• ne zaman bir travesti görsem yanında pusuya yatmış bekliyordur diye aklımdan geçer, pastanede orda burda bir şey yerken bir kıl çıksa dahi, hemen gözlerim uğur dündarı arardı. iyi kötü bir işe yarardı yani...lakin zaman ondan da çok şey götürdü.

    gazetecilik, habercilik için bitaraf olan bertaraf olur sözü pek geçerli değildir. tarafsız olanlar daha bir kucaklayıcı, halkın gözünde daha bir saygın olurlar.halka malolan kişilerin her yolun tam ortasında olması daha bir sevilir. uğur dündar nefsine mi yenik düştü bilinmez, gitti fenerbahçeden taraf oldu ilk önce. ya da taraf olduğunu iyiden iyiye belli etti. sonra tmsf kontrolünde başka, kendi halindeyken başka yayın yapan bir kanalın haber spikeri oldu.

    para pul önemli şeyler tabi. ama gidip 1-2 yolsuzlukla uğraşsaydı, masanın altından maskeyle çıkacak diye bekleseydik daha bir iyi olacaktı gibi geliyor son zamanlarda.
  • makyajının soba borusundaki islerle yapıldığını düşündüğüm enkırmen.
  • prompterdan akan yaziyi farkli bir ses tonuyla, haber icin yaptigi yorumlari farkli bir ses tonuyla okudugu icin robotvari bir sunumu olan gazeteci. kafayi buna takanlar kesinlikle izleyemiyor kendisini simdiden belirteyim.
  • daha çok yaz aylarında , çeşmenin küçük bir plajında* sabahın erken saatlerinde koşarken rastlayabileceğiniz, yaşına rağmen helal olsun dedirten kondisyona sahip, şöhretine de takılı kalmayıp selamınıda esirgemeyen gazeteci ,yazar , güzel insan.
  • halil bezmen'in korumasına (ya da artık nesiyse) dayak atmıştır, doğrudur... fakat olay şu şekilde gelişmiştir:

    uğur dündar bezmen'in amerika'daki evinin bahçesine girmiştir, sonra bu koruması olan adam da uğur dündar'ın yanına gelmiş, bahçeden çıkmasını söylemiştir... o arada uğur dündar klasik gazeteci tribiyle bu adama konuyla alakalı sorular sormaya başlamıştır. kameraman çekime, uğur dündar da sorulara devam edince, koruma olan adam "sizi fena yaparım" gibisinden bir şeyler söyleyerek uğur dündar'ı ve kameramanı (sanırım birkaç defa) açıkça dövmekle tehtit etmiştir. (bu arada aradaki hafif itiş-kakışları da tahmin edersiniz.) ilk fiziksel hamleyi kim yaptı hatırlamıyorum ama sanırım koruma olan adamın kameraya ya da kameramana bir hamlesi olduktan hemen sonra uğur dündar elindeki metal mikrofonu adamın burnuna koymuş, az önce kendisini dövmekle tehtit eden adamı birkaç mikrofon darbesiyle yere sermiştir. arkasından uğur dündar ve kameramanı olay yerinden kaçmışlardır. kaçtıktan sonra uğur dündar'ın arabada birilerine küfür ettiği de doğrudur...

    yani ortada, öyle her fırsatta uğur dündar'ın alehine kullanılabilecek, "yaaa bak uğur dündar böyle bi adam aslında" denilecek bir durum kesinlikle yok... adam da pekala uğur dündar'a saldırabilirdi, belki de uğur dündar da bunu sezmiş olacak ki dayak yiyen mağdur gazeteci olmak yerine her kuşun etinin yenmeyeceği o bıçkın arkadaşımıza gösterip olay yerinden uzaklaşmayı tercih etti...

    yalnız eklemeliyim ki, hakikaten de mikrofon yakın dövüşte etkili bir silahmış...
  • kemal kılıçdaroğlu vs dengir mir mehmet fırat kapışmasını layığıyla yöneten televizyon insanı. çok iyi bir açık oturum yönetti. hak geçirmedi, üslup konusuna çok dikkat etti.

    türk insanının kendisine karşı inanılmaz bir güven duygusu var. hak ettiğini gösterdi. sanırım bu açık oturumu bu kadar güzel güzel yönetecek başka bir kişi yoktur.
  • an itibariyle star haberi sunarken ak tütündeki okulun 1 aydır eğitim yapılmadığı haberini yalanlayıp medyaya yüklenen başbakana şahane cevaplar vermiştir. vallahi bravo ağzım açık dinledim yani.
  • tescilli bir katili ağırladığı programında, adamın gururlanarak anlattığı iğrenç ötesi katliamları sessizce dinlemiş, hatta kabullenmiş, hatta ve hatta uygun bulmuş olan şahsiyet. bin insanı öldürdüğünü söyleyen konuğuna olan tavırlarından, tüyler ürperten konuşmalara, itiraflara sessizliğinden, abdullah çatlı'ya methiyeler düzülürken onaylar bakışlarından, gazeteciliğe, daha da önemlisi insanlığa aykırı bir duruş sergilemiştir kendisi. araştırmacı gazeteci, yiğit cesur insan filan diyorlar uğur dündar için... ben de yazacaklarım göte girebilir diyorum.
  • hayatta en çok istediği şey istanbulun sydneyden daha ışıltılı olduğunu görmekmiş.
  • aktütün köyünden 2 küçük kızı konuk aldığı programı hayretlerle izlediğim star tv haber sunucusu, hazırlayıcısı.

