8 entry daha
  • ricoeur “kendi”liği, oradan geçmişimize dair anlatılar “kurabileceğimiz” bir soyut nokta olarak görür – bu kendi anlatının “kim”ine verilen cevaptır. ne var ki, bu anlatısallığa indirgenen kendilik sorununda iki temel sorun belirir? bu anlatıların gerçekliğine dair sorundur. birinin “samimi” bir şekilde anlatı oluşturması bir garanti oluşturmaz. burada bazı kriterlerden söz edilebilir. örneğin, içsel tutarlılık, dışsal tuturlılık ( başkalarının onayı) v.s gibi. bunun yanında, ricoeur kendilik sorununu aydınlatmak için bir ayrıma gider. aynılık olarak özdeşlik (idem) ve kendilik olarak özdeşlik(ipse). birincisinde, bütün değişimlerin ötesinde aynı kalan bir töz düşüncesine gönderiliz; ikincisinde ise “ben neyim” sorusunun eşlik ettiği ve üstüne düşünmeye zorlandığım bir zamansallık boyutu açılır, yani her seferinde değişen amaçlarım, benimsediğim değerler v.s.. fakat kendilik sorununu anlatısallığa indirgediğimiz zaman gerçekten sorunu çözmüş olur muyuz? deneyimlerimiz anahtarlık gibi sahip olduğumuz bir şey değil, onlara eşlik eden öznel bir “his” de vardır, yani o deneyimin aynı zamanda nasıl bir şey olduğu. deneyimin öznelliğe gönderen yanı, yani “nasıl bir duygu (şey)” olduğu şöyle bir ayrımda daha net görürüz: nesnenin özne için nasıllığı ve “nesne deneyimi”nin özne için nasıllığı. buradan nesne ile nesnenin deneyimi yani nesnenin verilişinde bir öznel deneyim unsurunun da ortaya çıkması vardır. bu nesnenin deneyimdeki öznel yanı, birinci-şahıs bakış açısını ihmal etmek, yani nesnellik yanılgısına düşmek olur-fakat bu üçüncü-kişi bakış açısı olmadığı anlamına gelmez. kısaca, bir deneyimin bir özne için “nasıl bir şey(duygu)” olduğu deneyimin nesnesinden ziyade, bu nesnenin bana nasıl verildiği ya da deneyimlendiği ile alakalıdır.hiçbir zaman bir nesneyi doğrudan doğruya deneyimlemeyiz. her zaman belirli bir tarzda deneyimleriz. örneğin, yargılanmış, tanımlanmış, görülmüş v.s olarak. deneyimsel özellikler kırmızı veya mavi gibi değildir bunlar nesneye çeşitli erişim tarzlarımıza aittir. yani, aynı nesne kendini çeşitli erişme tarzlarının her birinde farklı sunar. nesneye her yönelişimizde farklı verilme tarzları vardır. her ne kadar nesneye erişme tarzlarında farklılık olsa da, bütün deneyimlerimize eşlik eden “benimlik” vardır. örneğin, acı duyduğumda ya da acıktığımda bunları yaşayanın öznesinin “ben” olduğum dolaysızdır. fakat bu bilinçli-ben’den ayrılmalıdır. burada tematize edilmemişlik vardır. her deneyime eşlik eden kendi deneyimin üstünde ya da deneyimle dışsal ilişkide bir şey olarak görülemez( kant’ın her deneyime eşlik eden ve hiç değişmeyen formel “ben”i gibi) bilinç akışına dışsal olarak durmaz, her deneyimde bu zaten mevcuttur. kısaca, burada anlatısallık olarak kendilikten daha kökensel olan bu kendi kendine gönderme yapan kendiliğin çekirdiği dediğim bir göndergeselliktir.

    şunu da eklemek gerekir: kendi deneyimde verili olmadığı ya da sonradan uydurulduğu ya da yansıtıldığı yollu hume- nietzsche çizgisindeki self kavrayışının yargısal ifade karşılığı “masanın farkındayım” değil “masanın farkındalığı var” şeklinde edilgen bir yargıdır. bütün son dönem düşünceyi belirleyen olay düşüncesinin v.s kökendinde bu her türlü kendiliğin fes edilmesi yatar.
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap