• şu an evli olmamı sağlayan 7 sene önceki davranış. tabii yüz yüze cesaret edemediğimden sms yolu ile
    hatırladığım kadarıyla;

    - uzun süredir beni bu kadar heyecanlandıran kimse olmamıştı, sence bunun adı ne? cilekli sut
    yaklaşık 2-2,5 saat ses seda çıkmaz? ben sms attığıma bin pişman, aklımdan bir sürü şey geçerken
    - nasıl inanacağım sizin olduğunuza? tatile nereye gitmiştiniz? (çok garanticidir de kocam, inanmaz ben olduğuma, müdürünün onu sevindirmek için attığı bir sms sanır)
    - erdek (bu ne biçim adam ya, şaka mı?)
    - beni de uzun zamandır kimse bu kadar heyecanlandırmamıştı, bu mesajın gerçek olduğuna ancak yarın servise bindiğinde göz göze geldiğimiz zaman inanacağım.

    hala hayatta yaptığım en doğru şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. sürekli gelen mesajlar üzerine edit: kimilerine bir cesaret örneği oldu bu entry, kimileri imrendiğini ama olumsuz geri dönüşten korktuğunu söyledi kimileri de inanamadı bu duruna nedense. 3 gün önce 12. evlilik yıldönümümüzdü, eşim ve kızımızla birlikte kutladık.tabii ki her şey her zaman güllük gülistanlık olmuyor, tartışmalar, kırgınlıklar, küslükler... ama bütüne baktığımda sevgi her şeyin üstünde. siz de kalbinizin sesini dinleyin gençler..
  • allah düşmanımı bile buna mecbur bırakmasın, olay karşılıklı flörtle çözülsün. valla bak. normalde cesurumdur, dışa dönüğümdür, lafımı da kimseden sakınmam ama şunu yapabilmek için 9 ay düşündüm, söylemeden . baktım olmuyor, çevremden de duyuyorum "bir şeyler olacak gibiymiş x'le y arasında.", eski kız arkadaşı sürekli konuşmaya çalışıyormuş bilmem ne, belki iki üç hafta sırf konuşmamı planladım ama nasıl stresliyim, nasıl gerginim. neyse en sonunda üç saniyeliğine beynimi kapatarak düşünceleri, endişeleri bir kenara ittim ve "konuşmamız lazım" dedim, doğru zamanı falan da beklemedim. planladıklarımdan aklımda kalabilenleri söyledim. arada düşünmüyor değilim, "bunu da söyleseydim, bunu da bilseydi, bana böyle dediğinde ben de şöyle deseydim ikna ederdim belki" diye ama sonra diyorum ki, ne değişecekti?insanların kalbini yarım saatlik bir konuşmayla veya bir cümleyle elde edemezsiniz sonuçta.

    o hayatına devam edip başka kızlarla çıktı, ben ise hep kendimdeki eksikliği merak ettim.

    2018 editi: ya siz ne güzel insanlarsınız, sene olmuş 2018 bana hala "kardeş kendinde eksik arama, onun kaybı" diye mesajlar geliyor. hızlı özet geçeyim, ondan sonra da hoşlandığım erkeklere açılmaya devam ettim. devam ettikçe daha kolay geldi, daha da devam ettim. ve yaşım ilerledikçe de daha kolay olumlu yanıt almaya başladım. olay ergenlikteymiş.
  • benim de yapmış olduğum eylem. diyalogun gelişimi şöyle olmuştur:
    b: ben
    h: hoşlandığım erkek.
    olayın gerçekleşme biçimi: telefon görüşmesi.

    b: bak h'cim, sana söylemem gereken bir şey var.

    h: söyle bakalım.

    b: birçok yönden oldukça iyi anlaştığımıza inanıyorum. bir süredir sana olan hislerimi de tartıyorum ve sana senden hoşlandığımı, seni sevdiğimi söylemek istiyorum.

    h: kendimle gurur duydum.

    b: (iç ses) (ulan duya duya gurur mu duydun? başka cevabın yok mu?)

    h: bunu yüz yüze konuşalım ama mutlu olduğumu bilmeni isterim.

    sonuç: şimdi evli ve mutluyuz.

    kendisi burayı okuyorsa selam ederim.
  • işi gücü bıraktım, yazılan her şeyi okudum.

