hesabın var mı? giriş yap

  • gazeteci osman nevres, hukuk-u beşer gazetesinde izmir'in işgaline karşı yazılar yazmıştır.

    15 mayıs 1919'da izmir'in işgali başladığında askerlerin en önünde yürüyen bayraktarı vurmuş, kaçmaya çalışırken şehit düşmüştür. öldürüldükten sonra cenazesinin tekmelendiği, çiğnendiği, süngülendiği de bilinir. buna rağmen öfkesi dinmeyen yunan askerleri, o sırada kışlada teslim olmak için bekleyen erleri kurşuna dizip, başta kolordu komutanı ali nadir paşa ve tümen komutanı hürrem paşa olmak üzere subaylarımıza da meydan dayağı atmışlar, içlerinden "zito venizelos!" diyerek bağırmasını istedikleri albay fethi bey'i emri kabul etmediği için süngüleyerek katletmişlerdir. daha sonra ali nadir paşa'nın eline bir beyaz bayrak verip arkasında subayları elleri havada "zito venizelos!" diye bağırtarak dayak eşliğinde, kordon'da dolaştırmışlar, yere düşenleri süngüleyerek denize atmışlardır.

    yunanlar tarafından katledilen osman nevres'in cenazesi üç gün yerde kalmıştır. yunanlar izmir'e çıkarken bir amerikan filosu* da izmir açıklarında demirliydi. kendisinin öldürülmesiyle başlayan katliamlar üç gün devam etmiş, katliamlarda ölenlerle beraber yerde bıraktırılan cenazesi, bu filodan karaya çıkan amerikan askerlerinin müdahalesiyle gömülmüştür. cenazelerin toplu olarak gömüldüğü düşünülmektedir. mezar yeri bilinmemektedir. sembolik mezarı istanbul bülbülderesi mezarlığındadır.

    üzerinden çıkan hüviyette ismi hasan tahsin olarak kayıtlıydı. (bunun nedeni, daha önceleri,isviçre'ye giderken babasının adına pasaport almak zorunda kalmasıdır.) ve o günden sonra hasan tahsin adıyla anılmıştır.

  • kahvedeki amca ekonomi konuşabilir çünkü kahvedeki amcanın söylediklerini alıp gazeteye, televizyona koymazlar. arda da kendi arkadaşlarıyla oturup konuştuğu ortamda ekonomi dahil her şey hakkında konuşabilir. ama medyaya açıklama yaparken her şey hakkında konuşursan ne diyon olum sen derler tabi. o yüzden ekonomi masterin yoksa susacaksın medyaya karşı. peki ben zamanımı harcayıp niye bu saçma entry'i yazdım. çünkü biraz önce söylediklerimi kendi başına çıkartamayacak insanlar var. tepkim mantıksızlığa...

  • a noktasından b noktasına yürüyerek gitmek mi istiyorsun. gidemezsin kardeşim bu lanet olası şehrin her sokağında köpek çıkıyor karşına. bazen 2-3 tane bazen 10-15 tane. bilmen mümkün değil saldırgan mı değil mi.

    spor olsun diye koşmak mı istiyorsun kardeşim, yakında bir yerde parka mı gideceksin koşmak için. gidemezsin kardeşim. parklar da artık köpeklerin elinde. hepsinde bir sürüsü hayatını geçiriyor. koşsan peşinden gelecek mi ne yapacak bilemezsin.

    insanların hayatlarını kısıtlayan köpeklere artık bir çözüm bulunması gerekir.

    not: istanbul

  • gün yüzüne çıkmasının hikayesi oldukça ilginç olan bir tablodur gerçekten de kaplumbağa terbiyecisi.

    bu eser, türk kamuoyu tarafından ilk defa 1970'lerin başında gerçek anlamıyla keşfediliyor ama öncesi var.

    dönemin zengin iş adamlarından, ünyeli varlıklı bir ailenin oğlu olarak 1891 yılında dünyaya gelen saim birkök, yedek subay olarak katıldığı birinci dünya savaşı'nda yaralanır ve hastaneye kaldırılır. birkök, hastanede sağlam bir arkadaş edinir. maalesef adını bilemediğimiz bu arkadaşın (büyük ihtimalle) sonradan doğan ve adını yakın arkadaşının ismini koyduğu oğlu saim'i evlat edinir ve yetiştirir. kim bilir, hayatında hiç evlenmemiş olan saim bey bir oğul hasreti çekmektedir belki de. onun tüm masraflarını karşılar; önce isviçre'de, sonra da itü'de okutup inşaat mühendisi çıkmasını sağlar. bu çocuk, sonradan yök eski başkan vekili kemal karhan'ın da itü'de sınıf arkadaşı olacak olan saim gökdoğan'dır.

    ancak kader yine ağlarını tam anlamıyla örmüştür ve olanlar olur. 3 haziran 1966'da, balat'ta babasından kalan büyük bir tersane işleten saim birkök ve manevi oğlu saim gökdoğan büyük bir tartışma içine girer. mesele; oğlunun dışarıda yaptığı ve yerine getirmediği inşaat taahhütleri, kefil olduğu diğer işleri, adına verdiği taahhüt mektupları, kumar ve diğer borçlarıdır. birkök, yıllarca saim'in bu tür davranışlarını sineye çekmiştir. tartışma gittikçe büyür ve saim birkök dayanamayıp tabancasını çıkarır ve oğlu saim'e tek el ateş eder. sonrasında telaşla yazıhanesine koşarak içeridekilere deyim yerindeyse haykırır: "hemen hastaneye yetiştirin, ölmesin!" ancak bu hareketi işe yaramayacaktır. saim gökdoğan yolda ölür. evet, saim birkök en yakın arkadaşının oğlunu, yıllarca her türlü imkanı sağlayarak okuttuğu üvey evladını vurarak öldürmüştür. gökdoğan 45, birkök 76 yaşındadır. tutuklanan birkök hapse girer. ve hatta hapis cezasını çekmeden önce girdiği sağlık kontrolünde kanser olduğu da anlaşılır. olay gittikçe romanlaşıyor yalnız.

    işte şimdi 1970'lerin başına geldik. türk tarihçi ve araştırmacı mustafa cezar bir araştırması sırasında o sıralarda hapisteki birkök'ün mühürlenmiş olan evi, şişli abide-i hürriyet caddesi'nde bulunan sarı köşk'ündeki sanat koleksiyonunun varlığını keşfeder. bu koleksiyon osman hamdi'nin içinde kaplumbağa terbiyecisi'ni de içeren eserlerinin de dahil olduğu kırktan fazla eserden oluşuyordu. saim birkök yukarıdaki tüm bu özelliklerinin yanında ciddi bir sanatsever ve tarih meraklısıydı ve hem sanatsal hem de tarihi değeri yüksek olan hatırı sayılır bir koleksiyonu vardı. cezar yakın zamanda yayınlayacağı bir çalışma için bu eserlerin fotoğrafını çekmek ister. bunun için gerekli olan izni de o sıralar sultanahmet cezaevi'nde cinayet nedeniyle yatan birkök'ü ziyaret ederek ondan alır ve tabloların fotoğrafını çekerek kitabında yayınlar. tarih her zaman olduğu gibi kendi yolunu bulmuştur ve böylece kaplumbağa terbiyecisi; türk kamuoyunda ilk defa net bir şekilde ve fotoğraflı olarak görücüye çıkmıştır.

    saim birkök ise 1971 yılında durumu ağırlaştığı gerekçesiyle salıverilir ve aynı yıl içerisinde kanserden vefat eder. 1962'de düzenlediği vasiyetinde tüm sanat eserlerini ve malvarlığını, kurulmasını istediği birkökler vakfı'na devretmiştir. uzak akrabalarının sonradan açtığı itiraz davaları mahkemeden ret cevabı alır ve birkök'ün serveti birkökler vakfı'nın olur. birkök, vasiyetinde kurulmasını istediği vakıfta görev alacak kişileri bile bir bir listelemiştir. bunlardan biri de o tarihte itü gemi inşaat fakültesi'nde öğretim üyesi olan yakın dostu kemal karhan'dı. karhan, saim birkök'ün istediği kişilerden tek hayatta kalandı. vakıf başkanlığı görevini üstelenerek ilgili çalışmaları yaptı.

    kaplumbağa terbiyecisi bundan yaklaşık 20 yıl sonra, 1991'de birkökler vakfı yararına yapılan bir müzayedede iş adamı, show tv'nin kurucusu erol aksoy tarafından tam bir milyon dolara (1991 için çok çok yüksek bir meblağ) satın alındı ve iktisat bankası'nın koleksiyonuna eklendi.

    evet, iktisat bankası şu an ortalıkta olmadığı için pek bilinmiyor çünkü banka 2001'de battı ve tmsf tarafından el konuldu. tmsf de bankanın koleksiyonunda bulunan kaplumbağa terbiyecisi için 2004'te bir açık artırma düzenledi. tablo tam 5 milyon liraya pera müzesi'nin oldu. bu sayı gerçek bir rekordu ve tablonun ününü de doğal olarak artırdı. hala da pera müzesi'nde bulunuyor.

    yaa işte böyle sevgili okurlar. tarih, içinde sınırsız hikayeyi barındırıyor ve bu hikayeler günlük hayatımızın her köşesinde saklanmış olarak bizlerin keşfetmesini bekliyor. 1906'da tuvale boyandığı günden sonra saim birkök'ün fırtınalı hayatının önemli bir parçası olan ve kendi hikayesini farkında olmadan zenginleştiren kaplumbağa terbiyecisinin gün yüzüne çıkma hikayesi de böyle işte.

    kaynak 1
    kaynak 2

    edit: bir iki bilgi ekleme.

  • eve kapanip ders calisirken kalemle topladigin saclar sahane bir sekil alir, disari cikarken binbir cesit tokayla bi milyon kere denesen de bir daha o saci yapamazsin.

  • halkın zopasını yeyince yazılı açıklama yapmış kişi beyanatı. düne kadar meydanlarda esip gürlüyordu.