    şemdinli'nin meşhur aktütün köyünden güzel mi güzel 2 kız çocuğunu almış getirmiş istanbul'a.
    önce bir güzel gezdirmişler şehri, alışveriş yaptırmışlar. gösterdiler, izledik.
    halk o kadar seviyor ki küçük kızları (daha doğrusu kızı diyelim, zira esas kız çiçek, diğeri ayıp olmasın diye getirilmiş gibi öyle ayrıksı duruyor ve davranılıyor ki). utanarak söylüyorum: vatandaşlar hayvanat bahçesinde sevimli tavşanları sever gibi seviyorlar çocukları. daha önce televizyonda gördükleri çiçek kızın yanaklarını okşuyor, ayten'e de şöyle bir fiske sevgi kırıtısı gösteriyorlar ama ayten, çiçek kadar dilbaz ve sevimli değil ya belki o yüzden o denli sevmiyorlar küçük kızı. bilinmez...
    çiçek'in yanağına dokunan, iki güzel laf eden bütün vatandaşlar kürt sorununu çözmüş olmanın getirdiği gurur ve rahatlıkla ayrılıyor olay mahalinden. insan sevmeyi de hak etmeli bence ve hayır ben dahil hiç birimiz o güzel çocuğu sevmeyi hak etmiyoruz bu halimizle.

    gazeteciler daha feci. çocukların ürkek bir şekilde yaptıkları 2-3 kalem alışverişi "işte çocukluklarının tadını çıkartıyorlar" diyerek ve coşkuyla sanki onlara çocukluklarını geri vermişler edasında anlatıyorlar.
    onlarda da kürt sorununu çözmüş olmanın haklı gururu var sanki. bravo ne diyelim! galiba o çocuklara bakıp utanan benim sadece ve gariplik bende mi acaba diyorum bir ara içimden, sonra şuurumu toparlayıp izlemeye devam ediyorum.

    uğur dündar stüdyoya almış çocukları. ayten yine dekor gibi, beyimizin derdi çiçekle. belli ki birileri küçük kızın iyi reyting yaptığını söylemiş gibi. arka fonda "bir istanbul masalı" nın fon müziği var. soruşturmacı gazetecimiz hayatını kürt sorununa adamış, bu mesele için kafalar patlatmış, nice alternetif öneriler getirmiş gibi gururla sahipleniyor kızları. sinirleniyorum, köpürüyorum ve evet kimine göre abartıyorum biraz ama cidden kalbim sıkışıyor. hayırsever bir vatandaşın çiçek'in eğitim masraflarını karşıladığını tegv'in burs verdiği, aileye bir ev alındığı ve kendisinin star çalışamlarıyla birleşip para yardımı yaptığını anlatıyor. evet terbiyesizlikte son halka ama yaptığı yardımı da utanmadan söylüyor, övüne övüne.
    ben yine daralıyorum, onlar bir yandan vatan bölünmez, şehitler ölmez görüntülerine boğuyorlar ekranı.
    ulan diyorum bu dünyanın düzenine. anlıyorum ki bu düzen bize uymuyor ne çare!

    kendi kendime söyleniyorum. gazeteci olsan, birak gazeteciliği birazcık vicdanlı olsan, bu meseleye biraz duyarlı olsan gider oralarda yaparsın arena'yı. gerçekten yüreğin olsa, çözmek istesen, iyi niyetin, samimiyetin, memleket sevgisi olsa sende, gider şemdinli'de yaparsın programı. 20 yaşlarında sloganlarla can almaya, can vermeye gönderdiğiniz askerlerin, analarının kavruk meleklerinin gittiği aktütünden değil, şemdinliden diyorum sayın dündar. ama sen hiç yapmadın, yine yapmıyorsun. yine şov yapıyor, beylik, empatisiz, vicdansız ağızlarla vatan bölünmedi, bölünmeyecek, gerekirse biz de ölürüz diye haykırarak
    bir kurşun da sen sıkıyorsun çiçek kıza.

    sonra ne mi oluyor? o iki güzel kızı(biri dekor)istanbul'a getirmiş, yedirmiş içirmiş, kurtarmış olmanın haklı gururu yansıyor yüzlere. çiçek kız üzerinden atılan savaş çığlıklarını duyuyoruz.
    en sonunda uğur dündar da kürt sorununu çözmüş olmanın haklı gururuyla kapatıyor konuyu.
    gülsem mi ağlasam mı bilmiyorum ama yarım saat süren haberde bir kez bile kürt denmiyor. dense mesele çözülmeyecek tabii...ama bakıştaki sakatlık böyle ele veriyor kendini.
    çiçekleri soldurduk, bu gidişle, bu bakışla öldüreceğiz diye vicdanım sızlıyor, sinirleniyorum, daralıyorum. o gece bir tek ben kürt sorununu çözmüş olmanın haklı gururunu yaşayamıyorum sanırım.
    ya da birkaçımız işte...
hesabın var mı? giriş yap