    öncelikle; burada sakın yapmayın diye salık verip gidip türk kızı başlığı altında "hoşlanır ama kışt der, hoşlanır ama açılmaz" diye ağlayan erkeklerin hepsini tespit ettim, ip adreslerini aldım. sırayla tenhada sıkıştırıp, bellerine ıslak odunu veriyorum.

    devamında; burada sakın yapmayın diye salık verip olur olmaz her başlığın altına türkiye'de cinsiyet ayrımcılığı var diyen kızların da alayını tespit ettim. kendilerini allah'a havale ediyorum.

    erkeğin götünü kaldırır diyen arkadaşım, kadının erkeğin yok. senden 10 tane çin'e, 10 tane hindistan'a; nüfus planlamasının kralını yaparsın. kadının götü kalkmasın, erkeğin götü kalkmasın, kimse açılmasın. sevişmeyelim de zaten neslimiz kurusun amına koyim.

    arkadaş seviyorsan git konuş. daha ötesi yok bu işin. kadını erkeği de yok. birkaç kız, bir de erkek açılmıştı bana. ne götüm kalktı, ne millete meze ettim kimseyi. hem sonra ben de sevdim, aşık oldum, açıldım, reddedildim. hayat bu, bunlarla güzel. yarın yaşlandığımda "eheh lan ne reddetmişti ceyda beni" diye güleceğim. ki şimdi bile aklıma geldikçe gülerim. bu arada harbiden ne reddetmişti beni ceyda var ya, eheh. ilk başta üzülmüştüm ama geçti sonra.

    sonra şu anki kız arkadaşım da gelip açılmıştı bana yıllar evvel. iyi ki de açılmış. yoksa ben o'nu gördüğümde iki lafı bir araya getiremiyordum ki derdimi anlatayım. bu arada her tartıştığımızda "sen koştun peşimden" demiyorum, biliyorum ki o koşmasa bu kadar mutlu olamazdım bugün.

    nacizane derim ki, yıkın böyle hoşlanılan erkeğe* açılmak kötü tarzı sikindirik ön yargılarınızı. hayat süprizlerle dolu zira. ayrıca sene sonu ya da 2013 başında düğünüm var kısmetse, hepinizi beklerim. kısmetse diyorum çünkü daha sormadım benim hatuna evlenir mi benle diye. fakat sormasam daha iyi olur bence. çünkü götü kalkacağı için. evet.

    eheh.
  • sapıklık boyutunda göz hapsine aldığım bir çocuk vardı. yakışıklı mıydı bari? yüz kıza sorsan doksanı ''aaay dünyadaki son adam o kalsa..'' ile başlayan cümleler kurar, dokuzu da ''erkeğin tipsizi yakışıklısı olmaz. iti olur, efendisi olur'' derdi (?). kalan biri de bismillah çekerdi. ki o da ben oluyorum haliyle.

    onun benden haberi yoktu tabi. kampüsteki cafede sürekli çocuğu görebileceğim açıdaki masaları kapmalar, o kalkıp gidene kadar zinhar orayı terk edememeler, hatta sırf ders aralarında gelir de görürüm ve madem görme ihtimalim var öyleyse bu fırsatı değerlendirmeliyim, mantığıyla tüm gün cafede oturmalar derken haftalar geçti. benim devamsızlıklar sınıra dayandı. mecburiyetten gidip giriyorum ama aklı derse vermek ne mümkün? hayır, adını bile bilmiyorum ki liseli gibi çaktırmadan adını yazayım bir kağıda, süsleyeyim falan zaman geçsin. gerçi böyle bir şeyi hiç yapmadım ama gayet revaçta olduğu bir dönemde lise okudum.

