hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi

  • bugün, iş başvurusu için çağrıldığım şirketteki ablanın bana dediği eylem.

    pazartesiden perşembeye kadar: sabah 8.30 akşam 7-8
    cuma: sabah 8.30 gece 12-1
    cumartesi: sabah 8.30 gece 3
    pazar: tatilden hallice (yersen)

    ücret: asgari

    mekan: halkalı gümrük(gidenler bilir). tuğlalardan örülü bir odacık ve bir adet kondisyonu iyi konteyner.

    not: üniversite mezunuyuz, tecrübesiziz ama bu kadar da ölmedik mk.

    edit: söylemeyi unuttum. şirketin operasyon işlerinin yapıldığı, tuğla ile örülmüş olan 15 metrekarelik yere bir sıva çekmeyi bile uygun görmemişler. o tuğlalara üzüldüm aslında ben.

  • bir insan ülkesinden bahsederken, ne kadar duru ve samimi olabilir onun cevabıdır. nuri bilge ceylan'ın cannes film festivalinde ödülü alırken yapmış olduğu konuşmada şöyle geçiyor bu ülke:

    "'bu ödülü, tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum''

    yüzlerce sayfa yazsan, sağından girip solundan çıksan, tepeden tırnağa resmetsen; bir ülkenin içinde bulunduğu durumu bundan daha güzel anlatamazsın. bir cümle, sekiz kelime ve olay bitmiştir. bir güzelliğin bu derece güzel tasvirini en son sadri alışık 40 yıl önce menekşe gözler'de yapmıştı. fatma girik'in çakmak çakmak gözlerinin yanına tutmuştu bir tutam menekşeyi. fatma girik'in gözleri miydi asıl güzel olan, yoksa menekşeyi tutanın bakışlarındaki ateş mi güzelleştirmişti o gözleri?

  • hep gülesim geliyor lan... böyle o normal hallerini, o kayseri pastırması-erzincan tulumu-cağ kebabı-misis ayranı-adana şalgamı tadındaki konuşmalarını duyduğum "anneminen babamın" arkadaşlarımla tanışırken kibarlaşmasını, adeta bakingım sarayından yıllık izne çıkmış iki asilzade moduna geçmelerini gördükçe hep gülesim geliyor. aslında bu tavır, sanırım biraz evlada duyulan sevginin, biraz da tanışılan çocuğun ailesine "anne babası da çok kibar insanlar" şeklinde bir mesaj gönderme kaygısının sonucu. bir açıdan şaşırmamak gerek belki de: sonuçta yeni tanışılan insanlarla, hepimiz böyle bir "resmi" eda ile konuşuyoruz. mamafih, anne-babada bu "resmi" eda daha bi' komik duruyor gibi. yakından bakalım:

    aile içi yaşamdan gündelik bir kesit:

    - anne halı saha maçına gidecem, formam nerde?

    - cehennemin dibinde... yeteri bilirseniz yeterin galan. her işe ben koşuyorum, usandım be...

    - baba bende bozuk yok ya...para verir misin maç için?

    - anne hizmetçi, baba uşak.. yiyin pezevenkler yiyin...

    ***

    anne babanın arkadaşla tanışma seramonisinden bir kesit:

    - anne bakın bu enver...

    - merhaba enver, nasılsın canım? annenler nasıl? bizim canip hep bahsederdi senden, tanışmak bugüne kısmetmiş... ne içersin enverciğim? pastayla çay güzel olur diye düşündüm ama?

    - baba, enver'ler de beşiktaşlı ailece...

    - ooo demek öyle enver'ciğim? muazzam bir duygu olsa gerek...

    ***

    tamam, bu "muazzam bir duygu olsa gerek" kısmını salladım... ama anlayın işte, bunun gibi böyle gündelik hayatta size söylendiğine pek şahit olmadığınız kibarlık şahikası şeyler... ne bileyim lan, bana komik geliyor valla...

  • kabus gibi bir hastalık. hasta, beynin kanlanmasıyla ilgili bir soruna bağlı olarak görme yetisini kaybediyor. ancak göremediğini inkar ediyor. görsellikle ilgili sorduğunuz sorulara kendine göre yanıtlar veriyor. yanıtlar doğru değiller ama hasta kendinden çok emin konuşuyor.

    bu hastalar aslında kör değilmiş gibi davranmıyorlar, kör olmadıklarına yürekten inanıyorlar ve yine çok içten bir şekilde bunu inkar ediyorlar. yalan söylemiyorlar, sadece ifadeleri kusurlu. çünkü görme olduğunu sandıkları bir deneyim yaşıyorlar ancak görüntü tümüyle içeride üretiliyor.
    kanamadan dolayı dış veriler doğru yerlere ulaşamıyor hasta ise bir gerçeklik duygusu yaşamaya devam ediyor ancak bu beynin ürettikleriyle sınırlı bir durum. yani artık yaşadıkları bu gerçekliğin, gerçek dünyayla bir bağlantısı kalmıyor.
    maalesef hastanın deneyimlerinin rüya görmekten, uyuşturucu kafasıyla uçmaktan ya da sanrılardan pek farkı yok.

  • rte: fakat, ben burada size çok daha farklı olanını vereceğim. bakınız biraz geçmişe gidiyorum, nuh tufanı...

  • hırvatistan maçıyla tekrar gördük ki seyircisiz bir şeye benzemiyor futbol. bence seyircisiz maç cezası yerine maçsız seyirci cezası uygulanmalı. olay çıkaran seyircilere 90 dakika mal gibi boş saha izlettirilmeli. (bak bir daha yapıyorlar mı?)

  • benim hanım ayda 30k kazanıyor. pilavı da dışarıdan söyleyebiliyoruz.

    edit: la oğlum neden hala favlıyorsunuz bunu. neyse güncel rakamı yazmayayım da canınız sıkılmasın.

  • osmanlı imparatorluğu'nda doğanın ehlileştirilmesi çabaları var olsa da, bu çabalar doğa bilimlerinden ziyade kişisel merak, şöhret ve ihtişam aracı olarak kendine yer bulmuştu. 1500'lü yıllardan beri canlı hayvanların teşhiri ve saklanması ile kendini göstermekte olan öncü hayvanat bahçeleri olan arslanhaneler bu durumun en belirgin temsilcileriydi. 19. yüzyıla gelindiğinde daha düzenli olan bu kurumlar, padişahların doğa üzerindeki hükmünü göstermesinin yanı sıra, özellikle sultanların kişisel merak olarak uğraştığı egzotik kuşları besleme ve üretme faaliyetleri için saray konutlarına yakın yerlerdeydi. arslanhanelerde çağlar boyunca aslan, ayı, domuz, devekuşu, geyik, fil, firavun faresi, misk kedisi, kaplan, kar leoparı, pars, karaca, kurt, leopar, vaşak ve zürafa gibi hayvanların saklandığı ve teşhir edildiği biliniyor. arslanhane'nin 2. mahmut tarafından kaldırıldığı ancak daha sonra tekrar ihya edildiği ve sultan abdülaziz tarafından özel ilgi gösterildiği biliniyor. arslanhane, 19. yüzyılın ikinci yarısında beylerbeyi, çırağan ve yıldız sarayları'nda, 20. yüzyılın başında ise köşklerde varlığını devam ettirmiştir.