• 80'li yıllarda ilkokulda teneffüs arasında yenmek üzere anne tarafından gazeteye veya bir beze sarılan ekmek parçasının sert olması sebebiyle kücücük çocuğun boğazından geçmemesi, akabinde çocuğun aklını kullanıp taş gibi bayatlamış ekmeği okulun önündeki çeşmede yumuşatıp öyle yemesi...

    hala içimi burkar her yemek yediğimde aklıma gelir bu anı.
  • sene 2000. gerizekalı babamın sırf ona buna hava atmak için kefil olduğu senetler ödenmediğinden başımıza patlayınca, haciz gelmesin korkusu ile evdeki tüm değerli eşyalar toplanıp bir tanıdığın deposuna kaldırılmıştı. evde kalan tek elektronik aletler buzdolabı, 1 adet 37 ekran tv ve benim orgumdu. zira o sene org kursuna gidiyordum ve çalışmam gerekiyordu. bir gün ben org çalışırken zil çaldı, gelenler haciz memurlarıydı. o orgu nasıl topladım, nasıl kaldırdım, nasıl yüklük dolabındaki yorganların arasına sakladım hala bilmiyorum. ama tek hatırladığım memurlar gidene kadar "ne olur orgumu bulmasınlar" diye içimden hiç durmadan dua ettiğim, kalbimin deli gibi çarptığıydı.
  • yıllar önce, evde yiyecek hiç bir şey olmadığından ve dolayısıyla acıkan küçük kızın komşuya giderek;
    ''ekmeğiniz yoksa ekmek alayım ayşe teyze'' demesi.
    bu olay her anlatıldığında beni gözyaşlarına boğan çocukluğum.
  • üşengeçlikle garibanlık arası bir anı da 90 lı yılların sonundan. ankarada su sayaçları kontörlü olmuş, içinde biriken ekstra kontörler de bitmek üzere, ve aski ankara' nın öbür ucunda. zaten para da yok. çözüm ; sudan kısmak ev arkadaşıyla duşa girmek, sifonu mümkün olduğunca az kullanmak,plastik bardak ve tabak kullanmak, yağmurdan yararlanmak, gece yarısı bahçe fıskıyesine operasyon düzenlemek
  • 2001 ekonomik krizi dönemleri. çalışılan işyeri maaşları geciktirmekte ve ödeyebildiği zaman da eksik yatırmaktadır. "kendi ayaklarım üzerinde duruyorum, hem çalışıp hem okuluma devam edebilirim" repliği ve burnumun dikinin kılavuzluğuyla, "okulunu hallet önce,ne yapıcaksın ki şimdiden çalışıp" diyen babayla restleşildiği için, kuyruğu dik tutma performansı adına babadan yardım da istenememektedir.ev arkadaşı aynı zamanda iş arkadaşı da olduğundan; aynı koşullar o' nun için de sözkonusudur.velhasıl kıt kanaat , eksik gedik geçiştirilmeye çalışılmaktadır her şey. ( hmm...giriş bölümü iyi oldu sanki,devam..evet!)

    o gün; cepte beş kuruş para olmamasına rağmen yine maaş alamama ve en umutlu olunan dersten kalındığını öğrenmekten kaynaklı moral bozukluğuna , bünyesel bir halsizlik de eklenince , işten izin alınır ve eve gidilir. ev iş yerine çok yakındır allahtan, -yürüme mesafesi- yorgunlukla kanepeye bırakılır kaide. ve bir sigaraya ihtiyaç vardır. fakat o da ne paketimizde tek bir dal bile sigara bulunmamaktadır. bütün bu olumsuzluklardan kaynaklı bir tetiklemeyle dayanılmaz raddedir artık nikotin ihtiyacı. tahammül eşiği kat be kat aşılmıştır. bir dal sigaraya kırallığım moduna geçilmiştir. (turrrup sıkayım senin kırallığına, peeh ! ) evde kalmış boş paketler umutsuzca aranır,ama bu arayış da nafiledir. ( düğüm düğüm evet,gerilim dorukta..)

    hışımla salonda voltalarken , televizyon sehpasının alt rafında sigaraya benzer bir şey göze çarpar. yakınlaştıkça emin olunur, evet evet tek bir sigaradır bu. hem de marlboro..."kimbilir ne zamandan benim nasibim için gizleniyodu burda bu" deyip, "şükürler olsun" modunda yakılır hemen. tam nikotin kanıma ulaşıyor,hücrelerime işleyecek..iki nefes çektim, çekmedim derken..sigara ufak bir patlamayla dağılır. meğersem şakacı (!) ev arkadaşımın zaman zaman yaptığı eşşek şakalarının nesnesi sigaralardan biriymiş bulduğum tek dal. ağzımda barut tadı bırakarak darmadağın olan izmarite bakarak,garibanlığa mı , maaş ver(e)meyen iş yerine mi , şakacı ev arkadaşına mı küfredileceği bilinmez bir halde ağlanır. artık gözyaşlarına hakim olunamaz çünkü.

    o günkü iç burukluğumu asla unutulamayacaklar başlığı altında kişisel tarihime kaydetmiştim. ( sonuç ; ağlamak güzeldir, evet! )
  • hatırlandığında duyulan hüznün acıttığı kadar da ruhu okşadığı anlar ve anılar.