    feleğin çemberi oluşurken bizzat orda olan, geleni geçeni izlemiş bir kız arkadaşım, ''sen kime bakıyorsun öyle?'' deyip de baktığım çocuğu görünce, sorusunu ''inanmıyorum... sen neye bakıyorsun öyle?'' olarak değiştirmişti. öğrendikten sonra ''o kenafir gözlü olmaz yavruumm o çocukla olmaz guzuuumm'' diyerekten çok vazgeçirmeye çalıştı lakin faydasız. seviyorum istetcem...
    birer ikişer benim bütün arkadaşlarım bu çocuğa abayı yaktığımı öğrendi. herkes beni vazgeçirmek için uğraşıyor. allahsızın evladı da dönüp bir kere olsun bakmıyor, farkıma varmıyor ki fırsat bilip ''o da beni seviyor işte, çıkın aramızdan'' özgüvenim gelsin.

    bazen benim oturduğum masanın yanından geçmesi gerekirdi, arkadaşlarının yanına gitmek için. onun için küçük, benim için çok büyük adımlarla... zira nerden baksan aramızda yarım metre vardı. karşılıklı ayakta konuşmamız gerekse benim boynum, onun beli ağrırdı. yapacak bir şey yok. tamamen genetikle alakalı bir mevzu... o yanımdan geçerken, masaya maymun gibi yapıştığımı biliyorum. yok yahu. rüzgarından savrulmamak için değil. o kadar da değil. insanın hem dizlerinin hem dilinin bağı çözülüyor öyle anlarda. ki ben langadanak ağzımdan çıkanlar yüzünden az bela atlatmadım. bu yüzden masaya yapışmak, benim için yapılabilecek çok mantıklı bir hareket oluyordu.

    hep erkeklerle oturup, hararetli hararetli bir şeyler konuşuyordu. bi bitmedi mevzuları onca zaman. neydi dertleri bu kadar? hep bir ağır abi, hep bir çevreye korku salan bakışlar... aman canım kızlarla oturmuyordu ya, önemli olan buydu. sürekli aynı kızla otursaydı mesela? yok yok, erkeklerle oturması muazzamdı. bunda kafa yorulacak bir şey yoktu.

    kafama koydum. gidip tanışıcam. günlerce cesaretimi toplamaya çalıştım. tam ''an bu andır'' diyorum, yanıma birileri geliyor. tam ''ya allah'' diye masadan kalkıyorum, bunun yanına bir ordu adam geliyor. ''ya sabır''la avunuyorum... bu süreçte, birkaç kez ona baktığımı görmüştü, adım gibi emindim. hatta bir keresinde, utanır gibi gülümseyerekten başını yanındaki arkadaşına çevirmiş, hemen sonra da gözümün içine bakmıştı. dönüp tekrar bakarsa senindir, derler... harekete geçmek lazımdı ama zamanı tutturamıyordum bir türlü.

    derken, bir gün yanımda kimse yoktu. onun da yanında kimse yoktu. hatta cafede doğru düzgün kimse yoktu. rezil olursam, herkes duyacak ama şahit az olacaktı en azından. ben bunları düşünürken, yine o beyaz atkılılardan biri gelip oturdu bunun masasına. kahretsin... geç kalmıştım. kendime sinirli bir halde kahve almak için kalktım. masama geri dönerken, onun oturduğu masanın yanından geçerken ve birden ''merhaba'' derken buldum kendimi. o kadar yaklaşmamam gerekiyordu işte. tutunacak dalım olmadan yakalanmıştım. daha doğrusu kendimi ele vermiştim.

    beyaz atkılı olan ''hayırdır bacım?'' der gibi, benim oğlan ''tam da önemli bir mevzu vardı...'' der gibi baktı. ben de ''bir şey söyle yoksa elimdeki bardağı kafanda kırarım'' der gibi baktım. ''bacım sakin ol'' der gibi bakan arkadaşını desteklercesine, ''tabi ki bir şey söyleyeceğim'' der gibi bakan benim oğlan, tam ''başlarım böyle işe, ben gidiyorum'' der gibi baktığım bir anda, ''merhaba'' dedi. bunların hepsi üç saniyede oldu.
    sonra ben ''oturabilir miyim?'' dedim. arkadaşı tam ''ne demek bacım'' diye bakacaktı ki, ''yetsin artık bu kadar'' der gibi bakarak onu durdurdum. bizim oğlan da ''tabi tabi, gel'' dedi.

    ya bu çok salak bir durum. kabul ediyorum. rezil de bir durum. zaten sigaram da yalnız oturduğum masada kalmış. kahvenin sigarasızlıktan, benim ne konuşacağımı bilmemekten boynum bükük, duruyoruz öyle. herkesin birbirine inatla, bir şeyler der gibi bakmayı sürdürdüğü o anlarda aklıma dahiyane bir fikir geldi ve adımı söyledim. böylece onun da adını öğrenebilecetim. of allahım beni yaratırken neden bu kadar yağdırdın? bendeki zekayla on kişi ortalama bir hayat sürerdi halbuki. neyse şimdi isyanın yeri değil. memnun oldum faslı kapanmak üzereyken, bu kez ondan bir atak geldi. hangi bölümde okuduğumu sordu. durur muyum tabi yapıştırdım cevabı. üstüne bir de aynı soruyu sorunca, artık onun hakkında iki şey biliyordum. adı ve ne okuduğu. o arada ''defolup gitsen artık'' der gibi bakışımdan bir şey anlamayan arkadaşına, masanın altından ''pardon yanlışlıkla oldu'' denilebilecek bir hızla tekme attım. çok şükür anladı ve ''benim işim var biraz, memnun oldum'' diyerek gitti.

    ''ben de bir kahve alayım'' diyerek de benim oğlan kalktı. ''ben ne yaptım?'' dememe fırsat bırakmadan da geri döndü ve karşıma oturdu. nerelisin, kaç yaşındasın, hava, su, benim de bir arkadaşım sizin bölümde muhabbetlerinin de tıkandığı noktada, girdim meseleye. kıvırmadan, direkt hoşlandığımı söyledim. zaten gidip tanışarak, kıvırma şansımı çöpe atmış bulunuyordum. o da beni tanımak istediğini söyledi. öğle aralarında, onların hararetli meseleleri yoksa birlikte oturuyorduk. adı koyulmamış, tuhaf bir şeydi yaşadığımız. ben yalnız oturuyorsam o geliyor, o yalnız oturuyorsa ben gidiyordum. benim arkadaşlarım ondan, onunkiler benden hoşlanmıyordu. biz de kimseyle tanışıp, kaynaşmak için can atmıyorduk zaten. hele benim hiç umrumda değildi. bir iki hafta böyle geçti.

    bir gün cafenin önünde kavga çıktı. onları izlerken, lavaboya giden çocuk geri geldi. bi kaç laf ettim kavga edenlerle ilgili. kaşlarını çattı. önce kötü kötü bana baktı, sonra dışarıya, kavga edenler kimmiş diye baktı. ne olduğunu soracaktım ki, fırlayıp o da katıldı aralarına. ben şok olmuş bir vaziyette olanları izlerken, dayak yiyen grup tehditler savurarak gitti. bu da geri geldi yanıma ve ''bak kızım beni iyi tanı tamam mı'' tandanslı bir karakter atma töreni sundu. aman tanrım... bir ülkücü sevmiştim. ve onların ''dava''sıyla ilgili on dakika önce söylediklerimden hiç hoşlanmamıştı. fırsat bu fırsat ''bize ters'' diyerekten erkek arkadaşlarımla oturmama da dikkat çekti. zaten gelip onunla tanışanın ben olduğuma da parmağını basarak, bu ''ters'' hareketleri yapmakta ısrarcı olursam, tanışmamdan çıkarılması gereken bir şey olduğunu ima ederek sonlandırdı konuşmasını. kalkıp gittim tabi napıcam. sonra barıştık. sonra yine küstük. sonra yine barıştık. böyle hep dalgalı, hiç durulamayan, adı artık arkadaşlık olan fakat her küsüşte attığım o ilk adıma iğneleme yapılan uzunca bir süreçten geçildi. sonra ben ayıptır söylemesi başkasına aşık oldum, bu çocukla da denk geldikçe selamlaştık, fırsat oldukça konuştuk, işte çok samimi olmayan iki arkadaş nasılsa öyle olduk. bu ve sonradan arkadaş olduğumuz arkadaşları, orda burda kavga edip hastanelik oldular, hastanelik ettiler derken birer ikişer mezun olup gittiler.

