• ne zamandır istiyorum ama ya vakit bulamıyorum ya aklımdan çıkıyor ya da nereye yazacağımı bilemiyorum. yeri burası değil ama demek istediğimin, olsun.

    her doğan can, dünyanın canına can katıyor. insan çocuğu oluyor yakından gözleme fırsatı buluyor da anlıyor bunu.

    15 yıl oldu sanırım belki de daha fazla pediatrik çalışıyorum. çocuk görmediğim gün bir haftasonlarıydı, onun dışında 3 günlükten başlayan tüm yaşlarda çocuklarla çalışırdım. o zamanlar öyle görmezdim onları, şimdi düşünüyorum da görmüyormuşum gözümün önündeki güzelliği, yeşilliği.

    sonra zeynep şirin doğdu. hemen olmadı birazdan anlatacaklarım ama zamanla zamanla sanki içime yerin altına sızan ve sonrasında kocaman akarsulara, denizlere karışan sular gibi bir sevgi doldu. sadece zeynep şirin'e karşı değil, zeynep şirin sayesinde tüm yaşama karşı, tüm yaşayanlara karşı. o küçücük şey, canımıza can kattı. o küçücük can, bana canın, canlılığın ne kadar değerli, ne kadar sevgili ne kadar anlatılmaz derecede güzel olduğunu bildirdi.

    yollarda falan su kaynaklarının etrafı hemen yeşerir, diğer yerlerden ayrılır da anlarsınız orada su var ya, zeynep şirin de öyle yaptı bizi. yeşertti, canlandırdı, dirilti, güzelleştirdi, yaşamsallaştırdı.

    sonra baktım ki tüm çocuklar yapıyor bunu. nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama yapıyorlar. etraflarına yaşam getiriyorlar. görenler için neşeli bir yaşam oluyor bu görmeyenler için ıstıraplı bir yaşam ama kesinlikle daha çok yaşam.

    diyecek çok şey var ama ne kadar desem diyeceklerimi diyemem. diyeceğim çocuklar çok güzeller. olabilecek en güzeller. her doğan çocukla dünyanın canına ekstra can geliyor, böyle böyle belki evren genişliyor, kim bilir.

    dünya mavi gezegen ya sulu olduğundan, dünya canlı gezegen çocukları olduğu için de. canlı olmak süper, canlılığın en güzel hali ise çocuklar. allah bu güzelim dünyayı çocuksuz bırakmasın.

    dünya çok güzel yer, yaşamak çok daha güzel, çocuklarla yaşamak en güzeli. sözlerime güzeller güzeli zeynep şirin'in sözleriyle son vermek isterim" ooo, mama"
  • bir kısım "sanatçı"ların gazetecilere hitap şekli.
  • "biz ne yaparsak yapalım çocuklar aptal olur." diyor hikmet benol.

    galiba haklı. bu günlerde kızımdan ne istesem "zorunda mıyım?" diyerek sırıtıyor eşek sıpası. (kızım on iki yaşında, arkadaşları ona çok şakacısın diyor.) *
  • "dünyaya gelen her 100 çocuktan 55'i asya'da, 19'u hindistan'da, 18'i çin'de, sekizi latin amerika'da, yedisi ortadoğu ve kuzey afrika'da, 16'sı afrika'nın sahra bölgesinde, altısı doğu avrupa'da ve sekizi sanayileşimiş ülkelerde gözünü açıyor. bu çocukların yaklaşık 32'si beş yaşına gelmeden beslenme sorunları yaşıyor. 27'si ise herhangi bir hastalığa karşı aşılanmıyor (yani 30 milyon çocuk). dokuzu beş yaşına gelmeden yaşamını yitiriyor. geriye kalan 91 çocuktan 18'i (bunun 11'i kız çocuğu) hiç okula gidemiyor. 18'i sağlıklı içme suyuna ve 39'u sağlık hizmetlerine sahip olmadan büyüyor. çocukların yüzde 25'in fazlası, yetersiz beslenme nedeniyle asgari kilonun altında bir ağırlığa sahip. dünyada 5 ve 14 yaş arası toplam 228,5 milyon çocuk (asya'da 127 milyon, latin amerika'da 17,5 ve afrika'da 48 milyon), ailelerinin asgari geçimine katkıda bulunabilmek için çalışmak zorunda bırakılıyor. tüm dünyada, 60 milyonu kız çocuğu olmak üzere 100 milyondan fazla çocuk ilkokula dahi gidemiyor. bu çocukların büyük bir çoğunluğu yoksul ailelerin çalışan çocukları veya sakat, hiv/aids kapmış, etnik azınlıklardan ya da çatışma bölgelerinden çocuklar. botsvana'da beş yaşın altındaki çocukların ölüm nedenleri içinde aids'in payı yüzde 64'ü, zimbabve'de ve güney afrika'da yüzde 50'yi ve namibya'da ise yüzde 48'i buluyor. dünyada 15 yaşın altında 1,4 milyon çocuğun hi-virüsü taşıdığı tahmin ediliyor. bu çocukların yüzde 80'i ise afrika'da yaşıyor. bu hastalığın ortaya çıktıığı günden bu yana 15 yaşın altında 4,3 milyon çocuk aids'ten dolayı öldü."

    anti-kapitalist hareket için kılavuzlar, metis.
  • anne babalarının hazineleridirler. dün akşam oğlumun çantasından bir resim çıktı, melek kanatlı bir anne vardı resimde. güzel sözler falan, hatta resmin bir kenarında bizim oğlanın da adı yazıyordu. çok güzel bir resimdi, doğurduğumdan beri kolay hakim olamadığım göz yaşları yine aktı. resmi biraz inceledik beraber; fakat sonra resmi arkadaşının yaptığı anlaşıldı, bizim oğlanın adını da yazdıklarının arasına eklemiş. "aaa, anneciğim, ben niye ağladım o zaman? götür defne'nin annesi ağlasın" dedim bu kez gülerek. "sehven ağlamışım" dedim eşime, o da güldü. fakat oğlan bunu duyunca bana sarıldı, "ben de sana yaparım anneciğim" dedi ve benim için beni çizdiği bir resim yaptı. değme ressamların resmine değişmem, badem oğlum benim...
  • güzel günler görecekler. üstelik bunun için herhangi bir şey yapmaları gerekmiyor, sadece çocuk kalmaları yeter.

    yetişmiş geri zekalılar olarak onları anlamaya çalışsak iyi olur:

    bi' kere, çok güzel uyuyorlar. aranızdan herhangi biri en son ne zaman sekiz saat deliksiz uyudu? (düz adamı kenara alalım.)

    sonra mevsimlerle son derece uyumlular: kışları kar topu oynayıp yazları leğenlerde güneşlenebiliyorlar. (geri zekalı görünmek pahasına yağmurlarda kafalarını gökyüzüne kaldırıp ağızlarını açıyorlar bir de.)

    her şeyi ciddiye alıyorlar, o kadar ciddiye alıyorlar ki her şeyi, "şeyler" oyuna dönüşüyor. aklı başında her yetişkin, oyunları gerçek denen iç sıkıntısına yeğler.

    merak ediyorlar her şeyi. (merak, bir iyileşme belirtisidir.) kuşların nasıl uçabildiğini, aynı çatıyı paylaştıkları serçelerin neden bu kadar çekingen olduklarını, bakkalda bu kadar abur cubur varken neden sadece beyaz leblebi alabildiklerini filan.

    her insanın bir zamanı var, çocukların da öyle. ama onlar hiç büyümüyorlar.
  • kanserojen maddeler...
  • -cocuklar uzerine-

    ve kucaginda bebek tutan bir kadin "bize cocuklar hakkinda konu$" dedi.

    dedi ki:

    sizin degildir, cocuklariniz,
    ya$amin kendi akintisinin ogullari ve kizlaridir onlar.
    araciliginizla gelirler, ama sizden degil,
    bu yuzdendir, sizinle ama yine de aidiyet'siz olmalari.

    sevginizi verebilirsiniz onlara, ama du$uncelerinizi degil.
    kendi du$unceleri vardir cunku onlarin da.
    bedenlerini barindirirsiniz, oz'lerini degil,
    ruyalarinizda bile giremeyeceginiz yarinin evinde ya$ar cunku
    oz'leri.

    zorlayabilirsiniz kendinizi belki onlar gibi olmak icin,
    sizin gibi olmalarini ama, aklinizdan dahi gecirmeyin.
    ya$am, ne dunle geriye gider cunku,
    ne de dunle gecikir.

    yaysiniz herbiriniz, ki cocuklariniz:
    ya$ayan oklar sanki, firlayan sizden,
    goruyor okcu sonsuzun yolundaki hedefi
    ve geriyor tum kudretiyle sizleri
    gidebilsin hizla ve uzaga diye oklari.

    birakin sevincle olsun gerili$iniz
    okcunun elinde,
    ki, ucu$unu sevdigi kadar okun,
    sever saglamligini da yayin.

    halil cibran *

    (ingilizce aslindan, fransizca cevirisi ile de kar$ila$tirarak turkceye ceviren: reha yunluel/$iirhane)

    ***

    -on children-

    and a woman who held a babe against her bosom said, "speak to us of children."

    and he said:

    your children are not your children.
    they are the sons and daughters of life's longing for itself.
    they come through you but not from you,
    and though they are with you, yet they belong not to you.
    you may give them your love but not your thoughts.
    for they have their own thoughts.
    you may house their bodies but not their souls,
    for their souls dwell in the house of tomorrow, which you cannot visit, not even in your dreams.
    you may strive to be like them, but seek not to make them like you.
    for life goes not backward nor tarries with yesterday.
    you are the bows from which your children as living arrows are sent forth.
    the archer sees the mark upon the path of the infinite, and he bends you with his might that his arrows may go swift and far.
    let your bending in the archer's hand be for gladness;
    for even as he loves the arrow that flies, so he loves also the bow that is stable.

    khalil gibran

    ***

    -des enfants-

    et une femme qui portait un enfant dans les bras dit, parlez-nous des enfants.

    et il dit :

    vos enfants ne sont pas vos enfants.
    ils sont les fils et les filles de l'appel de la vie à elle-même,
    ils viennent à travers vous mais non de vous.
    et bien qu'ils soient avec vous, ils ne vous appartiennent pas. vous pouvez leur donner votre amour mais non point vos pensées,
    car ils ont leurs propres pensées.
    vous pouvez accueillir leurs corps mais pas leurs âmes,
    car leurs âmes habitent la maison de demain, que vous ne pouvez visiter,
    pas même dans vos rêves.
    vous pouvez vous efforcer d'être comme eux,
    mais ne tentez pas de les faire comme vous.
    car la vie ne va pas en arrière, ni ne s'attarde avec hier. vous êtes les arcs par qui vos enfants, comme des flèches vivantes, sont projetés.
    l'archer voit le but sur le chemin de l'infini, et il vous tend de sa puissance
    pour que ses flèches puissent voler vite et loin.
    que votre tension par la main de l'archer soit pour la joie;
    car de même qu'il aime la flèche qui vole, il aime l'arc qui est stable.

    khalil gibran

    http://iquebec.ifrance.com/jisca/gibran.htm
    http://www.livresse.com/…aterfield-khalilgibran.htm
  • behçet necatigil'in bir şiiri.

    "çarşılarda bir şey
    biz pek aramazdık çocuklar olmasaydı.

    kasaplarda manavlarda bazı yorgun kadınlar
    hep de tenha saatleri seçerler
    sonra yavaş bir sesle
    çocuk için hasta kaç gündür yemiyor
    biraz et biraz meyve isterler.

    sevdiği bir reçeli gün aşırı yalnız ona
    kaşıklarla beraber büyür bir üzüntü
    yağların şekerlerin çayların
    uykularda bile bitiyorsa
    annelere düşündürdüğü.

    insanlara tezgahlara kağıtlara kolaydı
    biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı."
  • çocuklar
    onlar artık konuklardır
    herkes kendince ağırlar konuklarını
    kimi şakıya şakıya
    kimi susarak, yumuşak
    yaşadıkça eskir, ağırlaşır
    artar boşluk
    gün ayrı galaksiler
    uzaklaşır kaç bin ışık yılı
    sevgilerin, özlemlerin
    miadı dolmuşsa
    zorla zorla zorla
    nereye kadar
    onlar hoşça gitsinler
    kalmalı bir eyyam daha
    utana sıkıla.

    beni sorarsan / gülten akın
hesabın var mı? giriş yap