    3 gün boyunca 5 dandik sosis ve bir ekmekle karın doyurmak gibi...
  • tuvaleti geldiği için cebindeki son parayla bindiği belediye otobüsünden acilen inmek ve benzin istasyonunda ihtiyacını giderdikten sonra eve dönmek için minibüsçüye camdan durumu anlatmaya çalışmak.
  • açlıktan saksı bitkisini yemeğe kalkmak ve fakat onun da tadının zehir gibi çıkıp saaatlerce öğürtmesi....
  • abdullah öcalan'ın yakalanması, antalya'da turizmin 2 seneliğine "bitmesi", ayan beyan iflas ettiğim belli olsa da, 8 ay her şeye karşın işler düzelecek diye diretmem ve akabinde iflası kabullenmem ve şirketi kapatmam...

    istanbul'a dönerim ve 4000 dolar maaşla işe başlarım... kol gibi girmiş şirket borçları üzerine binen vergi borçları, onun üzerine binen hayvani kredi kartı borçları...

    3 yıl boyunca kazandığım her kuruşu ayın ilk 2 günü bankalara, devlete ve alacaklılara vermem... cebimde kalan sadece bir aylık yetecek akbil parası... günde 2 paket sigara içmeme rağmen alacak paramın olmadığı için yıllarca 1 paket samsun alıp onu 3 gün idare etmeye çalışmam. 4000 dolar maaş alıp, işe altı yırtık ayakkabılarla gidip gelmem.

    ay sonlarında cepte para olmadığı için sabah 7'de evden çıkıp yürüyerek saat 9'da sultanahmet'teki işyerine varmam, sonra yürüyerek geri dönmem... sokaktan geçen ayakkabıcıdan 6 ay taksitle ayakkabı almam... ödemelerimi mümkün olduğunca yapmaya çalıştığım, kimseden kaçmadığım halde eve sürekli gelen haciz kağıtları ve avukatlara dil dökerek geçen yıllar...

    tüm o zor şartlarda dahi, bütün borçlarımı ödememe, hiçbir elemanımın maaşını aksatmamama, bunların acısını yıllarca çekmeme, altından kalkılmayacak borçlara girsem de kimseye bir kuruş borcumu bırakmama rağmen bugün krizi bahane ederek aylardır maaşları geciktiren, ödemeyen patronları görmem...

    ve sonradan çıkan vergi afları... vergi aflarından nefret ediyorum!
  • üniversiteye başladığımın ikinci haftası bir pazar gününün ve ertesi gün öğlen vaktine kadar olan tüm anlardır. bir haftada ailenin gönderdiği yüzelli lira bitmiştir, bir pazar öğlen uyanılmıştır, koca devlet yurdunda kimse tanınmıyordur, dahası yemek fişi diye bir durumdan haberimiz yoktur, ne ailenin, ne de şahsımızın bilimum atm'si olsun, kredisi olsun bir kartı yoktur. öğlen inilip boğazda okul bahçesinde aç ders çalışılmış, geri dönülüp akşamüstü beşte daha gün batmadan uyunmuş ertesi sabah yedide kalkılmıştır, bu arada su dahi içilmemiştir, tam zekai modu. unutkanlıktan gerçi. ertesi gün ptt'den koşa koşa gidilip havale alınmış ve balkan lokantasına koşulup bir sıcacık mercimek çorbası içilip, pilav yenmiştir. hâlâ unutamam o sıcaklığı, anne kucağı gibi, hâlâ ağlayasım gelir o gün aklıma düşünce, şimdi de paraya para diyoruz hâlen ama istanbul'u belledik, artık dostlarımız da var, aç bırakmaz kimse, o yalnızlık hissinden hep var bir şeyler ama içimde. ağlıyorum lân.

    bir de bunun rezil hâli vardır, sodexho har vurulup harman savrulmuş on günde bitmiştir, üçkuruşluk burs beş kitaba yetmiştir, cepte de para kalmamış, üç ay önce kenara konmuş hazır çorba seti paketleri yarım yarım kullanıp bir haftaya yayılmıştır, içine kraker atılmıştır, bayatından. o köpeköldüren musluk suyu içilmiştir ki suya para verildiğini lisede öğrenmiş bir bünyeyizdir, hep evin önündeki kaynak suyundan nasiplenilmiştir senelerce. üç gündür tek paket sigaraya tamah eden über-tiryaki bünye artık dayanamamıştır, tam birbuçuk saat odanın altını üstüne getirmiş ve elli kuruşu orwell'in paris ve londra'da beş parasız'ının arasında ayraç olarak bulmuştur - çok ciddiyim!- espri dahi yapılmıştır, down and out in beşiktaş and ortaköy, büfeye koşulmuştur, sorulmuştur tekel 2001 ucuzdu diye, cepte 2.75 vardır, cevapsa 3.25'tir, hergün alışveriş yapılmasına rağmen borç yapmak istenmemiştir, adam samsun 216 var demiştir, ver abi! diye haykırılmıştır. o gün başladım 216'ya. gönlüm taşra be.
hesabın var mı? giriş yap