    gelelim sadede. diyebilirsin ki bu münferit bir olaydır. ben de sana başka gördüklerimden yola çıkarak, öyle olmadığını söyleyebilirim. hoşlanılan erkeğe açılmamak lazım. erkeğin hoşlanıp, hoşlanmaması değil mesele. bu açılmaya bakışı. tamam sen öyle bakmıyorsun tamam. sen düzgünsün de işte diğer erkekler öyle değil... bilirsin işte. hoşlandığı kız, daha önce davranıp hoşlandığını söyledi diye bile soğuyan erkeklerin ülkesi burası. nerde büyüdüğü dahi çok fark etmeden, kendisine açılan bir kıza, bel altı bakan erkeklerin. dedim ya sen öyle değilsin. yoo bu çok normal bir şey, dediğini duyar gibiyim. bence de normal bir şey. ne demiş adam? ''her zaman doğruyu söyle ama her zaman her doğruyu değil'' zorlarsak uyuyor. neyse işte bu yüzden, sen hariç diğer erkeklere açılmamak lazım. bana ''saçmalama o çocuk hakkında kim bilir ne düşünecek sen böyle yaptığında'' diyenlerden oluyorum bazen. derken bile gülüyorum esasında içimden. böyle küçük olayları ve alakasız diğer hiçbir şeyi engellemenin bir yolu yok. sonuçta, rakının yanındaki balığa anlatacak şeyler biriktirmek için yaşıyor insan. mantıklı tek sebep buyken, sözlerimi geri alıp bu bahsi kapatmayı uygun buluyorum. gidin, açılın.

    ek: ben yine olsa yine aynı şeyleri yaparım, yapmayıp pişman olmaktansa, yapıp pişman olmayı tercih ettiğim için. gülerek anlatabildiğim bir anım daha olmuş hayatta, fena mı? aşırı kırılgan olmayan herkesin de denemesi lazım. yadırganmayı kaldıramayacak olanlar için sıkıntılıdır ama. onun notunu düşeyim dedim, yoksa başka işim gücüm mü yok allasen? çok ciddiye alıp kızanlar oluyor. son kısmı tekrar okuyup, ne anladıklarını bana da anlatırlarsa sevinirim :) biraz sakin yahu, ne bu gerginlik?
  • bir kadını erkek karşısında 3-0 önde başlatan eylem. neden mi?

    1-) "ben ne açılıcam o açılsın" diye karşı tarafı süründürmekten haz alan ve ilanı aşkı erkeğin sırtına yük olarak bindiren kadın tayfasından olmadığınızı gösterir.
    2-) girişken ve cesaretli olduğunuzu gösterir.
    3-) "o kız bana bakar mı lan? ya reddedilirsem?" gibi karın ağrılarından adamı kurtarmış olursunuz.

    net adımlar atmak yerine bir pozitif bir negatif sinyaller verip, sonunda koca koca adamları friendzone sendromuna düşüren kadınların allah evlerine ateşler salsın!*
  • çok beriden gelmek de bu işin bir tekniğidir. mesela ben benim onu sevmemdeki psikolojik sebepleri felan anlatmaya başlarım (hoşlandığımı söylemeden) ve o kadar çok anlatıp irdelerim ki muhabbetin sonunda çocuğa başka kız ayarlamışlığım bile vardır.

