, yani karbondioksit oluşumunu önlüyor. ayrıca ısınma/yanma/pişme/kor olma işlemini de hızlandırıyor.

    kor haline gelen çelik parçaları fırından çıkarılıp çekiç yardımıyla düzleştiriliyor ve kağıt/kil işlemleri ile tekrar fırına sokuluyor. bu işlem defalarca yapılıyor, ta ki çelik dümdüz olana kadar. bitti mi, bitmedi tabi.

    eldeki çelik parçası ortadan bölünüp katlanıyor ve kil suyuna bulanarak tekrar fırına sokuluyor. kor haline gelince çıkarılıp, dövülüp, ikiye bölünüp, katlanıp tekrar fırına sokuluyor. bu işlem çeliği daha yoğun bir hale getiriyor. defalarca devam ediyor bu işlem, ta ki karbon salınımı son bulana kadar. kawagani bir kenara bırakılıp shingani'ye geçiliyor.

    shingani parçaları da aynı şekilde diziliyor, ıslak kağıtla örtülüp kil suyuna bulanıyor ve fırına sokuluyor. shingani de defalarca katlanıp tekrar fırına sokuluyor. ta ki karbon salınımı bitene dek.

    kawagani uzun ince bir şekilde dövülüyor ve katlanmış shingani'nin içine yerleştirilip birleştiriliyor. bu birleşim katlamaların bir sonucu olarak "3 milyon katman"dan oluşuyor. daha sonra kor haline getirilip şekil verilmeye başlanıyor. kılıç dövüle dövüle bildiğimiz hattori hanzo şekline getiriliyor. uzunca bir kılıç görüntüsüne gelince ucu kesiliyor.

    burdan sonrası ince işçilik. ısıtılan kılıç açılı olarak dövülüyor. bu dövme işlemi kılıcı daha da inceltiyor. daha sonra sert demir bir zımpara yardımı ile keskinleştiriliyor. ancak hala istediğimiz seviyede değil, kör hala. kesmez.

    bulamaç halinde kil kılıca sürülüyor. kılıcın sırtına daha yoğun bir katman sürülüyor ki sert olsun, yüzüne de daha ince bir katman sürülüyor ki yumuşak olsun. bulamaç kuruduktan sonra da tekrar fırına giriyor. fırın yaklaşık 1000 santigrat derece.

    kılıç belli bir sıcaklığa gelince fırından çıkarılıp yağa yatırılıyor. böylece kılıç sertleştiriliyor. kılıcımız hazır. buradan sonrası detay. kılıcın bitip kabzanın başladığı yere bakırdan dövülmüş ve sahibini tanımlayan bir sembol ekleniyor. (genelde ejderha olurmuş) tahtadan yapılan sap özel bir örgüyle deri ile sarılıyor, tüm parçalar birleştirilince ortaya hattori hanzo çıkıyor.

    50 kilodan fazla kömür harcanıyormuş bu işte, aylar süren bir çalışma tabi. öyle yaptım oldu bitti değil. kılıç kullanmak çok ince, özel ve yetenek isteyen bir iş olduğu için eski zamanlarda japonya'da her kılıç ustasının kendi kılıcını yapması beklenirmiş.

    2000 yıldan daha eski bir kültür, insan böyle düşününce şaşıp kalıyor tabi. adamlar 2000 yıl önce böyle bir teknoloji geliştirmiş, böyle bir birikim yapmış ve bunu nesilden nesile aktarmışlar. hala bu sistemle yapıyormuş katana ustaları.

  • bir fenerbahçeli olarak çok az bulduğum ceza. aziz yıldırım'ı hapse atmıyorsunuz; volkan'a, emre'ye şöyle okkalı cezalar vermiyorsunuz. yeter artık amk kurtarın bizi şu adamlardan.