    psikoanaliz çok önemli.
  • hemen her ilişkimde yaptım ben bu olayı. ama şişko ve çirkin olduğumdan reddediyorlar. sdafgsdsa benim gibi "böyle belirsizlikle beklemektense sorar kurtulurum hocu" insanı değilseniz tavsiye etmem. zira reddedilince kısa süreli özgüven sıfırlanması yaşanıyor.

    ama ilişkilerde böyle rahat olmak lazım bence. bir erkek gelip bana "ya iki sikişelim ama benden sana sevgili olmaz" dese, teklifini kabul etmesem de acayip saygı duyarım adama. gerekirse kız ayarlarım filan. ama hoşlanılan erkeğe açılınca şöyle bir şey oluyor. adamın gönlü olmasa da sırf egosunu şişirmek için seni yedekte bekletiyor. belirsizlikte bırakıyor. iki gün güler yüz gösterip beş gün somurtuyor. anlam veremiyorsun vs.

    hoşlandığı erkeğe açılan kız: edindiim deneyimler ışığında sana tavsiyem sırf seviyorsun diye adama paspas olma. baktın sana değer vermiyor, istediğin gibi davranmıyor, çek siktiri. zira açılacak gücü kendinde bulan, kıça tekmeyi basacak gücü de kendisinde bulur.

    şahsen bundan sonra kimsenin ego paspası olmayacağım. şişko ve çirkin olabilirim ama benim de duygularım var. net bir cevap görmüyorsam pardon deyip voltamı alıyorum. almışlığım var.
  • erkeğin açılması bir niyetken, kadının açılması sadece platonik bir durumu bitirme niyetlidir. öyle olmasa bile sonuç muhtemelen bu olur.

    her ne kadar kadının da erkek kadar duygularını ifade etme hakkı olsa da, kadın en nihayetinde, yeterince bekledikten ve bir sonuca ulaşamdıktan sonra yapar bu işi. ekstra bir süre geçer yani bir erkeğin açılma durumuna kıyasla. çünkü kadının ihtiyaç duyduğu sadece cesaret değil, aynı zamanda bu işin kendisine düştüğüne inanç duymaya başlamasıdır da.

    bir de bunun platonik bir hissiyat olması ihtimali fazlacadır. çünkü normal olan erkeğin açılmasıdır. kadın zorunda kalıyorsa, ya o erkek bir acayiptir ya da kadına karşı boştur. yine de aşkına sahip çıkan, hayatını kendi çizen kadınlara, bu hayalperest yanlarına rağmen saygı duymak gerek. ancak şu da var ki, asla bir kadının görüş açısı olmasını dilemediğim ve genel geçer hale gelmiş bu bakış açılarına göre, açılınan erkeğin hayatını değiştiriecek bir ego şişirmesidir de bu kadın tarafından yapılan. insan bir değil iki kere düşünmeli bu payeyi veririken, çünkü erkek bunu bir paye olarak algılayacaktır; kadını istemiyor olsa bile.
  • dun acildim ben.
    hoşlandığım erkek "eyvallah" dedi.

    ondan sonra da vay efendim eksi sözlükte kadinlar niye eklif etmiyor.

    acilinca da olmuyor.
    neden?
    cunku hoslandigin eleman bir beyefendi.
    centilmen. gercekci ve guncel bir siyaset bilgisine sahip, donanimli, insan iliskilerinde secici.
    o yuzden zaten hoslaniyorsun.
    o da, o yüzden sadece "eyvallah" diyor.

    uzucu fakat seni yaniltmadigi icin kendinle de, onunla da kıvanç duyarsin.

    afferim hoslandigim erkek.
    biraz daha yuceldin nazarimda.
hesabın var mı? giriş yap